Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4 BÖLÜM

@huzurlu_gece

Lainey

 

 

 

 

Eğer bu uçak düşerse, en azından layıkıyla ölecektim.

RJ, bir kadının yaptığı işte dikkatini dağıtmasına ve neredeyse kendini kendi fularıyla boğmasına neden olacak kadar çekiciydi.

 

 

 

 

Uzun boylu ve yapılıydı, ensesinde kıvrılan siyah saçları, koyu yeşille çevrelenmiş ela gözleri ve içimi sızlatan bir gülümsemesi vardı.

 

 

Onun yanına sıkışmıştım, kolu koltuğun arkası boyunca uzandı, parmakları omzumun etrafında kıvrılarak beni iyi ve güvende tuttu. RJ’in kolu bir ağaç gövdesi gibi çok sağlam, güçlü ve kalındı. Ayrıca harika kokuyordu, taze çamaşırlar ve biraz da nane gibiydi, muhtemelen ağzımın tadını değiştirmem için bana verdiği sakızdandı.

 

 

 

Kusmuk torbamın icabına bakmıştı ve bu hem mide bu­landırıcı hem de delicesine tatlıydı. En azından fularla kısmen boğulma ben kusmadan önce olmuştu. Şu anda bir elimle eşof­man üstünü kavramıştım ve diğer elimle eldivenlerimi göğsüme bastırıyordum. Ayrıca yüzümü koltuk altına gömmeye çalışıyor­dum. Seattledan uzun uçuşuna ve bu uçaktaki küçük, sıkışık yere rağmen, yine de deodorant gibi kokabiliyordu.

Elini eşofman üstünü kavrayan elimin üzerine koydu.

 

 

 

“Özür dilerim.” Parmaklarımı yumuşak kumaştan çektim ama elimi kendi vücuduma yaklaştırmadan, parmaklarını par­ maklarıma geçirdi. Bu beklenmedik bir yakınlıktı.

 

“Birkaç dakika daha, sonra tekrar yerde olacağız,” diye güven­ ce verdi bana.

Uçak inerken elini sıktım ve tekerler yere değdiğinde, endi­ şeyle ciyaklayıp yüzümü RJ’in göğsüne gömdüm.

Sonunda, piste indiğimizi anlayınca yukarı baktım.

RJ bana sırıtıyordu, dizlerimin bağını çözecek kadar cezbediciydi.

 

 

 

 

“Atlattık.”

Pencereden sağımda yükselen dağlara, solumdaki suya bak­tım.

 

“Atlattık.” Artık yerde olduğumuz için, utançtan tekrar yerin dibine girdim.

 

“Özel destekçim ve insan oyuncak ayım olduğun için teşekkürler.”

RJ daha da genişçe gülümsedi

 

. “Dürüst olmak gerekirse, be­nim için zevkti.”

 

 

“İçimin dışına çıkışını izlemek birine ne kadar zevk verir bil­ mem ama bu kadar nazik olduğun için teşekkürler.” Çantamı ve eldivenlerimi aldım ve inmeden önce bir şey unuttum mu diye kontrol ettim. Valizlerimiz bizi pistte bekliyordu. Sudan gelen so­ ğuk hava beni ürpertti, muhtemelen son bir saattir parkamın için­ de kavrulduğum içindi.

Eldivenlerimi giydim, saçımı yüzümden çekmeye çalıştım şiddetli rüzgâr nedeniyle pek bir işe yaramadı.

 

 

“Sana yardım edeyim,” diye teklif etti RJ, mücadelemi görün­ce. Kocaman spor çantasını omzuna atıp valizimin kulpunu tut­ tu ve gelen yolcu terminalinin sıcaklığına ve güvenliğine doğru yola çıktık. Uzun adımlarına yetişmek için acele ediyordum.

 

 

 

 

 

İçeri girdiğimizde artık rüzgâr problemi yoktu, eldivenleri­ mi çantama koydum ve dışarı çıktığımda yine sorun çıkarmasın diye saçlarımı hızlıca ördüm. Araç kiralama bankosuna geldiği­ mizde RJ durdu.

 

 

“Buradan nereye gidiyorsun?”

 

“Kodiak’ın merkezinden on beş kilometre uzakta bir kulübe kiraladım. Suyun üstünde olması gerekiyordu. Gerçek Alaska deneyimi yaşamak istiyorum.”

Havaalanından kulübeye giden yol için harita çıktısı çantamdaydı.

 

 

“Kiralık arabaya ihtiyacın var, o zaman?” RJ bankoyu işaret etti.

 

“Ben bir araç seçeceğim. İstersen seni Kodiak’ın merkezine götürebilirim, sen de oradan gidersin havaalanı vergileri olma­dan çok daha ucuza gelir.”

Utanarak örgümün ucuyla oynadım.

 

“Ah, bu gerçekten çok nazik bir teklif ama ehliyetim yok.”

RJ başını yana eğdi, ifadesi meraklıydı.

 

 

 

“Kulübene nasıl git­meyi planlıyorsun?”

 

 

“Otobüsle kasabanın merkezine giderim, oradan da taksiyle devam ederim.”

 

“Ya da seni ben bırakabilirim.”

 

“Senden bunu isteyemem. Farklı yönlere gidiyor olabiliriz.”

 

“Kodiak’ın on beş kilometre dışında dedin, değil mi? Zaten o yöne gideceğim. Seni bırakmak sorun olmaz tabii birini bekle­ miyorsan?”

 

 

 

“Ah hayır, yalnızım.” Konuşurken ellerimi kullanmak ye­rine sabit tutmaya çalışıyordum, gerginken yaptığım bir şeydi.

Tesadüfe bakın ki çok sık geriliyordum.

RJ kaşlarını çattı.

 

 

“Yani burada arabasız tek başına mısın?” Bu onu endişelendirmiş gibiydi, haliyle ben de endişelenmeye başladım.

 

 

“Kasabaya gitmem gerektiğinde her zaman taksi çağırabili­rim.” Eskiden evde her yere bisikletle giderdim. Seattle’da kısa süreli kalışımda ise toplu taşıma kullanmıştım. O kesinlikle sinir bozucuydu. O kadar insan dipdibe.

 

 

 

 

Bisiklet almak iyi bir fikir olabilirdi, böylece market ve diğer şeyler için kasabaya gidip gelebilirdim. Hem böylece taksi şoför­leriyle kibar gevezelik yapma konusunda çok fazla endişelenme­me gerek kalmazdı. Ayrıca, masum kurbanları falan yakalayan psikopat katiller hakkında birçok film vardı. Buradayken hiçbi­riyle karşılaşmak istemiyordum. Bisiklet satın almayı aklımdaki yapılacaklar listeme ekledim. Fazlasıyla yorgundum, bu uzun günün ardından bir duşa ve belki biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı.

 

“Tamam.” Ensesini kaşıdı.

“Ama en azından bugün seni ben bırakayım.”

 

 

“Sana sorun olmayacaksa.” Güvenilir görünüyordu, psikopat bir katile de benzemiyordu.

Beni daha önce olduğu gibi, aynı beyin eriten gülümsemesiy­ le şereflendirdi.

 

“Hiç sorun değil, Lainey.”

O aracının anahtarını alırken, ben valizlerimizin yanında bekledim. Ardından valeye gittik, kaldırım kenarına park edil­miş, denge çubukları ve bel hizasında lastikleri olan büyük gri bir kamyonet vardı.

RJ çantalarımızı bagaja koydu ve yolcu koltuğuna oturmama yardım ettikten sonra aracın önünden dolanıp kendi de bindi.

Radyoyu yerel bir istasyon çalacak şekilde ayarladı, biz Kodiak tabelalarını takip ederken sesi kıstı.

 

 

“Burası çok güzel.” Solumdaki sudan ve uzaktaki dağlardan gözlerimi alamıyordum.

 

 

“Gerçekten öyle ve huzurlu, özellikle de kasabadan çıkıp suya vardığımızda,” dedi RJ.

Çok geçmeden Kodiak kasabasına vardık ve market alışverişi için mola verdik. Tanımadığım biriyle yiyecek alışverişi yapmak biraz garipti ama çantamda sadece birkaç granola bar olduğu için temel ihtiyaçlarımı stoklama şansı bulmuş olmak harikaydı.

 

 

Yiyeceklerimi kamyonete yüklememe yardım ettikten sonra kulübemin adresini navigasyona yazdı, bana çarpık bir şekilde gülümsedi.

 

“Kaldığım yerden yaklaşık bir kilometrelik bir mesa­fedesin. Tesadüfe bak.”

 

 

“Çok tuhaf bir tesadüf, değil mi?” Ayrıca gerçek olamayacak kadar iyi geliyordu.

Vitrinler ve evler yerini yol boyunca uzanan uzun ağaçlara bı­rakırken midem bulandı. Pek tanımadığım bir adamla bir araçta yalnızdım ve pek fazla insanın olmadığı vahşi doğaya gidiyor­ duk. Tanıdığım ve güvendiğim ailem yanımda değilse, bu bir so­ run olmazdı. Ama şu anda gergin ve kararsızdım.

 

 

“Kulübemde uydulu televizyon varmış. Discovery Channel’ı çok severim ve Animal Planet de büyüleyicidir.” Gevezelik ettiğimi fark edince bir soru sordum.

 

 

“Televizyon izler misin?”

“Evet, televizyon izlerim.” Gülümsüyordu ama yola odaklanmıştı.

 

 

“Çok sevdiğin bir program var mı?” Bu iyiydi. Onun hakkın­ da daha çok şey öğrenebilirdim. Belki Alaska’yı sevmek dışında ortak noktalarımız da vardı.

 

 

 

“Tabii, ruh halime ve ne kadar zamanım olduğuna göre deği­şir. Bazen dizileri bir oturuşta bitiririm.”

 

 

“Ah, ben de! Criminal Mindshn bütün bir sezonunu tek otu­ruşta izledim, bu kötü bir fikirdi. Tamamen paranoyaklaştım ve bir seri katil tarafından kaçırılacağımı düşündüm.” RJ’ye bir ba­kış attım, sinirlerim iyice gerildi.

 

 

 

Kocamandı, benden çok iriydi. Savunma dersleri almış olsam da onun kadar iri biri karşısında pek işe yarayacağını sanmıyor­dum. Ya beni kulübesine götürüp orada evcil hayvan gibi alıkoy­mayı planladıysa? Ya da rehin tutmaya karar verdiyse? Bu düşün­ceyle daha çok paniğe kapıldım. Kalbim küt küt atmaya başladı.

Bir anlığına gözlerini yoldan ayırdı.

 

 

“Yemin ederim seri katil değilim.”

 

 

“Zihin mi okuyorsun?” Uçakta tanıştığım bir adamla bir kam­ yonete binerken ne halt etmiştim ki? Üstelik verdiğim bu kötü ka­ rar karşısında annemin aklını kaybedişini duyabiliyordum. Eğer beni kaçırırsa, bir daha asla onun azarlarını duymayacaktım. Bu konuda ne hissettiğimden emin değildim. Annemi seviyordum ama burada olmamın nedenlerinden biri de o kadar üstüme dü­ şülmesinin bunaltıcı olmasıydı.

RJ gülünce, düşüncelerimin endişeli sarmalında kaybolmadan önce bir soru sorduğumu hatırladım.

 

 

“Hayır, ama yüzündeki ifa­de her şeyi söylüyor. Ben sadece birkaç balık yakalama umuduyla vahşi doğada vakit geçiren bir adamım. Benimle güvendesin.”

 

 

 

“Umarım.” Ellerimi ovuşturdum, kaygı ağzımı kurutmuş, el­lerimi terletmişti. Kahretsin. Neden her konuda endişelenmek zorundaydım?

Ayağını gazdan çekip yolcu tarafındaki camı işaret etti.

Üzerinde Sweet View Home yazan kırmızı bir posta kutusunun yanından geçiyorduk.

 

 

“Burası benim ev. Sen de yolun aşağısındasın, çok uzak değilsin.”

 

 

Bir dakika sonra, ortası otuz santimlik yabani otlarla kaplı dar bir toprak yolda sağa döndü. Biz yanlarından geçerken ağaç dalları aynalara değiyordu. Keşke şehirdeyken tuvalete girsey- dim dedirten türden inişli çıkışlı bir yolculuktu.

Patika bir açıklığa ve ufak bir kulübeye çıktı.

 

 

 

 

“Ah! Çok tatlı!” Ellerimi çırptım, nihayet burada ve hâlâ ha­yatta olduğum için heyecanlıydım.

Hayatımda ilk defa gerçek bir maceraya atılıyordum. Kendi başıma. Bu Seattle Üniversitesindeki kısa dönemime benzeme­ yecekti. Huzurlu ve tamamen güvenli olacaktı. Burada başıma kötü bir şey gelmeyecekti. Harika olacaktı. Kendime söylediğim buydu en azından, o sırada midem düğüm düğüm olmuştu, öyle ki profesyonel bir düğüm çözücü bile epey zaman harcardı bu düğümleri çözerken.

 

 

 

Kulübeye yaklaştığımızda tatlılığı düşündürücü bir hal aldı.

Aslında kulübe epey yıpranmıştı.

RJ kaşlarını çattı.

 

 

“Doğru yer olduğuna emin misin?”

Teyit e-postasının çıktısını bulmak için çantamı karıştırdım.

Buruşmuş kâğıdı düzelttim. Kulübenin yan tarafındaki numa­ ra, e-postadaki adresteki numaraydı ancak kulübe resimde çok daha iyi görünüyordu.

 

 

“Evet, burası. Belki de ilan eskiydi.”

 

“Evet. Belki. Yerleşmene yardım edebilir miyim?”

 

“Çok şey yaptın zaten. Eminim senin de yerleşmen gereki­yordun” Ellerimi tekrar ovuşturmamak için çantamın askısını kavradım. Tabii şimdi onu içeri davet etmem gerektiğinden ve kalıp takılmak isteyeceğinden endişeleniyordum. Yorgundum ve bu parkanın altında pek güzel koktuğumu düşünmüyordum.

 

 

 

“Sorun değil. En azından eşyalarını kulübeye taşıyayım.”

 

 

Bu teklifi beni yatağıma zincirleyebilmek için yaptığına dair paranoyayı bastırdım. Eğer gerçekten bir seri katil olsaydı, beni kulübeme bırakmak yerine sığınağına götürürdü. Ayrıca, o araç­ta otururken benim eşyalarımı taşımam garip olurdu.

 

 

“Peki. Olur. Teşekkürler.”

Ben yiyecekleri aldım, RJ bavulumu ön kapıya getirdi.

Talimatlarda anlatıldığı gibi anahtarı paspasın altında bulup ki­ lide soktum, kulübenin dışının sadece biraz yeni boyaya ihtiyacı olduğunu ve içinin bu şekilde görünmediğini umuyordum. Ben kapıyı ittirirken gıcırdadı. Işığı açtım ve önümüzdeki altı hafta boyunca yeni evime baktım, tozu solurken öksürmeye başladım.

 

 

“Rustik bir yer.” Küf kokuyordu ve muhtemelen çürüyen bir şey gibi.

RJ çantalarımı bıraktı, dirseğinin içine doğru birkaç kez ök­sürdü.

 

“Evet öyle görünüyor.”

Ağır ağır etrafta dönerek asıl evimden uzaktaki küçük evimi inceledi. Temelde banyosu ve tuvaleti olan tek odalı bir kulübey­ di. Bir köşede, büyük büyükannem benim yaşımdayken moda olan bir yorgan serilmiş çift kişilik bir yatak vardı.

 

 

 

 

Bebek kakasına benzeyen, sarımsı, kahverengimsi yeşil gibi bir renkte komodin yetmişler dönemi televizyon koltuğu için sehpa görevi de görüyordu. Karşı duvara çok eski bir tüplü te­ levizyon yerleştirilmiş ve tel anten takılmıştı, bunların hâlâ var olduğundan haberim bile yoktu.

 

 

Gördüklerim, uydu hizmetiyle ilgili bilgilerin doğruluğuna gölge düşürüyordu. Kulübenin diğer tarafında mutfak vardı, ta­ bii buna mutfak denilebilirse. Tekli ocak, mikrodalga fırın, lava­bo ve küçük bir mini buzdolabı vardı. Kampüs dışındaki öğrenci evlerinde yaşadığımda bende olan türdendi, gerçi çok kısa bir süre yaşamıştım.

 

 

Yatak dışındaki en büyük mobilya parçası, uzak duvara yas­lanmış iki kişilik masaydı. Odanın ortasındaki tüplü televizyo­ nun yakınındaydı. Şanslıydım: elektrikli ocağa bakılacak olursa, birincil besin kaynağım olacak olan eriştemi yerken yatağımdan, uzandığım koltuktan veya masadan televizyon izleyebilirdim. Ve belki sahanda yumurta ve domuz pastırması da pişirebilirdim.

 

 

 

 

“Bu harika!” Sesim yüksek ve tizdi. Burası harikanın tam zıddıydı ve sanırım panik atağın eşiğindeydim. RJ buradayken bun­dan kaçınmak istiyordum. Bu yüzden sahte bir coşkuyla, o bura­dan gidene kadar beynimi bunun doğruluğuna ikna edebileceği­ mi umuyordum. Boğazımı temizledim.

 

 

“Bayıldım! Mükemmel!”

RJ şapkasını düzeltip ensesini ovuşturdu.

 

 

“Burada kalabilece­ğine emin misin?”

 

 

“Harika olacak!” Biraz güneş ışığı girsin diye perdeyi çekin­ce küflü bir toz bulutu düştü. Bu kez konuşabilmeden önce tam otuz saniye öksürdüm.

 

 

“Sadece biraz temiz hava gerek ve iyice tozunun alınması lazım!” Sürgülü kapının üzerindeki perdeleri açarken çok daha dikkat ettim. Cam bir kir tabakasıyla kaplıy­ dı ancak bunun ardındaki manzara inanılmazdı. Ön bahçedeki ağaçlar gölü ve ötesindeki adaları çevreliyor, parlak mavi gökyü­zü suya yansıyordu.

 

 

 

Kilidi çevirdim, güvenlik çubuğunu kaldırdım ve kapıyı kay­ dırarak açtım. Ya da açmayı denedim. En azından RJ bana yar­ dım edene kadar ciddi bir çaba gerekti. Sudan soğuk bir hava esiyordu ve ceketimin yakalarını birbirine çektim. Gıcırdayan verandaya birkaç adım attığımda neredeyse bir delikten düşü­ yordum. Neyse ki, RJ ışık hızında refleksleriyle beni kurtarmak için hazırdı.

Beni belimden yakalayıp kendisine çekti.

 

 

“Bu yerden pek emin olamadım, Lainey.” Beni kulübenin içinde, tehlikeden uzakta yere indirdi.

 

 

“Sorun yok. Sadece kiralayanları arayıp verandaya birkaç yeni tahta gerektiğini söylerim.” Sayemde tahtalardan biri artık yoktu.

Altında bir hayvan koşuşturuyordu. Muhtemelen yuvasını boz­ muştum. Olumlu yanı, burası vahşi yaşamı gözlemlemek için ha­ rika bir yer olacaktı. RJ’in göğsüne hafifçe vurdum, kolu gibi ne kadar sağlam olduğunu fark ettim.

 

 

“Söz veriyorum iyi olacağım.”

Dudaklarını ısırıp ensesini kaşıdı, bunu şimdiye kadar birkaç kez yapmıştı, ifadesinden bana inanmadığı anlaşılıyordu, bu da beni biraz gıcık etti. Beni tanımıyordu bile ama varsayımlarda bulunuyordu. Annemle babam da muhtemelen bu varsayımlara katılırdı ve büyük olasılıkla doğruydu ama burada kaldığım sü­ rede kendimi kanıtlamaya kararlıydım.

Yirmi beş yaşındaydım. Dünya etrafımda bin parça olmadan da bağımsız olabilirdim. Rustik bir kulübede altı hafta tek başıma kalmayı başarabilirdim.

 

 

 

“Gerçekten, RJ. Koca kızım. Kendime bakabilirim.” Ellerimi ovuşturmaktan başka yapacak bir işim ol­ sun diye yiyeceklerimi boşaltmaya başladım.

 

 

 

“Tamam. Şey, işleri halledebileceksen, ben de kendi kulübe­ me gideyim o zaman?” Daha çok soru sorar gibiydi.

Omzumun üzerinden ona döndüm.

 

 

“Bütün yardımların için çok teşekkürler, kucağına düştüğüm için ve... Cessna için de çok özür dilerim.” Yüzümü buruşturdum, keşke teşekkür edip sussaydım.

 

 

 

“Hiç sorun değil, herkesin başına gelir. Numaranı alsam olur mu?” Eski tip çevirmeli telefona dokundu. Numara, bu yapışkan etiketlerden biriyle ön tarafa yapıştırılmıştı.

 

 

 

“Tabii. Alabilirsin.” Ellerimi parkamın ceplerine soktum.

Ortam pek de sıcak değildi ama her nedense hâlâ sıcaklıyordum.

Numarayı alıp kâğıdı cebine soktu. Sonra aklına gelen bir dü­şünceyle ahizeyi kaldırdı.

 

 

“Ne yapıyorsun?”

“Çevir sesinin olduğundan emin olmak için.” Ahizeyi geri koyup topuklarının üzerinde yaylandı.

 

 

“Tamam. Umarım bura­larda görüşürüz.”

 

“Ben de. Yani evet.” Başımla onaylarken fazla coşkulu görün­ memeye çalıştım.

 

“Her şey için tekrar teşekkürler.”

 

“Benim için zevkti, Lainey.”

Onu kapıya kadar geçirdim. Tereddüt edip bana doğru küçük bir adım attı. Ona sarılmaya karar verdim çünkü bana çok nazik davranmıştı. Ayrıca yakışıklıydı, hoş kokuyordu ve büyük bir oyun­cak ayı gibi sıcacıktı.

 

 

 

“Tekrar teşekkürler.” Kollarımı beline dolayıp tüm vücudumu onunkine yapıştırdım.

 

 

“Rica ederim.” Kolları beni sardı. Bir saniyeliğine onun ger­

çekten seri katil olduğundan ve sonumu kucakladığımdan endi­şelendim. Ama tek yaptığı beni bir anlığına sıkıp bırakmak oldu.

Altdudağını yaladı, bakışları ağzıma odaklanmıştı.

 

 

Umarım dişimde bir şey yoktu. Ve umarım uçakta kustuğum anı düşünmüyordu. İstemsizce dudaklarımı ovuşturdum, bakış­ları tekrar gözlerime döndü.

 

 

“Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, hemen yolun az ilerisindeyim.

Muhtemelen sahil boyunca on beş dakikalık bir yürüyüş mesafesindedir ancak yerinde olsam keşfe çıkmadan önce sabaha kadar beklerim.”

 

 

“Sanırım sadece eşyalarımı yerleştirip birkaç şeyi düzenleye­ceğim. Uzun bir gün oldu.”

 

 

 

"Bir de bana sor. Sabahın beşinden beri ayaktayım.”

 

"Dayak yemiş gibi olmalısın.”

 

"Kısmen, evet.” Kulübeme şöyle bir göz attı, gitmeye pek ni­ yetli görünmüyordu ama söylenecek başka bir şey olmadığı için sonunda kamyonetine yöneldi. Kapıyı kapatmadan önce uzun garaj yolunda gözden kaybolana kadar bekledim.

 

 

"Sorun yok, Lainey. İyisin. Sadece biraz müzik aç ve hayatın­daki ilk maceranın tadını çıkar,” diye mırıldandım kendi kendime.

 

 

Çantamda taşınabilir hoparlörü bulup açtım ve mutlu, hare­ ketli şarkılar açtım.

Yiyecekleri boşaltmaya devam ederek önce buzdolabına ko­ nulacakları çıkardım. Dolap büyük değildi, o yüzden yerleştirir­ ken bulmaca çözer gibi sığdırmaya çalıştım ama dolabı çok hızlı kapatırsam, her şey yerli yerinde duruyordu.

 

 

Sonra kuru gıdaya geçtim. Her şey yolundaydı. Bunu kesin­ likle yapabilirdim. Büyük bir yere ya da yemek pişirecek gerçek bir ocağa ihtiyacım yoktu. Bir elektrikli ocak ve mikrodalga fırın bana yeterdi.

 

 

Mutfak dolaplarını açınca bir fare kapanıyla karşılaştım, için­ de leş gibi kokan baya baya ölü bir fare vardı. Çığlığı bastım çün­ kü bir zamanlar gözlerinin olması gereken yerdeki siyah boşluk­ lar bana bakıyordu ve iğrençti. Geriye sendeledim ve mutfağın ortasında popomun üstüne düştüm. Yerler yontulmamış ahşaptı ve avcuma yığınla kıymık battı.

 

 

"Sorun y

ok. İyisin,” dedim, lambayı avucuma doğrulttum ve oturup tenimdeki her bir tahta parçasını alırken yüzüncü kez söylemişim gibi hissediyordum.

Ama hiç iyi değildim. Görüşüm bulanıklaştı ve panik dolu bir nefes aldım.

Kendimi neyin içine sokmuştum ve önümüzdeki altı haftayı bu boktan kulübede tek başıma nasıl atlatacaktım?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%