@huzursuzportakal
|
Umarım beğenirsiniz
Huzursuzportakal sunar
Herkes önceki hayatına özlem duyabilir. Lakin, ben duymam.
Bunu kendimden emin bir şekilde söylüyorum. Nerede yada ne tür bir hayat yaşarsam yaşayayım...
Hiçbir şey Afra olarak yaşadığım cehennemden daha kötü olamaz.
Önceki hayatım, biraz bile geride kalırsam eleneceğimi hissettiren bitmek bilmeyen bir yarış gibiydi.
Bu söylediklerim uydurma bir şey değildi. Bu hayata gözlerimi açtığımdan beri ölüleri görebiliyor, hatta konuşabiliyordum.
Ancak, insanlar hiçbir zaman farklı bir çocuğu kolay kolay hoş karşılamaz.
Ailem de diğer insanlardan bir farkı yoktu.
Çoğu anne evlatlarının hayallerini süslerken benim annem benim, o hayallerimi yıkıp gitmişti...
Yetimhane sayesinde okula gidebildim ama... Benimle dalga geçen, deli diyen hatta benimle 'şizofren' diye seslenen insanlardan uzaklaştırmamıştı.
Ne kadar üzülürsem üzüleyim yada kırılayım Herkesin parmakla gösterilen ve dalga geçilen kız olsam da tek bir damla gözyaşı dökmedim.
Beni anlamayan, arkamdan konuşan, sırf annem babam terk etti diye bana vuran kişilerin önünde niye ağlayıp onlara o zevki vereyim ki?
Duygusal bakımdan yaralıydım. Düşer dururdum, ama elimi uzatıp tutunacağım bir el beni kaldıracak biri yoktu.
İnsan bazen "ben iyiyim" dediğinde, gözlerini içine bakıp "biliyorum, iyi değilsin" diyecek birine ihtiyaç duyuyor bazen.
Ama ben, göstermek istedim bir ele ihtiyaç duymak değil. Aksine, daha da güçlenip onlara hadlerini bildirmek için çok çalıştım, Çabalayıp onlara kimseye ihtiyacım olmadığını göstermek istedim. Ama olmadı...
Niye mi?
Çünkü, bu hayatta en fazla güvendiğim, arkadaşım, dostum, kardeşim olarak bildiğim kişi tarafından ihanete uğrayarak, öldürüldüm...
...
O gün, büyük umutlarla kurmuş olduğum çalar saatin sesi ile uyanmıştım. Baş ucumda benimle konuşmaya çalışan ölü hayaletleri duymamaya çalışarak banyoya yöneldim.
Elimi, yüzümü yıkayıp zar zor bulduğum yarı zamanlı işime geç kalmamak için hızlı bir şekilde hazırlandım. Müdüre hanımın yine bağırıp çağırmaması için yatağımıda toplayıp üç yıldır giydiğim ceketi de üstüme geçirip kapıya yöneldim.
Arkamdan konuşan odayı paylaştığımız kızların benim hakkımda konuştuklarını önemsemeyerek derin nefes alıp dışarı çıktım.
Otobüse binmek için durak'a doğru yürüdüm. Yolun karşısında olduğu için sağa sola bakınıp tam yürüyecektim ki yanıma gelen ve iki yıldır peşimi bırakmayan hayaleti gördüm.
Bıkkın bir nefes verip hızla karşıya geçmek için koştum. Çünkü benim yanıma her geldiğinde dikkatimi dağıtıp benim, kendimi öldürmem ve kavuşmamız diye birşeyler zırvalayıp duruyordu.
Durakta ki bank'a oturdum ve otobüsün hızlı gelmesi için dua etmeye başladım. Yanıma baktığımda dişlerini göstererek sırıtan Emre'yi gördüğümde artık alıştığımdan göz devirip başka yöne baktım.
Ancak o susmayıp en iyi yaptığı şeyi yaparak, konuşmaya başladı.
"Bak gel kendini as'ta kavuşalım be gülüm"
Diyerek tekrar zırvalamaya başladı. Aradan bir kaç dakika geçmesine rağmen hâlâ konuşunca susmayacağını anlayıp cebimden zor elde ettiğim parayla aldığım kulaklık ve telefonumu çıkarttım.
Kulağıma kulaklığı takarak çalma listemden 'duman- dünyanın sonuna doğmuşum' adlı şarkıyı açıp dinlemeye başladım.
Anlık yanıma baktığımda Emre'nin somurtarak gözlerini kısmış, benim gibi bank'a oturmuş başını iki eline yakalayarak beni izlediğini fark ettim.
Onun anlattığı kadarıyla: üç yıl önce bir kaza sonucu ölmüştü. Oradan oraya gezerken beni görüp aşık olmuş. Artı benim, onu görüp duyduğumu anlayınca da peşimi bırakmamıştı.
Aslında yakışıklı çocuktu. sanırım on dokuz yaşındaydı. Ölmesi üzücüydü ama bu bi kuyruk gibi! Peşimde dolanmasını açıklamıyordu.
Sonunda otobüs gelmiş bende pardon ben ve kuyruğum! Binmiştik.
İş yerim fazla uzakta değildi otobüs ile yarım saat sürüyordu. Maaşı az olsa da okul harçlığı'mı çıkartmak için buna mecburdum.
Hem bir sebebim daha vardı. Beni her kusurumla seven bir arkadaşım vardı... Onunla geçen yıl tanışmıştık. Adı meteydi tanıştığımız günden beri arkadaştık. Bana, hep iyi davranır diğerlerinin aksine benimle konuşup sohbet ederdi.
Ama unutmayın düşman kör nişancıdır, ancak dost nereden vuracağını iyi bilir.
Ben ve kuyruğum! Otobüsten indik ve iş yerim olan kafeye doğru yürüdük. Orada garsonluk yapıyordum. Bana pek iyi davranmasalar bile benim gibi enayiyi bir daha zor bulacakları için kovamıyorlardı da.
Dediğim gibi az bir maaşa çalışıyordum. Benim yerime kim olsa asla o bütçeye sabahtan akşama kadar çalışmazdı.
Ama benim de o işe ihtiyacım vardı...
Kendi ayaklarımın üzerinde dimdik durmam gerekiyor, benim hakkımda konuşanları kulak asmamam gerekiyordu.
Evet bunu başarabilirim!
Kefenin kapısını açıp içeri girdim. Arkamda ki Emre'yi görmezden gelerek.
Personel odasından önlüğümü alıp giydim ve masaları silmeye başladım.
Aradan yarım saat geçmiş ve müşteriler gelmeye başlamıştı. Ben, onlarla ilgilenirken bir taraftan da dibinde dolaşan emreyle uğraşıyordum.
Derin bir nefes alıp lavaboya gittim. Onunla konuşmam lazımdı.
Kimsenin içeride olmadığını kontrol ederek kapıyı kapattım. Arkamı dönerek yüzünde büyük bir gülümseme olan Emre'ye bakıp konuşmaya başladım.
"Oğlum! Ne istiyorsun benden? Bırak peşimi, artık yeter." Dedim en sonunda isyanımı dile getirerek.
Yüzünde ki gülümseme yavaş yavaş solarken bir yandan da konuştu. " niye öyle diyorsun ki? Sana söyledim. seni seviyorum... Ve kavuşmamız için ya benim hayata dönmem, yada senin ölmen gerekiyor! Benim hayata dönmem imkansız olduğundan malesef senin ölmen gerekiyor!" Dedi hâlâ yüzsüzce beni ikna etmeye çalışarak.
Sabır dileyerek kimsenin duymaması için sessizce konuşmaya çalıştım. " Bak kardeşim. Kaç kere söyleyeceğim bilmiyorum ama Ben seni sevmiyorum. Sevmediğim'den kavuşmak gibi bir niyetim de yok. Ayrıca ölmek gibi bir düşüncem de yok. peşimi artık bırakır mısın? Senin yüzünden işime odaklanamıyorum." Dedim ve son sözlerimi söyleyip dışarı çıktım.
Çıkmam la kapıda bekleyen iki, otuzlu yaşlarda kadının bana bakarak fısır fısır konuştuğunu gördüm. Onları bir yerime takmayıp işimin başına döndüm.
Bir ihtimal belki Emre, söylediklerim den sonra gitmiştir diye düşünüp arkama baktığımda koşturarak buraya geldiğini görmemle göz devirip işime devam ettim.
Kaç kere böyle konuşsamda anlamayıp her zamanki yaptığı gibi peşimden geliyordu.
Müşteri olmamasından fırsat bilerek kulaklığımı takıp rastgele bir müzik açarak dinlemeye başladım.
Bu gün nedendir bilinmez Mete gelmemişti. Belki işi vardır diye düşündüm. Merak edip aramaya karar verdim. Telefonumu cebimden alarak kişiler listesinde tek kayıt olan Mete'nin adının üzerine tıklayıp açması için beklemeye başladım.
Meşgule attığında istemeden de olsa kaşlarım çatılırken 'meşguldür' diye aklımdan geçirdim. Hâlbuki her aradığımda açardı..
Çok üstünde durmayarak bulaşıklara yöneldim. Duvarda ki saate baktığımda saatin 12.05 olduğunu gördüm. Daha iş çıkışına çok vardı.
Ne kadar yorgun olsam da paraya ihtiyacım olduğundan çalışmaya devam ettim.
....
Saat 5.30 olmuş sonunda işten çıkmıştım. O kadar yorgundum ki her yerim ağrıyor sanki düşüp bayılacakmış gibi hissediyordum.
Duvarlara tutunarak durak'a gidiyordum.. Arkamdan ise emre geliyordu. Yorgun halimi görüp üzülmüş olacak ki "Keşke hâlâ hayatta olsaydım. Senin çalışmana asla izin vermezdim. Senin tutunacağın bir dal olabilseydim keşke..." Diye gelip elimi tutmaya çalıştı. Ancak bir ruh olduğu için yapamıyordu tabiki.
Söylediklerine sadece buruk bir tebessümle karşılık verdim.
Yolda giderken ara sokakların birinde bir erkek çığlığı geldi. Canıma susamamış bir salak olmadığım için görmezden gelerek yoluma devam ettim.
Sokağın yanından geçerken anlık bir dürtü ile oraya göz ucuyla baktığımda gözlerim şokla açıldı.
Çünkü bir grup adam toplanmış Mete'ye Doğru hızla yürüdüklerini gördüm. Adamların arkaları bana dönük olduğundan beni görmüyorlardı. Ancak Mete, kafasını bir şevirse beni görebilirdi.
Titreyen ellerimi cebime sokup telefonu aldım. Polisi aramam gerekiyordu. Ama polis gelinceye kadar ya Mete'ye Zarar verirlerse? Ne olursa olsun yardım çağırmam gerekiyordu.
Hızla telefonumu açıp numaralardan 155 polisin numarasını girdim. Yanımda ki Emre ise kolumdan tutmaya çalışarak uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Telefon çalıyordu! Ama açan yoktu. Sıtresten tıtmaklarımı yemeye başladım. Bir yandan da adamlara! bakıyordum.
Mete beni farkedip birden sırıtmaya başladı. Anlam veremesem'de polisi aramaya! Devam ettim. tekrar tekrar polisin numarasını tıklasamda hiç cevap yoktu.
Hâlâ ne yapmalıyım diye düşünürken Mete'in sesini duydum. Bağırarak konuşuyordu.
"Abi! Sizin malları ben çalmadım! Onları almak için görevlendirildim! " Dedi.
Ben, ne malı? Diye sorgularken adamlardan! Elinde silah olduğunu fark ettiğim kişi korkunç bir sesle" kim tarafından görevlendirildin? Kim bu ölümüne susamış kişi?" Diye sinirle sordu.
Mete, bana bakıp ellerini kaldırarak beni gösterdi ve " abi! Bakın şu kız! Ailesi, zengin olduğu için beni tehdit ederek yaptırdı bu işi. Hem bakmayın böyle kötü giyindiğine akıl hastası bu. Evet şizofren bu kız" dedi...
Zengin aile?
Tehdit etmek?
Şizofren...?
Hiç bu hayatta bu kadar kırıldığımı hissetmemiştim... Herkes Mete'nin parmakla gösterdiği yere yani bana döndü.
Ben ise büyük bir hayal kırıklığıyla Mete'ye baktım...
Derler ya 'bu hayatta babana güvenmeyeceksin' Ben bu hayatta babama güvenmeyip, ona inanmıştım...
Elimde ki telefon kendiliğinden kayarken o adamlara! Döndüm onlar ise bir bana, bir de haysiyetsiz Mete'ye bakıyordu.
Adamlardan biri "dalga' mı geçiyorsun lan bizle!?" Diye bağırdı. Mete şerefsizi hemen aksini iddia ederek "hayır abi! Doğru söylüyorum! Yemin ederim!" diye endişeyle konuştu.
Adamlardan biri yanıma yaklaşarak " bacım sen bu iti tanıyor musun?" Diye sordu. Yavaşça adama dönerek başımı olumsuz bir şekilde salladım.
Değil tanımak, artık hiç var olmamış gibi davranacaktım. Yüzüne tükürmeme bile gerek yoktu. Nefesime yazık.
Adam benim cevabıma sinirle mete itine döndü. "Lan kız seni tanımıyor bile. Bize yalan mı söylüyorsun it" dedi bağırarak.
Mete bana dönüp " ne yalanı abi? Doğru söylüyorum dimi Afra?" Dedi kafasını yana yatırıp, ağzını oynatarak 'lütfen' diye yalvarırken.
Üzgünüm! Benim, artık 'Mete' diye bir arkadaşım yoktu...
Benim artık hiç arkadaşım yoktu...
Ve artık olmayacaktı....
Tekrar adamlar bana dönerken lazım olur diye fotorafını çektigim yetimhane fotoğrafını açarak adama gösterip konuştum. "Benim adım Afra, doğru ama bu kişiyi tanımıyorum. En azından bugün den itibaren... Ayrıca benim, değil zengin ailem, bir ailem bile yok. Fotoğraftaki yetimhanede kalıyorum. Unutmadan şizofren de değilim" dedim soğuk kanlılıkla.
Mete'nin gözleri sonuna kadar açılırken konuşmaya devam ettim. Hava kararıyordu ve yetimhaneye geç kalabilirdim.
Derin nefes alarak " işten geliyorum. durak'a giderken gördüm sizi. Galiba beyfendi kendi paçasını kurtarmak için beni kurban ediyor. yetimhane belli bir saatte kapandığı için geç kalmamak gerekiyor. O yüzden izninizle gidiyorum. Size kolay gelsin" son cümlemi Mete'ye bakarak söylemiştim.
Şuan korkuyu iliklerine kadar hissetiğinin farkındaydım ama banane. Bu işlere bulaşmasaydı. Eğer bena kendini kurtarmak için iftira atmasaydı, canım pahasına da olsa onu korurdum...
Bana şizofren demişti...
Adamı ikna etmiş olacağım ki kafasını anlayışla sallayıp " kusurumuza bakma bacım. Seni de korkutmuş olduk. Seni bizim arkadaşlardan biri bıraksın en iyisi. akşam akşam tek başına gitme iti, kopuğu geziyordur bu saate şimdi. Hem geç kalmamış olursun. Merak etme bizim arkadaşlar güvenilirdir" dedi ve diğer adamlardan birini çağırdı.
Ben ne kadar "gerek yok " desemde beni dinlemeyip birini arabayı almak için yollamıştı bile.
Kimseye kolay kolay güvenmem ama adam telefonumu alıp numarasını kaydederek " bir ihtiyacın olursa ara" diye konuştu. Tam rededecektim ki beni gelen arabaya bindirmişti Bile.
Arabanın camından baktığımda Mete'ye sinirle bağırdıklarını gördüm. Araba çalıştı ve onlar geride kaldı...
Her ihtimale karşı sırt çantamda bulunan bıçak'ı hatırladım. Çantamı öne alarak sıkıca sarıldım. Tabi benim kuyruğum olan Emre ise arkada çıkmamı söyleyip duruyordu.
Ona ne kadar 'gerizekalı, çıksam şimdiye çıkar'dım zaten' demek istesem de arabayı süren bey'i hatırlayarak susuyordum.
Arka koltukta oturduğum için yüzünü pek görmesem de aynada hatrı sayılır bir biçimde görünüyordu.
Maşallah, baya yakışıklıydı! Yani gördüğüm kadarıyla.
Yolda giderken sadece yolu sormak için konuşmuştu. Başka bir münsebetimiz olmamıştı.
Uzun yolun ardından gerçekten beni yurda getirmişti. Saygısızlık olmasın diye "beni sağ salim getirdiğiniz için teşekkür ederim" dedim ve arabadan indim.
Yurdun kapısı kapanmadan yetişebilmiştim. Kapıdan geçmeden sahte bir gülümseme ile 'hoşçakalın" dedim. O da baş selamı verip gitmişti.
Aklımda, bir ton düşünce ile yurda girdim..
İlk ve tek olan arkadaşımı da kaybetmiştim...
Derin bir nefes alıp yurtta ki odama girdim. Girmemele odada ki kızların gülüşler, kahkaları susmuştu...
Olsun, sessizlik her zaman en iyisidir..!
Çantamı yatağın yanındaki Küçük dolaba koyup yatağa oturdum. Bugün olanları düşününce kendime kızıyordum.
Bu dünyada, kimseye güvenemeyeceğime bile bile niye ona güvendim ki..?
Bugün, İşten dönerken açtım ama olanlardan sonra iştahım kaçmıştı. Ancak inadına yiyecektim! Bir erkek için üzülüp ağlayanl ardan değildim ben!
Bir söz vardır derki:
"Bu hayatta cam gibi olacaksın, seni kıranları sen keseceksin!"
Bu söze dayanarak bende, beni kıranları ben keseceğim!...
Hadi eyvallah.. |
0% |