Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5 BÖLÜM

@huzurlu_gece

Lainey “Merhaba, RJ!”

“Selam, RJ.” Yansımama başımı iki yana salladım. “Hey, RJ!” Nefesimi bıraktım.

Son yirmi dakikadır aynanın karşısında durmuş selamlama alıştırması yapıyordum. Öğrenmeye gerçekten meraklı olmakla ilgili olan sorun şuydu ki, insanlarla nasıl iletişim kuracağımı öğ­ renmek için çok fazla zaman harcamamıştım. Bilgi ve bulguları sunma konusunda gerçekten iyiydim ama sohbet etmek pek be­ nim olayım değildi.

RJ kulübesinin sahilden on beş dakikalık mesafede olduğu­ nu söylemişti. Sahil dediysem de bir anlam ifade etmiyordu. Bu daha çok, bir tarafında su bulunan çimenli, yer yer kayalık arazi­ ye oyulmuş bir patika gibiydi.

İki gündür buradaydım. İnternet sinyali yoktu. Bir sürü kuş ve kemirgen görmüştüm, uzaktan birkaç balina da gözüme çarpm işti.

 

 

 

 

 

İnsanlarla tek etkileşimim, bugün öğle yemeği yediğim lo­ kantadaki kasiyerler ve bir garson olmuştu.

Burada olduğum kısa süre boyunca, bazı ilginç şeyler keş­ fetmiştim, mesela gündüzlerin uzun olması berbattı. Ayrıca in­ ternete bağlanamadığımdan e-postalarımı kontrol edemiyor ya da herhangi bir araştırma yapamıyordum. Uydum yoktu ve ateş yakmakta iyi değildim.

Tüm bunlar bir yana, kulübe rezaletti. Soğuk, cereyanlı, tozlu, küflü ve gıcırtılıydı. Bir sürü örümcek vardı, yığınla kemirgen ev arkadaşım olduğundan emindim ve muhtemelen geldiğim gün gömdüğüm farenin akrabasıydılar. Ayrıca sıcak su tankı sorunlu gibiydi. Şu ana kadar aldığım duşlar buz gibiydi, bu da pek ha­ rika sayılmazdı çünkü ateşim sönüp duruyordu- üstelik Kız İzci olarak açık hava macerası için eğitim almışlığım da vardı. Gerçi gerçekten açık hava macerasına çıkma iznim yoktu çünkü anne­ me göre bu çok tehlikeliydi.

Kiralama ofisini aramıştım. Bana yardımcı olabileceklerini ya da belki insan habitatına daha uygun alternatif konaklama imkânları olduğunu ummuştum ama tatile çıkmışlardı ve bir sonraki haftaya kadar yoklardı. Yani ders kitaplarım ve çoktan okuduğum iki romanla bu çöplüğe sıkışıp kalmıştım. Ayrıca pek uyuyamadığım için biraz duygusaldım.

Bu sabah annemleri aradığımda onlara yalan söylemiştim, genelde yalan söylemezdim. Ama bunu başarmaya kararlıydım, bu yüzden yalan söylemem gerekmişti. Onlara harika zaman ge­ çirdiğimi söylemiştim. Telefon etmeden önce on dakika boyunca sahte coşku alıştırması yapmak zorunda kalmıştım. Bir yandan telefonun doğru dürüst çekmiyor olmasının iyi yanları da vardı.

Ailem beni görüntülü arayamıyordu, böylece şişmiş gözlerimi göremiyor veya yalanlarımı anlayamıyorlardı.

Telefonu kapattığımda en iyi planın kasabaya inip birkaç depo kutusu almak olduğuna karar verdim, kıyafetlerimi ve kuru

 

 

 

 

 

gıdaları koyacak yer lazımdı. Bunun kulübede kemirgenlerin or­ taya çıkışını azaltmasını umuyordum.

İki taksi yolculuğu, üç saat, biraz sınırlı insan etkileşimi, bir akşam yemeği ve bir alışveriş girişiminden sonra kulübeye geri döndüm. Tüm kıyafetlerim ve kuru gıdalarım güvenle depolan­ mıştı ve günün geri kalanı boştu. Yapacak hiçbir şeyim yoktu.

RJe teşekkür hediyesi almıştım. Ah, aynı zamanda özür hedi­ yesi de olacaktı. Bir taşla iki kuş. Gerçi hiç kuş öldürmemiştim.

Ama çok nazik olduğu ve uçakta -uçaklarda- çok anlayış göster­ diği için bir teşekkür ve kucağına düştüğüm, yanağından öptü­ ğüm ve Cessna’da kustuğum için bir özür niteliği taşıyordu. Ha, bir de beni havaalanından buraya getirdiği için teşekkür vardı.

Kasabadayken ona altılı bira almıştım, beraber alışveriş yaptığı­ mızda aldığını gördüğüm markadandı. Parmaklarımı saçlarımdan geçirip şapkamı düzelttim. Belki biraz makyaj işe yarayabilirdi.

Biraz dudak parlatıcısı sürdüm ama çok pembeydi ve ağzıma fazla dikkat çekmesi hoşuma gitmedi. RJ’in yanağını öptüğüm ağız. Kirli sakallı yanağı tıraş losyonu kokuyordu. Aynı zamanda kustuğum ağızdı. Hayır. Ağzıma dikkat çekmek istemiyordum.

On dakika alıştırma yaptıktan sonra, en fazla bu kadar hazır olabileceğime karar verdim. Minik, tek odalı kulübemden çıkıp RJ’in kaldığı yere doğru yürümeye başladım.

Temiz hava güzeldi ama on beş dakikalık yürüyüş aslında yir­ mi beş dakikaya dönüştü ve kulübesi görüş alanına girdiğinde parkamın altında tere batmıştım bile. Tabii kulübe demek ne ka­ dar doğruydu bilmiyorum.

İki katlı A-şeklinde kulübenin, büyük bir verandası ve sudan yukarıya uzanan merdivenleri vardı. Bu yerin yanında benim kaldığım yer, terk edilmiş bir kulübe gibi kalıyordu ki aslında öyleydi de. Beni orada bırakma konusunda endişelenmesine şaş­ mamak gerekirdi.

 

 

 

 

 

Rüzgâr sayesinde her yöne uçuşan saçlarımı düzeltip derin bir nefes aldım. Bunu yapabilirsin, Laincy. O sadece bir insan.

Cesaretimi kaybetmeden önce kapısını çaldım.

Kapı hızla açılınca karşımda bir göğüs gördüm. Çıplak bir gö­ ğüs. İri, çıplak bir göğüs. Tanrım. Bakışlarımı biraz aşağı indir­ dim. Yüce Tanrım, baklavaları mükemmeldi. Ve gözlerimi aşağı indirirken kalçasındaki V şeklindeki kası kotunun içinde kaybo­ luyordu. Bu V’yi sadece dergilerde görmüştüm, gerçek hayatta pek tanık olmamıştım. Bronzlaştırıcı filanla yapmıştır belki diye düşündüm ama bu konuda yanıldığım ortadaydı. Geri kalanının da bu kadar biçimli olup olmadığını düşünürken... gözlerimi yüzüne çevirdim. “Selam.”

“Selam, ben de seni düşünüyordum.” Dudaklarını ovuşturdu, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.

“Yarı çıplak beni mi düşünüyordun?” Tanrım. Bunu öylece sormuş olamazdım.

Otuz iki diş sırıttı. Gülümsemesi çok güzeldi. Dişleri düzgündü.

Aslında kusursuz demek daha doğru olur. “Dürüst olmak gerekirse, yarı çıplak bir sürü şey düşündüm, ama bunlardan biri şendin.”

“Doğru. Elbette.” Başımla onayladım. “Gelmeden arayacak­ tım ama numaranı almamışım.”

“Bugün daha erken saatte seni aradım, ama açmadın.”

“Beni mi aradın?”

“Bir yoklamak istedim. Nasıl gidiyor merak ettim.”

“Bu çok tatlı. Fena gitmiyor. İyi bile denebilir.” Birayı kaldır­ dım. “Sana bir hediye aldım. Şey, teşekkür ve özür amaçlı. İkisi de.”

Başını yana eğdi. “İçeri gelmek ister misin? Birer tane içebiliriz.”

“Ah, şey.” Tek planım birayı getirmekti aslında, devamını dü­ şünmemiştim. “Ben aslında bira içmem.”

“Yine de içeri gelebilirsin. Evde içebileceğin başka şeyler de var, tabii gitmen gereken başka bir yer yoksa.” Yanağında bir gamze belirdi.

 

 

 

 

 

 

 

“Gitmem gereken bir yer yok.”

Kenara çekilip içeri girmemi işaret etti. Gerçekten de dev gibi bir adamdı. Ben uzun değildim ama 1.62’lik boyumla kısa da sa­ yılmazdım, bana kendimi minik hissettiriyordu.

Arkamdan kapıyı kapatıp elini belirgin karın kaslarında gez­ dirdi. “Bir gömlek giysem iyi olur.”

“Zorunda değilsin.” İnanılmaz göğsünü işaret ettim. “Yani karşımda üstsüz oturmak seni rahatsız etmiyorsa. Ediyorsa lüt­ fen giyin ama üstsüz rahatsan lütfen böyle kal. Nasıl rahat ede­ ceksen.” Konuşmayı kesmem lazımdı. Birayı tezgâha koydum ve dolaplardan birini açtım. Ne yaptığımın tam olarak farkında değildim- muhteşem göğsüne ağzım bir karış açık bakmamaya çalışmak dışında. Tam da bu yüzden bir gömlekle örtmemesini içten bir şekilde umuyordum.

Dolapta bardakları bulup çıkardım. “Sana doldurayım mı?” diye sordum.

Yanıma geldi, yüzde yüz tamamen üstsüz görünüyordu. “Ben koyarım.”

“Hallederim.” Kapağını açıp içeceği bardağa döktüm ama deli gibi köpürünce, bardağın yarısı bira yerine köpük doldu. “Hımm, bir terslik var gibi?”

“Gerçekten de birayla pek aran yok, değil mi?” diye sordu gülerek.

“Tadını sevmiyorum. Mahvettim sanırım?” Büyüdüğüm kü­ çük kasabada bira sunan iki restoran vardı ama ailem pek dışa­ rıda yemek yemezdi ve annemle babam sadece tatillerde alkol alırdı. Üniversitede bira denemiştim ama bana çok acı gelmişti.

“Mahvetmedin. Sadece biraz durulması gerekiyor.” Etrafım­ dan uzandı, o kadar yakındı ki, nefesimi tuttum. RJ altılı paket­ ten bir bira daha alıp kapağı çevirerek açtı ve fazladan bir bardak çıkardı. Şişeyi eğerek içindekini bardağa boşalttı, sadece üçte ikisi dolmuştu. Onunkinde çok az köpük vardı. “Limonata mı seversin, greyfurt suyu mu?” diye sordu.

 

 

 

 

 

 

“Greyfurt suyuna bayılırım!”

Gülümsemesi, gündoğumu gibiydi. Buzdolabına doğru yürü­ dü, o bir sürahi meyve suyu alırken onun oldukça belirgin sırt kaslarını hayranlıkla izleyeceğim bir dakikam vardı. Bardağı ta­ mamen doldurup bana verdi. “Tadına bak bakalım.”

Deneme için bir yudum aldım. “Ah! Çok lezzetli. Sanırım bi­ rayı düşündüğüm kadar sorun etmiyorum.”

Gülümsemesi genişledi. “Sen dünyadaki en iyi şeysin, biliyor sun değil mi?”

Sıcak bir his tüm vücuduma yayıldı. Kimse bana daha önce böyle hoş bir iltifat etmemişti. Dünyada bir sürü muhteşem şey vardı ve benim en iyisi olduğumu düşünmesi, şey... şaşırtıcıydı.

Haliyle kendimi özgüvensizliğimi belli ederken buldum. “Tuhaf ve gerginimdir.”

“Şey, benim hoşuma gidiyor. Hem de çok.” Birkaç saniye sü­ ren yoğun bir sessizlikten sonra kanepeyi işaret etti. “Benimle biraz oturur musun? Beraber tuhaf ve gergin olabiliriz.”

“Sen tuhaf değilsin.”

Omuz silkti. “Bazen öyleyim. Konuya ve duruma bağlı olarak hepimiz öyleyiz bir bakıma.”

Kulübesi açık konseptti, kabukları soyulmuş, zımparalanmış devasa ağaç gövdeleri odaları ayıran duvarlar olmadan direk işle­ vi görüyordu. Tavan yüksekti ve kulübenin tüm ön cephesi suyu direkt gören pencerelerle kaplıydı.

Odanın karşısında bir ateş yanıyor, sıcaklık yayıyordu ve sa­ nırım bu da RJ’in üstsüz dolaşmasınız açıklıyordu. Burası kesin­ likle sıcaktı. .

RJ ve başka iki adamın -biri muhtemelen babasıydı- dev bir balık tutarken çekilmiş büyük çerçeveli bir fotoğrafı duvarda ası­ lıydı ve yanında da iki kadının olduğu başka bir fotoğraf vardı:

Genç kadının yanağındaki benzer gamzeye bakılacak olursa, kız kardeşi ve annesiydi. Etrafa saçılmış çok fazla spor ıvır zıvırı da

 

 

 

 

 

 

vardı, genellikle hokeyle alakalıydılar. Kırlentlerinde “PUCK' YEAH!” yazıyordu. Köşede, ayağı hokey sopası şeklinde yapılmış bir lamba vardı. Bardak altlıkları bile eski hokey diskleriydi.

“Vay be, sağlam spor taraftarı olmalısınız.” Disk altlıklardan birini aldım.

RJ ensesini ovuşturdu. “Çok belli oluyor, demek?”

“Babamın bodrumdaki odasına çok benziyor, sadece orada hokey değil beyzbol var.”

“Sen sporla ilgileniyor musun?”

Başımı iki yana salladım. “Ah, hayır. Ben hiç sportif değilim.

Ama babamla ahilerim sürekli beyzbol izlerdi. Nasıl oynandığını bana birkaç kez göstermeye çalıştılar ama spordaki kuralları an­ lamıyorum. Ben genelde kitaplara gömülü olurum.”

Bardağımı iki elimle tutuyordum; böylece ellerimi ovuştur­ maya, tırnaklarımı yemeye ya da gergin olduğumda yapmaya meyilli olduğum diğer kıpır kıpır hareketlere kapılmamaya dire­ niyordum. “Bu gerçekten çok hoş bir kulübe.”

“Burayı yıllar önce babam buldu ve tatil yapmak için iyi ola­ cağını düşündü. Kız kardeşim Stevie’yle gerçekten çok yakınım oldum olası ama o ve annem balık tutmakla pek ilgilenmiyorlar.

Bu yüzden onlar New York’ta kalır, biz de erkek erkeğe tatile çı­ kardık; bu da abim, babam ve benim bağımı kuvvetlendirmeye yaradı. Ergenliğimden beri her yaz buraya gelirdik.”

“Ama bu yaz abin gelemedi?” diye sordum.

“Karısı Joy hamile ve bazı sorunlar varmış, o yüzden orada kalması gerekti.” Hikâyede daha fazlası varmış gibi gülümsemesi biraz gergindi.

“Ah, hayır. Her şey yolunda mı?”

“Joy’da gebelik şekeri çıkmış, sanırım bu yaygın bir şey ama gözlerini üstünden ayırmıyorlar. Her şeyin yolunda olduğunu söyledi ve genelde sözüne güvenirim.”

 

 

 

 

 

“Peki ya baban- o hâlâ geliyor mu?” Benim ailem seyahat et­ meyi pek sevmiyorlardı. Annem uçaktan korkardı ve özellikle de arabayla yapılan uzun yolculukların tehlikesinden hoşlanmazdı, o yüzden büyüdüğüm kasabadan çok uzağa gitmezdik.

RJ gözlerini bardağına dikti. “Babam birkaç yıl önce öldü.”

tçeceğimi sehpaya bırakıp elimi dizine koydum. “Çok üzgü­ nüm. Çok zor olmalı.” Bana yakın olan kimseyi kaybetmemiş­ tim, nine ve dedelerim bile hayattaydı, bu yüzden bunun ne ka­ dar zor olduğunu ancak hayal edebilirdim.

“Teşekkürler ve evet, kolay olmadı. Tatiller ve doğum günleri zor geçiyor. Ailemle her zaman çok yakınız, o yüzden yokluğu hissediliyor.”

“Yaşı genç olmalı.” Uzayan fiziksel temasımla işleri daha da tuhaflaştırdığımı düşünerek geri çekilmeye başladım ama RJ eli­ ni elimin üstüne koydu.

“Sadece ellilerinin ortasındaydı. Tip 1 diyabeti vardı -kendi­ ne gerçekten iyi bakardı- ama bazı bedenler hastadır işte, anlar­ sın işte. Neyse, bir sürü sorun yaşadı. Kör oldu, sonra vücudu düzgün çalışmayı bıraktı. En çok annem için zor oldu, sağlığının böyle kötüye gidişini izlemek zorundaydı. Hayatta olduğu son yaz, hali olmadığı için bu geziyi iptal etmek zorunda kaldık ama sonraki yaz Kyle ile buraya geldik. Maalesef bu yıl kendi başı- mayım.” Gülümsemesi hüzünlüydü. Elini benimkinden çekti ve bardağını kafaya dikerek sağlam bir yudum aldı. “Peki ya sen, ailenle yakın mısınızdır?”

Ellerimi meşgul etmek için bardağımı aldım. “Ah evet, çok yakınızdır.”

“Kardeşin var mı?” Konuyu değiştirmekten memnun olmuş gibiydi, çok anlaşılır bir durumdu.

“Yedi kardeşim var.”

Bira neredeyse boğazında kalıyordu. “Yedi mi?”

Başımla onayladım. “Evet. Ben en küçükleriyim ve dört abim var. Bizim evde akşam yemekleri tam anlamıyla bir gösteriydi.”

 

 

 

 

 

 

 

 

RJ güldü. “Tahmin ediyorum. En büyükle aranızda kaç yaş fark var?”

“On üç yaş var. İki çift ikiz de var arada.”

“Vay be, böyle büyümek nasıl bir şeydi?” Beni heyecan verici buluyormuş gibi yanağını avucuna dayadı.

Onun kadar çekici birinin dikkatini tamamen bana ver­ miş olması neredeyse sinir bozucuydu. Ayrıca, yarı çıplak olu­ şuna hayranlık duysam da düşünmeyi biraz zorlaştırıyordu.

Şikâyet ettiğimden değildi, iyi bir meydan okumayı severdim.

“Birbirlerine şaka yapan fazladan bir sürü ebeveyne sahip olmak gibiydi. Çoğunlukla etrafta bir sürü kişinin olması güzeldi ama bazen biraz alanım olsun istiyordum, bilirsin işte. Hepsi sürekli işlerime burnunu sokuyordu.”

Tek kaşını kaldırdı. “Binleriyle çıkmak eğlenceli olmuştur.”

“Pek sayılmaz.”

Gür ve boğazdan gelen bir kahkaha attı. “Lisede bunu senin için imkânsız hale mi getirdiler?”

“Kısmen. Hepimiz evde eğitim aldık, yani benim için pek bir fark olmadı.”

RJ’in kaşları havalandı. “Evde eğitim mi? Nasıldı peki?”

“Sanırım göründüğünden daha az izole ediciydi. Evde eğitim etrafında inşa edilmiş büyük topluluklar var. Mesela danslarımız, etkinliklerimiz ve benzeri şeyler bile vardı. Pek dans ettiğimden değil. Ben daha çok kenar süsüydüm, kenarda durup herkesi iz­ lerken aynı anda tüm bu insanlarla aynı yerde olmaktan panik atak geçirmemeye çalışıyordum ” “Kardeşlerinle mi?”

Hafifçe rahatsız olmuş ifadesine gülme sırası bendeydi.

“Sadece kardeşlerim yoktu ki, şapşal. Ayrıca çoğu çok daha bü­ yüktü, ben lise çağma geldiğimde üniversiteyi çoktan bitirmiş­ lerdi. Bölgedeki tüm evde eğitim gören ailelerle bir araya gelir­ dik. Spor takımları falan vardı. Genellikle günde sadece üç saat

 

 

 

 

 

 

 

eğitim alırdım ve hızlı öğrenirim. Her neyse, on beş yaşıma gel­ diğimde lise son sınıfın tüm müfredatını bitirmiştim, bu yüzden üniversite giriş sınavlarına girdim. İyi puan aldım ama ailem üniversiteye gitmek için çok genç olduğumu düşündü, bu yüz­ den birkaç yıl önüne kurslara katıldım.”

“Yani bir dâhisin?” diye sordu RJ.

Omuz silktim, utanarak içeceğime odaklandım. “Sadece hızlı öğreniyorum. Çabucak kavrarım ve iyi bir hafızam vardır.”

“Zekâ seksidir, Lainey.”

Başımı kaldırıp bakınca, RJ’in sıcak gülümsemesini gördüm ama avuçlarımı terleten ve midemi kasan bana bakış şekliydi.

Büyüleyici bir şeymişim gibi bakıyordu.

“Ya sen? Böyle görünmek için çok aktif bir işin olmalı.” Vücu­ dundaki belirgin hatları işaret ettim.

Yanaklarında iki gamze belirdi. “Bu bir iltifat mı?”

“Sana kaba gelmediyse, olabilir.” Umarım onu nesneleştirdi- ğimi düşünmemişti.

“Kesinlikle gücendirmedi, yani teşekkürler.”

“Rica ederim.” İçeceğimden bir yudum daha alınca bardağı­ mı bitirdiğimi fark ettim.

RJ bardağı elimden alıp ayağa kalktı. “Dur sana bir tane daha getireyim. Tabii başka bir şey istemiyorsan? Evde birkaç şişe şa­ rap ve viskim var.”

“Emin misin? Gününü işgal etmek istemem.”

“Şaka mı yapıyorsun? Son iki gündür konuştuğum ilk kişi sensin. Dürüst olayım, tek başına balığa çıkmak, abimle oldu­ ğu kadar eğlenceli değil. Neden yemeğe kalmıyorsun? Biftek ve fırında patates yapacaktım, iki kişiye yemek yapmak tek kişiye yapmaktan daha kolay.”

Erişte veya tost dışında herhangi bir şey kulağa harika geliyor­ du. Ve soğuk, ıssız kulübem tek seçenek olduğundan erkenden dönmek istemiyordum. “Hazırlamana yardım edersem, olur.”

 

 

 

 

 

“Bu harika olur çünkü iyi bir bifteği mangalda pişirebilirim ve patates közleyebilirim, ancak bunun dışında yemek yapma becerilerim oldukça sınırlıdır. Yine de pizza sipariş etmede mü­kemmeli mdir.”

“Ne zaman biftek yapmaya kalksam sonu hüsran ama başka birçok şeyi yapabilirim, yani harika bir ekibiz.”

Delicesine çekici bir adamla akşam yemeği yiyeceğime inana- mıyordum. Tabii ki davetsiz misafirdim ve muhtemelen ikimiz de sohbet etmeye can atıyorduk ama yine de heyecan yapabilir­ dim. Ve

gergindim, kesinlikle çok gergin.

Yeni bir arkadaşım vardı, üzerimde gömlek olmadan harika görünüyordu ve bu, nemli avuçlarıma ve hızlı kalp atışlarıma ke­sinlikle değerdi.

 

 

Gelecek bölümde görüşürüz hayalet okuyucularım😂

Kitabı sevip sevmediğinizi dahi bilmiyorum. Bu yüzden diğer bölümleri yayınlayıp yayınlamamakta kararsızım. sizce ne yapmalıyım?

Loading...
0%