Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@hy.dyr

3.Bölüm: Mucize

 

Huzursuzsuzlukla sabahın erken saatlerinde uyanmıştım. Güneş yeni doğmaya başlamıştı ve kimse uyanmamıştı. Dışarıda kuş sesleri dışında hiçbirşey duyulmuyordu.

 

Kalbimde dünden kalan acı hâlâ tazeydi. Ne kadar olumlu düşünmeye çalışsamda olmuyordu, yapamıyordum. Zihnim bana oyun oynuyordu resmen ve düşüncelerime büyük bir tuzak kuruyordu. Ağlasam geçmiyor, bağırsam, çığlık atsam azalmıyordu bu sancı. Ne yapsam nafileydi bu saatten sonra.

Yatağımda doğruldum. Artık nedense herşeyin bomboş geldiğini hissediyordum. Bol bol dua ediyordum. Bir umut, kabul olur diye. Ama bu gündü. Ablamla ayrılacağını gün bu lanet gündü işte. Ancak bizi kurtarabilecek tek şey, bir mucizeydi benim için.

 

 

Yataktan çıktım ve adımlarımı banyoya yönelttim. Banyonun aynasında kendime baktım. Yanaklarım çökmüştü. Gözlerimin feri kaçmıştı resmen. Yanaklarımın eski pembeliğinden eser kalmamıştı şimdi. Saçlarım stresten dökülmüştü ve o kadar sağlıksız duruyorduki. Kederle aynadaki yansımama baktım bir süre. Sonra ise suyu açtım. Ellerimle soğuk suya dokundum ve ürperdim. Ellerimi avuç yapıp suyu hızla yüzüme vurdum. Az da olsa kendime gelebilmiştim şimdi. Banyo tezgahını yanında duran havlu ile yüzümü durulayıp yeniden odama geçtim.

Ablam hâlâ uyuyordu. Parmak uçlarımda yanına gittim onu uyandırmamak için. Yatağın yanına diz çökünce masum yüzüne baktım. Sanki bir meleğe bakıyor gibiydim şimdi. O kadar tatlı uyuyorduki. Belkide onu sonkez böyle görecektim. Bu düşünce ile ağırca yutkundum. Bunları düşünmek bile kalbime öyle ağrılar saplıyorduki. Elimi kaldırıp ablamın yüzüne düşen tutamları çektim. Bu temasımla birlikte ablam yavaştan gözlerini araladı. Hala uyku mamuru bir sesle.

"Gazel." Gözlerini ovuşturup bana baktı ablam.

Hiçbir şey söylemeden yüzüne bakmaya devam ettim.

"Saat kaç?"

"Ne yapacaksın saati?"

"Ne yapabilirim Gazel Allah aşkına."

"Bilmiyorum abla ama saat daha çok erken. Yatmaya devam et." Fısıltıyla birbirimize konuşmaya devam ederken ablam yatağında doğruldu.

"Hazırlanmam lazım."

"Abla sen ciddi misin?" Ablamın söylediği bu cümlenin şokunu yaşarken ablam umursamazca devam etti.

"Elbette ciddiyim. Akşam geleceklermiş." Yüzünendeki o üzüntüyü görmüştüm. Belli etmemeye çalışıyordu bununda farkındaydım. Hızla kendini toparladı ve hiçbirşey olmamış gibi oda banyoya adımladı. Bende çömeldiğim yerden doğruldum ve ablamın peşine gittim.

 

"Ablaa"

"Nee" yüzünü yıkarken bir yandan nefes almaya çalışıyor diyer yandan ise bana çemkiriyordu.

"Gitmesen olmazmı?" Ablam tam havluyla yüzünü durulayacakken duraksadı. Bende yeni söylediğim cümle ile birlikte ağzımı ellerimle kapattım. Ne söylediğimi yeni idrak ediyordum. Ağzım sanki benden bağımsız bir şekilde hareket edip bu cümleleri kuruyordu. Elim ağzımda tedirgince ablama bakarken o sakince yüzünü havluya sildi ve yüzüme baktı.

"Gitmeliyim." Bu cümle benim için o kadar ağırdıki. Yeniden kabullendim. Yeniden ve yeniden, kendimden nefret ettim. İnsan kendinden hiç bu kadar nefret edermiydi? Ederdi, hemde bal gibi ederdi. Bu seferde ablamı korumayı başaramamıştım. Oda anlamıştı. Ablamda anlamıştı. Artık geri dönüşü yoktu bizim için.

 

Sakince odaya doğru yöneldi ablam bu seferde. Odaya gelince yatağını toplamaya başladı.

"Sende yatağını topla hadi. " Yüzüme bakmadan söylemişti bunları.

"Toplamak istemiyorum." Dedim. Mızmız bir çocuk gibi davrandığımın farkındaydım. Ama istemiyordum. Eğer bu gün bunları yaparsam sanki bende ablamın evliliğini kabullenmiş olacakmışım gibi hissediyordum.

 

Ablam hiçbirşey söylemeden benim yatağımı toplamaya başladı. Toplama işlemini bitirince bu seferde mutfağa ilerledi.

Uzun holden geçerek mutfağa girdi ve ilk işi buzdolabına bakmak oldu. Kendince birşeyler homurdandı. Ne dediğini anlamadım ama ablam elindeki 3-5 domatesle birlikte tezgaha gitti.

 

Onu böyle görmeye dayanamıyordum. Bu kadar çabuk kabullenişini anlayamıyordum. Bunu nedense yediremiyordum kendime.

Elindeki domatesleri yıkarken yanına gittim.

"Bu kadar çabukmu kabullendin herşeyi, Abla?" Artık içimde tutamıyordum. Neden böyle davrandığını duymadan ise susmayacaktım.

 

"Neyi?" Dedi ablam domatesleri soyarken.

"Neyi olabilir abla! Bu evliliği. Bağır çağır ağla sızla. Ama ne olur böyle davranma. Ben anlayamıyorum. Hiçbirşeyi hemde. Neden böyle davranıyorsun. Neden bu evliliği istiyormuş gibi davranıyorsun." Hiddetle ablama bağırıyordum. Evdeki herkesin bizi duyacağınız bilememe rağmen sesimi az bile olsa alçaltmıyordum. Ve sözlerime devam ettim.

 

"Kaçalım bile desen bir saniye bile beklemeden gelirim seninle. Bu yolda senin uğruna bile kendimden vazgeçerim.!"

"Sesini alçalt." Bana bağırmamıştı ama tehditkarca söylemişti bunları. Hâlâ gözlerime bakmıyordu. Sanki artık başımdan gitsede kurtulsam diye bekliyor gibiydi.

 

"Neden umursamıyorsun ABLA! Dedemlerin kuklası olamaya devam mı edeceksin! -"

Hiç beklemediğim anda yanağıma sert bir tokatın inmesi ile olduğum yerde sendeledim. Elimi acıyan yanağımın üzerine koydum. Ablam ilk defa bana vurmuştu. Bana kıyamayan ablam ilk defa bana vurmuştu ve bu gerçek anlamda bir vuruştu.

 

Dengede durabilmek için elimi mutfak tazgahının üzerine koydum. Tezgahı o kadar çok sıkıyordum ki elim artık acımaya başlamıştı ama ben yinede elimi tezgahtar çekmedim. Dolu gözlerle ablama bakıyordum. O gözlerde görmek istediğim az da olsa bir üzüntüydü ama benim o gözlerde gördüğüm tek şey kırgınlık ve öfkeyidi. Ablam elinde olan domatesi hemen tezgaha fırlatır gibi bıraktı ve bana bağırmaya başladı.

 

"Kolaymı sanıyorsun hee! Kolay mı sanıyorsun? Herşeyi seni korumak için yapıyorum ama senin tek yaptığın şey 5 yaşında bir çocuk gibi mızmızlanmak ve aptalca konuşmak, haklısın. Sen hiçbirşeyi anlamıyorsun. Seni korumak için onca şeyi feda ettim. Ama sen hiçbirşeyi görmüyorsun Gazel!."

 

Yanaklarından yaşlar teker teker akmaya başlamıştı. Sinirden mi yoksa acıdan mı eli titriyordu bilmiyorum ama hiç iyi görünmüyordu. Daha fazla ateşi körüklememek için sakince ablamla konuşmaya başladım ama ablam tek kelimesiyle beni susturdu.

 

"Kes sesini ve defol!" Tezgaha fırlattığı domatesi eline aldı ve soymaya devam etti. Yüzüne baktım, gözlerine. Ben yokmuşum gibi davranıyordu. Bende daha fazla konuşmamak için sustum ve arkamı dönerek odama gidecekken ablamın kısık iniltisini duydum.

Sesi duymamla hemen arkamı döndüm ve ablama baktım. Eli kan içindeydi. Neresini kestiğini kan yüzünden göremiyordum. Ablam hızla suyu açarak elini doğrulttu musluğa.

Bende tam yanına gidecekken tekrardan bana bakmadan konuştu.

 

"Birşeyim yok." Öyle demişti ama yüzünü buruşturmuştu. Acıdığını anlamıştım.

Hala olduğum yerde durmaya devam ederken ablam bıkkın bir nefes verdi ve bu sefer yüzünü bana çevirdi.

"Birşeyim yok dedim. Git artık." Aramıza görünmez bir duvarın girdiği elle tutulur bir gerçekti. Onunla böyle olmak istemiyordum. Onu nedense tanıyamıyorum artık. Bana karşı o kadar soğuktu ki.

 

El mecbur bende odama döndüm. Odamın kapısını kapatacağım sırada babannemin sesini işittim.

 

"Ne oli gı ne bu tantana?" Onun sesini duyunca midemin bulanmasına engel olamamıştım. Bende hiçbirşey olmamış gibi yatağıma gittim ve yorganımın içine girdim. Nedense bir dürtü beni ağlamamam için zorluyordu. Ama ben artık çok kötü bir durumdayım. Elim istemsiz olarak yanağımı buldu. Ablamın vurduğu yanağıma. Üzüntüyle gözlerimi kapatınca onun görüntüsünü gördüm gözlerimde. Ve yaşlar teker teker yanaklarıma hücum etti. Yorganı kafama kadar çektim ve yatakta cenin pozisyonu alarak hıçkırıklarımı zar zor tuttum.

 

Artık ağlamaktan mı yoksa yorgunluktan mı bilmiyorum ama gözlerim hemen kapanmaya başlamıştı. Bende çok zorlamadan kendimi uykunun kollarına teslim ettim.

 

 

***

 

Birinin beni sarsması ile gözlerimi araladım. Ablam bana bakıyordu.

"Abla?" Ben uyanınca ablam arkasını dönüp dolaba ilerledi.

"Hazırlanmaya başlamamız lazım saat 5 oldu. 7 de gelecekler.

Kalbim yeniden korkuyla ve kederle çarpmaya başlamıştı. Gözlerim dolmasına engel olamamıştım fakat hemen kendimi toparlayıp yataktan çıktım. Ablama birkaçkez seslenmeme rağmen arkasını dönüp bir kez bile bana bakmamıştı. Onun dikkatini çekmek için yaptığım şeyler bile umrunda olmamıştı. Kalbim sıkışıyordu. Ablamla ilk defa böyle şeyler yaşıyordum. Ablamla böyle ayrılmak istemiyordum. Önümdeki bu kalın ve görünmez duvarı kırmak için elimden ne geliyorsa yapacaktım. Ablamın arkasından yavaşça yaklaştım ve kollarımı ince beline sardım.

 

"Abla, ablam." Sesimin titremesine engel olamamıştım. Ağladığımı anlamaması için kafamı boynuna bastırdım.

"Affet beni ne olur. Biliyorum yaptığım yanlıştı. Çok çocukça da davrandığımında farkındayım. Lütfen bu aptal kardeşini affet olur mu." Sesim boğuk boğuk çıkmıştı.

"Ben sadece, çok üzüldüm. Seni böyle görmek kalbimi o kadar acıtıyor ki. Hani bana mutfakta dedin ya, kolay değil ablam biliyorum, hemde hiç kolay değil. Beni korumak için onca şeyide feda ettiğini biliyorum ve hepsini görüyorum ablam. Bu evliliğide beni korumak için yaptığınıda biliyorum ablam."

Ağzımdan kısa bir hıçkırık kaçtı.

"N-Ne olur böyle küs kalmayalım abla, hı ne olur. Ayrılacaksak bile nolur bu şekilde ayrılmayalım. B-ben çok, özür dilerim."

Daha fazla hıçkırıklarımı tutamadım. Artık içimde ne varsa dökmeye başladım. O kadar şiddetli ağlıyordum ki ablam bile bu şiddetten etkileniyordu.

"Sen bana vurunca benim kalbim çok acıdı Ablaa!" Bir çocuk gibi olur olmadık şeyleri bile dışarı atıyordum artık.

Ablam vücudunu bana döndürünce ellerini yanaklarıma koydu ve göz yaşlarımı sildi baş parmağıyla. Ardından bana o kadar sıkı sarıldı ki nefes alamadığım için ağlayamdımda.

"Özür dilerim." Dedi. Sesi kadifemsi ve narin çıkmıştı. Ben sakinleşmek yerine dahada ağlıyordum kolları arasında.

Ben ağladıkça ablam daha da sıkı sarılıyordu bana.

 

Dakikalar sonra sakinleşmeyi başarmıştım. Ablamın kollarının arasından çıktım ve suçlu gözlerle ona bakmaya başladım.

O ise bana yeniden huzur saçan tebessümünü bahşetti.

"Sorun yok dedim Gazel, yeter artık böyle durma." Ablama tekrar sarıldım. O ise saçlarımı öptü ve okşamaya başladı.

İçimden keşke hep ablamın kolları arasında olabilsem diye geçirdim.

"Tamam, özür dilerim." Ablam bana yeniden tebessüm etti.

Biz birbirimizle kendi aramızda konuşmaya devam ederken kapı açıldı ve içeriye Gülden, teyzem ve babaannem girdi. Teyzemin elinde gelinliği görmeme ağırca yutkundum.

 

Hayatımda neredeyse ilk defa gelinlik görmüştüm. Çok hoştu. Uzun kollu. Gelinliğin tamamını kaplayan parıltılı taşlar ve kabarık eteği vardı. Çok belli olmayan zarif detaylarıda göze hitap ediyordu. Ben bunları düşünürken babaannem konuştu.

"Buni Fikret ağa getirdi. Çok pahalidir bu haa, ona göre. Şimdi hemencecik üzerini değiş de gel, de hayde." Teyzem gelinliği ablamın eline verdi.

 

"Üzerini değiş sonra yanımıza gel saçını makyajını halledelim. Adamın karşısına paçur çıkma sonra." Ablam sadece kafasını sallamakla yetindi. Ve ardından üçü birden odadan çıktı.

Ablam elinde duran gelinliğe baktı.

"Çok hoş değil mi?"dedi. Gelinliği kendi üzerine tuttu ve kendi etrafında döndü. Bana baktı. Gözleri dolu doluydu.

"Keşke böyle olmasaydı."

"Abla..." hiçbirşey diyemedim. İçimden o kadar çok şey söylemek geliyordu ki ama sustum. Söylemek istediğim şeylerin hepsini yuttum. Bu saatten sonra ne söylersem söyleyeyim sadece ablamı üzecekti.

"N- neyse ben üzerimi değiştireyim." Fısıltıyla bu cümleleri söyledi ve gelinliği yatağın üzerine koyarak üstünü çıkarmaya başladı.

"Bende gideyim bakıyım ne yapıyorlarmış." Hızla odadan dışarı çıktım. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Kafamı yukarı kaldırdım bende.

"Hayır hayır, geri git geri git." Sıkıntılı bir şekilde iç çektim ve oturma odasına doğru gittim. Herkesde bir acelecilik vardı. Biri odayı topluyor diğeri mutfakta yemek yapıyordu. Karnım kasılmaya başlamıştı.

Adımlarımı tuvalete yönlendirdim. Tuvalete girince kapıyı arkamdan kapattım ve banyo tezgahının önünde durdum.

Aynadaki yansımama baktım. Başka bir yolu olmalıydı. Ben o hasan denilen herifi görmüştüm. Ablam ve bana, biz küçük yaştayken nasıl baktığını görmüştüm. O herif öyleyse, onun çocukları nasıldır kim bilir. Ablamı o herifin çocuğunun eline bırakmak istemiyordum.

 

Tuvalette dakikalar geçirdim. Bir yol düşünmeye başladım fakat düşündüğüm her yol tek bir çıkışa çıkıyordu. Kafamı olumsuzca salladım. Bunu yapamazdım, çok riskliydi. Tekrardan birşeyler düşünmeye devam ederken, tuvalette çok zaman geçirdiğimi fark ettim. Ablam kesin şimdi hazırdır. Kendimi toplayıp banyodan çıktım ve odamıza ilerledim. Kapıyı birkaç kez tıklatıp içeriye girdim.

 

Arkası bana dönük bir şekilde yatağında oturur bir vaziyetteydi. Odanın içine girip seslenince sadece kafasını çevirmekle yetindi. Gözlerindeki o yaşlar yerli yerinde duruyordu. Yavaşça ayağı kalktı. Nutkum tutulmuştu. O kadar güzel olmuştuki.

Saçlarının bir kısmı tepeden toplanıp aşağları ise lüle lüleydi. Kafasının üzerinde elbisesine kadar uzanan bir duvak vardı.

 

Makyajı ise yüzüne tam oturmuştu. Gelinlikle herşey bir uyum içerisindeydi. Yavaşça ablama yaklaştım ve elini avucumun içerisine aldım. Hiçbirşey diyemedim. Sadece sarıldım. Derdimi anlatmanın tek yoluydu benim için. Sımsıkı sarıldım ablama. Kokusunu derince çektim içime. Burnum sızlamaya ve gözlerim yanmaya başlamıştı. Ablamın narin sesini duyunca dahada sıkı sarıldım.

 

"Keşke gitmesem."

"Abla..." Ablam suçlulukla baktı gözlerimin içine.

"Özür dilerim. Böyle konuşmamalıydım." Ellerini avuçlarımdan aldı ve arkasını döndü. Artık onu böyle görmeye dayanamıyordum. Kafamdaki düşünceleri söylemek ve söylememek arasında gidip geldim. Ya kabul etmezse, o zaman ne yapacağım. Uzun bir süre tereddüte kalınca sonunda karar verdim. Söyleyecektim ablama. Hemde herşeyi.

 

"Abla..."

Ablam sesimi duyunca burnunu çekerek bana döndü.

"Hımm"

"Ben sana birşey diyeceğim." O anda dışarıdan büyük bir şimşeğin sesi duyuldu. Kafamı cama çevirdim korkuyla.

"Şışt korkma, birşey yok Gazel." Dedi ablam ve 2 adımda yanıma ulaştı. Dışarıda felaket vardı sanki. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Ablam beni kolları arasına alarak sakinleştirmeye çalıştı.

"Çok yağıyor abla." Ablamda başını cama çevirdi. Gökyüzü bizim için ağlıyordu sanki. Bizim dökemediğimiz göz yaşlarını gökyüzü devralmış gibi. Başımı ablamın göğsünden çekip ona baktım.

"Sakinleştin mi?" Dedi ablam. Kafamı salladım.

"Sen bana ne diyecektin?"

"Benim bir fikrim var abla." Derince nefes aldım.

"Neymiş bu fikir?"

Kararsızlıklar ablama baktım. Söylemeliyim.

"Annem bize, 'bazen bazı şeylerde cesur olmalısınız' derdi hatırladın mı?" Ablam anlamaz gözlerle bana baktı.

"Evet"

"Benim aklımda bir fikir var, biraz riskl-"

"Sakın Gazel, aklından bile geçirme." Dedi ablam bir çırpıda.

"Ama abla!"

"Hayır Gazel. Bunu sakın ama sakın aklının ucundan bile geçirme."

"Ama ne diyeceğimi bile bilmiyorsun."

"Gazel, hayır!" Son kelimeyi bastırarak söylemişti. Tekrar birşey söylemek için ağzını aralayacağı sırada kapı açıldı.

İlk başta odamıza dedem, ardından Hasan denen herif ve oğlu Fikret girdi. Anlamaz gözlerle onlara bakarken diğer yandan ise ablama yaklaştım ve vücudumu tamamen onlara döndüm. Hepsinin üzerinde takım elbise vardı. Hepsi bu gün için özenle hazırlanmıştı.

 

"Oo hanım kızımizda buradaymiş." Hasan denen herif ablamı boydan boya süzdü. Ne ara geldiklerini bile anlayamazken Fikret bizim olduğumuz tarafa doğru yaklaşmaya başladı.

"Benim oğlanla sizin kız bi gonuşsun olur mi Şeref bey? Hem biz dünir olacağız öyle değil." Dedi Hasan. Dedem Hasanın bu dediğine kahkaha atarken sorusunu yanıtladı.

"He he, öyledir. Konuşsun kaynasın gençler ele değil." Ardından bana bakarak gözleriyle gergince işaret verdi. Ablamı bırakıp gitmek istemiyordum. Bu herifle başbaşa kalma fikri bile beni fazlasıyla geriyor ve sinirlendiriyordu. Dedem yerimden kıpırdamadığımı görünce bu sefer sakin ve yumuşak çıkarmaya çalıştığı ses tonuyla konuştu.

"Haydi Gazel kızım, ablanlar bi başbaşa kalsın hee, de hayde beni sinirlendirme." O sırada ablam beni kolumdan çaktırmadan dürttü. Dürttüğü için kafamı ona doğru çevirdim hafifçe. Gözlerinden net şekilde ne dediğini açıkça okuyabilmiştim. Gözleriyle bir kapıya birde dedemi işaret ediyordu. Kafamı anladım dercesine salladım ama yerimden yinede kıpırdamıyordum. Hasan dedeme şüphelice bakınca dedem hemen bana doğru sert ve seri adımlarla gelmeye başlayınca ablam 'git' diye fısıldadı. Haklıydı, burada daha fazla kalırsam iyi şeyler olmayacaktı. Ablama 'dikkatli ol' diye fısıldadım. Oda kafası ile beni onaylayınca dedemin yanına, kapıya adımladım. İkimiz birlikte odadan çıktık. Ardından Hasan da odadan çıktı.

Ben bir dedeme birde Hasana bakarken Hasan ile gözgöze gelince dondum kaldım. Gözlerimi kaçırmadım. Hatta başımı ve omuzlarımı dik tutup ona daha net baktım. O ise sadece, sırıttı. Sırıtışı alaylı yada kinli değildi. Çözememiştim ne olduğunu. Ama yinede bakmaya devam ettim. Onun sırıtış büyürken yanıma adımladı. Dibime kadar girince başımı geriye atıp bakmak zorunda kalmıştım. Bundan rahatsız olduğumdan dolayı bir adım geri gideceğim sırada fısıldadı ve kolumu tuttu.

"Sakın"

Korkuyla yutkundum. Gitmemi engellediği için kaçacak bir yerimde yoktu. Kolumu ondan kurtarmaya çalışsamda olmuyordu. Canımı yakmıyordu ama gitmemem içinde sıkı tutuyordu. Belirsizlik içinde ona bakmaya devam ettim. İçimdeki bir dürtü gözlerimi kaçırmama sebep olurken ben kendimi zorladım ve onun gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Hiç birşey söylemiyor fakat bana bakmaya devam ediyordu. Sinirle kaşlarımı çattım. Ağzımı söze girmek için araladığım sırada benden önce davrandı ve ilk o söze girdi.

"Bu bakışlar... Çok tanıdık biliyormusun." Adeta bir yılan gibi kulağıma tıslamıştı.

"Ne?" Kafamı olabildiğince geri çektim. Ne dediğini hiç bilmiyordum. Bakışlarımda ne vardı? Kime benzetmişti bu bakışlarımı?

"Hele hele, doğri doğri. Şimdik hatırladim. Gomutan..." eli yanağıma değince ürperdim ve seğirdim. Diğer elimle elini sertçe geri ittim.

"Dokunma bana!" Dedim. Yeniden yüzündeki o sırıtış gözler önüne serdi. Gözlerini kısıp bana öyle bakmaya devam etti. Sanki birşeyi biliyor gibiydi. Söylediği cümlelerden hiçbirşey çıkaramamıştım. Bir anlığına gözlerim dedemle buluştu. Gergince bize bakıyordu. Ve hiçbirşey yapmadan öylece bekliyordu. Hasan denen herif bu sefer bana dahada yaklaşarak eliyle çenemi kavradı.

"Dikkat et, bu bakışlar seni öldürmesin tamam?" Ve sertçe kolumu ve çenemi bıraktı. Az kalsın yere düşüyorum fakat son anda dengemi kurabilmiştim.

"Şeref efendi, bu güzel kızımız için hiç elbise yoğmudur? Masraftan kacınmayami çalişirsiz?" Dedi Hasan. Dedem hızla Hasanın yanına gelerek hızlı hızlı kendini açıklamaya çalıştı.

"Öyle şey olurmi hiç Hasan efendi. Herşey hazir ve nazir, endişe etmeyin siz hiç." Ve dedem Güldene bağırdı. Sahi onları neredeyse bütün gün boyunca hiç görmemişti. Gülden koşar adım yanımıza geldi.

"Buyur dedecim, bir isteğin mi vardı acep? " Güldenin üzerinde sarı renk, ayaklarına kadar uzanan bir elbise giymişti. Makyajı o kadar abartılıydı ki, yüzündeki ve vücudundaki ton farkı çok belliydi.

"Gazelin elbisesi nerede?" Gülden anlamaz gözlerle dedeme baktı.

"Af buyur dedecim?" Dedem öyle bir Güldene baktı ki. Güldende dedemin bakışını anladı ve titreyerek konuşmaya başladı.

"H-haa dedecim, o elbise. Bizim odada o elbise vereyim de giyinsin Gazel.

"Hızli olun, vakit yok." Gülden dedemi onayladı ve beni kolumdan tutup odalarına götürmeye başladı. İkimizde odaya girince Gülden hemen söylenmeye başladı.

"Ne elbisesi be. Sana ben şimdi nereden elbise bulacağım Allah aşkına." Hemen dolaba ilerledi ve dolabı karıştırmaya başladı.

"Sen şimdi bizim elbiselerimizi giymek zorunda kalacaksın. Hepsini pis kokutacaksın. Sakın havalara girme." Elinde bir elbiseyle bana döndü.

"Sen hiçbirşeyi hak etmiyorsun." Ve elbiseyi suratıma doğru fırlattı. Kapıya ilerledi ve çıkmadan önce söyledi.

"Hızlı giyin, şimdi seninle uğraşamam." kapıyı gürültüyle arkasından kapattı.

 

Yere düşen elbiseyi elime aldım ve baktım. Fazlasıyla sade beyaz bir elbiseydi. Hafif kabarıktı. Güzel bir elbiseydi. Ne fark ederki sonuçta hiçbirini hak etmiyordum. Vakit kaybetmeden elbiseyi üzerime giydim. Biraz bol olmuştu bana. Neyse zaten çok uzun sürmeyecekti bu iş. Saçlarımı elimle taradım ve artık gitmek için hazırdım. Odadan çıktım. Holde ilerlerken bizim odadan Fikretin çıktığını gördüm. Onu görünce bir süre döndüm kaldım. Eliyle dudağını siliyordu. Dudağına dikkatli bakınca, kenarında ruj iznin olduğunu fark ettim. Ne, dudağında neden ruj izi vardı bu adamın. Titreye titreye ablamın yanına gitti. Odanın kapısını açınca gördüğüm manzara yüzünden kendimi ağlamamak için zor tuttum. Ablam yerdeydi. Ağlıyordu. Yanağında tokat izi vardı. Ve deli gibi dudağını silimeye çalışıyordu. Hemen ablamın

yanına gittim koşarak.

"Ablaa!" Dedim. Yanına geldim ve çömeldim.

"N-Ne oldu abla? Hadi söyle bana." Ablamı kendime yasladım ve çenemi başın yasladım. O kadar kötü bir haldeydi ki. Darmadağın olmuştu.

"Söyle bana abla! O adam sana ne yaptı?" Artık sabrımın son demlerindeydim. Eğer düşündüğüm şeyler yaşanmış ise artık beni kimse durduramazdı.

"Gazel b-ben çok hı, korktum." Dedi hıçkırıkları arasından. "O adam, hı b-bana..." Ablam sözlerini tamalayamdan dışarıdan büyük bir şimşek koptu.

 

DALYA AYBAR'IN ANLATIMINDAN

 

Gazel ve diğerleri odadan çıkınca Fikretle yanlız kaldım. Ben, ne diyeceğimi bilmediğim için, çekinerek geri adım attım. O ise benim aksime bir adım attı. Korkuyla yutkunarak etrafıma bakmaya başladım. O kadar çok korkuyordum ki. Ama bence birşey yapamazdı bana. Hem daha yeni tanışmıştık. Ben bir adım daha geri çekilince bu sefer Fikretin sesini duydum.

"Nereye gidiyorsun, güzel karıcığım." Duyduğum hitapla olduğum yere çivilendim. Hayır hayır. Endişelenme Dalya sorun yok. Öyle birşey yok, öyle birşey yok. İstemsiz olarak zihnimin en ücra köşelerindeki en kötü anılarım canlanmaya başlamıştı. Annemle babamın olduğu anılar...

Nefesim daralmaya başlamıştı. Kalbim sanki göğüs kafesimden çıkacak gibi atıyordu. Elimi kalbimin üzerine koydum sakinleşmek adına. Neden benimle yalnız kalmak istemişti bu adam? Ondan o kadar çok korkuyordum ki. Eminim başka bir zaman olsa, asla böyle birşey hissetmem ama şu anki durum benim için bambaşkaydı. Ben bunları düşünürken Fikret elini cebine atarken bana doğru rahat adımlarla gelmeye başladı. O yaklaştıkça nefesim daralmaya ve heryerimin titremesine sebep oluyordu. Ben korkudan olduğum yere çivilenmişken Fikret beni çenemde yakaladığı gibi elini belime atarak beni kendine çekti. Gözlerimin dolmasına engel olamadım.

"Korkmasana sen, bi rahat ol, bu kadar endişe iyi değil güzel karıcığım." Fikretten olabildiğince geri çekilebilmek adına kollarında çırpındım fakat nafileydi. Tutuşu sıklaştı ve can yakıcı olmaya başladı.

"Dokunma bana!" Dedim dişlerimin arasından. O ise burunlarımızın değeceği mesafeye gelip sinirle konuşmaya başladı.

"Müstakbel kocanala ne hakla böyle konuşursun sen!" Gözlerimden yaşlar akarken devam etti.

"Ağlama güzelim benim. Bak sonra makyajın bozulacak." Bir anda ruh değişimi beni şaşırtırken, Fikretin hasta olduğunu düşünmeye başlamıştım. Hastaydı bu adam, sevgiside kendisi gibi hastaydı resmen.

"Canımı yakıyorsun."

"Böyle davranmaya devam edersen canın çok yanar bundan sonra."

"Ne saçmalıyorsun sen!" Dedim bağırarak. Onun gözlerine bakınca tek gördüğüm nefretti. Ben gerçekten böyle bir adamlamı evlenmek zorundaydım. O anda gözlerimin önüne Gazelin yüzü geldi. Gülüşü, kokusu, gözleri. Bunu onun için yapıyordum. Herşeyi onun için yapıyordum. Bu işi daha fazla uzamaması için alttan almaya çalıştım.

"B-ben özür dilerim. Bunları söylemek ist-" ve bir anda yanağımda keskin bir acı hissettim. Tanıdık bir acı. Sendeledim ve yere düştüm. Tokat atmıştı bana. Elimi yanağıma götürdüm. Hala tokatın etkisindeyken, yanıma çömeldi.

"Sana söylemiştim. Böyle devam edersen canın daha çoook acıyacak." Sırıtarak yüzüme baktı. Sinirden gözlerimdeki yaşlar bir bir aktı. Derin derin soluklar alıp veriyordum. Ağzımdan yanlış kelimelerin çıkmaması için dudağımı ısırdım.

Fikretin gözleri bir anlığına dudaklarımda oyalandı ve bu sefer sinsice sırıttı. Nereye baktığını anlayınca dudaklarımı birbirine bastırdım.

Gözlerimi kaçırarak devam ettim.

"Neden bunları yapıyorsun."

Ve tekrar gözlerine baktım. Hiçbir duygu yoktu. Gözleri bomboştu. Bana acımıyordu yada üzülmüyordu. Ama sırıttı. Bana dahada yaklaştı ve fısıldadı.

"Çünkü dedenin bana ihtiyacı var, amcanın bana ihtiyacı var. Ailenin hepsinin bana ve babama ihtiyacı var. Amcanın ne boklar yediğini biliyorum. Seni satın aldıysam ona göre davranacaksın." Gözlerim şaşkınlıkla, korkuyla ve öfkeyle büyürken, tek eliyle yanaklarımı tuttu ve yüzüne yaklaştırdı.

"Şimdi olduğu gibi." Ve beni öptü. Ellerim havada kalmıştı. Ne yapmam gerek. Nasıl davranmam gerek hiçbirşeyi bilmiyorum. Bunlar bana o kadar yabancıydı ki. Ama direndim. Kafamı geriye çekmeye çalıştım. Fakat bu sefer duvağımla birlikte saçlarımın toplu olan kısmını tutup çekti. Dudaklarımımdan kısa bir inilti çıktı fakat o bunu umursamadı. Bir elimle saçımda olan elini tutuyor diğer yandan ise ona vuruyordum. Nefesim kesilmeye başlamıştı. En son göğsüne sertçe vurunca beni bırakmak zorunda kalmıştı. Açgözlülükle nefes almaya başladım. Kısa bir süre sonra nefesim normale dönünce hiddetle ona baktım. O ise vurduğum yeri tutuyordu. Gözlerinden alev çıkmak üzereydi. Yalpalayarak ayağa kalktı. Ve dişlerinin arasından konuştu.

"Hiçbirşey burada bitmedi. Bunun sonrasıda var Dalya unutma." Dedi. Ve ardından odadan çıktı. Ağzıma tuzlu bir tat gelince ağladığımı idrak ettim. Elimi dudaklarıma götürdüm. Öğürmemi zor bastırmıştım. Elimle dudağımı, kanatırcasına siliyordum. Kalbimin ağrısı çok fazlaydı ve ben bu adamla evlenmek istemiyordum.

 

GAZEL AYBAR'IN ANLATIMINDAN

 

Artık sabrım taşmıştı. Taşalı çok olmuştu gerçi fakat ben yinede sabırlı oldumuştum bu zamana kadar. Ama artık yetti.

Ablamın anlattıklarını dinleyince küplere bitmiştir. Ablam böyle bir herifle evleneceğini hiç evlenmesin daha iyiydi elbette. Artık planımı uygulama vakti gelmişti. Ablam az önce yaşananları anlatınca sakinleşmışti azda olsa. Bende bundan destek alarak planımı hızlı hızlı anlatmıştım. Kaçacaktık... Ablam ne kadar itiraz etsede en sonunda kabul etmişti fikrimi. Tabi kabul etmesinin nedeni bu Fikret denen herifin payı büyüktü. Bu planı kafamda kurmuştum çoktan. Planımı uygulamamın tek yolu ablamın onaylamasıydı, ve buda oldu. Eğer herhangi bir aksilik çıkmazsa, sağ salim kaçacaktık bu cehennemden.

"Gazel diyelim ki kaçtık, o zaman nerede kalacağız sokaktamı yatacağız." Ablamın ellerini tuttum ve sıktım, endişelenmemesi için.

"Abla sen hiç endişelenme tamam mı, ben herşeyi ölçtüm biçtim. Herşey benim kafamda hazır ben sadece sana ne yapacağını söyleyeceğim tamam mı?" Sadece kafa sallamakla yetindi.

"Ya yaptığın plan işe yaramazsa? O zaman ne olacak, Gazel ikimizide öldürürler."

Kararlılıkla ablamın gözlerine baktım.

"O halde sadece sen kaçıp kendini kurtarırsın." Dedim. Ablam dolu gözlerle bana baktı. Ve tebessüm etti. Ardından bana sarıldı. Titriyordu. Korkudan mı bilmiyorum ama bende ablama sıkıca sarıldım. Bütün kötü düşüncelerini ezmek ister gibi. Ablamla birbirimizden ayrılınca, elimi tuttu.

"Bol bol dua edeceğim tamam mı? Ben inanıyorum başaracağız Gazel."

"Bende öyle." Ablamın elinden tutup kaldırdım.

"Abla, yapacaklarını sana anlatacağım." Ablam beni onaylayınca başladım anlatmaya.

Anlatma işlemini bitirince bu sefer ablam konuştu.

"Anladım, sonra kaçacağız."

"Aynen." Dedim. Bütün planımı ve ablamın yapacaklarını yaklaşık 5 dakikada anlatmıştım ve ablam pür dikkat beni dinlemişti.

"Hazırmısın abla."

"Evet." İkimizde birbirimizden emin bir şekilde odanın kapısına doğru adımladık.

"Hiçbirşeyi unutmadın değil mi abla. Eğer senden şüphelenirlerse ne yapacağını biliyorsun."

"Evet Gazel herşeyi biliyorum. Böyle söyleyerek beni germe ne olur."

"Tamam." Derin bir soluk aldıktan sonra kapıyı sessizce açtım. Önden ablamın çıkmasını bekledim ve daha sonrada ben çıktım. Dışarıda yağmur yağdığı için yüzük işini evde halledeceklerdi. Geri kalan işleri ise Hasanın evinde yapacaklardı. Bu yüzden çok hızlı olmalıydık. Herkesin bulunduğu odaya gizlice gittim. Hiçbir şekilde bir sorun yoktu. Herkes koyu bir muhabbete dalmıştı. Fikret hiçbirşey yaşanmamış gibi dedemlerle konuşuyordu. Ah seni bir köşeye sıkıştırsamda gebertsem keşke. Ablama onayı verdiğimde ablam duvağını çıkardı ve hazırladığımız çantanın içine koyup sırtına geçirdi. El hareketleriyle dedemlerin yatak odasını işaret etti. Bende elimle ona onay verdim. Ablam sessiz fakat seri adımlarla dedemlerin yatak odasına gitti. Bende tam gidecekken karşıdan damat tarafının bir yakınını görmem ile hemen kolunun arkasına saklandım. Biraz ses çıkardığım için bir müddet olduğu yerde etrafına baktı. Şüphelendiği çok belliydi. Sesin geldiği yöne doğru gelirken oturma odasından o çağrılınca, benim olduğum tarafa gelmekten vazgeçti. 1-2 saniye daha bakıp yönünü oturma odasına çevirdi. Derin bir soluk verdim. Kalbim deli gibi atıyordu. Biz bu işten sağ çıkarsak bizi daha hiç kimse tutamazdı orası kesin. Bende hemen dedemlerin odasına gittim. Kapıyı sessizce açtım. Işıklar kapalıydı. Ablam camın önüne gelmiş camı açmaya çalışıyordu. Arkamdan kapıyı kapattım ve ablamın yanına gittim koşarak.

"Ne oldu?" Dedim fısıltıyla.

"Kilitli." Dedi oda fısıltıyla.

"Ne demek kilitli!" Bu seferde camı ben açmaya çalıştım. Fakat gerçekten kilitliydi.

"Kilitli olduğunu bilmiyormuydun?"

"Bilsem şuan burda mı olurduk sence abla!" Fısır fısır odanın içinde tartışıyorduk. Dedemlerin gelmesinden o kadar çok korkuyordum ki.

"Bak Gazel, kulbunda kilit var. Anahtar kesin buradadır."

"Eminmisin?" Ablam sözümü dinlemeden dedemlerin çekmecelerini karıştırmaya başladı.

"Evet." Dedi.

İkimizde çekmeceleri karıştırırken çekmecenin en ucunda bir parlaklık gördüm. Elimi ona uzatarak, zar zor o şeyi aldım. Anahtar. Anahtarı almıştım.

"Abla buldum buldum."

"Sessiz ol Gazel." Elimi sevinçten ağzıma götürdüm gülmemek için.

"Gazel kesin yokluğunuzu fark ettiler."

"Yok öyle birşey abla, saçmalama." Hızla elimde anahtarla cama adımladım. Anahtarı dikkatlice kilidin içine sokunca 'klik' diye bir ses duyuldu. Cam açılmıştı. Ablamla sevinçle birbirimize baktık. Soğuk rüzgar hemen tenimize işlemişti. Ablamın sırtındaki sırt çantasından hırkaları çıkardık.

"Sen bunları ne ara koydun çantaya."

"Dün."

"Dünmü? Ama ben istememiştim."

"Ne olur ne olmaz diye." Tebessüm ettim ablama. Oda bana aynı şekilde karşılık verdi.

"Önce sen abla, hadi." Ablam tereddüt etmeden camdan geçmeye çalıştı. Fakat gelinliği onu çok zorluyordu.

"Bekle." Gelinliğin eteklerinden tuttum. Bu sefer ablam rahatlıkla camdan geçti. Ve dışarı çıktı. Sıra bendeydi. Etrafıma baktım. Birşey unuttukmu diye. O sırada yatağın üzerinde telefon gördüm. Dedemin telefonuydu. Tereddüt ettim. Alsamıydım acaba. Ama fark edebilirdi. Ama acil birşey olduğunuda polisi arayabilirdim. Sonunda telefonu almaya karar verdim. Titreyen ellerimle telefonu aldım. Cama doğru geçtim. Telefonu hırkamın cebine koydum. Dışarıda o kadar çok yağmur yağıyordu ki. Telefon ıslanıp bozulabilirdi.

"Hadi." Ablamın telaşlı sesini duyunca, vakit kaybetmeden bende camdan geçeceğim sırada dedemin sesini işittim.

"Kızlarıda bir çağırın da, hadi vakit az." Kalbimin durduğunu hissetmiştim sanki. Bizim olmadığımızı görünce kesinlikle anlayacaklardı. Camdan acele bir şekilde geçtim. Ablamı kolundan tuttuğum gibi koşmaya başladık. Dışarısı çok soğuktu. Hem korkudan hemde soğuktan titrediğim için koşmam zorlaşıyordu. Ablamla birlikte boş sokaklardan koşarak geçiyorduk. Ben bir yandan arkama bakıyorum geliyorlar mı diye diğer yandan ise önüme bakıyorum karşımdan çıkacaklar mı diye. Yağmur yüzünden görmem zorlaşsada hiç durmuyordum. Bir sağa bir sola... Hayatımda neredeyse ilk defa bu sokaktan geçiyordum. Nereye gitmem gerektiğinide bilmiyordum ki. Şu anda kesin öğrenmişlerdir. Yokluğumuzu fark etmişlerdir. Ayağımda olan terlikten biri çıktı yanlışlıkla ayağımdan. Bu yüzden yavaşlatmak zorunda kalmıştım ama ablam kolumdan çekiştirip bağırdı.

"Bırak şimdi terliği Gazel, hadi."

"T-tamam." Ablamla yeniden koşmaya devam ettim. Tek terlikle koşmak canımı çok yakıyordu. Ayağım yerde olan taşlara deydikçe bağırmamak için kendimi zor tutuyordum.

Tenha sokaklardan geçtikçe artık izimizi kaybettiklerini düşünüyordum.

"Abla galiba bizi kaybetti-" silah sesiyle sözlerim yarıda kesildi. Ve ardından şiddetli bir bağırış duydum.

"GAZEL! DALYA!" Bu dedemin sesiydi. İzimizi kaybettirdiğimi sanmıştım. Havaya 3 el ateş edilince bu sefer daha hızlı koşmaya başladık. Nefes nefese bir oradan bir buradan geçiyorduk fakat nafileydi. Sesleri dahada yakınlaşıyordu.

Korkarak arkamı döndüm, bir süliet vardı arada. Gözlerimi kısarak baktım o kişiye. Sonra gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Dedem koşarak bize geliyordu. Ve arkasında başka adamlarda vardı.

"Abla hızlan." Kafamı ablama doğru çevirdim. Yüzü bembeyaz olmuş, zar zor koşuyordu. Koşarken ise eliyle kalbinin olduğu tarafı sıkıyordu.

"Öldürecem sizi LANN!" Dedem tekrar bağırınca korkuyla resmen duracaktım. Yağmurdan dolayı saçlarım yüzüme yapıştığı için önümü görmemi dahada imkansızlaştırıyordu. Arkama dönüp tekrar baktım. Bize neredeyse yetişeceklerdi.

"Abla yetişecekler bize. Dahada hızlanalım hadi." Ablamı dahada çekiştirmeye başladım. Ablam yavaş yavaş yavaşlıyordu. Buda bize yetişmelerini sağlıyordu.

"Gazel, git." Dedi ablam, yağmur yüzünden bağırmak zorunda kalmıştı.

"Ne!" "Ne saçmalıyorsun abla!"

Ablam soluk soluğa yanıtladı.

"Yavaşlatıyorum seni, git, kurtar kendini." Bir anda ablam kolunu elimden kurtardı ve bedenimi itti. Şaşkınlıktan dönmüş kalmıştım.

"Asla abla, anlıyormusun beni, seni hiçbir yerde bırakıp gitmem." Ablamı tekrar tutacağım sırada ablam kolunu çekti.

"Abla çıldırdın mı, ne yapıyorsun? Hala şansımız var. Beni yavaşlatmıyorsun." Dedim bağırarak. Ablam hiddetle başını sallamaya başladı.

"Abla ne olur, yalvarırım." Elimi ona doğru uzattım. Gelmesi için. Güvende olabilmesi için. Ama o, tutmadı elimi. Aksine elini göğsüne bastırdı ve fısıldadı.

"Özür dilerim." Ve arkada dedem belirdi. Yanlarında ise Fikret ve bir yakını. Ablamın kollarından tutup az geride olan araca doğru sürüklemeye başladılar.

"ABLA!" Ona doğru gelmeye başladığım sırada ablamda bağırdı çaresizce.

"Git, Gazel. Koşş!"

"Bırakın ablamı. ABLA!" Elimi sanki ona uzanabilecekmişim gibi uzattım.

"Hayır, Gazel. Telefon. Polisi ara, hemen!" Ablamda 2 adamın kolları arasında zorlukla konuşuyordu. Fikret ise ablam daha fazla konuşmasın diye eliyle ağzını kapattı. Ablam direnmeye çalıştı ama nafileydi. Ablamın söylediği son cümle ile az da olsa ayılmama yardım etmişti. Telefon, telefonla polisi arayacaktım, evet. Son kez ablama baktım. Yağmur yüzünden çok birşey seçemiyorum fakat, gözleri adeta 'git' diye yalvarıyordu. Gözlerimi kapadım. Ve derince soluk aldım. Arkamı dönüp gideceğim sırada kolumun tutulup sıkılması ile dudaklarımdan kısık bir inilti feryat etti.

"Gebertecem lan sizi, katil olacam sizin yüzüzden!" Dedem burnundan solurcasına bana baktı. Ve dişlerinin arasından devam etti.

"Şimdi eve gidecez Gazel. Bakalım yaptıklarıma dayanabilecen mi?"

"Bırak beni!" Çığlık atarak dedeme vurmaya başladım. O kadar korkmuş ve sinirlenmiştim ki, bu duygularla birlikte sanki vücuduma bir güç kuvvet gelmiş gibiydi. Dedem vuruşlarımdan çok etkilenmiyor gibiydi ve beni hala sürüklemeye çalışıyordu. Dedemin kollarında çırpınıyor, bağırıyor ve ağlıyordum. Dedem bu yaptıklarımdan dolayı sinirlenmiş olacakki saçımın diblerini kavradı ve çekti.

"Öldüreceğim seni bekle sen." O kadar çok korkmuştumki. Korkudan dedeme vurmayı ve bağırmayı kesmiştim. Fakat gözyaşlarım akıyordu. Durmuyordu. Gözyaşlarım yağmur damlalarını karışıyordu ve yüzümde düz bir çizgi oluşturuyordu. İstemiyorum, hemde hiçbirşeyi. Bir paçavra gibi oradan oraya sürüklenmek istemiyordum. Dedemin gözlerine baktım ve fısıldadım.

"Bok öldürürsün." Dedemin suratına bir yumruk geçirdim. Dedem bağırarak yere düştü. Artık nasıl vurduysam burnu kanıyordu. İçimdeki öfkeyi dışa vurmuştum resmen.Bunları umursamadan arkamı dönüp koşmaya devam ettim. Dedem arkamdan bağırmayı ise ihmal etmedi.

"Gel lan buraya!" Koşarak sokak aralarına girmeye başladım. Yağmur eskisinden daha fazla yağıyordu. Elbisem yağmurdan dolayı ağırlaşmıştı. Cebimden telefonu çıkardım. Kıyafetlerimden dolayı koşmam çok zorlaşmıştı. Üstüne üstlük ayağımda bir tane ayakkabı vardı. Kıyafetlerim bana yük olamaması için üzerimdeki hırkayı çıkardım. Ve fırlattım bir köşeye. Ellerim titrediği için telefondaki tuşlara basamıyordu. Tuşlar küçücüktü. Uzun uğraşları sonucu elim titreye titreye telefonu açabilmiştim. Şimdi polis. Koşarken kendi kendime mırıldanıyordum. Neydi, polisin numarası neydi?

"AA po-polis neydi neydi! Hatırlasana aptal Gazel

Loading...
0%