@hy.dyr
|
~5.BÖLÜM~
⚖️ Oy atmayı ve yorum yazmayı unutmayın. Seviliyorsunuz⚖️
● Aşk; görmekten çok özlemeyi sever, dokunmaktan çok düşünmeyi... Ve aşk öyle haindir ki; nerede imkansız varsa gider onu sever.● ( Özdemir ASAF)
Polat SAMKARA'nın anlatımından;
O yeşillikleri bir daha göremeyeceğim sanmıştım fakat kader bana bir oyun oynamıştı. Tam karşımdaydı işte. Kanlı canlı hemde. Nehir...
Yıllar sonra o kapıyı açıp göz göze geldiğimiz an, buz tutmuş kalbime yeniden ateşin değdiğini hissettim. Değişmişti. On yedi veya yirmi yaşında gördüğüm kız yoktu karşımda. Buyümüştü, olgunlaşmıştı, güzelleşmişti. Hemde çok...
Sesi kulaklarıma değdiği an içimin titremesine engel olamadım. O sesi yıllar önce duymuştum fakat bir gram bile sesindeki o tını değişmemişti. Bana ne oluyordu? Ne gözlerimi ondan çekebiliyor ne de kulaklarımı sesine kapatabiliyordum.
Bir süre öylece komutanım'a sarılışını izledim. Neden gelmişti? Ne olmuştu da ansızın yıllar önce haber vermediği gibi şimdide haber vermeden gelmişti? Ne değişmişti?
Komutanım bir süre sonra dağılabilirsiniz emrini verdiği an onunla göz göze gelmiştim. Ama hızla bakışlarımı kaçırdım. Yüzümü olabildiğince ifadesiz tutmaya özen göstersemde onun gözleri beni esir alıyor gibiydi. Yıllar önce olduğu gibi...
Tim'imin en son çıkan kişisi ben olmuştum. Vakit kaybetmeden kapıya ilerledim. Karşımdaki kadının gözlerine bakmamak için bütün irademi zorluyordum artık. Çenemi sıkmaktan ağrıdığını hissettiğim an Nehir'in kokusu doldu burnuma. Bütün vücudum anında gevşerken sanki bütün hücrelerim bu kokuya hasret kalmıştı.
Lavanta... Bu koku burun deliklerimden girip akciğerlerime nüfus ettiği an olduğum yerde donakalmamak için nefesimi tuttum. Ben bu haldeyken o nasıl bir haldeydi? O da benim hissettiklerimi hissediyor muydu?
Hızla odadan çıkıp kapıyı arkamdan kapatmıştım. Ellerimi kısa saçlarıma götürerek derin bir nefes aldım. Başımı kaldırıp Tim'ime baktım. Hepsi kendi arasında konuşmaya dalmıştı. Onların arasında seçebildiğim tek ses heyecanla konuşan Yiğit Can'ın sesi oldu.
"O komutanımın kızı mıymış?" Dedi şaşkınlıkla. "Masasında görmüştüm bir tane fotoğraf. Ama kızı nasıl bu kadar uzun sürede değişmez?" Dedi eliyle çenesini düşünceli bir tavırla sıvazlarken. O Nehri değildi ki.
O sırada Aktan'ın sesi doldu kulaklarıma. "O kızı değildi ki. Karısıydı. Zaten vefat edeli çok olmuş." Zaten çok benzerdi Nehir Aslıhan teyzeme. Yıllar geçince bu benzerlik daha da gün yüzüne çıkmıştı. "Onu bunu bırakında," dedi Yiğit Can. Bakışları göz ucuyla bana dönerken ben de ona baktım. "Siz o kadını tanıyor musunuz komutanım? Odaya ilk girdiği an sizi görünce bir duraksadı." Duyduğum bu sözler ile vücudum gerilirken, neden bu çocuğun bu kadar meraklı olduğunu sorguladım.
"Tanıyorum." Dedim kestirip atmak için. Daha fazlasını bilmelerine gerek yoktu. "Biliyordum komutanım. Sizin kiminiz olur peki?" Dedi heyecanla. Tardu ve Erhan, Yiğit Can'ı dürterken benim ise keskin bakışlarımın hedefi Yiğit Can'dı. Yiğit Can hoşnutsuz bakışlarımı fark etmiş olacak ki hemen susarak bakışlarını kaçırdı. Ben ise derin bir nefes vererek Tim'ime hitaben konuşmaya başladım. "Yemek yiyip herkes saat 2'de antrenman sahasında olacak." Dedim.
Hepsi beni onaylarken yemekhanenin yolunu tuttular. Ben ise odamın yolunu tutmuştum.
Saat 6'ya geliyordu ve ben Nehir'i düşünmekten bir dosyayı bile okuyamamıştım. Ne zaman odaklansam ansızın onun gözleri zihnimde beliriyordu. Son bir şans önümdeki dosyaya odaklanırken bu sefer ise narin sesi zihminim içinde yankılanırken önümdeki dosyayı bir hışımla kapadım ve yan tarafa koydum. Beni yıllar önce bırakmasına rağmen neden böyle hisseden bendim? Yüz üstü bırakmamış mıydı beni! Bırakmıştı! Ondan hoşlandığımı bile bile hemde. Hem ondan deli gibi nefret ediyordum, hemde ona deliler gibi aşıktım. Aklım bana, aptal olma derken kalbim ise, deli gibi onu istiyordu. Belki de seneler önce bu hisleri yaşamıştım. Yıllar sonra ise bunları yaşamak bünyeme iyi gelmiyordu. Kendimi ergen gibi hissediyordum. 30 yaşımda olmama rağmen.
Ellerimi yüzüme koyup ovalarken kendime gelmeye çalıştım. Derin derin soluklar alırken kalbimin çok hızlı atması beni çileden çıkarmaya yetiyordu. Bu sefer hızla ayağa kalkarak odamda bulunan camı açıp temiz havanın içeri girmesini sağladım.
Böyle olmamalıydı. Elbette Nehir'in gelme ihtimali aklımda dolanıyordu önceden fakat bu kadar erken gelmesine şaşırmıştım. Gittiği yerde bir sıkıntı mı yaşamıştı? Yoksa sevgilisiyle tartışıp, gidecek bir yeri olmadığı için buraya mı gelmişti? Bu ihtimal ile alayla sırıttım. Neden sinirleniyordum ki? Beni yüzüstü bırakan bir insan, neden beni orada düşunüp sevgilisi olmaması için çabalasın ki? Ben onun gözünde, parmak kadar değeri olmayan bir insandım sonuçta. Sevgimle dalga geçilebilecek bir insandım sonuçta. Kendi davranışlarım da beni şaşırtmıştı. Onu görüp yaptığı şeyleri nasıl yüzüne haykırmamıştım?
Bir süre daha camın önünde oyalanırken çalan telefonumla bakışlarımı masama çevirdim. Seri adımlarla masama ilerleyip arayan kişiye bakınca Oğuzhan Komutanımın olduğunu görünce gerilmeden edemedim. Vakit kaybetmeden aramayı cevaplayıp kulağıma götürdüm.
"Poyraz, oğlum." Dedi Oğuzhan Komutanım. Ben ise hızla onu onayladım. "Buyrun komutanım." O sırada arkadan gelen Nehir'in kısık sesi ile yutkunmadan edemedim. "Odamın önüne gelebilir misin?" Ben ise kaşlarımı çattım. Fakat bunu sesime yansıtmadan cevap verdim. "Emredersiniz komutanım." Oğuzhan komutanım telefonu kapatırken ben ise telefonumu cebime koydum. Bu dediğine bir anlam veremesemde fazla kurcalamadım. Tam kapımın önüne gelip çıkmak üzereyken duvarda bulunan aynada kendimi gördüm.
Altı yıl önceki ben, ben değilmişim gibi hissederdim bunca sene. Ama onu gördüğüm an nedense herşey eskisiymiş gibi hissettirdi. Olması gereken gibi. Daha fazla oyalanmadan odamdan çıkarak koridorda yürümeye başladım. Oğuzhan komutanımın beni neden çağırdığı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Ayrıca Nehir'in de yanında olması durumu daha da garip bir hale sokuyordu. Kendimden emin adımlarla komutanımın bulunduğu koridora girince gözlerim ilk önce ona sabitlendi. Beni fark etmemişti çünkü komutanım ile hararetli hararetli bir şeyler konuşuyordu.
Siyah saçları anın etkisiyle hafifçe dalgalanırken ellerini kaldırarak bir yandan ise saçlarını geriye itiyordu. Yanakları hafif bir pembelik kazanırken şu an karşımda bir kadın değil de küçük bir kız çocuğu duruyor gibiydi. O sırada komutanımın hareketlenmesi üzerine Nehir'in de başı bana dönerken ben hızla bakışlarımı komutanıma çevirdim. Onların yanına giderken bu sefer ise Nehir'e bakışlarımı özenle değdirememeye çalışıyordum.
Nehir Güner'in anlatımından ;
Babama, Poyraz ile gitmemin gereksiz olduğunu anlatmaya çalışırken bakışlarını karşıya çevirmesi ile ben de bakışlarımı karşıya çevirdim. Gördüğüm kişi ile söylediğim cümleler bir bir ağzımın içinde yuvarlanırken kalbimin hızlı bir şekilde göğüs kafesimi zorlamaya başlaması işlerimi daha da zorlaştırmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu. Kendinden emin adımlarla yanımıza gelmesini izledim bir süre. Ama dikkatimi çeken tek şey, gözlerini bir kez olsun bana değdirmemesiydi.
Sanki benden kaçıyor gibiydi. Bakışlarımı çekerek babama çevirdim. Eğer benden nefret ediyor veya artık beni görmeye tahammülü yoksa bende elimden geldiğince o halde onunla muhattap olmayacaktım. Poyraz'ın yanımıza gelip durması ile babama kısa bir asker selamı verdi. Babam gerekli komut verdikten sonra ise yeniden eski halini aldı.
"Nehir'i eve kadar eşlik et Poyraz." Dedi babam ciddiyetle. Ne de olsa şu an üst alt ilişkisindeydiler. Babam Ne kadar Poyraz'ı tanısa veya Poyraz ne kadar babamı tanısa bile şu an iş içerisindeydiler. Poyraz tok bir sesle, "Emredersiniz komutanım." Diyerek, hiçbir şekilde sorgulamadı. Sorgulayamazdı da zaten. Ama bu nedense beni geriyordu. Onunla gitmek istemiyordum. Karşımdaki gördüğüm adam eski Poyraz değildi. Belki Ankaraya gitmeden önceki ben olsaydım Poyraz ile gitmek için babama yalanlar uydururdum fakat şu an durumlar çok farklıydı.
Ben düşüncelerimle boğuşurken babamın bana dönmesi ile benimde bakışlarım ona döndü. Ellerini iki yana açmış bana bakarken ben ise gülümseyerek hızla boynuna sarıldım. "Allah'a emanet ol kızım." Dedi saçlarımı okşarken. Ben ise babamın müptelası olduğum kokusunu içime çekmekle meşguldüm. "Sende babacığım." Dedim ve kollarından çıktım. "Ev işini halledince bana haber vermeyi unutma." Dedi eliyle telefon işareti yaparak. Kocaman gülümseyerek başımı salladım olumluca. "Tamam baba." Babamın bakışları benden ayrılınca Poyraz'a çevirdi bu sefer. "Dikkatli sür oğlum. Hadi Allah ısmarladık." Dedi.
Poyraz babamı onaylarken bu sefer gözlerime baktı. Ben onun ne demek istediğini anlayınca son kez arkamı dönüp yürürken babama el salladım. Babam el sallayışıma karşılık başıyla selam vererek en sonunda odasına girdi. Bakışlarımı arka taraftan çekip önüme bakmaya başladım. Poyraz ile yan yana yürüyorduk sessizce. Ne o konuşuyordu ne de ben. Ne o dönüp bana bakıyordu ne de ben zahmet edip konu açıyordum. Sessizce yürürken kısa bir süre sonra binadan çıkmıştık. Dışarıda ki askerler birbirleriyle sohbet ederken bizi fark ettikleri zaman bakışları hızla önce beni daha sonrasında Poyraz da takılı kalıyordu.
Hepsinin gözleri fal taşı gibi açılırken birbirlerinin kulaklarına birşeyler söylemekten ise geri durmuyorlardı. Ben ise hemen arabaya binmek için can atıyordum. Poyraz'a kafamı kaldırıp yandan bir bakış attım tepkisine bakmak adına. Fakat o hiç bunlardan etkilenmiyor gibi yalnızca karşı tarafına bakıyordu. Yüzü ise duvardan bir farkı yoktu herzaman ki gibi. Yanaklarımda hissettiğim sıcaklık ile ellerim anında oraya gitti. Seneler sonra ilk defa böyle bir şey yaşıyordum. Soğuk kanlı olmaya alışıktım fakat böyle bir durumda bir savcı bile etkilenebiliyordu demek ki. Hele bir de yanında deliler gibi aşık olduğu adam varken.
Ona karşı duygularımın azaldığını düşünmüştüm. Yıllar geçmişti sonuçta üzerinden ama galiba bu yalnızca zihnimin bana oynadığı bir oyundu. Onunla yeniden göz göze gelmek karnımın kasılmasına sebep olmuştu. Hareketlerinden anladığım kadarıyla hâlâ bana kırgındı. Elbette yıllar sonra beni görüp bir anda affetmesini beklemek çok aptalca olurdu. Hatta beni gördüğünde bile benden tiksindiğine adım kadar emindim. Bu düşünce yüzümün asılmasına sebep olurken bir arabanın önünde durmamız ile sonunda geldiğimi anlamıştım.
Poyraz cebinden çıkardığı araba anahtarı ile arabasını açıp kendi yerine binmek için ilerledi. Ben de arabayı açması ile sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa binmek için ilerledim. İkimizde aynı anda koltuklarımıza oturunca ben emniyet kemerine uzandım. Emniyet kemerini tutup kilidine sokmak için Poyraz'ın tarafına dönerken bir anda dip dibe olduğumuzu fark edip anında durmuştum. Bakışlarımız kesişince yutkunmadan edemedim. İkimizde demek ki aynı anda emniyet kemerini bağlamamız aklımıza gelmişti. Birbirimize kilitlenmiş gözlerimizin içine bakarken Poyraz hemen boğazını temizleyip, emniyet kemerini takarak önüne döndü ve arabayı çalıştırdı.
Ben ise kıpkırmızı bir şekilde emniyet kemerini bağlayarak derin bir nefes alıp arkama yaslandım. Allah'ım, o neydi öyle? Ellerimle saçlarımı geriye attım. Kalbim, hareketlerime inat o kadar hızlı atıyordu ki Poyraz'ın bunları duyup duymadığından emin değildim. Araba saniyeler sonra hareketlenirken ben ise kendi camımı yarıya kadar açmıştım. Gerçi, Poyraz beni nereye götürmesi gerektiğini biliyor muydu? Dudaklarımı ıslatarak ona döndüm hafifçe. Kaldığım yeri kısık bir sesle söylerken, o ise yalnızca bana yandan bir bakış atıp yeniden önüne dönmüştü.
Ben ise onu umursamayarak yeniden açık camıma çevirmiştim bakışlarımı. Camımın yansımasından yüzü harici bütün vücudu görünürken bir süre onu izledim. Üniformasının kollarını dirseklerine kadar katlamıştı. Bir eli direksiyonda bir diğer eli ise vitesteydi. Ellerinin hiç bu kadar büyük olduğunu fark etmemiştim. Şu an gerçekten çok karizmatik görünüyordu. Nedense gözüme daha da yakışıklı gelmişti. Bir an ne düşündüğümü fark edince hızla başımı salladım. Ben ne düşünüyorum Allah aşkına!
İkimizde konuşmak adına hiç bir şekilde çaba sarf etmezken ortam gerçekten çok gergindi. Açık camım bile şu an bu ortamı yumuşatmaya yetmiyordu. Bu yüzden çekinsem bile bir kez daha Poyraz'a dönerek, "Radyoyu açabilir miyim?" Diye sordum. Gergince beklemeye başlarken Poyraz bana dönmeden konuştu. "Ne istersen onu yap." Dedi umursamazca. Gerçekten, herşeyi aynıydı uyuzluğu dışında. Neydi bu şimdi? Yaşı arttıkça herhalde daha bir huysuzlaşmıştı. Kafamı olumsuzca salladım. Elim radyonun tuşuna giderken basma tuşuna basarak açtım.
Gelecek olan şarkıyı hevesle beklemeye başladım. Duyduğum melodi ve şarkı sözleri ile hafifçe tebessüm ettim.
Bu şarkı bir yalvarış, bitmesin sürsün bu düş. Sen de düşün, sen de konuş. Nereye gider bu aşk? Nereye? Dur gitme! Nereye gider bu aşk? Nereye? Dur gitme! Bırak kadının olayım.
(Şebnem FERAH ~ Bırak kadının olayım.)
Son satıra kadar eşlik ettiğim şarkının son satırı gelince gizlice Poyraz'a baktım. Onunda bana gizlice baktığını görünce hızla kaçırdım bakışlarımı. Neden şu an Şebnem Ferah'ın bu şarkısı çalmak zorundaydı. Umarım Poyraz beni yanlış anlamamıştır. Çünkü şu an onun kadını olmak gibi bir derdim yoktu. Ama gözlerimle ansızın ona bakma istediği doğmuştu. Hızla başımı açık camıma çevirdim temiz hava almak için. Artık eve gitmek istiyordum.
***
Sonunda eve gelmiştim. Poyraz'a burada durması gerektiğini söyleyince o da arabayı evin önünde durdurmuştu. İkimizin arasında kısa bir sessizlik oluşunca bu sessizliği bozan taraf ben olmuştum. "Teşekkür ederim. Seni de yordum." Dedim ona dönerek. Bana bir kere bile bakmaz ve cevap vermezken bende çok üstelemedim. "İyi akşamlar." Dedim son kez. Elim arabanın kulbuna giderken sesini işitince duraksadım. "Neden geldin?" Sorusuyla birlikte kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Anlamadım." Poyraz'ın ise tepkime karşı kaşları havalandı. "Orada mutlu değil miydin de buraya yine döndün? Bazıları sevgini kabul etmedi mi?" Dedi alayla ve kızgınlıkla bana dönerek.
Bu sefer ise benim de kaşlarım anında havalanırken hayal kırıklığıyla baktım yüzüne. Ne saçmalıyordu? Ne için gittiğimi illa ki biliyordu ve şu an söylediği sözlerin benim için ne anlam ifade ettiğinin farkında değil miydi? Bir süre yüzüne baktım Poyraz'ın. O ise alayla sırıttı. "Cevap vermediğine göre söylediklerimde haklıyım anlaşılan." Ellerim anında yumruk olurken bu sefer hayal kırıklığı ile değil, öfkeyle harmanlaşmıştı duygularım.
Karşısında altı sene önceki Nehir yoktu ve hâlâ bunun farkında değildi. Bu sessizliğinin sebebini çok iyi anlamaya başlamıştım. Bana karşı bu kadar nefret beslediğini bilmiyordum. Ama öğrenmiş oldum. Canımı yaktıysa canını yakmaktan geri durmayacaktım. Söylediği sözlerin pişmanlığını yaşatacaktım ona. Bu sefer alayla sırıtan ben olmuştum. "Farkında değilsin değil mi? Şu an karşında hıçkırıklara boğulacağımı zannediyorsun gerçekten altı senenin hakkını vermişim demektir. Emin ol," dedim yüzüne biraz daha yaklaşırken. "Senin sevgindense, bir başkasının sevgisini tercih ederim." Dedim gülümseyen yüzümün yerine ciddi bir ifade alırken. "Ve benim gelip gelmemem seni hiç alakadar etmez Poyraz! Keyfim ve kâhyası istedi ve geldim. Senin içinde geldiğimi düşünme sakın. Çünkü sen benim için altı sene önce de bir hiçken, altı sene sonra da aynısın!"
Yalan söylemiştim. O benim kalbimin sahibiyken şu an belki de kendimi rahatlatmak için söylüyorduk bunları. Ama canım çok yanmıştı. Bunca zaman kimseye yan gözle bakmamıştım ben. Bir tek o vardı benim için. Onun hayaline tutunmuştum ben. Umutlanmıştım. Bu gün anladım ki, her umutlandığımda bir tane tokat yiyordum. Ne zaman hayal kursam boğazıma diziyorlardı...
Bu sefer gülmeyen, üzülen ve sinirlenen kişi tam karşımdaki adamdı. Bana gelip hesap sormaya bir gram hakkı yoktu. Benim neyimdi? Hiçbirşeyim! Benim ondan hoşlandığım doğruydu fakat bu yüzden beni kırmaya ve üzmeye hakkı yoktu. Hiç kimsenin yoktu. Hırsla emniyet kemerimi çözdüm ve araba kapısının kulbunu tuttum. Açmadan önce ise Poyraz'a bakmadan söylediğim tek şey ise, "Değiştiğini düşünmüştüm. Ama bu kadar değiştiğini düşünmemiştim. Hayal kırıklığısın." Hırsla arabanın kapısını açıp içinden çıkarak aynı sertlikle geri kapattım. Bir süre bana gözükmese iyi olurdu çünkü bu sefer kırılacak bir kalbi kalmayana kadar kırardım onu.
*** "Gerçekten öyle mi dedi?" Nermin bir hışımla elinde olan çatalı masaya koydu. "Pislik! Bir tane çakmadın mı suratına?" Eve geleli iki saat olmuştu. Bu konuyu Nermin'e hiç söylememeyi planlıyordum fakat onun evde olması benim için işleri daha da zorlaştırmıştı. Sinirli ve üzgün yüzümü görünce dakika başı ne olduğunu sorunca bende dayanamayıp söylemiştim. Kafamın dağılması için yaptığım soslu makarna eşliğinde anlatmadığım yerleri de anlatmıştım.
"Öyle dedim işte Nermin. Daha ne diye bilirdim ki?" Çatalım ile tabağımda olan yemekle oynarken Nermin'in hırs dolu sesi doldu kulaklarıma. "Hele bir de benim yanımda desin onları. Asker masker dinlemem üzerine atlar yumruğumu basarım suratına." Sinirle ellerini yumruk yaptı. Ben ise fazlasıyla durgundum. O sesi hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu.
"Çok mu sert çıkıştım?" Dedim fısıltıyla. Nermin'in bakışları anında beni bulurken gözleri fal taşı gibi açılmıştı. "He Nehir. Bir de istersen git adamın alnını öpüp suçlu olmadığın halde sen özür dile!" Bakışlarımı Nermin'den çekip yeniden tabağıma çevirmiştim. Haklı olan bendim. Bunu biliyordum ama ne bileyim, yine de keşke yapmasaydı. Belki de şu an bambaşka bir halde olurduk. Kim bilir.
Bakışlarım hâlâ tabaktayken Nermin'in bıkkın sesini işittim. "Of be Nehir! Of be kızım. İlla diyorsun ki kalk şarkı açıp dans edelim. Beni yine yoracaksın değil mi?" Hızla sandalyeden kalkarak yanıma geldi ve kollarımdan tutup beni ayağa kaldırdı. "Nermin gerçekten hiç havamda değilim." Dedim onu kırmamak için. "Ya Nehir," dedi Nermin hemen. "Bir adam için girdiğin hallere bak. Bu sen değilsin! Ne oldu savcı Nehri Güner'e? Kalk ayağıya ve benimle gel!" Dedi net bir şekilde. Ben ise başka yapacak birşey olmadığını anlayarak beni oturma odasına götürmesine izin verdim.
Oturma odasına geçerek Nermin beni televizyonun hemen karşısında ki koltuğa oturttu. "Gözlerini kapat." Dedi sırıtarak. Ben ise ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. "Kapat Nehir!" Dedi tok bir sesle. Ben ise bıkkın bir nefes vererek dediği şeyi yapıp, gözlerimi kapattım. Nermin hızla yanımdan uzaklaştığını hissedince ışıklar bir anda kapandı. Kaşlarım çatılırken bir süre Nermin'den çıt çıkmasa da televizyondan gelen melodi ile gözlerimi açtım.
O anda Nermin elinde bulunan mikrofonu tutarken sırıtarak bana bakmaya başladı. Onu nereden bulmuştu? Mikrofonun ışıkları ile sanki daha da gaza gelirken yüksek bir sesle bağırdı. "Bu şarkı sana gelsin pislik Poyraz. Umarım şu an kulakların çınlamıştır bile!" O anda şarkının patlama kısmı gelmesi ile kahkaha atmadan duramadım.
DENENMİŞİ DENEMEK YOK HİÇ OLMADI KİTABIMDA, OLDURAMAZSIN NASIL BİR DÜŞMEK BU BÖYLE GÖZDEN? SUPERMAN OLSAN TOPLAYAMAZSIN
DENENMİŞİ DENEMEK YOK HİÇ OLMADI KİTABIMDA, OLDURAMAZSIN SENİN KIRIK SANDIĞIN BU KALBİ ÇOKTAN UÇURDUM, DURDURAMAZSIN!
(Hadise ~ Superman)
İkimizde deli gibi evin içinde bağıra bağıra şarkı söylüyorduk. O kadar iyi gelmişti ki. Hiç hevesim yoktu fakat şarkı söyledikçe içimdeki hırsı ve öfkeyi atmaya başlayınca deli gibi kendimi çok iyi hissetmiştim. İşin enteresan kısmı ise şarkının sözlerinin, bugün Poyraz ile yaşadıklarımızla eş değer olmasıydı. Gerçekten çok enteresandı.
Nermin'e bir kez daha şükrettim. Bu kadar iyi bir arkadaşa sahip olmak için ben nasıl bir sevap işlemiştim acaba? Bu yüzden çok mutluydum. Poyrazmış, oymuş, buymuş umrumda değildi şu an. Şu an mutluydum. En yakın arkadaşımla ve babamla. Benim için herşey zaten tastamamdı.
- Herkse merhaba - Umarım bu bölümü beğenmişsinizdir. - Bölümü bir tık daha uzun yapmaya çalıştım. - Sizce Nehir, Poyraz'a çok mu sert çıkıştı? Lütfen yorumlarda belirtin. - Nehir bundan sonra Poyraz'a nasıl davranmalı? - Nermin gibi bir arkadaşınız olsa nasıl hissedersiniz? - Yorum yapmayı ve oy kullanmayı unutmayın - O halde bir daha ki bölümde görüşmek üzeree
♡♡♡
|
0% |