Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@huseyinrahmi

Remzi Efendi bulunduğu odadan Alber ile Flora’nın lakırdılarını yarım yamalak seçiyor, bir parçacık eğilirse yüzlerini de az buçuk görebiliyordu. Bifütur yüksek sesle Fransızca görüşüyorlardı. Hususi oturulur bir ev intihap ettikleri halde odalarının kapısını niçin kapamadıklarına polis memuru şaşıyordu. Aralarında aşk ve cinayete dair pek hararetli bir bahis açılmıştı. Alber diyordu ki:

“Cinayet, insanlar arasında dört mecradan akar. Para, aşk, tahkir, intikam.”

Flora mütevahhiş bir sesle:

“Hamakat ve cehaleti de unutmayınız. Bunlar da en işlek beşinci ve altıncı cinayet caddesi olabilirler.”

“Fakat en asilane cinayet, aşk mecrasından akandır.”

“Of, işte bunu hiç anlamam. Cinayette asalet olur mu? Ver bana para cüzdanını yoksa seni öldürürüm. Bunu anlarım. Fakat aç bana gönlünün kapısını, yoksa onu kurşunla, hançerle delerek içeri girerim. Bunda asalet değil, zerre kadar mantık bile yok. Silahınızla fethettiğiniz bir gönül, aşkınız için bir makarr olamaz.”

“Fakat Fani, ekseri kadınlar gibi sen de derin düşünmeden söylüyorsun.”

Remzi Efendi, bu Fani hitabına dikkat etti. Demek Flora, Fani olmuştu. Demek bunlar şimdi kendilerinin olmayan isimlerin himayesi altında yaşıyorlardı. Bu iki sevdazedenin baş başa verip de aşkın türlü ruhu okşayan esrarından, lezzet ve neşvelerinden bahsedecekleri yerde cinayetten dem vurmaları garip görülecek hallerdendi. Yoksa ettikleri cinayete hâlâ kanamamışlar, aldıkları paralara doyamamışlar mıydı?

Sonra Fani cevap verdi:

“Bernar sen de her söz arasında erkekliğin kadına akılca tefevvukunu ispat için hemen bir fırsat ararsın. Bu mesele erkeğine, kadınına göredir. Ahmak erkeklere tefevvuk edecek zeki kadınların vücutlarını büsbütün inkâr edebilir misin? Emin ol, kadının yüreğindeki rikkat ve şefkat erkeklerin bütün faziletlerine galebe eder.”

Şimdi de herifin ismi Bernar olduğu anlaşıldı. Bu ne demekti? Müthiş bir cinayet işledikten sonra böyle sadece isim tebdiliyle zabıta takibatından kurtulmuş olacakları kanaatiyle mi yaşıyorlardı? Yoksa bunlar hakikaten Alber ve Flora değil miydiler? Yanlış bir iz üzerine mi gidiliyordu? Fakat bu Alber, namıdiğerle Bernar’ın çehresi Madam Vangel’in Kumkapı’daki mahzeninde bulunan resme bu kadar aynı aynına nasıl benzer?

Remzi Efendi’ye akli muhakematı haricinde o meslekte iktisap ettiği rüsuhtan doğan bir sevk-i tabii bu Fani ile Bernar’ın kesik baş cinayetiyle münasebettar bulunduklarını ihsas eder gibi oluyordu. Bu âşık ile maşuka hakikaten Alber ile Flora olmasalar bile herhalde takiplerinde devam icap eden şüpheli eşhastan idiler.

Bernar iddiasında devamla:

“Anlatamadım. Kadınlara meram anlatmakta kullanılacak o has lisanı bulamadım. Ben, muslihane fethedilip de içlerinden silahla, bombayla çıkılan kadın kalplerinden bahsetmek istedim. Mesela onlar. İşte sana sıcağı sıcağına bir misal. Fakat burada erkekle kadının yerlerini değiştirmeliyiz. Bedbaht kadın, âşığının günahı yüzünden iki defa, üç defa cani oldu.”

“Aman Bernar bana yine onlardan bahsetme. Artık dinlemeye sinirlerimin tahammülü kalmadı. Sanıyorum ki her erkeğin göğsünde çarpan yürekte o menhusunkiyle bir akrabalık vardır.”

Bu muammalı mükâleme tarzı ne idi? Serbest ve hızlı konuşuyorlardı ama sözler bir nevi şifre muğlaklığını aldı. Remzi Efendi bu esrarlı bahsin alt tarafını can kulağıyla dinlemekteyken prostelalı kadın gelip önüne dikilerek:

“Şakig Bey hâlâ yalnız otuğuyoğsun. Senin güvegcin gelmedi. İsteyoğ musun getigiyom sana başka biğ güveğcin, göğe çeksin hem daha gozel. (Zabıta memurunun kulağına eğilerek) Hem çok ucuz. Sen benim eski dost, bunun için.”

Remzi Efendi büyük bir hakikate ermek muhtemel olduğu öyle bir anda bu kadının gelmesine kalbinden lanet etmekle beraber:

“Olmaz madam olmaz. Ben başka bir güvercin alamam. Çünkü benimki pek hiddetli, ateşli ve yamandır. Gelip de burada benim yanımda başka bir güvercin görürse bu evi takımıyla başımıza indirir. Sonra burada ne şişe bırakır ne bardak, ne meze, ne tabak.”

“Senin güvegcin geliğse bize soğacak ki: ‘Şakig Bey buğda mı?’ Biz de diyeceğiz: ‘Hayığ, yokduğ.’ Neğden bilecek ki buğdasın, elbette gidecek.”

Şişman madam, güvercin takdiminde böyle ısrar etmekteyken karşıki kapının aralığından bu icbar ve istiğnayı dikkatle dinleyen genç bir kadının boyalı yüzü arada bir görünüp kayboluyordu. Kümesinde bir eş bekleyen güvercin galiba bu nazenin olacaktı?

Remzi Efendi bu güvercin tellalını başından epeyce güçlükle savdı. Yine öteki odadaki çiftlere kulak verdi. Lakin maalesef o muammaya benzeyen cinai bahis kapanmış, şimdi afaki şeyler konuşuyorlardı.

Boş güvercinlikler bütün dolmakta, evin ticareti, buram buram kıvamını bulmaktayken oraya girinceye kadar taharri memurları için Alber ve Flora ismiyle tanılan ve şimdi Bernar ve Fani namlarını alan bu erkekle kadın hesaplarını görerek birahane unvanı altında başka alışveriş yapan bu mahalden çıktılar. Otomobillerine bindiler. Polis memurları da kendininkilerine atlayarak takibe koyuldular.

Seyit Efendi hemen sordu:

“Ne yaptın? Ben burada meraktan çatlıyorum.”

“Ben de içeri girdiğimden on derece fazla bir merakla dışarı çıktım.”

“Acayip.”

“Acayibin acayibi.”

“Tuhaf.”

“Bilakis feci.”

“Hiçbir şey öğrenemedin mi?”

“İsimlerinin Alber ile Flora değil, Bernar ile Fani olduğunu öğrendim. Birbirini öyle çağırıyorlar.”

“Daha başka?”

“Daha başka gördüğüm, işittiğim şeyleri pek aklım almadı.”

“Ne gibi?”

“Madam Groser’in evine niçin gelinir?”

“Hususi bir odada halvet olmak için.”

“Bunlar bilakis odalarının kapısını açık tuttular. Ve bağıra bağıra konuştular. Oraya gideceklerine büyük cadde üzerindeki birahanelerden birinin penceresi önünde oturabilirlerdi. Bundan bir şey anlayamadım.”

“Öyleyse takip olunduklarının farkına varmışlar şaşırtma yapmak için kurnazlığa başlamışlar.”

“Neye hükmedeceğimi şaşırdım. Gece gündüz bir arada yaşayan erkekle kadının o evin hususiyetinden istifade aramayacakları malum bir şey.”

“Bu garip hareketleri, takip olunup olunmadıklarını anlamak için başvurulan kurnazlıktan başka bir şey değil.”

“Nasıl?”

“Kâğıthane sırtında bizim otomobil, penceresi arkasından dürbünle onlara baktığımızın farkına vardılarsa peşlerine düştüğümüzü görünce Madam Groser’e girmeleri bizim de oraya girip girmeyeceğimizi anlamak içindir. Sen de onların arkalarından eve girdin. Halbuki yanında bir kadın yoktu. Kadınsız Madam Groser’in birahanesine gidilmez. İşi büsbütün çaktılar.”

Öndeki otomobil vasat bir süratle gidiyordu. Taksim’e varınca topçu kışlasının biraz ilerisinde durdu. On
dakikalık bir tevakkuftan sonra yine geri döndü. İki otomobil biri diğerini kovalayarak Harbiye’yi geçtiler. Öndekilerin bu manevradan maksatları ne idi? Taharri memurları bunu düşünmekteyken birinci otomobil, Osmanbey Gazinosu’nun köşesinden sağa döndü. Sokağın içinde birkaç saniye ilerledikten sonra yine sağ cihet hanelerinden birinin önünde durdu. İçindekiler indiler. Otomobil ileri doğru sürdü, gitti. Mösyö Bernar’la refikası Fani önünde durdukları hanenin açık kapısından girdiler.

Taharri memurları da bir kenarda beklemesini şoföre tembihle arabalarını terk ettiler. Fakat şimdi ne yapacaklardı? Evin önünde dinelmeyi veya sokakta aşağı yukarı gezinmeyi muvafık bulmadılar. Hanenin tam karşısındaki pastacı dükkânına girdiler.

Seyit Efendi: “Eğer Mösyö Bernar ile refikası hakikaten bu hanede ikamet ediyorlarsa bunların hayatında zabıtadan ve kimseden gizleyecek bir şeyleri bulunmamak lazım gelir. Çünkü burası pek göz önünde bir yer.”

Remzi Efendi gözlerini karşıki evi tarassuttan ayırmayarak:

“Şimdi bizim için en önce tahkiki icap eden bir şey var.”

“Nedir?”

“Şu eve giren kadınla erkeğin isimleri hakikaten Bernar ve Fani midir? Burada kiracı mıdırlar? Ne zamandan beri ikamet ediyorlar?”

“Evet, fakat ortada bir şaibe uyandırmadan bunları hemen şimdi nasıl tahkik edebiliriz?”

“Sen bana şuradan aktardan bir mektupluk kâğıt ile bir zarf getir.”

Seyit Efendi sipariş edilen şeyleri derhal alıp geldi, Remzi Efendi cebinden bir mürekkepli kalem çıkararak bir Hıristiyan fakir kadın ağzından iane talebini
müsterham birkaç satırlık bir şey karaladı, zarfladı. Ve üzerini Mösyö Bernar’a yazdı. Bu tezkereyi götürdü, hanenin kapıcı kadınına vererek:

“Mösyö Bernar cenaplarına takdim olunacaktır,” dedi.

Kapıcı kadın zarfın üzerini okuyarak:

“Yalnız Bernar değil, ona Mösyö Bernar Dorini derler.”

“İsim eksik yazılmışsa affedersiniz, kime verileceğini anladınız ya, bu kâfidir.”

“Anladım. Söyleyenden dinleyen arif gerek. Fakat bu da böyle dımdızlak Mösyö Bernar yazılmaz.”

“İşte bir daha söylüyorum affedersiniz madam. Mektup benim olmadığı için kabahat da benim değildir. Komşum fakir ve hasta bir kadın vardır. Buradan geçeceğimi bildiği için Mösyö Bernar cenaplarına takdim edilmek ricasıyla bunu bana verdi.”

Kadın hiddetle:

“Demek bu dilenci mektubu. Alınız geriye efendi. Namlarına gelecek bu yolda mektupları kabul etmemekliğim için bütün kiracılarımız tarafından tembihliyim.”

“Mösyö Bernar Dorini için çok zengin diyorlar. Fukaraya birkaç lira verirse nesi eksilir? Bahusus bu yakınlarda da yine büyük bir servete konmuş.”

“Çok zengin olduğundan haberim yok. Bu yakınlarda servete konduğunu da sizden işitiyorum. Herhalde fakir bir adam değil fakat onun parası metreslerine yetişmiyor.”

Remzi Efendi öğreneceğini öğrendi. Demek peşinden dolaştığı bu delikanlı oralarda hakikaten Mösyö Bernar Dorini namı altında yaşıyordu. Fakat aslını faslını Allah bilir. Çünkü bu isim pek sağlam bir hüviyet tespit etmiyordu. Eline geçen para, metreslerine yetişmiyormuş. Bu Mösyö Bernar, aranılan katil Alber olmasa bile ondan pek temiz bir ayakkabı da değildi.

Taharri memuru kapıcı kadının kabul etmediği mektubu cebine koydu. Pastacı dükkânına döndü. Tahkikini arkadaşına anlattı. Mösyö Bernar Dorini’nin ihtimali hüviyeti hakkında uzun uzadıya konuştular.

Seyit Efendi “Bu herif her kim olursa olsun arkasını bırakmamalıyız. Çünkü Madam Vangel’in mahzeninden fotoğraf camı çıkan bir adamın bu cinayetle bir bulaşığı bulunması ağlep bir ihtimaldir.”

“Ben de bu fikirdeyim.”

Birkaç pasta çiğneyerek o günün akşam yemeğini yemiş oldular. Biri pastacıda oturuyor, öteki dışarıda biraz nöbetleşe tarassut yapıyorlardı.

Nihayet tiyatro, sinema, bar gibi Beyoğlu’nun gece eğlenceleri başlayacağı bir zamanda karşıki evden mahut erkekle kadın kol kola çıktılar. İki zabıta memuru da muhtelif mesafelerden ayrı ayrı avlarını takibe giriştiler.

Bernar ile refikası caddede tevakkuf mahallinde tramvay beklemek için durdular. Bu intizar esnasında kadın arada bir asabi bir hareketle refikinin kolundan çekip kulağına bir şeyler fıslıyor ve sonra mütecessis, mütevahhiş etrafına bakınıyordu. Acaba ne diyordu? Bu telaşların, bu sinirlenmelerin sebebi ne idi? Takip olunduklarının farkına vararak heyecana mı düşüyordu?

Loading...
0%