Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@huzursuzportakal

Hoşgeldiniz


Bazı insanların anlatması çok şey olmasına rağmen susar. Çünkü anlayanı olmayacağını bilir. Bende biliyorum.


Kimse bana inanamaz..


Kimse beni dinlemez..


Kimse benim durumuma empati kurup anlayamaz..

Bu hayatta kimseye güvenemeyeceğimi bir kez daha anlamıştım. Gerçi yüzüme vurulmuştu değil mi?

Günlüğümü çıkartıp yazdım.


Kendime not;

"Önüne bak, kimseyi umursama ve hiçbir şey olmamış gibi davran."


Umursamayacağım evet. Hiçbir şey olmamış gibi davranacağım!

Mesela o gün onlarla karşılaşmasaydım, bir yalan uğruna ona inanmaya, güvenmeye devam edecektim...


Olmadı. Yine olmadı...

Ama en azından en uzun arkadaşlığım bir yıl kadar uzun sürmüştü, değil mi? Yalan bile olsa.


Hayır! Üzülme Afra. Bir hiç uğruna kendini üzmeye değmez.

Sana şizofren diye bahseden biri için üzülmeye değmez!


Şizofren...


Bana şizofren demişti...


Ben şizofren değilim! Sadece üstümde ki bir lanet sonucu ölüleri görebiliyorum o kadar.

Sırf siz benim gördüklerimi görmüyorsunuz diye sizde normal değilsiniz!


Ben şizofren değilim..


Ben, şizofren, değilim...


Evet değilim. 

İnsanların söylediklerine kansaydım şimdiye yaşıyor bile olmazdım.

Hep yaptığım gibi yapacak, güçlü kalacaktım.


Günlüğümü dolabıma koyup işe gitmek için hazırlandım. Yani hazırlandım dediğimde elimi yüzümü yıkadım. Sırt çantamı da alarak kapıya yöneldim.

Yurttan çıkar çıkmaz dibimde biten Emre'ye gözdevirip yoluma devam ettim.


O ise" Ben demiştim' demek istemiyorum ama ben demiştim. 'O Mete'ye güvenme seni yarı yolda bırakır' demiştim bir kere de beni dinlesen,

Ne olur yani?" Diye yakınmaya başlamışı bile.


Doğru. söylemişti. 

Ama ben ona inanmamıştım...

İyi de benim bir suçum, günahım yoktu ki.

Sadece arkadaşım oldu diye heyecanlanmıştım..


Ancak artık ne bir arkadaşım olacaktı, ne de bir konuşanım!


En fazla emreyle dertleşirdim o kadar.


Dura geçip otobüsün gelmesini bekledim. Aynı zamanda Emre'ye " tamam, sen haklıydın" diye yakınıyordum.


Otobüs gelince bini kartı bastım. Birden makineden 'yetersiz bakiye' sesini duyunca aslında hayatın da bana sırtını döndüğünü anladım.


Bir de işin yoksa yürü. Otobüsten çıkıp iş yerine doğru yol aldım. O kadar halsizdim ki kolumu kaldıracak mecalim yoktu.

Ama mecburdum..


Derin bir nefes alıp yürümeye devam ettim. Daha yakın diye ara sokaklardan birine girdim.

Umarım tekrar başım belaya girmez!


Kısa bir ara yoldu ama onlarca ölü vardı.

Onları görmemezlikten gelerek sadece karşıya, yolun çıkışına odaklanıp hızlı bir şekilde yürüdüm.


Bir yandan da Emre'nin benimle konuşup diğerlerini de bana bela etmemesi için kaş göz işareti yapıyordum.


Başımıza ilk defa gelmediği için o da beni anlayıp benden bir on adım kadar uzaklaştı.


Sonun da çıkışa yaklaştığım'da bu sefer koşmaya başladım.

Ne kadar alışkın olsam da korkuyordum.


Ara sokağı geçip sola döndüm. Arkamdan da Emre'nin geldiğini biliyordum.

İş yerine vardığımda kapıyı açarak içeriye girdim. Personel odasından önlüğümü alıp giydim. Tezgahtan da bezi alarak masaları silmeye başladım.


Bulunduğumuz bölgenin yakınlarda bir kolej olduğundan çoğunlukla öğrenciler buraya uğrardı.


Silmeyi bitirip paspası da alıp yerleri silmeye devam ettim. Tabii bunu yapmadan önce kulaklığımı da kulağıma takıp güzel bir şarkı açmıştım.


En sevdiklerim den olan

kahraman deniz - Garezi var şarkısını açıp dinlemeye başladım.


Bir dostum varsa o da bu şarkılar olurdu, kesin.

Sadece şarkıya tıkla ve dinle. Bu kadar!


Sağ tarafı da silmeye başlayacaktım ki Emre'nin toz bezini almaya çalışırken gördüm. Ona kısık gözler ile bakıp "ne yapıyorsun?" Dedim. Demeden önce de kimsenin bizi duymaması için etrafa bakınmıştım.


Bana, bir bakış atarak tekrar beze odaklandı ve aynı zamanda da konuştu. " Ne yapmaya çalışıyor gibi duruyorum? Tabii ki, eşyalara dokunabilmeye çalışıyorum. Böylece sana yardım ederim ve sende bu kadar yorulmaz'sın" dedi..


Söylediklerine gülümsemek ile yetindim.

Bazen Emre yaşayan insanlar'dan bile düşünceli olabiliyordu.


Ona tam dönerek " yapamayacağını biliyorsun değil mi?" Diye sordum. Bunu daha önce de denemiş'ti ama tabii ki hep başarısız olmuştu.


Bıkkın bir nefes verip " insan da heves bile bırak mıyorsun ki. İnsan bir ' yapabilirsin, başarabilirsin' der ama sen, hep yapamayacağımı yüzüme çarpıyorsun" dedi yakınarak.


Ona bir bakış atıp işime devam ettim ve ona bir kez da " hayatın pardon ahiretin gerçekleri" dedim.


Bunu hep ona söylerdim. Eh! Bunu bilmesi lazımdı!


Kapının açılıp, kapanması ile oraya döndüm.

Müzik' in sesi kısık olduğu için herşeyi duyabiliyordum. Kulaklağımı çıkartıp gelen müşteriler ile ilgilenmeye başladım.


Başlasın mesai..


Not defterimi de alıp oturdukları masaya yürüdüm. Dört kişi gelmişti iki kız, iki erkek. Sanırım okuldan geliyorlardı. Çünkü formalı ve benden bir kaç yaş büyük duruyorlardı. Gülümsemeye çalışıp onlara " hoşgeldiniz! Ne alırdınız?" Diye sordum.


Önlerinde ki menüleri açarak bir iki dakika bakıp, hepsi aynı şeyi sipariş etmişti.

Tamam diyerek siparişleri yapmaya koyuldum.


Telefonumu cebimden çıkartıp, kafe de siparişleri hazırlayan diğer elemanı aradım.

Hâlâ gelmemişti ve saat epey geç oluyordu.


Ne kadar arasam da açmıyor du yada meşgule atıyor du. Bıkkın bir nefes verip hazırladığım siparişleri götürdüm.

Hepsini masaya yerleştirip tam gidecektim ki müşterilerden erkek olan kolumu tuttu.


Önce tutulan koluma sonra, kolumu tutan şahısa baktım. Ne kadar çekersem çekeyim bırakmayınca derin bir nefes alıp "birşey mi istemiştiniz?" Diye sordum.


Aynı zamanda, Yan tarafımda ve müşteriye küfürler eden Emre'nin sesini duymamaya çalışıyordum.


Bu küfürleri daha önce hiç duymadığım türlerdendi.

Hem kötü hemde tüyler ürperticiydi.


Kolumu hâlâ bırakmamış olan kişiye baktığımda, yüzün de saçma salak bir sırıtma vardı.

En nihayetinde konuşmaya karar vermiş olacak ki önce arkadaş gurubuna bakıp sonra da " şey telefonumu evde unuttum da sorun olmazsa babamı aramam gerekiyor, sizin telefonunuzu kullanabilir miyim?" Dedi.


Yanımda ki Emre ise" o telefonu alır senin hiçte münasip olmayan yerine sokarım! Afra, bak dinleme gördük ben az önce sen siparişleri hazırlarken oynuyordu bu piç telefonu ile" diye beni ikna etmeye çalışıyordu.


Beni, İkna etmeye gerek yoktu çünkü, hiç tanımadığım bir kişiye zar zor aldığım telefonumu asla vermem.


Aynı ruhsuz yüzümle " malesef! Benim de dakikam kalmamış!" Dedim sanki az önce birini aramamış gibi.

Kolumu ondan kurtarıp işlerime geri döndüm.


Bir avuç velet ile uğraşmak istemiyorum.


Gerçi bende on yedi'me yeni girdim ama benim, onlardan daha olgun olduum gerceğini degiştirmez.


Arkama, gençlere baktığımda kendi aralarında gülüştüklerini gördüm.

Tekrar işime döndüm ve Emre'nin nasihatlarını dinlemeye başladım.


★᭄ꦿ᭄ꦿ...★᭄ꦿ᭄ꦿ...★᭄ꦿ᭄ꦿ


Aradan kaç saat geçmesine rağmen kimse gelmemişti. Bütün müşterilere tek başıma ilgilenmem gerekti.


Günün yoğunluğundan fazla halsiz düşmüştüm.

Yurda gidecek halim bile yoktu. Saat şuan 5:37 olmuş ve ben, tüm işlerimi zar zor bitirmiş masaya kafamı koymuş uyumamaya çalışıyordum.


Çalışanları ve müdürü kaç kere aradığımı bilmiyorum. Ancak hiçbirin'de açmamışlardı.

Bu işe ihtiyacım olduğundan ve kimse bana iş vermediğinden kapıyı çarpıp çıkamıyordum da.


El mecbur, yapıyordum ama en yakın zamanda yeni bir iş bulmayı umud ediyorum.

Derin bir nefes alıp tüm gücümü kullanarak masa'dan destek alıp kalktım.


Benimle aynı şeyi yapmış yarım saattir kafasını masaya yaslayıp beni izleyen Emre de kalkıp "gidiyor muyuz?" Dedi.


Şakaya karışık bende " valla ben gidiyorum. Sen, istersen kalabilirsin tabii"dedim.


Konuşmama burun kıvırıp benden önce dışarı çıktı.

Onun bu haline gülüp çekmeceden anahtarı alıp kapıya yöneldim.


Anartarı kilide takıp kapıyı kilitledim.

Otobüsü kaçırmamak için hızlı olmalıydım. Bu yorgunlukla yetişebilir miyim orası meçhul tabii.


Beni, kafenin dışında arkasını tripli bir şekilde olan Emre'ye doğru yürüdüm. Böyle yapınca istemsiz gözüme tatlı geliyordu.

Yanına gidip "şaka yaptım. Niye alınıyorsun?" Dedim. Ne kadar gitmesini istesem de bir o kadar da yanım da kalmasını istiyorum.


Bana döndü ve " yapma böyle şakalar. Asla senin yanından ayrılmak istemiyorum. Sen nereye, ben oraya. Zaten şaka yaptığını biliyordum! Sen bana kıyamazsın ki." Diyerek sonlara doğru en iyi yaptığı şeyi yaparak gülümsemeye başladı.


Tatlı çocuktu..


Yolumuza devam edip durağa gittik.

Uzun zaman geçmesine rağmen gelmeyince yürüyerek gitmeye karar verdik.

Tabii, bana kalsa orada bir yerler de uyumuştum da Emre beni ikna etmeyi başarmıştı.


Yarın okul vardı. Mecburen yine erken kalkmak zorundaydım. Bıkkın bir nefes verip önüme baktım. Emre, ne zaman ölü bir ruhu görsek beni fark edip rahatsız etmemeleri için uzaklaşarak beni tanımıyor'muş, ben, onları sanki görmüyor'muşum gibi yapıyordu.


Çok konuşuyordu ama dediğimi de yapıyordu.


Yine mecburen ara sokaklardan birinden geçecektik. İstemesem de yurda kapılar kapanmadan yetişmek zorundaydım.


Ara sokaktan çıktık. kimsenin olmadığı bir yerden yürüyorduk artık.

Kimsenin etrafta olmamasından fırsat bilerek Emre ile konuştum. " Emre, sen bu şehir de mi yaşıyorsun? Ha yaşıyorsan annen ve baban var mı?" Diye kaç haftadır merak ettiğim soruyu sordum.


Benim, ona, sorduğum soruya ilk bir afallasa'da

Elini yanağına görüp kaşı'dı. Düşünüyordu sanırım.


Bir kaç saniye daha düşündü ve "bilmem, hatırlamıyorum. Tek hatırladığım; bir şeye sinirlendiğim ve sonra da bana araba çarpması'ydı. Zaten ardından gördüğün bu haldeyim" dedi aklında'kileri açıklayarak.


İnsan öldükten sonra demek ki hatıralarını unutuyormuş onu anladım.


Acaba bir ailesi varmı'ydı?

Yada arkasından üzülecek bir akrabası?

Belki de benim gibi bir yetim'di?


Gerçi annem ve babam var ama beni istemedik'lerinden yurda vermişler. Yani ben annesi ve babası olan bir yetimim.


Ne güzel!!


Hava kararmaya başlamıştı. Hemen gitsek iyi olacak. Adımlarımı hızlandırdım.

Arkamdan da Emre geliyordu.


Birden karşıma çıkan bı silüet ile korkup sıçrayarak yere düştüm.

Bu neydi şimdi?

Kafamı kaldırıp kim olduğuna baktım.


Ben, bir ruh beklerken karşımda olan Mete'ye şaşırmadan edemedim.


Bunun ne işi var şimdi burda?


Ağzı gözü yamulmuştu. Galiba fazla hırpalanmıştı garibim!


Hiç üzülmedim.


Keşke ölmekten beter etselerdi.


Şerefsiz piç!


Yüzünde ki çirkin sırıtma ile çok itici duruyordu.

Elimi birbirine çırpıp üstümde ki tozların gitmesini sağladım. Şerefsizin yüzünden elimin çoğu yeri çizilmişti.


Sabır diyerek yerden destek alarak kalktım.

Pantolon'umu da elim ile sirkeleyip tipin de meymenet olmayan Mete'ye baktım.


Hâlâ yüzünde silmediği sırıtışla konuştu.

"Kokuttum mu? Ah canım kıyamam!" Dedi ağzını yaya yaya konuşmuştu.


Ancak ağzından bir dişi eksik olduğunu gördüğümde kendimi tutamadım ve kahkaha atmaya başladım.


Kahkaha atmam'ın sonucu Mete bana deli görür'müş gibi baksa da Emre, galiba uzun süredir bu kadar adar gülmediğim için şaşırarak bakıyordu.

Kahkahamı durdurmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Karşımda ön iki dişinden biri eksik olan Mete varken kahkaham durmuyordu.


Gülmemi zorda olsa durdurup nefes almaya çalıştım. Vaybe uzun zamandır bu kadar gülmememiştim. Umarım başımıza birşey gelmez.


Amin..


Tekrar meymenetsiz'e bakıp " pardon, dişini görünce bir anda olduğu kendimi tutamadım" dedim.


Bir elim karnımda hâlâ derin nefesler alıp veriyordum.

Unutmuş olan dişini ona hatırlatmış olacağım ki yüzü sinirden kırmızıya döndü.

Diğer yandan dişinide sıkıyordu ve bu benim çok komiğime gidiyordu. Kendimi gülmemek için çok zor tutuyordum şuan.


"Bunların hepsi senin yüzünden! Ne vardı o adamların yanında 'evet, öyle' deseydin? Bunları söylemediğin'den kaç saat dayak yedim haberin var mı?" Bir anda bağırınca yerimden sıçradım.


Ay götüm


Benim yüzümdenmiş 


Pişman değilim. Bir daha olsa, bir daha yaparım.


Hem amına koduğumun sen orda bana 'şizofren'

Dememişmiydin?

Tabii ki bunları dışımdan söyelmedim.

Çünkü, bu muşmula suatlıya nefesimi harcamaya değmez.


Onu bir yerime takmayıp yoluma devam edecektim ki tekrar önüme geçti.


Yeter... Bıktım... Geç kaldım...


Bıkkın bir nefes verip ona baktım.

Kafamı 'hayırdır' der gibi sallayıp bir kaç adım uzaklaştım.


Arkam da olan Emre ise "Afra bak dinleme onu şurada bir ara sokak daha var hızla oraya doğru koş. Bu şerefsizin ne yapacağını bilemeyiz. Seni ne kadar korumak istesem de yapamam, lütfen" Diye sağ tarafta ki dar sokağı gösterdi.


Doğru ne yapacağını bilemeyiz.

Yavaş ama farkedilmeyecek şekil de sağa tarafa küçük adımlarla yürümeye başladım.


Kesenin etrafta olmaması da benim için bir eksiydi.

Ne yapacaktım?


Mete, elini arkaya doğru götürürken konuştu

"sırf senin yüzünden, aldığım bütün malları elimden aldılar. Sonra da bütün herşeyi babama anlattıkları için birde babam dan dövüldüm.

Bu halimin tek sebebi sensin! Benim çektiklerimi sende çekmelisin!" Dedi.


Ne diyor bu angut?


Ben ve Emre, şuan Mete'ye aynı bakışlar atıyorduk. Çünkü hiçbir şey anlamamıştık.


Emre'ye bakıp "ne diyor bu?" Dedim.

O da omuz silkip " bilmem, bende anlamadım" dedi.


Tahmin ettiğim gibi ikimiz de anlamamıştık.


Emre ile konuşmam Mete'ye garip olmuş ki

" kimle konuşuyorsun bilmiyorum ama kes şunu. Bak işte dedim ben, sen, şizofrensin diye"

Sesini alaylı bir şekilde şıkartarak konuşmuştu.

Artık takmayacaktım. İlk defa duyduğum bir şey değildi sonuçta.


"Yani" dedim. Sırf o söyledi diye üzülmeli miyim anlamadım. Yine sırıtmaya başladı. Elini yavaşça arkasından çekerken bende, çantamda ki kendimi korumak amacıyla koyduğum bıçağı fark ettirmeden çıkarmaya çalışıyordum.

Emindim buraya bana zarar vermek için gelmişti. O, bana, zarar verecek ise bende, sakin kalmayacaktım...


Şimdi ki zaman Afra'dan


Ondan sonra çok hızlı gelişmişti. Karnımda hissettiğim sıcak bir yanma, Emre'nin çığlıkları, so

n gördüğüm ise Mete'nin gözleri faltaşı gibi açılmış bir şekilde arkasına bakmadan beni, ölüme bırakıp kaçmasıydı....


Hoşçakalın


Loading...
0%