Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@huseyinrahmi

Birkaç gün girip çıkanlar anlaşılmak üzere ev sıkı bir tarassut altında bulundurulduktan sonra müstantiklikçe Madam Parsıh ailesinin isticvabına başlanıldı. İstintakları esnasında derece derece bu cinai vakanın tafsilatına vukuf peyda ettikçe ana oğulun teessürleri, nefretleri artıyordu. Maktul Raif Bey’i çok sevdiklerini ağlayarak temin ve binaenaleyh bu hususta kendi aleyhlerinde hasıl olan şüpheden katiyen berî olduklarını bütün ruhlarının galeyanıyla ispata uğraşıyorlardı.

Samatya’da mahalleden edilen tahkikatta Madam Parsıh ailesinin hüsnühaline şahadet etmedik bir fert görülmüyordu. Herkes böyle bir cinayetin o haneden gölgesi geçmesine ihtimal, tasavvur olunamayacağını söylüyordu.

Hele genç Leon’unun kimseyle kavga ettiği, ömründe bir defacık olsun sarhoş görüldüğü, münasebetsiz adamlarla görüştüğü vaki değildi.

O resimle, şiirle, musikiyle uğraşmaktan lezzet almış, adeta mealiyata dalmış temiz kalpli, yüksek hisli bir çocuktu. Onların hakkındaki tahkikattan bilaistisna alınan cevaplar hep bu mealdeydi.

Koleksiyon kartonu içinden Aşharh gazetesinin 4 Teşrinisani nüshası nereye kaybolduğu sorulunca Mösyö Leon o nüshanın ortadan ne suretle yok olduğunu kendi de bir türlü akıl erdiremediğini söylüyordu.

Leon, Madam Moiz ile muvacehe edildi. Yanında genç bir kadınla esrarengiz bir surette Raif Bey’i ziyarete gelen enli şapkalı gencin bu olup olmadığı soruldu. Otelci kadın bunun ona benzer hiçbir yeri bulunmadığını söyledi. Madam Parsıh’ın yeğeni Aleksan İsviçre’den celp edildi. Bu delikanlı hiç müşkülat göstermeden İstanbul’a geldi. Kendisinin bir-iki ay evvel Karaköy Köprüsü’nde görülmüş olduğu hakkında çıkarılmış olan şayiaya rağmen gaybubetinden beri payitahta hiç ayak basmamış yani İsviçre’den harice çıkmamış olduğunu resmen ve delillerle ispat etti.

Her şey oldukça vuzuhla tahakkuk ediyor, Madam Parsıh ailesinin masumiyeti anlaşılıyor, yalnız meselenin bir ucu hizmetçi Araksi’de kalıyordu. Bu zavallı kadın, aklıselim pek derli toplu olmayan ve üç dört gün evveli yaptığı şeyleri kolaylıkla hatırlayamayan aptalca bir mahluktu. Kırmızı mavi satrançlı dokuma ile karyola takımından kalma kenarı dantelalı eski patiska parçalarını yırtıp yırtıp da nerelerde kullandığı hakkında kendinden sorulan suallere yoluyla cevaplar veremiyordu. Çünkü bu iki nev bez parçalarını birkaç aydan beri pek çok şeylerde kullanmıştı. Bunların birer birer tahatturu o zayıf dimağ için kabil değildi.

Araksi’nin uyuşmuş beyninde adaleti tenvir için bir gün sanki Allah’tan ani bir yakaza peyda oldu. Ağır hatırasında bir şulecik parladı. Hemen madama koşarak:

“Madam, madam aklıma bir şey geldi. Şimdicik size söylememiş olsam sabahacak yine unuturum.”

“Ne geldi Araksi?”

“Söyleyeyim fakat bir kabahatim vardır onu da affedeceksiniz?”

“Kabahatin çeşidini bilmeden affedebilirim hiç?”

“Edersiniz madam... edersiniz... Çünkü ben onu fenalık değil, eyilik olsun için yaptım.”

“Eh haydi de bakalım, uzatma.”

“Bir ay var? İki var? Unutmuşum. Bir gün buraya Mösyö Alber ile kız kardeşi Matmazel Flora gelmişlerdi. Hani o günü yukarıda salonda piyano, keman çaldılar da Flora da aralarında kıyak türkü bağırmıştı. Siz de bravo deyi iki avucunuzu birbirine vurmuştunuz.”

“He, aklıma gelor. Minyon operasından bir parça bağırmıştı.”

“Kimyondur? Tarçındır? Ben onu ağnamadım ya. O gün buradan evlerine dönerler iken Mösyö Alber benden bir parça ödünç kömür istedi. Yine getirip veririm. Bundan dolayı madama hiçbir şey tınmayasın,” dedi.

“Eyi ettin Araksi. Ben de bilorum ki kaç zamandır o çocukların, o iki kardaşın geçinmeleri pek zorluğa dönmüştür.”

“Kömürlüğe gittim. O dokumanın içine iki kürek kömür koydum. Sıkıca bağladım verdim. Bilirsiniz madam, Mösyö Alber pek şık bir delikanlıdır. Yaptığım çıkına beğenmedi. Arkasi dedi ‘Ben bunu böyle elimde götüremem. Bir beyaz bezin yoktur ki bunun üstüne sarasın?’ O zaman ben de tuttum o dokuma çıkınını tekrar dantelalı beyaz patiste sardım. O günü biz taze pasta ile uskumru dolması yapmıştık. Evet, birini hatırlayınca ötekiler de fikrime gelor. O akşam Alber yemeğe bunda kalmadı. Evine gitmek istedi. Siz de Alber’e pasta ve balık dolması verilmesini söylediniz. Ben de pastaları ve dolmaları aryı aryı kâğıtlara sardıktan sonram Mösyö Leon’un odasından bir gazete alarak tekrar her ikisini o gazeteye koydum. Eyice tortop ederek kömür çıkınının içine bir güzelce yerleştirdim. Aldılar gittiler.”

Madam Parsıh, Araksi’nin bu ifadesinde şayan-ı nazar hiçbir cihet görememekle beraber bunu duyduğu gibi zabıta memurlarına aynen nakletti. Bu sözleri dinlerken memurların gösterdikleri helecanlı büyük bir ehemmiyete şaştı kaldı: “Yok.” diyordu. “Yok. Ben kendi zamirimden belki bir şüphe duyarım lakin Mösyö Alber’den asla. Biraz havai fişengi ahlaklı bir çocuktur. Fakat büyük artist duyguludur. Bilirsiniz kıyak artistler biraz afacan olurlar.”

Mösyö Alber’in tahkik hüviyeti hakkında sorulan suallere Madam Parsıh şu cevapları veriyordu:

S: “Mösyö Alber’in hüviyeti? Milliyeti?”

C: “Ağnamadım efendim.”

S: “Mösyö Alber kimdir? Ne millettendir?”

C: “Doğrusunu isterseniz ne millettendir ben de bilmem. Babası Urum’dur, anası İtalyan’dır nedir? İşte böyle karışık bir şeydir.”

S: “Siz Mösyö Alber’i ne münasebetle tanıyorsunuz?”

C: “Oğlum Leon ile beraber bir mektepte okumuşlardır.”

S: “Bu delikanlı ne iş yapar? Ne ile geçinir?”

C: “Bu ciheti de pek iyi bilmem. Resim yapar. Hocalığa gider. Musiki söyler. Çok marifetlidir. Her şey yapar.”

S: “Semti neresidir? Nerede oturur?”

C: “Evvelden Beyoğlu’nda otururlardı. Kiralar pahalı geldi. Kumkapı’da bir evin üst katında bir oda tuttular. Orada oturuyorlardı. Fakat oradan da başka bir yere taşınmışlar. Nereye gitmişler öğrenemedik. Daha bize de bir haber etmediler.”

S: “Mösyö Alber’in ailesi kaç kişidir?”

C: “Bunlar iki kişidirler. Bir kendi, bir de kız kardeşi Matmazel Flora. Başka kimseleri yoktur.”

S: “Pederleri, valideleri vefat mı etmişler?”

C: “Ne olmuşlardır pek iyi bilmem.”

S: “Siz bu Mösyö Alber’i çok eksik tanıyorsunuz.”

C: “Evet itiraf ederim efendim. Analarını babalarını tanımam. Çünki hiç görmemişim. Bu işin içinde bir esrar vardır. Belkim onlar nikâhlı değildiler de metres ve aman idiler. Fakat efendim bundan çocukların ne kabahatleri vardır? Alber’i mektebe enterne olarak koymuşlardı. Hafta başlarında çocuk bir yere gitmezdi. Bazen direktör müsaade ederdi. Leon’la beraber bize gelirdi. Öksüzdür deyi ben de yedirir, içirirdim. Mektepten çıktı. Şöyle böyle işler tatmaya uğraştı. Sonram bir ara buradan kayboldu. Bir sene sonram bir güzel ama pek güzel bir kız ile beraber geldi. Kız kardaşımdır deyi bize prezante etti. İşte Alber’i bildiğim kadar size de tanıttım. Bundan başka bildiğim bir şey yoktur.”

S: “Alber, Raif Bey’i tanır mıydı?”

C: “Tanırdı.”

S: “Nerede tanışmışlardı?”

C: “Bizde.”

Keyfiyetin bu derece tahakkukundan sonra Remzi Efendi arkadaşına dedi ki:

“Seyit, işte gördün mü sağlam izi. Birçok noktada yivi yivine hakikat nasıl kendini gösteriyor...”

Bu defa da Seyit Efendi bir tebessümle cevap verdi:

“Acele etme birader. İşin daha çok su götürür yeri var. Mösyö Alber’i yakaladıktan sonra o da bu meşum satrançlı dokuma ile dantelalı patiska parçasını başka birine ciro etmiş olduğunu ispata muvaffak olursa bizim için yine uzun bir arama yolu açılır. O uğursuz bezlerin bir başkasına ciro edildiğini ispat kolay bir keyfiyet değildir. Çünkü cinayetin ta göbeğinden bir iki katmer açıldı. Aradığımız genç kızı namıyla bulduk. Cinayetin en son oturdukları Kumkapı’daki hanede vukuu ağleb-i ihtimaldir. Çünkü kuyuda ettiğimiz taş sukutu tecrübelerinde, kesik başı oraya atanın şark cihetinden yani Kumkapı tarafından geldiği yüzde altmış sabit oluyordu. Alber de yağlı boya resim yapıyormuş. Bu da kopuk sanatkârlardan birisi. Zengin, fakir bütün âlemin taayyüş kaydına düştüğü böyle bir zamanda imzaları meçhul ressamların tablolarını kim alıp kim satar? Alber’in musikişinaslığı, hocalığı, ressamlığı filan sözden, daha doğrusu zatları hakkında reklamdan ibaret. Onun asıl ne sattığını ben anladım.”

“Ne satıyor?”

“Hemşiresi Flora’nın gençliğini, güzelliğini. Son defa olarak ihtiyar Raif Bey’e hayatı pahasına saçtıkları anlaşılıyor.”

“Fakat birader Aşharh gazetesinin kenarındaki Fransızca ibarelerde bu cinayetin saiki şiddetli bir aş
olduğunu gördük. Halbuki güzel Flora, Alber’in hemşiresi olduğu takdirde meseleye yine bir çaprazlık arız oluyor.”

“Hemşiresi olduğu ne malum? Madam Parsıh’ın safdilane ifadesinden başka ortada bu hemşireliği müeyyit bir şey var mı? Anadan babadan mehcuren yaşayan bir oğlun bir müddet İstanbul’dan kaybolduktan sonra buraya bir hemşireyle avdeti zihne biraz solak gelen şüpheli bir keyfiyettir.

Loading...
0%