Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21. Bölüm

@huseyinrahmi

Mösyö Alber ile hemşiresi Flora’nın son ikametgâhları Kumkapı’da Saka Sokağı’nda 19 numaralı hane olduğunu Madam Parsıh’tan öğrendiler. Vangel isminde bir Rum’un tasarrufunda bulunan bu ev, oda oda kiraya veriliyordu.

Remzi Efendi başına bir kaşmir kapela uydurdu. Farksız Rumca söylerdi. Seyit Efendi’yle birlikte Kumkapı’ya yürüdüler. Saka Sokağı’nda 19 numaranın zilini çektiler. Zayıf, esmer, sinirli bir kadın açtı. Taharri memuru bu nevi tahkikatında erkekten ziyade kadına tesadüf etmekten memnun olurdu. Çünkü kırkından sonra kadınların çoğu en büyük telezzüzü çenelerinin hareketinde bulurlar. Bu lakırdı makinelerinin manivelasını bir kere oynattıktan sonra artık siz susunuz. Siz dinlemekten yorulursunuz, onlar söylemekten bıkmazlar. Sizin sormak aklınıza gelmeyen şeyleri de kendiliklerinden söylerler. İşte Madam Vangel konuşmak için odundan adam arayan lakırdıcı kadınlardandı. Remzi Efendi:

Kalimera kirya” iftitahıyla Rumca söze girişerek:

“Bu evde Mösyö Alber namında bir kiracınız varmış.”

“Ne yapacaksınız?”

“Alacağım var. Beyoğlu’nda otururlarken benden alışveriş ederlerdi. Çok borçları birikti, vermeden savuştular. Nereye gitsem bulamıyorum. Şimdi benden kaçıyorlar, saklanıyorlar. Burada iseler söyleyiniz rica ederim.”

“Burada değiller. Sizden başka onları aramaya daha çok alacaklılar geldi. Anlaşılan Beyoğlu’nda oturdukları müddetçe hep borçla geçinmişler. Akşama kadar iki genç evde türkü söylerler. O kız hiç durmaz, kanarya gibi öter. Çalışmayınca ekmek insanın ağzına gökten yağmur gibi yağmaz. İşte böyle birtakım insanlar vardır ki çalışmazlar. Sen ben çalışırız, onları besleriz. Herhalde biliniz ki biz ahmakız. Onlar akıllıdırlar. Çünkü biz çalışır iken biraz da malımız, paramız var iken geçinemiyoruz. Onlar hiç çalışmadan bir parasız, senin benim hesabıma pek güzel yaşıyorlar. Bu da bir sanattır. Bir insanın cüreti çok, utanması az olduktan sonra her yerde gül gibi geçinir.”

“Bunlar hiçbir iş görmezler miydi?”

“Görürlerdi. (Pek müstehziyane bir tebessümle) İki kardeş yukarıda pek ince işler görürlerdi. Allah beni affetsin, ben onların kardeş olduklarına da inanmadım. Çünkü efendim siz erkeksiniz, ben kadınım. Bu gözlerim çok şeyler gördü. Bundan ötesini anlatamam. İrfanınız kadar siz anlayabilirsiniz. Görünüşte resim yaparlar, hocalığa giderlerdi. Fakat kimseye bir tablo sattıklarını görmedim. O işi de kendilerine eğlence etmişlerdi. En üst katta bir oda kiralamışlardı. Hallerine acıdım, ucuz verdim. Çünkü yüze gülmeyi, adam aldatmayı pek iyi bilirlerdi. Sizin onlara çok para kaptırmış olduğunuz anlaşılıyor. O güzel kız bir kere boynunu bükerek karşınıza çıktı mı gökten bir melek inmiş de size yalvarıyor sanırsınız. Son zamanlarda yağlı boya resme bir de fotoğraf ilave ettiler. Şambrnuvar yapmak için benden mahzenin anahtarını istediler. Yukarıki odanın icarını veremezler iken bir de üstelik mahzeni kiraladılar. Bilmem nasıl oldu, dilim tutuldu, ‘vermem’ diyemedim, verdim. Bir tek insanın para ile fotografisini çektiklerini görmedim. Bir düziye birbirlerinin resimlerini çıkarırlardı. Sonra birkaç defa anahtarı geri istedim, vermediler. ‘İçeride ecza vardır. Fotoğrafı bilmeyen adam kapıyı açar kaparsa bu eczalar bozulur,’ dediler. Bir taraftan bize kira, bir taraftan bakkala borç birikti. O şeytan kız benim saçlarımı taradı. Yüzüme mükemmel bir tuvalet yaptı. Süslü bluzamı giydirdi. Göğsüme bir demet taze çiçek taktı: ‘Madam Vangel, senin böyle yağlı boya, bir resmini yapayım,’ dedi. Anladım ki resmimi yapıp kiraya sayacak. Bana para lazım. Resmi ne yapacağım? Suratımı görmek ister isem aynaya bakarım. Fakat sonra bilmem nereden ellerine para geçti. Birikmiş kiraları verdiler. Esnafın borçlarını da ödeyip öyle gittiler.”

“Buradan ne zaman gittiler?”

“Gittikleri tarih iyice aklımdadır. Çünkü para verdikleri için deftere kaydetmiştim. Teşrinisaninin sekizinci cuma günü.”

Remzi Efendi zihninden hesapladı. Maktul Raif Bey’in Kulekapısı Oteli’nden gaybubeti Teşrinisani’nin altıncı çarşamba günü vuku bulmuş olmasına nazaran cinayetin işte bu iki tarih arasındaki perşembe ve cuma günleri zarfında vuku bulduğu anlaşılıyordu. Balık dolması ve pasta sarılı olarak kömür çıkınıyla giden Aşharh nüshasının tarihi 4 Teşrinisani olması itibarıyla da bütün vukuatın birbirine girift bir yakınlıkla cereyanı görülüyordu.

Remzi Efendi, Madam Vangel ile Rumca muhaveresinde devamla:

“Madam! Bu iki şüpheli kardeşin nereye gittiklerini bize salık veremez misiniz? Çünkü alacağım para epeyce mühim bir miktardadır. Ben esnaf bir adamım, bu kadar parayı kaptırmak benim için yıkımdır.”

“Nereye gittiklerini bilmiyorum. Son zamanda onlar burada anlaşılmaz bir telaşa düştüler. Benim hizmetçi Angliko, Mösyö Alber’i gece kâğıtlara sarılı koltuğunun altında bir şeyler taşırken gördüğünü söylüyor. Onlar buradan gittikten bir epeyce zaman sonra bizim komşularımızdan Madam Teodor bu iki kardeşi Şişli’de şık bir otomobilde görmüş veyahut ki onlara pek benzetmiş.”

“Bunlara misafir gelir miydi madam?”

“Bazen kendilerine benzer hafif gençler gelirdi. Mandolin çalarlar ve söylerlerdi.”

“Türklerden kimse gelmez miydi?”

“İhtiyarca, şişmanca bir adam gelirdi. Yukarıda ziyafetler geçerek onu eğlendirirlerdi.”

“Bu adamın ismini, semtini biliyor musunuz? Onu bulabilirsem ötekileri sorar anlarım.”

“İsmini, semtini, sanatını bilmiyorum.”

“Onların bıraktıkları oda boş mudur?”

“Tutuldu. Şimdi oda boş kalmıyor. Onlara sekiz liraya vermiştim. Bu yeni gelenler ona tuttular.”

“Mahzeniniz boş mu?”

“Boştur, niçin soruyorsunuz?”

“Biz şimdi kömür ticareti de yapıyoruz. Rumeli’den vagonlarla Kumkapı’ya kömürümüz gelecek, bir depo arıyoruz. Sizin mahzen bu işe elverişliyse değer fiyatıyla tutarız.”

“Eski, geniş, mükemmel mahzendir. İşinize gelirse kirası için uyuşuruz.”

“Öyleyse bir görelim.”

“Baş üstüne fakat ben beraber aşağı gelemem. Pek rutubetlidir, içinde beş dakika dursam romatizmama dokanıyor. Size anahtarla beraber bir de lamba vereyim. Gidip bakınız. Kömür saklamak için çok elverişlidir. Çünkü kömürü daima nemli tutar. Okkada ağır bastırır.”

Madam Vangel yakıp getirdiği bir kulplu lambayı Remzi Efendi’nin eline tutuşturarak:

“Arkamdan geliniz, size yolu göstereyim,” dedi.

Yürüdüler. Madam duvarlarında tel yemek dolapları asılı bir aralığı birkaç adım yürüdükten sonra elindeki kocaman anahtarı üzeri iri iri çivili bir demir kapıya sokarak yüzü moraracak kadar bir kuvvet sarfıyla gacır gacır kilidin içinde iki defa çevirdi. Kapı açıldı.

“Haydi buyurunuz,” teklifiyle kendisi çekildi.

Taharri memurları on altı basamak bir taş merdivenden indiler. Önlerine epey geniş mustatil bir mahzen çıktı. Rutubetten duvarlar güherçile tutmuştu. Filhakika ilk nefeste burunlara çarpan solfid dö sud, idrokinin, bromür dö potasyumla karışık ecza kokuları orada fotoğraf banyoları yapılmış olduğunu girenlere ihsas ediyordu.

Remzi Efendi elindeki lambayı bu kapkaranlık yeraltı binasının köşe bucağına doğru uzatarak her tarafı dikkatle muayeneye başladılar. Orada burada kırmızı, mavi, turuncu renkli, Lumiyer, Killominö, Haof gibi muhtelif fabrikaların boşalmış hassas cam kutuları, plakların üzerlerinden atılmış ziya değdirmez siyah kâğıt parçaları, çekilmiş fotoğraf camı kırıkları görülüyordu. Taharri memurları bu cam kırıklarının irice parçalarını lambanın ziyasına tutarak işe yarayacak bir şekil aramaktalarken Remzi Efendi’nin ağzından:

“İşte katili yakaladım,” tebşiri fırladı.

Şimdi iki memur birden bütün dikkatleriyle gözlerini cama diktiler. Saçları beyaz, yüzü siyah, göğüsten aşağısı kırık menfi bir insan şekli görünüyordu. Poz müddeti biraz geçmişti. Fakat yine şekil vuzuhla seçiliyordu.

Remzi Efendi sevinçle:

“İşte Mösyö Alber menhusu bu herif olacak,” dedi.

Camı itinayla bir gazete parçasına sardı. Cüzdanının arasına yerleştirerek yan cebine indirdi. Diğer camların arasında Flora’nın resmini çok aradılar, bulamadılar. Camların çoğu hiçbir şey seçilemeyecek kadar bozuktu.

Şimdi lambayı yere tutarak karış karış zemini muayene ediyorlardı. Bu tetkik esnasında Remzi Efendi:

“Mutlak buralarda kan bulaşığı olacak.”

Seyit Efendi taaccüple:

“Neden hükmediyorsun?”

“Tahminime göre katiller Raif Bey’i yukarıda boğdular. Sonra cesedi, bu mahzene indirerek parçaladılar. Gece muhtelif zamanlarda sokağa çıktıkça her bir uzvu bir tarafa attılar. Mahzenin anahtarı kendilerinde durduğu için bundan kimse bir şey sezinleyemedi.

Bu tahminin makuliyetine Seyit Efendi bir şey diyemedi. Her yanı aradılar. Eyüp’te Dericiler’deki viran konakta gördükleri gibi öyle göllenmiş kan lekesine hiçbir tarafta tesadüf edemediler. Yalnız mahzenin sol taraf köşelerinden birini süpürülmüş, temizlenmiş buldular.

Remzi Efendi lambayı oraya tutarak:

“İşte bak,” dedi, “cesedi burada parçalamışlar. Sonra kanları birkaç kova suyla yıkamışlar. Burayı silmişler, süpürmüşler.”

Lambayı köşenin iki cidarı üzerinde pek yakından gezdirerek sıçramış ufak bir iki kan lekesi buldu, tahminin doğruluğu anlaşıldı.

Seyit Efendi “Başka ispata, delile hacet yok. İşte her şey tavazzuh ediyor. Bulduğumuz izler bizi buraya kadar getirdi. Lakin biz burada katilin kendini değil, fotoğraf camını bulduk. Melunun kendi nerede?”

“Hüviyeti tahakkuk ettikten sonra kendini yakalamak imkânsız sayılamaz.”

“Daha keşfi icap eden çok meçhuller var.”

“Eğer bu iki kardeş İstanbul’da iseler şimdi gözleri bizim üzerimizdedir. Madam Parsıh’ın evini, burasını mümkün olduğu mertebe tarassutları altında bulundururlar, ona göre tedbirler alırlar.”

“Artık buralarda dolaşmaya cesaret edebilirler mi dersin?”

“Kim bilir? Herhalde ihtiyatlı bulunmalı. Böyle cinayet takibatındaki muvaffakiyetlerin anahtarı ketumiyettir. Şimdi biz bu mahzenin anahtarını ev sahibi kadına iade etmeyeceğiz. Mahzeni tuttuğumuzu söyleyeceğiz. Cinayetin vuku bulduğu yukarıki odanın muayenesi lazım gelirdi. Halbuki orası icara verilmiş, binaenaleyh silinmiş süpürülmüştür. Şimdi biz taharrimizin neticesini olduğu gibi emniyet-i umumiyeye haber verirsek yarın buraya tahkikat için müddeiumumi muavini ve müstantik gelir. Vaka etrafa şayi olur. Dediğim gibi canileri kuşkulandırmış oluruz.”

“Canım, canilerin burayı daima tarassut altında bulundurduklarına ne ile hükmediyorsun?”

“Madam Vangel’in komşusu Madam Teodora bu iki kardeşi Şişli’de şık bir otomobilde gördüğünü söylememiş mi? Demek maktulden aldıkları paraları sarf ederek gezip tozuyorlar. Ciddi bir tehlike sezinlemedikçe İstanbul’dan firar külfetine kalkışmayacağa benziyorlar. Böyle tahmin ediyorum.”

“Bizce bu cinayet şimdi Alber ve Flora namlarına vazıhan tahakkuk ediyor. Katl mahallini bulduk. Lakin bizi katillere kadar götürecek yeni izi bulmayı müşkül görüyorum.”

“Şimdi merkeze gidince cebimdeki camı şasiye kor, resmi kâğıda çekerim. İkimiz de bu suratı iyice ezberleriz. Sonra tebdilen gece gündüz Beyoğlu’nda dolaşırız. Onlar cinayet şansı arkasına gizleniyorlarsa biz de adalet yardımıyla onları yakalamaya uğraşırız.”

Loading...
0%