Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@huseyinrahmi

Akşamın alacakaranlığı basıyordu. Çocuklar onu, o çocukları kızdıra kızdıra, terbiyeden dışarı alaylar, yuhalar, haykırışmalar içinde Nafiz Efendi dalgalı bir denize benzeyen viranelerin tepecikleri arasından bata çıka gidiyordu. Birdenbire sarhoşun sesi kesiliverdi. Eğlencelerini kaybeden çocuklar şaşırdılar. Sağa sola öne baktılar. Zirzop meydanda yoktu. Koltuğunda bir baş lahanasıyla koskoca adam bir anda nasıl yok olabilir? Refia Hanım’ın damadı kırklara karışacak kadar herhalde huddam ehlinden olamazdı.

Çocuklar büyük bir merakla taş yığınlarının etrafını, tepelerin arasını aramaya başladılar. Tuhaf şey, Zirzop’tan eser göremiyorlardı. Bu mahirane saklambaç oyunuyla acaba onları hayrete mi düşürmek istiyordu? Haşarılar viranenin bütün deliklerini, kovuklarını karıştırarak bağırıyorlardı:

“Zirzop, nerede isen ses ver!”

Bu suale derinden derine bir cevap geldi:

“Köpeğini, kedisini suladığımın piçleri, buradayım.”

Çocuğun biri:

“Ulan... ulan... Burada bir kuyu var. Geçen günü kucağında çocuğuyla beraber bir kadın düştüydü.”

Yaramazlar kuyunun başına üşüştüler. Soruyorlardı:

“Zirzop orada mısın?”

Derinden derine:

“Buradayım dedim a... Beygirini, kısrağını suladığım hanım evlatları.”

“Ta dipte misin?”

“Hayır, orta katta muallakta duruyorum. Ne beyinsiz yumurcaklar bunlar! İnsan kuyuya düşünce neresinde durur ulan?”

“Nasıl düştün oraya be?”

“Birdenbire kendini aşağıya salıver de bak nasıl düştüğünü anlarsın.”

“Rahat mı orası?”

“Vay babanın şarap çanağına. Ulan kuyu dibi rahat olur mu? Of... Aman kazıklamasına bir oturuş oturdum ki sormayınız halimi. Bereket versin ki kaynanacığımın lahanası minder gibi altıma tesadüf etti de. Maahaza. Ve binaenaleyh omurgam, bodoslamalarım hurdahaş oldu. İskarmozlarımdan hayır kalmadı. Babafingom çarpıldı.”

Sarhoş yerin dibinde derinden derine böyle saçma sapan söylenirken çocuklar kuyuya adam düştüğünü etrafa ilana başladılar.

Nafiz Efendi birkaç kulaçlık üstüvane çukurdan mestane atıp tutmasında devamla:

“Bunlar kuyu değil. Şehremanetinin dairesi ebna-yı sebil için kurulmuş kapanları. Haydi ben sarhoşum,
bastığım yeri bilmedim düştüm. Ya benden evvel buralara kaç ayık adam yuvarlandı? Vay ineğini, davarını suladıklarım. Sıhhiye idaresi hummadan veremden daha bilmem nelerden ölenleri bir bir yazıyor da kuyularda telef olanları neden vefeyat cetveline ithal etmiyor? Yoksa bunu ölümden saymıyorlar mı? Kuyulara hangi idare karışıyor? İstanbul’un bağrı milyonlarca kuyularla delik deşik fakat yine her taraf Kerbela gibi susuzluktan yanıyor. İşte benim düştüğüm bu kuyu da kuru. Sulu olaydı boğuldum gittiydi. Cenabıhak kaynanamın lahanasını cankurtaran simidine tahvil ederse o başka. Bazıları cılk çıkmakla beraber yumurtalara can veren Tanrı’m nelere kadir değildir. Maahaza bugün şehremanetine para vermek, yumurtaları canlandırmaktan ziyade halikâne bir kudrete tevakkuf eder. Ulan... O ne be? Burada bir lahana daha var. Kaynanamın taliine bakınız. Ne kadar açıktır. Beni bu kuyunun dibine onun kısmeti çekti. Şimdi bu lahanalardan birinin dolmasını yaparsak ötekinin de turşusunu kurarız. Sirke, kırmızı biber, sarımsak. Ohhh... Mezesi hoş kaçar. Fakat bu ikinci lahana taş gibi sıkı. Benden evvel buraya bir sebzevatçı beygiri mi düştü acaba? Lakin tuhaf şey: Kuyuda bulduğum lahanayı beze sarmışlar. Muntazam bir çıkın yapmışlar. Bak bunun tutacak düğüm yeri var. Ya tevekkeli değil bunun düğümünden tutarsak bir yere kaçamaz. Benim lahana haşarı çıktı.
Tutamağı da yok. Kaç defa ferre firaren babını çekti. Kaynanama benziyor. Cadı ihtiyardır ama cıva gibidir. Bir yerde rahat duramaz. Pencereden kapıya, kapıdan cumbaya, cumbadan bahçeye koşar durur. Komşularda ne olup bitiyor, mutlaka hepsini anlamalı. İki bunağı mahalleye fahri vekayi kâtibesi nasbetmişler. Komşulardan hangisinin erkek kedisi hangisinin dişisini ayartmış, buraya kadar mahalle vukuat-ı mazbutudur.

Zirzop’un düştüğü kuyu, su kısmı yukarıdan yuvarlanan taşlar ve dökülen süprüntülerle dolmuş ve hemen iki kulaçtan ibaret derinliği kalmış kuru bir çukurdu. Buraya düşerken sarhoşları sıyanet eden bir maneviyatın vücuduna insanı inandıracak bir hüsnü tesadüfle Nafiz Efendi’ye, başının ve ellerinin birkaç yeri hafifçe berelenip kanamaktan başka bir şey olmamıştı.

Çocukların kuyuya adam düştüğünü ilanen bağrışmaları üzerine birkaç kişi toplandı. Bu gibi vukuatta yardımcıdan ziyade seyirciler birikir. İşsiz güçsüz kimseler için bu duhuliyesiz bedava temaşalar ne kadar tatlıdır. Böyle seyirlere yalnız avareler değil, pek çok ciddi kimseler de dalarak işlerinden olurlar, türlü zararlara uğrarlar.

Şimdi kuyu başındakiler yukarıdan sesleniyorlar, sarhoş aşağıdan boğuk boğuk, tuhaf tuhaf cevaplar veriyor, bir kahkahadır gidiyor. Binaenaleyh birikenlerin adedi gittikçe artıyordu. Bir ip buldurarak kuyuya uzattılar. Bunu sıkıca beline bağlamasını sarhoşa teklif ettiler. Fakat
aşağıdan cevab-ı ret geldi. Zirzop karanlık makberinden, “Hoş geldi bana bu kuyunun ab u havası” mısraını gazel gibi okuyarak yukarı çıkmak için türlü türlü mestane istiğnalar gösteriyordu. Nihayet iş karakola aksetti. İki polis geldi. Bunlardan biri kuyunun ağzından aşağı haykırarak:

“Ey hişt, bana bak. Yukarı niçin çıkmıyorsun?”

Kuyudan derinden derine cevap:

“Nakliye vasıtası yok da onun için.”

Seyircilerde kahkahalar.

“Sana ip atıyorlar. Beline niçin bağlamıyorsun?”

“Allah Allah, ben sarhoşum sarhoş. Su kovası değilim. İpi bağlayacak sağlam kulpum yok.”

“Ya nasıl çıkacaksın?”

“Beni buraya düşüren şeytan elbette çıkarır.”

Etraftan kahkahalar, kahkahalar.

Yukarıdan: “Bu kadar kişi seni burada saatlerle bekleyemez. Haydi, çabuk ol.”

Kuyudan: “O kadar kişiyi oraya kim davet etti anacığım? Kuyuya bir sarhoş düşmüş. Bunu görmek için oraya yığılacak ne var? Keyif benim değil mi? Kuyuya düşerim, havuza düşerim, lağıma düşerim, âleme ne oluyor? Buranın havası bana her suretle iyi geldi. Serin, mahfuz buraya kolay kolay hırsız gelemez. Tramvay işlemiyor, otomobil geçmiyor. Konferans veren yok, iane toplayan yok. Buradan âlâ yeri nerede bulacağım? Eve gideyim de kaynanamdan dayak mı yiyeyim?”

Kuyu başını ihata eden halkın kahkaha sağanakları gittikçe büyüyor ve bu gülünç muhavere devam ediyordu.

Yukarıdan: “Haydi sarhoşluğun lüzumu yok.”

Aşağıdan: “Behey adamlar, sarhoşluk lüzum ve iktiza ile değildir. İçtiğim ispirto birkaç saat hükmünü icra edecek. Sarhoşluğumu piç etmeyiniz. Rakılar ateş pahasına çıktı. Vallah sizden zarar ziyan dava ederim. Bu kuyunun içi yarım ahiret demektir. Kimse karışamaz. Sarhoş lafı dinlemek istemeyen çekilsin oradan. Ben onların arkasından gitmiyorum. Onlar beni dinlemeye geliyorlar, hem de bedava, kahkahalarla gülüyorlar. Öyle ya tiyatrolar pahaya çıkalı halk böyle beleşten sokak komedyalarını dört gözle arıyor.”

“Çok söylenme haydi, haydi ipi bağla beline.”

“Ayol ben sarhoşum, siz ayıksınız. Evvela o uzattığınız şey kim bilir hangi çıkrıklı kuyunun çürük ipidir? Saniyen benim gibi sağını solunu kaybetmiş bir sarhoşun bağlayacağı düğüme emniyet edilir mi hiç? Kuyunun yarısına gelince çözülsün, bir daha düşeyim aşağı. Vallahi bu sefer vücudum tek dürbünler gibi birbirinin içine geçer de insan şeklinden çıkarım.”

Kahkahaların içinde külhaninin biri arkadaşına:

“Diyojen gibi bir adam. Doğru söylüyor be.”

“Diyojen kim ulan?”

“Bilir miyim ben? Bizim Makridis’in eniştesi.”

“Bilmediğin naneyi neye avurduna alıyorsun? Diyojen eczanelerde satılır bir sudur.”

“Neye iyidir o?”

“İskalamentoniye.”

“Açbaşı be... Enayi...”

“Ağabeyim soğukluğa uğradı da, iki şişe Diyojen içti. Belini öyle ısıtabildi.”

Muhatabı söyleyenin ensesine bir tokat aşkederek:

“Güm...”

Öbürü silleyi iadeyle:

“Pat...”

Kuyunun başında böyle türlü, bahisler, latifeler, el şakaları edilirken içeriden Zirzop tuhaf ve arkası gelmez uzun nutkunda coşarak gittikçe viraneyi dolduran dinleyicilerini gülmeden kırıp geçiriyordu.

Loading...
0%