Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@huseyinrahmi

Maktulün diğer uzuvlarına tesadüf etmek ümidiyle kesik başın zuhur ettiği viraneye civar ne kadar kuyu, çukur ve kuytu köşe bucak varsa kazarak, eşerek elek elek aradılar. Cinayeti tenvire yarar bir şeycik bulamadılar.

Ellerinde vesika hükmünü haiz olabilecek şeyler kırmızı ve mavi satrançlı dokuma, kenarı kroşe örgüsü baklava dantelalı patiska parçası, Ermenice Aşharh gazetesi, bir de kauçuk damaklı dişler. Bu takma dişleri İstanbul’daki en maruf dişçilere gösterdiler. Hiçbiri üzerine mal etmedikten başka “filan alametifarikasından dolayı falan dişçinin eser-i imali olsa gerektir” kabilinden umumi, hususi bir mütalaa beyan edeni de bulunmadı. Yalnız bu taharrinin bir cinayete taalluku münasebetiyle edildiğini anlayan bir tanesi şöyle dedi:

“Bu elinizdeki dişler pek mühim ve yanılmaz bir vesikadır. Çünkü bu damak parçası evvelce üst çenenin alçıyla bir kalıbı çıkarılmadan imal edilemez. Ve dünyada birinin kalıbı ötekine uyacak surette birbirine benzeyen iki çene bulunmanın ihtimali yoktur. Binaenaleyh hiçbir
insanın eğreti damağı başka bir ağıza uygun gelmez.
Bu dişlerin kalıbını bulup da kesik başın ağzına tatbik edince onun olup olmadığı anlaşılır. Lakin ölüm çenenin, damağın şeklini değiştirirse orasını bilemem.”

Pekâlâ ama evvela bunu yapan benim diyen dişçiyi bulmalı ki sonra kalıp tatbikine imkân hasıl olsun. Birçok evlerde birer benzerlerine daha tesadüf olunacağına şüphe edilemeyen diğer bez ve kâğıt parçalarından ibaret vesikalara gelince: Bunlar da, tetkik nazarını cinayetin membaına kadar ulaştırabilecek kuvvetli ifadeler bulması pek müşküldü. Bunlar cinayet lisanının öyle hiyeroglifleriydi ki tesadüfen bazen yedisi sekizi bir araya toplanmakla katiyete yakın manalar ihsas edebilirlerdi. Mahaza bunları söyletmek büyük bir maharete muhtaçtı.

Remzi Efendi tetkike gazeteden başladı. Bu bir Aşharh nüshasıydı. Tarihine baktı, 4 Teşrinisani Pazartesi. Bu tarih, kesik başın kuyuda bulunmasından tam bir hafta evvele tesadüf ediyordu. Bunu pek manidar buldu. Çünkü tabip raporu da müddet hakkındaki fenni izaha nazaran gazetenin tarihiyle cinayetin vukuu günü hemen birbirine karışıyordu. Müddetler o kadar birbirine yakın veya birbirinin içindeydi. Gazetenin her tarafını inceden inceye gözden geçirirken kenarında kurşun kalemiyle Fransızca yazılmış şu ibareler gözüne çarptı:

Oh, ma bien aimée, je souffre beaucoup, donne moi un peu de force.

 

Biraz daha aşağıda:

Nous marcherons ensemble au but.

 

Biraz daha ötede:

C’est ton amour qui me pousse au crime; mais n’importe comment.

 

Son kelimeden ötesi kanla mülemma olduğundan okunamıyordu. “Beni bu cinayete sevk eden senin aşkındır,” sözüyle katil hem cinayetini ve hem de saikini itiraf etmekle beraber kendi el yazısını da meydana koyuyordu. Kuyuda buldukları, dışarıdan yan cebe takılır çengelli kurşun kaleminin muayenesine başladılar. Bu her kâğıtçı dükkânında satılabilen bir ucu kırmızı, tepesi takma başlıklı alelade bir kalemdi. Üzerindeki Staedtler ve Tintenstift kelimelerini, iki yıldız arasındaki “J.”, “S.” harflerini, 1, 3, 7, 3 rakamlarını vesaireyi en ufak çizgilere varıncaya kadar inceden inceye pertavsızla muayeneye uğraşan Remzi Efendi’nin yorgunluğuna bakan Seyit Efendi:

“Birader, beyhude yoruluyorsunuz. Bu markalar, rakamlar her kalemde, bazen hemen aynı aynına tesadüf edilen şeylerdir.”

Remzi Efendi cevap vermedi. Pertavsızla tetkikini bitirdikten sonra kalemi bir müddet elinde evirip çevirerek onun kokusundan, tadından da bir ifade almak ister gibi burnuna götürdü. Uzun uzun kokladı ve sevinçten biraz benzi uçarak kalemi Seyit Efendi’nin burnuna uzattı:

“İyice kokla,” dedi.

Seyit Efendi burnunun muktedir olabildiği bir nefesle kokladı. Remzi Efendi sordu:

“Eee! Ne kokusu aldın?”

“Hafif bir lavanta kokusu.”

“Hafif değil, düşünmeli ki kim bilir kaç gün kuyuda durduğu hâlde kalem bu rayihayı bütün bütün kaybetmemiş. Binaenaleyh bu koku esasen pek sert olmak lazım gelir. Bu lavantanın nev’ini tayin edebilir misin?”

“Hayır.”

“Evet, nev’ini tayin güçtür. Çünkü ticarete çıkarılan bu süslü şişelerin üzerlerindeki isimleriyle, resimleriyle bazı çiçeklere nispetleri görülüyorsa da hakikatte alelekser bunlar bilkimya istihsal olunmuş kokulardır. Kokunun bu sertlik ve muannitliği işte buradan geliyor, yalnız bunda Frenklerin “benjoin” dedikleri aselbent kokusuna dikkat ettin mi?”

“Evet, hafif onu andırır bir koku var.”

“Aselbent esasen nebatiyse de bu koku kimyevidir.”

“Sahte lavantaların ekseriya işte bu hususiyetleri var. Biraz aselbende çalıyorlar.”

“Peki, ama bundan ne çıkar?”

“Ne çıkacağını şimdi anlatırım.”

“Bu kokuyu çok kimseler sürünebilir.”

“Kalemden aldığımız bu hafif rayihanın sertine tesadüf edersek onun da bu nevden olduğunu tayin edebilecek kadar burnunda hafıza var mıdır?”

“Zannederim.”

“Bu kâfi! Şimdi acele etme. Daha tetkik edeceğimiz bir şey kaldı. Bütün tetkiklerimizin neticelerini bir araya toplarsak bunların dördünden, beşinden kuvvetli hükümler çıkar.”

Remzi Efendi elindeki çengelli kurşun kalemiyle bir kâğıdın üzerine Fransızca birkaç kelime yazdıktan sonra kanlı gazetenin kenarındaki ibareler ile bunları yan yana getirerek refikinden sordu:

“Şimdi her iki yazıya da dikkat et. Bunları yazan kalemin aynı kalem, yani şu elimde tuttuğum kalem olduğuna hükmedebilir misin?”

Seyit Efendi, yazıları sade gözle tatbik ve muayeneden sonra pertavsızla da tetkik ederek:

“Evet, çizgilerin kalınlıkları tamamıyla birbirinin aynı olduktan başka hafif mavi renkleri de tevafuk ediyor. Her iki yazının da aynı kalemin ucuyla yazıldığına hükmolunabilir.”

“Binaenaleyh beni dinle. Şimdi bir iz bizi bir eve kadar götürse orada bu mavili kırmızılı dokumadan bir yastık, bir minder ve kenarı elimizdeki numuneye muvafık baklava dantelalı bir örtü görsek, mücrimiyetinden şüphe edilen şahsın üzerinden de bu kokuyu alsak ve ona bu kalemle iki satır yazdırtarak bu yazılan vukuf ehline, kanlı gazetenin kenarındaki ibarelerle tatbik ettirsek, her şey noktası noktasına uygun gelse sonra artık maktulün hüviyetini tayine kadar yol açılmış olmaz mı? İşte görüyorsun ki bu küçük ve ehemmiyetsiz zannolunan deliller, evvela manasız görülen ufak tefek şeyler bir araya toplandıkça bunların kuvvetleri artıyor. Giderek her biri reddi kabil olmayan birer vesika şeklini alıyor. Şimdi biz aklımızın erdiği, gücümüzün yettiği kadar araştırmalarımızda devam etmekle beraber bizi hakikate götürecek tesadüfü bekleyeceğiz.”

“Bu tesadüfün zuhuru çok uzarsa?”

“Uzayabilir.”

“Her gizli cinayetin mutlak bir tesadüfle patlak vermesine kani misiniz?”

“Ne kadar ihtiyatla işlense her cinayet mutlak bir veya birkaç iz bırakır. Ve bazı tesadüfler de bu izlerin hislerimize çarpmasına yardım ederler. Fakat bu tezahürler bazen o kadar ehemmiyetsiz ve dikkati celp etmeyecek şeylere karışarak vuku bulur ki sanki bütün duygularımız onlara karşı mefluç kalır. Onların üzerlerinde dikkatlerimiz işlemez. Tedariklerine girişmek akıllarımıza gelmez. En mühim izleri ekseriya dikkatsizlik yüzünden kaçırırız. İhtimal ki şimdi şu ele geçirdiğimiz birkaç parça şeyde bizi membaa eriştirebilecek kuvvetli izler vardır da biz göremiyoruz.”

İki zabıta memuru önlerindeki eşyayı daha vuzuhla söyletmek için güya onları dinlemek ister gibi bir müddet derin bir sükûtla düşündüler. Nihayet Seyit Efendi dedi ki:

“Pek uzun sürmesi muhtemel bir tesadüfe intizar bana pek zor geliyor. İçim o kadar tez ki.”

“Bu iş bazı cihetlerce hiç tezlik ve acele götürmez. Tavuğun altına koyduğun yumurtaları müddet beklemeden karıştırır kırarsan cılk edersin. Şimdi caninin veyahut canilerin bütün dikkatleriyle gözleri bizim üzerimizdedir. Fakat biz onların nerede olduklarını bilmiyoruz.”

“Ermenice gazetenin delaletine bakılırsa bu işin içinde Ermeni var, değil mi?”

“İhtimal.”

“İhtimal mi? Gazetenin milliyetine büyük bir ehemmiyet atfetmiyor musunuz?”

“Benim evimde de Rumca, Ermenice, Fransızca, Almanca, İngilizce gazeteler vardır. Bunlar içlerine bir şey sarılarak veya diğer sebeplerle içeri girmişlerdir. Ermenice bir gazetenin vücudundan işin içinde mutlaka bir Ermeni bulunduğu hükmünü çıkarmak doğru bir kıyas değildir.”

“Cinayetin vukuu günüyle gazete tarihinin birbirine teması?”

“Evet, bu kuvvetli bir hükmü haizdir. Fakat hiçbir zaman katiyeti değil. Tesadüf bazen insana böyle büyük şaşırtmalar da yapabilir. Adımlarımızın altında sağlam toprak bulmadıkça yürümemeliyiz.”

“Ya gazetenin kenarındaki yazılarda bir katiyet görmüyor musunuz?”

“Bunun kati olan kısmı var, olmayanı var.”

“Ne gibi?”

“Bu cinayet faciasında saik şeklinde görünen bir aşk var. Buna katiyetle hükmedebiliriz. Fakat sevdiği kadına hitaben o Fransızca cümleleri yazan kimsenin Rum, Ermeni, Türk veya Fransız olduğuna katiyen hükmedemeyiz. Çünkü Fransızca umumi bir lisan hükmündedir. Her milletten bunu söyleyip yazanlar çoktur.”

“Kesik başı niçin sonradan ithamlarına medar olacak böyle ibareler yazılı bir gazeteye sarıyorlar?”

“Caniler usta değil. Bu ilk cinayetleri olmalı. Pek aceleye gelmişe benziyorlar.”

“Ağızla konuşmayıp da böyle yazıyla meramlarını ifadede ne mana var?”

“Bunu icap ettirtecek çok sebepler olabilir.”

“Cinayet vuku bulan evde yağlı boya resimle meşgul biri var.”

“Öyle gözüküyor ama katiyen böyledir demek ezbere bir hüküm olur.”

Loading...
0%