Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.BÖLÜM

@hy.dyr

Şu haldeyken bile yaşayabiliyorsan eğer içinde hala umut var demektir...

 

"İyi bak!" Diye bağırdım suratına doğru.

"İyi bak abi! İyi bak gözlerimin içine." Ellerimi yakasına götürüp çekiştirirken.

"İyi bak, baktığın bu gözlerde yalnızca son bir sevgi kırıntısı kaldı sana karşı. İyi bak ve hafızana iyi kazı bunu abi. Çünkü bu gözler artık bu saatten sonra sana karşı hiçbir duygu barındırmayacak." Ellerimi yakasından çektim fakat bu kez ise göğsüne yumruk yaptığım ellerimle vurmaya başladım.

Karşımda gözleri dolu dolu olan abimi görmem ile göğsüne daha sert vurmaya başladım.

"Sakın!" Dedim dişlerimin arasından. "Senin ağlamaya hakkın yok! Heleki ben bu durumdayken." Ellerimi göğsünden çektim ve iki yanıma indirdim. -kumru" dedi titrekçe abim.

"Kes sesini!" Diye bağırdım hoyratça.

"Benim adımı, Sakın!" İşaret parmağımı ona doğrulttum göz yaşlarım arasında.

"Sakın! ağzına alma." Göz yaşım, göz pınarımdan düşerek yanağımdan uzunca bir yol çizdi. Dışarıda çakan şimşeklerin evin penceresinden sızıyordu ışıkları. Pencerenin yanında durmuş abim, söylediğim gibi gözlerime bakıyordu. Gözlerinde birçok duygu vardı. Fakat en bariz duygu, pişmanlıktı...

Yeşil hareleri pişmanlıkla bakıyordu. Sağ gözünden bir damla yaş firar etti. Gözlerim abimin yanağından süzülen damlayı takip etti.

"Ne kadar çabuk ağlıyorsun." Dedim burnumdan gülerken. Gözlerim yaşlarla dolmasına rağmen inatla akmıyordu. Artık abimin yüzünü seçemez olmuştum.

"Halbuki ben, kaç kere hıçkırarak ağlamalarımı zor durdururken sen, alıştın herhalde hee?!" Sinirden titreyen ellerimle dağılmış saçlarımı yüzümden çekip kulağımın arkasına sıkıştırdım.

"Konuşsana! Dilini mi yuttun?" Sesimin sakin çıkmasına özen gösteriyordum. Karşımda saçı başı dağılmış. Gözleri ağlamaktan kızarmış bir halde duran abime baktım yeniden.

"Kumru, yemin ederim, çok üzgünüm." Dedi bir elini kalbinin üzerine koydu ve sanki kalbini çıkarmak istercesine sıktı. diğer eliyle ise saçını avuçladı ve başını geriye attı.

"Merak ediyorum en çok sen mi üzgünsün yoksa ben mi?" Dedim ruhsuzca. Gözlerim abimin arkasında kalan saate kaydı. 6 dakika. Ona ayırdığım sürenin son 6 dakikası...

Abim duyduğu son cümle ile geriye attığı başını yavaşça bana çevirdi. Çenesinin titremesini zar zor durduruyordu. Gözlerini sımsıkı yumdu. Yumması ile üç yaş daha aktı gözlerinden. 3 yaş... Eminin yaşı kadar.

"Son 6 dakikan abi. Sana ayırdığım sürenin dolmasına 6 dakika kaldı." Arkasında kalan saati işaret ettiğim dolan gözlerimle. Abim hızla arkadaki saate çevirdi başını. Kısa bir süre saatte bakışlarını gezdirdikten sonra tekrar yeşil harelerini bana çevirdi.

"Ne için son 6 dakika? Ne diyorsun Kumru? Anlamıyorum." Dedi abim şaşkın bir ses tonuyla. Ağzımdan sinirden bir kahkaha fırladı. Abim gözleriyle bütün yüzümü incelemeye başladı tedirginlikle.

"Ne için biliyor musun abi?" Kahkayı atıp abime yaklaştım.

"Seni hayatımdan, zihnimden ve her hücremden silmek için." Elimi kaldırıp, göz yaşlarından dolayı nemli olan yanağını okşamaya başladım.

Yeşil harelerinin en derinine baktım gözlerimi kaçırmadan. Abimin gözyaşları art ardına akmaya başladı. Yaptığım temasla birlikte vücudu irkildi. Geri çekilmeye çalıştı fakat, onu kollarından tutan elim buna mani oldu. Gözlerim yeniden saate kaydı. 2...

"2 dakika. Bana son kez ne diyeceksen de. Çünkü bu süre dolunca, artık ne sen beni göreceksin nede ben seni."

"Kumru..." büyükçe yutkundu.

"Ne diyeceğimi bilmiyorum, bilemiyorum." Dedi çaresizlikle.

Yokmuydu? Gerçekten bana söyleyecek hiçbirşeyi yokmuydu?

Ayaklarıma kapanıp özür dilemesi gereken yerde, ne diyeceğini bilmiyor muydu gerçekten? Gözlerim sinirden yine dolmaya başlayınca hırsla kapattım ve derince ağzımdan nefes aldım.

"Ahh, tabi kusura bakma. Adi bir herif olduğunu unutmuşum."

"Kumru." Dedi yalvarır gibi.

"Kes boş yapmayı!" Benim için yetti, bu zamana kadar nasıl sabrettim bilmiyordum fakat, bu saatten sonra artık bitti. Sabrım, bardaktan taşalı çok olmuştu.

"Son kez..." dedi abim kolumu tutarak.

"Bu süre?" Yalnızca bunu söylemişti. Cümlesinin devamını getirmemiş. Kolumu tutan elini sertçe çektim kolumdan. Bana dokunmamalıydı.

"Yalvarırım." Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Hızla bakışlarım saate kaydı. 1 dakikadan az kalmıştı.

"Ne biliyormusun abi? Saatin 1 olmasına 1 dakikadan az kaldı. Bu süre ne mi için. Emini öldürdüğün saat. Ona kıydığın saat. 1 dakikadan az kalan bir sürede Emini öldürdün!" Diye bağırdım deli gibi. Gökgürültüleri sesimle eş değer bir şekilde çakıyordu. Hızla abimin kolunu tuttuğum gibi onu saate çevirdim.

"BAK! SÜRE DOLDU. EMİN ÖLDÜ. ONU SEN ÖLDÜRDÜN!" Ve yeniden onu kendime çevirdim.

"Onu sen öldürdün!" Dedim fısıltıyla.

"O-onu ben öldürmedim!" Deliye dönmüş gibiydim. Ne zaman elimi kaldırıp, abime tokat bile attığımı hatırlamıyordum. Abimin başı attığım tokatın şiddetiyle yana savruldu. Şimşeklerin ışıkları sayesinde abimin yüzünü az buçuk seçebiliyordum. Gözleri büyük bir dehşetle açılmıştı. Göz bebekleri titredi, dudakları acıdan mı yoksa şaşkınlıktan mı aralandı bilmiyordum. Konuşmak için ağzını araladı fakat ben buna izin vermeyerek hızla söze girdim.

"Umarım, hayatın boyunca bunun vicdan azabıyla yaşarsın abi." Dedim hıçkırığıma engel olamayarak. "Umarım bu acı hep kalbinde yer edinir." Korkmuş ve pişman bakışları bana döndü.

"Umarım bundan sonra kardeş katili olduğunu idrak edersin."

Abime arkamı döndüm. Ve onu arkamda bırakmadan sonkez baktım Yeşil harelerine. Eli tokat attığım yanağının üzerindeydi.

"Unutma Barın Avan. Sen bu gün kardeşini değil, bütün aileni kaybettin."

Artık ona söyleyeceğim hiçbirşey kalmamıştı. Süre doldu. Ve benim içinde abime ayırdığım duyguların süresi doldu.

 

Hızla evin kapısına ilerledim ve demir kapıyı açıp var gücümle arkamdan kapattım. Dışarı çıktığım gibi soğuk rüzgar ve yağmur damlaları vücudumu ele geçirdi. Hızlı adımlarla evimin önünde olan yoldan ilerlemeye başlamıştım.

Bende bu gün kardeşimi değil, bütün ailemi kaybetmiştim.

Gözyaşlarım artık gözlerimde durmayı isyan edercesine aktı. Gözyaşlarım ikişer ikişer yanaklarımdan süzüldü. Yol boyunca ağladım. Herşeye ağladım. Anneme ağladım. Mezarında üşüyen kardeşime ağladım ve de en çok, içimdeki çocuğa ağladım. Hıçkırıklarla hemde. Bundan sonra artık kimsenin ne arkasındayım nede yanında. Bundan sonra yalnızca ben vardım. Tek başıma. Bu yol benim artık ya kurtuluşum yada yok oluşum olacaktı.

 

***

 

Ayaklarım beni mezarlığa getirmişti. Mezarlığa girince ilerledim. Yalnızca ilerledim. Çünkü ayaklarım beni nereye götürmesi gerektiğini biliyordu. Bende ayaklarıma itaat ettim.

Yağmurun altında, şimşekler tepemde çakarken bir mezar taşının önünde durdum. Ayaklarım beni getirmesi gereken yere getirmişti. Son durağıma gelmiştim. Mezar taşının hemen yanında durdum. Ellerim istemsiz olarak soğuk mermere dokunma ihtiyacı hissetti. Sol elimi mezar taşının soğuk mermerine dokundurdum. Gözyaşlarına boğulmamak için gözümle büyük bir savaş veriyordum. Hayır, ağlamayacaktım. Şimdi ağlayamazdım. En azından bu mezarın önünde değil.

Yağmur damlaları tek tek mezar taşının üzerinden akıp kara toprağa dökülürken elimi kaldırdım ve taşın üzerine kazınmış olan ismi özenle elimle temizlemeye başladım.

Her elim o taşa kazınmış olan isme dokundukça burnumun direği sızlıyordu.

Temizledikçe çenemi sıktım...

Yaşananları hatırladıkça titrekçe nefes aldım...

Mezar taşındaki ismi görünce, hıçkırığım dudaklarımdan firar etti.

MURAD OĞLU

EMİN

KORKMAZ

RUHUNA FATİHA

 

"Özür dilerim." Dedim boğukça. Artık ayakta durmakta zorlanıyordum. Mezar taşına sıkı sıkı tutundum güç almak istercesine.

Ayaklarımın altından yer çekilirmiş gibi oldu. Mezarın hemen önüne çöktüm. Ve sırtımı verdim. Kafamı gökyüzüne çevirdim. Yağmur damlaları yüzümü yalayıp geçiyordu. Ayaklarımı göğsüme çektim ve hıçkırarak ağlamaya başladım. Ellerimle yüzümü kapattım sıkıca.

Ağlamayacaktım. Halbuki söz vermiştim Eminime.

"Özür dilerim." Diye ağlamaya başladım.

"Emin, kardeşim. Affet beni. Bu aptal ablanı affet." Ellerimle saçlarımı çekiştirmeye başladım. Artık hıçkırarak değilde bağırarak ağlıyordum.

"Abimide bıraktım, Eminim arkamda. Artık tek başımayım. Ne olur bana kızma." Ne dediğimi ben bile anlamazken konuşmaya devam ettim.

"Senin için yaptım." Bu sefer pozisyonumu değiştirip mezarın dibine kıvrıldım. Yağmur şiddetini yavaştan azaltmaya başlamıştı. Fakat şimşekler hala eskisi gibiydi. Ne azalmıştı ne de artmıştı. Ve buz gibi rüzgar ıslak kıyafetlerime değdikçe donduğumu hissetmeye başlamıştım.

Soğuktan titremeye başladım. İnce badimin üzerine giydiğim hırkam sırılsıklam olmuştu. Ve ıslaklığı tenime işlemeye başlamıştım bile. Saçlarımı ıslanmasınlar diye hırkamın şapkasını geçirmiştim. Ama bir fayda etmemişti.

İyice sokuldum mezara. Ellerimi kollarıma doladım az da olsa üşümemek için. Dahada girdim mezarın dibine. Kardeşimi hissetmek için...

Ona sarılmak için...

Ona dokunmak istercesine...

Ama yakınlaştıkça tek hissettiğim, soğuk mermerin sertliğiydi. Eminimin minik bedeni şimdi ne üşümüştür. Onun minik sırtı bu denli sert mermerden dolayı nasıl ağrımıştır kim bilir.

"Sen üşümüşsündür şimdi değil mi Eminim?" Dedim yerimden doğrulurken. Gözlerimden yaşlar yanaklarımdan süzülüp yağmur damlalarıyla karıştı. Üzerimde olan hırkamı çıkardım ve mezarın üzerini örtmeye çalıştım. Üşümesin. Daha fazla olmaz. Zaten o kara toprağa girip yeterince üşüyordu. Kansızlığıda vardı.

"Daha iyisin demi, bak üzerini örttüm. Artık o kadarda üşümeyeceksin." Ellerimle yeniden mermere kazınan isminin üzerine elimle okşadım.

"Ablan yanında..." Dedim mezar taşına yaklaşıp, kurumuş dudaklarımla öperek.

Dudaklarımı taştan çektim. Rüzgar o kadar sert ediyordu ki artık gözlerime kaçan toprak parçalarından dolayı açamıyordum. Sert esen rüzgarı umursamadan tekrardan mezarın dibine çöktüm. Eskisi gibi iki büklüm bir şekilde uzandım mezarın başına.

"S-sana özel şarkımızı söyleyeyim mi Eminim?" Dedim gözyaşlarım arasında. Kalbim çok acıyordu. Bu acıyla nasıl yaşayacaktım ben böyle. Sırtıma yüklenen yük, beni bir gün altında ezecekti. Buna hiç şüphem yoktu...

Gözlerimi kapattım ve kardeşime eskiden olduğu gibi, uyumasına yardımcı olan şarkıyı mırıldandım.

 

"Güzel yüzlü çocuk, güzel yüzlü çocuk. Endişelenme, asma o güzel yüzünü. Meraklanma ablan hep yanında.

Ağladığında, söyle bu şarkıyı, ablan bir koşu gelsin yanına.

Alsın seni kollarının altına, sımsıkı sarsın, korusun seni her şeyden."

Bu şarkıyı kaç kere söylediğimi bilmezken hala devam ediyordum. Gözlerim yavaştan kapanmaya başlamıştı. Kardeşim korkmasın diye söylediğim şarkıyı söylemeyi bıraktım.

"Yanına gelmek istiyorum, kardeşim. Sensiz nasıl yaşayacağım ben?" Dudaklarımdan hıçkırık bir kez daha firar etti. Artık gözlerimide açık tutmakta zorlanıyordum.

"Uykum geldi Emin. Uyursam geçermiş, annem öyle söylemişti." Diye mırıldandım.

"Uyursam, s-seni görürmüyüm acaba? Sana ihtiyacım var."

En azında onu rüyamda görmeliydim. O kadar çaresizim ki, onu rüyamda görmek için çırpınıyordum. O melodik gülüşü tekrar kulaklarıma dolsun, bir kez daha abla diyişini duyayım istiyordum. O minik elleriyle bana sarılsın, onu sımsıkı sarayım istiyordum. Boncuk boncuk elalarıyla bana içleri gülen gözleriyle baksın, o gözler hep bir kez daha bana baksın istiyordum. Cennet kokan kokusunu ciğerlerime çekmek istiyordum.

Çok istiyordum...

Bu bir istek değildi, bu bir ihtiyaçtı...

Ona ihtiyacım vardı. Sadece ona...

Bunları düşünürken artık gözlerimi açmakta zorlanıyordum.

Zaten istediğimde buydu. Hızla gözlerimi kapattım. Gidiyordum, Eminimi, kardeşimi tek görebileceğim yere gidiyordum. Yavaş yavaş uykuya daldığımı hissedince yarım yamalak bir gülüş peydah oldu dudaklarıma. Dakikalar sonra büyük bir karanlığın içine çekildim...

 

 

***

 

 

Alnıma değen sıcak ellerle gözlerimi araladım. Alnımda olan eller o kadar sıcaktı ki sanki bütün bedenim bu sıcaklıktan nasibini almış gibi yanmaya başladı. Gözlerimi bulunduğum yeri seçebilmek adına iyice kırpıştırdım.

Bazı konuşmaların sesi kulaklarıma doldu. Tabi yalnızca uğultuydu benim için bu konuşmalar. Elini anlıma koyan kişi elini çekince, bedenim sanki saatlerce karda çıplak bir şekilde kalmış gibi titremeye ve üşümeye başladı.

Neredeydim ki? En son mezarlıkta değil miydim?

Uyandığım yerden zor da olsa hafifçe doğrulmayı başardım. Gözlerimi karşımda konuşan kişileri görmek için açtığımda hiçte görmeyi beklemediğim bir manzarayla karşılaştım. Gözlerim şaşkınlıktan fal taşı gibi açılırken karşımda, koltuğunda rahat bir şekilde arkasına yaslanmış purosundan büyük bir nefes çeken kişiye gördüm. Her zaman olduğu gibi tek gözü kaşından itibaren burun hizasına kadar uzanan yarasından dolayı kapalı, dudakları herzaman ki gibi tek bir çizgi halinde duran ve hoşnutsuzluğunu belli etmek istercesine çatılmış kaşlarıyla bana bakıyordu karşımdaki kişi.

"Uyandın..." dedi her zaman ki gibi cümleleri kısa keserek.

Yaşlılığında vermiş olduğu beyaz bıyığını taramaya başladı elleriyle. Purosunu oturduğu koltuğun hemen yanında duran sehpanın üzerindeki küllüğe koydu. Kaşları daha da çatılarak, kendini öne yasladı ve bacaklarını aralayarak ellerini oluşan boşlukta sarkıttı. Neden buradayım? Neden karşıma çıkmak zorundalar ki? Beni nasıl buldular?

"Uyandım..." Dedim bende kısa keserek. Sesim, beklemediğim gibi çatallı ve boğuk çıkmıştı. Ellerim istemsiz olarak, acıyan boğazıma gitti. Büyükçe yutkundum. Ama bu sadece boğazımın dahada acımasına neden oldu. Yüzümü acıdan buruşturdum ve tekrardan karşımda ciddiyetle oturan adama baktım.

Baron Whitney, namı değer saha kralı...

 

"Neden buradayım?" Yatağımdan doğrulmak için bir hamle yaptım.

"Sana ihtiyacımız var, Agnes." Dedi sakince. Yabancı aksağanı onun Türk olmadığını fazlasıyla ele veriyordu.

"Bana böyle seslenme! Adım Agnes falan değil benim." Dedim bende ona karşı yükselerek. Ben bu defteri yıllar önce kapatmıştım ve açmaya da hiç niyetli değildim. Yatağımdan çıkarak onun karşısında dikilmeye başladım. Yanında sonradan seçebildiğim adamlarda vardı. Gözlerimi hepsinin üzerinde gezdirdim. Gözlerimi gezdirdiğim her bir adam ya gözlerini kaçırıyor yada bana bakmıyordu. Gözlerim iki yanımıza çevrelemiş durumda olan adamlarda gezinirken gözlerim yalnızca birinde takılı kaldı. Bana bakıyor ve gözlerini kaçırmıyordu. Çok tanıdıktı. Siması ve gözleri beni çekiyordu kendisine. Oda sanki beni tanımış gibi gözlerini üzerimde gezdiriyordu. Yüzünde duran maske yüzünden yüzünün geri kalanı görünmüyordu. Yapılı bir vücudu vardı. 1.80 boylarında vardı galiba. Ben bu kişide takılı kalırken Baron yeniden söze girdi.

"Bak Agn- yani Kumru, neler yaşadığını az buçuk tahmin edebiliyorum fakat-"

"Edemezsin..." Dedim bir çırpıda.

"Yıllar sonra karşıma dikilip 'neler yaşadıklarını biliyorum' lafı inan hiç inandırıcı gelmiyor." Koskoca 4 yıl yanımda olmayan adam, halbuki ona bir telefon uzakta olmama rağmen bir kere bile arayıp sormadı bile.

"Kumru, senden şu an tek istediğim sözümü kesmeden beni dinlemen. Söz veriyorum sana herşeyi olduğu gibi anlatacağım."

"Neden bunu yapayayım?" Dedim şüpheli gözlerle ona bakarak.

"Kardeşinin öldüğünü biliyorum Kumru. Bunun için çok üzgünüm." Dedi saha kralı suçlulukla gözlerime bakarak.

Derince burnumdan nefes alarak gözlerimi yumdum.

"Evet öldü. Ve emin ol, üzgün olman benim için hiçbir şeyi değiştirmiyor." Gözlerimi açtım ve Baronun gözlerinin içine baktım. Baron suçlulukla gözlerini kaçırdı. Suçluydu, üzgündü, pişmandı... olması gerektiği gibi. Eğer bu duyguları şu an gözlerinde görmeseydim o zaman hiç bu kadar sakin olmazdım. Olamazdım...

"Şu an bana ne söyleyeceğin umrumda bile değil. Sakin olmaya çalışıyorum ve bunun farkındasın. Acım taze. Ve umarım bu konuda bana anlayış gösterirsin. En azından bunu yap." Vücudumun titremesini durdurmaya çalışırken kapıya ilerledim. Aksayarak yürüyordum. Kalbim daha önce hiç bu kadar ağrımamıştı. Acıdan dolayı dişlerimi sıktım. Bunu Baronun bilmesine hiç gerek yoktu.

"Hiç merak etmedin mi?" Ellerim kapı kulbunun üzerinde dondu. Yalnızca Barona dönmekle yetindim. Baron bakışımın ne demek olduğunu anlayınca devam etti;

"Bunca yıldan sonra neden seni bulduk."

"Nasıl olsa artık bir önemi yok." Dedim ve kapıyı açtım. Kapıdan tam çıkacakken yaşlı adamın adamı beni kolumdan yakalamasıyla hızla ona döndüm.

"Steven, bırak on-" Baronun adamını uyarmasına kalmadan kolumda duran eli hiç beklemeden ters çevirdim. Koruma iki büklüm olurken, acıyla bağırdı. Çevirdiğim kolu dahada çevirince kemikten çıkan kırılma sesine aldırış etmeden karşımdaki adamı hızla odanın içine doğru ittim. Adam takla atarak büyük bir gürültü ile karşıdaki duvara çarptı.

Siktir...

"Bakıyorum da adamların sözlerini dinlemez olmuş yaşlı adam." Dedim boğazımı temizlerken. Kendime engel olamamıştım. Onca yaşanan şeyden sonra neler yapabileceğimi unuttum.

Baron rahat tavrından ödün vermeden oturduğu koltuktan ayağıya kalktı ve yanıma geldi.

"Kusura bakma, iyimisin?" Gözleriyle yüzümü taramaya başladı.

"Elbette." Dedim kestirip atarcasına." Gözlerimi karşımdaki yaşlı adamdan çekip, duvara fırlattığım herife çevirdim.

"Patronunun sözünden çıkmasan iyi olur. Kusura bakma." Ellerimi yalandan suçlulukla havaya kaldırdım.

"Herneyse konuşacak birşeyimiz kalmadıysa ben artık gideyim." Tekrar kapı kolunu tutup açmaya yelteneceğim sırada Baron omzumu tuttu.

"Kardeşini öldüren abin değildi." Duyduğum bu cümle ile olduğum yere mıhlandım. Ne demek kardeşimi o öldürmedi. Ne demek o yapmadı. Gözlerim sinirden mi yoksa üzüntüden mi bilmem ama otomatik olarak dolmaya başladı. Fakat sakinliğimi korumaya çalışarak Baron a döndüm.

"Ne?" Dedim şaşkınlıkla.

"Konuşacak uzun bir konumuz var, Agnes." Dedi kod adımı bastırarak.

 

 

***

 

 

Buraya, bu işe ilk adım attığım zaman olduğu gibi, yine buradayım. Eskiden de olduğu gibi karşımda oturan saha kralı ellerini masanın üstünde kenetlenmiş vaziyette, bana anlatacağı konu için özenle kelimeleri seçiyordu zihninde. Ve bende eskiden olduğu gibi karşısındaki sandalyede oturmuş, ellerim kucağımda birbirleri ile oynarken hâlâ yaşananlara inanmıyordum. Fakat buradaki tek fark, artık saha kralının karşısında 16 yaşındaki kız yoktu. Artık o korkuyla ve tedirginlikte bakan kız yoktu. Artık kendisini koruyabilecek kapasitede, gözlerinde yalnızca gerçekleri gören kız vardı.

Ama şu anki kız için bu kadarını tahmin bile etmek, her insanın mükemmel olduğuna inanması gibi birşeydi. İmkansızdı...

Aptallıktı...

Gözlerimi huzursuzlukla yıllar önce ezberlediğim odada gezdirdim. Herzaman ki gibiydi. Hiç değişmemişti. Büyük bir ofis odası gibiydi. Baronun masası ve oturduğu sandalye zifiri siyahtı. Masasının üzerinde ise büyük harflerle baron Whitney yazıyordu. Oda siyah ve gri renk tonu ağırlıktaydı ve buda üzerime bir ağırlık çökmesine sebebiyet veriyordu. Çok karamsardı. Odanın bir duvarı ise boydan boya cam ile kaplıydı. Bütün İstanbul manzarası gözlerimin önündeydi. Bakışlarımı bu sefer ise diğer duvara çevirdim. O duvarda neredeyse bütün duvarı kaplamış bir televizyon ve dedektif filmlerinde olan şu panolardan vardı. Gözlerimle o panoya daha dikkatli baktım. Birçok tanımadığım kişinin fotoğrafı tek bir kişinin etrafına asılmıştı ve çevrelerinden kırmızı iplerle merkezde olan kişiye bağlanıyordu. Merkezdeki kişinin ne bir görüntüsü nede bir ismi vardı. Yalnızca beyaz kağıda el yazısı ile soru işareti çizilmişti. Kimdi bu?

Açıkçası böyle konular benim çok ilgimi çeken konulardı. Dedektif şeylerini severdim. Ve bunlarla uğraştıkça zevk alırdım. Ama bu kişi tahminimce önemli bir kişiydi. Baronun bile odasında asılı ve koskocaman bir soru işareti ile orada o panoda duruyordu. Baron bile çözememişse benim çözme olasılığım çok düşüktü. Benim işim yalnızca Baron ve üstlerinden emir alıp o emri yerine getirmektir. Böyle şeyleri pek düşünmezdim. O iş onlara aitti. Benim işim ise öldürmekti...

Gözlerim hâlâ panodayken Baronun sesini duymam ile bakışlarımı ona çevirdim.

"Paralı askerleri ve paralı katilleri öldüren biri kendisi." Dedi bakışlarını panoya çevirerek. Panoya bakarken kaşlarını derince çattı. Huzursuzdu belli.

"Kim olduğu bilinmiyor mu?" Dedim bende bakışlarımı yeniden panodaki kişilerin ve soru işaretinin üzerinde gezdirirken.

"Hayır. Hâlâ arıyoruz ve bulacağız." Kendinden emin bir sesle.

"Peki bu asılan diğer fotoğraflardaki kişiler kim?" Baronla sanki konuşacağımız daha önemli bir konu yokmuş gibi oturmuş bunu konuşuyordum.

"Adamları." Dedi ve sıkkın bir nefes verip devam etti.

"Onları yakalamayı başardık fakat, yakaladığımız an öldüler."

"Ne?" Diye bir şaşkınlık nidası yükseldi dudaklarımdan.

"İntihar mı ettiler?"

"Evet. Nasıl olduğunu bile anlamadık hiçbirimiz."

Yakalandıkları anda direnmek yerine direk intihar etmeyi seçmişler. Hizmet ettikleri kişiyi hiçbir şekilde açığa çıkarmak istememeleri intihar etmelerine sebep oluyor. Bu adam yada kadın her kim ise sıradan birisi değil. Burada bile böyle şeyler olmazken... paralı askerleri ve katilleri öldürmesini sebebi neydiki? Böyle şeylerle herhangi bir husumeti mi vardı?

"Kardeşini öldürenin o olduğunu düşünüyorum."

Gözlerim hemen yaşlı adamın gözlerini buldu.

"Benim kardeşimle bu adamın ne derdi olsun?" Dedim sesimi yükseltmemeye dikkat ederek.

"Kardeşinle değil, seninle." Dedi gözlerimin içine bakarken.

Kaşlarım önce havalandı sonra ise derinden çatıldı. Yutkunmak istemiştim ama boğazımdan koca yumru buna engel oldu.

"Ben ne alaka şimdi? Adını sanını bilmediğiniz bir herifle ne gibi bir derdim olabilir?"

Böyle bir işe yalnızca 16 yaşında girmiştim. Yalnızca 2 yıl çalışmıştım. Ve bu denli önemli ve tehlikeli bir kişi neden kardeşimi öldürmek istesin ki? Beni bulmak isteseydi bunu zaten istediği zaman yapmaz mıydı bu kadar güç sahibiyse.

"Sorunda bu ya, Kumru. Sen üsten gidince ardı ardına gelen zarflar, sinyaller ve hiç kesilmeyen ölümler. Seni arıyo her kim ise. Senin yokluğunda geçen üç yılın ardından böyle olaylar bir anda pat diye kesildi. Ama sonra..."

"Sonra!" Dedim sesimi yükseltirken. Delirmek üzereydim. Kimdi lan bu herif?

Baron sıkıntı içinde yüzünü ovuşturdu. Hızla yerinden kalkarken boydan camın önünde manzaraya bakmaya başladı. Manzarayı seyrettiğinden şüphelidim. Baron ellerini göğsünde birleştirdi ve sıkıntılı bir nefes vererek devam etti.

"Sonra bir mektup geldi. Senin hakkında yazmış. Ve bizi uyardı."

"Neyle ilgili?" Diye bir soru yönelttim.

Baron bakışlarını camdan çekmeden; "zarf masanın üzerinde." Dedi.

Hızla yerimden kalktım ve önümde olan masaya göz gezdirdim. Masanın önünde olan altın zarfı görmem ile yavaşça zarfı elime aldım. Zarfı ayakta her tarafına baktım.

Çevresinde hiçbirşey yazmıyordu. Yalnızca mühürün üzerindeki işaret.

Göz...

Mühürün üzerinde bir göz işareti vardı.

"O göz işareti bize gönderdiği her zarfın üzerinde vardı. Adamlarını yakalamayı başardığımız zaman onların vücutlarını detaylıca inceledik. Şah damarlarının üzerinde, bu işaret... Ve hepsinde. Önceki mektupları alıp okudum ve onları üstlerime gönderdim. Çoğu mektupta seni ima ediyordu fakat biz o zamanlar senin olduğunu akıl edemedik çünkü tesiste yalnızca bir yıla yakın çalıştın." Baron başını çevirip bana baktı. Baronun bakışları her zaman ciddi bakardı. Ama bu bakışı omurgamdan aşağıya bir ürpertinin geçmesini sağlıyordu.

"Kardeşinin ölüm haberini aldığım gün kesilen o mektup, yeniden benim elime ulaştı. İşte o zaman bütün parçalar yerine oturmuş oldu."

Baron tekrar eski yerine geçip oturdu ve ellerini masanın önünde birbirine kenetleyip masaya yaklaştı. Bende tekrar tek kişilik koltuğa oturdum.

"Dediğin gibi, tesiste yalnızca bir yıla aşkın çalıştım. Neden ben?" Dedim acıyla.

"Onun dikkatini çekmiş olabilirsin."

"Allah aşkına, neyimle dikkat çekebilirim ki? Yalnızca sizin bana verdiğiniz görevleri yaptım. Sözleşmeden dolayı ne aileme nede bir başkasına birşey diyebildim. Dikkat çekebilecek bir özelliğim mi var? Varsada ben mi bilmiyorum anlamıyorum!" Dedim sinirle.

"Kumru, farkında değilsin ama o zamanlar sen bu iş için biçilmiş kaftandın. Seni neden zor görevlere gönderiyorduk sanıyordun? Seni test ediyorduk. Ve her görevden sağ çıkıp başarı gösteriyordun. Üstler senin için deliriyordu. Bu kadar kısa sürede 16 yaşında bir kızın buralara gelmesi sence dikkat çekmesi için yeterli değil mi?"

Baronun sözleri ile dilim lal olmuştu resmen. O kadar iyimiydim? Bu yüzden mi dikkat çekmiştim? Derince bir nefes aldım.

"Tamam da beni nerede görmüş olabilir?"

"Kumru, ünün senden önce yayılıyordu."

Baronun sözlerine diyecek birşey bulamadığım için elimde olan mektuba başımı çevirdim. Altın renkli zarf parıl parıl parlıyordu. Zarfı ellerimin arasında zarif bir hareketle açtım ve içinde duran mektubu elime aldım. Katlanmış olan mektubu elim titreye titreye açtım ve gözlerimi siyah mürekkeple yazılmış satırların üzerinde gezdirdim.

 

Hayran olduğum kişiye...

 

Merhaba benim sevgili zeki kızım. Seni bir süre hiçbir yerde göremeyince ne kadar merak ettim ve üzüldüm anlatamam.

Umarım yakın zamanda tekrar işini yapmaya başlarsın. Sahi bunun çok yakın zamanda olacağına eminim doğrusu. Şunları belirtmek isterim ki, kardeşinin ölümüne çok üzüldüm. Böyle minik bir bedenin en azından 1 dakika kadar suyun altında dayanabileceğini düşünmüştüm. Senin kadar güçlü değilmiş meğersem. Bu beni hayal kırıklığına uğrattı. Fakat son feryatlarının abla kelimesi olması inan beni kalpten yaraladı. Umarım abine kaza süsü vermeme alınmamış ve darılmamışsındır. Ne yapayım önüme çıkan fırsatlardan yararlanmayı çok seviyorum. Herneyse, seni az buçuk tanıyor isem eminim beni bulmaya geleceksin. Şunuda bil diye söylüyorum, sabrımın son demlerindeyim ve ben sinirlenince emin ol iyi şeylerin olmayacağını garanti edebilirim sana. Adamlarım hazır beklemekte. Eğer daha fazla bilgi istiyorsan beni bul. Ve bunu hangi yollardan yaparsan yap. Senin için bu küçük toleransı gösterebilirim. Beni anladığını varsayıyorum. Çünkü sen zeki bir kadınsın. Seni bekliyor olacağım.

Unutma, herşeyi görüyorum...

Sevgilerle, sevgili hayranın...

 

Elimde tuttuğum mektubu bir hışımla ellerimin arasında buruşturup bir köşeye fırlattım.

"Adi herif!" Dedim hızla yerimden kalkarken. Gözlerim sinirden dolarken odanın içerisinde volta atmaya başladım. Bu yazdıkları... kardeşim, abim.

Bu hastalıklı manyak benden onu bulmamı istiyor resmen. Hangi deli bunu ister? Gözlerim bir ok misali Barona kayarken onun yerinde sakince beni izlediğini gördüm.

"Ne lan bu?" Dedim elimle fırlattığım mektubu gösterirken.

"Bizde bunu merak ediyoruz Kumru."

"Ne yani, herşey yalan mıydı? Bana bir açıklama yap Baron. Çünkü şu an delirmek üzereyim!" Ellerimi saçlarımdan geçirdim ve derin bir soluk aldım.

Böyle birşey olabilir miydi gerçekten anlamıyorum. Kardeşimi öldürmüş, abimi bana tuzak etmiş ve onu bulmamı istiyordu. Başlarım böyle işe...

"Kumru söyleyeceğim şeyi iyi dinle." Dedi Baron bütün ciddiyetiyle.

"Üstlerden emir geldi. Üsse geri dönüp çalışmanı istiyorlar."

"N-" Ben daha sözümü tamamlamadan Baron araya girdi.

"İyi dinle!" Bütün odayı yıkmak istercesine bağırdı.

"O adamı bulmamızın tek yolu sensin. Bu herifin dikkatini çektin. Ve senin sayende bu iş sandığımızdan da kolay olabilir. Yardım et Kumru." Dedi Baron sonlara doğru yalvaran bir tonda.

"Ben..." Dedim ve sustum. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Bir kez daha yanlış karar vermekten ölesiye korkuyordum.

Baron seri adımlarla yanıma geldi ve omuzlarımdan narince tuttu.

"Kumru, burada senin kadar iyi bir suikastçı bulamam. Bulamayız. Bu tesiste senden daha iyileri yok. Kardeşinin intikamını almak istemez misin Kumru? O mezar köşelerinde ağlamaktan sızmış, ağlamaktan bitap düşmüş, abinle aran bozulmuş olmanın hesabını sormayacak mısın Kumru? Benim tanıdığım Kumru, o kişinin burnundan fitil fitil getirirdi."

Göz yaşlarım karşımdaki adama hak verircesine akmaya başladı. Yapabilir miydim? Zihnime üşüşen eski anılarla dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. Kardeşimi öldürdü. Abimle aramı bozdu, onu suçlamaya sebep oldu. Bütün ailemi kaybetmeme neden oldu...

Çenemi dikerken konuştum.

"Ne yapmam lazım?" Dedim kendimden emin bir sesle.

Baronun yüzünde gururlu bir gülümseme peydah oldu. Hızla yanımdan uzaklaşıp, masasının yanına gitti. Masanın çekmecesini açtı ve bir siyah kapaklı dosya ile yanıma geldi.

"Bunu imzalaman gerek. Onun haricinde olan şeyleri seninle konuşacağım." Yüzündeki mutluluk sesinede yansımıştı.

Baron hızla dosyanın kapağını açtı ve göğsündeki cepten çıkardığı siyah tükenmez kalemi elime verdi. Hızlı davranıyordu. Sanki kararımı değiştireceğimden korkar gibiydi. Yaşlı adamın elindeki kalemi aldım. İmzalamam gereken yeri gördüm ve imzamı atarken konuştum.

"Beni iyi tanımışsın yaşlı adam." Hâlâ gözlerimden yaşlar gelirken sesimi ifadesiz tutmaya özen gösteriyordum.

"O herif her kimse onun kabusu olacağım. Bana yalvarmadanda duramayacak. Bende elinde olan en değerli şeyi alacağım ondan." İmzamı attım ve Barona baktım.

"Ben öğrencilerimi iyi tanırım."

"Bir zamanlar öğrencin olan." Diyerek cümlesini düzelttim. Kalemi tekrar karşımdaki adama verdim ve gözyaşlarımı sert bir şekilde koluma sildim.

"Bu bakışların beni korkutsada, bu gözlere ihtiyacımız var." Dedi tebessüm ederken.

"Yaa sizin için yeterli gelmezsem?" Diye bir soru yönelttim, elindeki dosyayı masasına götüren adama.

"Öyle birşey olamaz." Sesi o kadar netti ki.

"Ben hala 4 yıl önceki ben değilim yaşlı adam."

Hafifçe kıkırdadı ve yanıma geldi. Baron tam karşımda durdu.

"Sence seni öylece o herifin kollarına atacağımı falan mı düşündün?"

"Bilemiyorum. Bu durumda bunu yapmayacağımızdan şüpheliyim." Bu sefer gerçekten bir kahkaha attı. Kahkahası odada yankılanarak kulaklarıma çarptı.

"Endişelenme seni Amerika'daki üsse götüreceğim."

"Amerika?"

"Düşmanımız Amerikada." Dedi sorumu yanıtlayarak. "Ve orada daha iyi eğitim göreceksin. Hem eski arkadaşların da orada."

Eski arkadaşlarım...

"Onlar neden orada?" Deyi verdi ağzım benden bağımsız.

"En iyileri Amerikada ki üsse götürüyoruz. Onlar çok gelişti Kumru. Senin yokluğunda onlar boş durmadılar. Liderleri gitmiş dahi olsa da deli gibi çalıştı hepsi."

Kendimi bir anda çok kötü ve suçlu hissettim. Liderleri olarak onları bırakmıştım.

Kendi çıkarlarım için...

Onları tekrar görürsem ne diyecektim ki? Kesinlikle hepsi bana kızgındı. Benim bencil olduğumu düşünmüşt olmalılardı.

Elbette bu yaşlı adamın gözlerinden kaçmamıştı benim huzursuzluğum.

"Endişelenecek birşey yok merak etme. Hiçbirisi hakkında kötü düşünmez. Sen onlar için çok değerlisin."

Acı bir şekilde gülümsedim. Bundan şüpheliyim.

"Konuşacak başka bir konu yoksa eğer..."

"Şu anlık yok. İmzaladığın belgeyi üstlere ulaştıracağım. Onlardan onay gelince seninle birlikte Amerikaya gideceğiz."

"Anladım." Demekle yetindim.

"Yorulmuş olmalısın. Seni odana götürmesi için Stevenı çağırayım."

Baron elini pantolonunun cebine attı ve telefonunu çıkarıp birkaç tuşa bastı. Kapı çalınarak açıldığında içeriye Steven girdi. Gözlerim direk olarak eline kaydı. Beyaz bir sargı bezi sıkı sarılmış bir vaziyette bileğine dolanmıştı. Baronun nefesini kulağımda hissedince gözlerimi ona çevirdim.

"Stevena orada yaptığından sonra bence pekte değişme yok sende." Dedi.

"Aman ne komik." Dedim bende bezmiş bir sesle.

"Misafirimize eşlik et Steven." Baron otoriter ve sert patron rolüne yeniden girmişti. Steven hızla patronunu onayladı ve eliyle kapıyı işaret etti.

"Buyrun Kumru hanım."

"Agnes yeterli."

Steven tereddüt etsede Barondan dolayı pek sesini çıkarmadı ve başını onaylamak amacı ile salladı.

Kapıya doğru ilerlediğini zaman başımı çevirdim ve yaşlı adama baktım.

"Umarım kararınızdan pişman olmassınız."

Baron babacan bir tavırla gülümsedi. Bu gülümseme benim için çok şey anlatıyordu.

Minnet gördüm gözlerinde.

Gurur gördüm gülümsemesinde.

Sevgi gördüm sıcaklığında...

Dudaklarım düz bir çizgi halindeyken odadan çıktım. Steven hemen arkamda benimle birlikte, bana yolu gösteriyordu.

"Kusura bakma. Orada biraz ani davrandım. Elimde olmayan birşeydi." Dedim adımlarım arasında.

"Hiç önemli değil. Sizin bir suçunuz yok." Dedi yabancı aksağanı ile.

Daha fazla birşey söylemedik ikimizde. Uzun koridordan geçerken sonunda kalacağım odanın önüne gelmiş olacaktık ki Steven bir adım önüme geçti ve solumda duran kapıyı eliyle işaret etti.

"Kalacağınız oda burası efendim. Herhangi bir iht-"

"Gerisini ben halledebilirim. Teşekkürler." Dedim kapımı açmak için ilerlediğim sırada kapının yanında duran yüz tarama yerini gördüm.

"Kapı yüz taramasıyla açılıyor efendim."

Steven, cümlesini bitirdiği esnada ben çoktan kapımı açmış ve içeriye girmiştim. Karşımdaki koruma şaşkınlığını belli etmek istercesine kaşlarını havalandırdı. Neden şaşırdığını anlamadığım için tek kaşımı kaldırdım.

Bu kadar şaşıracak ne vardı ki?

Stevena hafifçe başımla selam vermekle yetindim. Oda bana aynı hareketi yaptı. Kapımı arkamdan kapattım.

Kulağımı kapıya dayadım. Kapımın dibinden uzaklaşan adım seslerini işitince Stevenın gittiğini anlamıştım.Herhangi bir ses duyamayınca kapının dibinde kayarak yere çömeldim.

Gözyaşlarım gözlerimden yavaş yavaş süzülerek tenimde iz bıraktı. Neden bu işi kabul ettim? Ne için? O mektup aklıma gelince dişlerimi sıktım. İntikam için...

İntikam. Bu saatten sonra, bütün acımı, sevgimi, merhametimi, üzüntümü en derine gömecektim. Ne gören nede anlayan olacaktı. Yalnızca intikam içinde harmanlanmış duygularım bedenimi ele geçirecekti.

Bu saatten sonra artık, gerekirse herşeyi yakıp yıkacaktım. Acımın beni neye dönüştürdüğünü herkese gösterecektim.

Kolumla sertçe gözyaşlarımı sildim.

Ağlamayacaktım. Kimse beni böyle görmeyecekti. Herkese göstereceğim. Artık Kumru Korkmaz değildim.

Agnes Wilson, bu saatten sonra yalnızca acı getirecekti.

Agnes Wilson, bu saatten sonra yalnızca kan dökecekti.

Agnes Wilson, bu saatten sonra yalnızca intikam alacaktı.

Agnes Wilson, bu saatten sonra yalnızca, kardeşi için savaşacaktı. Onu inciten kişiden acısını çıkaracaktı. Bir gözyaşı için bin gözyaşı döktürecekti.

 

"Buraya cehennemi kendi ellerimle getireceğim."

 

 

 

1.BÖLÜM SONU

♡♡♡

Loading...
0%