Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11.Bölüm

@hypnoticdark

31 Ocak 2015

İlk işkencemin ardından aylar geçmişti. Bu süreçte, konuşturulacak onlarca adam çıkmış, hepsini büyük bir keyifle konuşturmuştum. Pote, Madrid'den dönmüş ve karşısında kana susamış bir katille tanışmıştı. Yüzünde hayal kırıklığından öte, hayranlık görmek de beklemediklerim arasındaydı. Artık, işkence günlerimizde o da bize katılıyor, hainleri bir bir yakalıyorduk. Aslında dostlarımızı mı demeliydim? Sonuçta babamı ipe götürmeye kalkıyorlardı ama o şeref elbette bir gün bana ait olacaktı.

İhtiyar, çoktan bana bağlantılar bulmaya başlamıştı. Ziya Bey'in kızından çok herkes, Salvador Mendez'in torunu gözüyle bana bakıyor, zaman zaman onlara ufak iyilikler yapıp evlerine, onlara yan çizen adamların cansız bedenlerini yolluyordum. Yüzümü bilmeseler de varlığımı ağır ağır enselerinde hissettiriyor, bana olan borçlarını bir bir hafızama kazıyordum ve büyük bir keyif alıyordum.

Her ailenin yakınlarına bu konularda sürprizler yapıp, iyiliğin benden geldiğini sır gibi saklatma görevi de ihtiyara düşüyordu. Hepsini, kendi silahlarıyla tehdit ediyor, benim adımı anarlarsa hepsini piyasadan sileceğimiz izlenimi de veriyordu. Adamlar da benden büyük fayda sağlayacaklarını bildiklerinden, ortaya çıkacağım günü iple çekiyorlardı. İhtiyarın, inanılmaz bir çevresi ve gücü vardı ama Ziya Bey, tüm olanlardan habersiz, ona olan yardımlarımdan dolayı gurur duyuyordu.

İlk işkencemin ardından aldığımız "Asil Arslan" ismi, Arslanların konseyde olan küçük oğullarıydı. Asilik yapmış, Ziya Bey'in, işlerine çomak soktuğunu iddia etmişti ama konsey elbette bu yaptığının kanıtı olmadığını belirtip, araştırmalara girmişti. Gerçekten de babamın, onların anlaşma sağladığı bir kişiyle işi bozmak istediği ortaya çıkınca da Asil Arslan, affedilmişti. Geçici süreliğine babamın silah sevkiyat işi durdurulmuş ki bu sonuç, köpürmesine sebep olmuştu.

Bugün, yani yine doğduğum günde babam artık eve dönecek, silah işi askıya alındığından uyuşturucu işlerine ağırlık vermek için işleri, İstanbul'dan yönetecekti.

Sabahın ilk ışıklarında uyanıp, tüm çalışmalarıma aralıksız devam etmiştim. Öğlene doğru kuaföre gitmeye karar verdim. Saçlarım ilgiye ve boyaya susamışlardı. Yine siyahlara büründükten sonra aşağı indim. Potearkamdan geliyordu.

"Baban gelecek Patrona ama oldukça keyiflisin." dediğinde yüzümde güller açtı. Pote, kendimi bildim bileli bana Patrona diye hitap ederdi. Bu, ispanyada güçlü kadınlara hizmet etmenin şeref olduğunun göstergesi olan bir hitap şekliydi. Eskiden yadırgasam da şimdi gerçekten tam anlamıyla onun "Patronasıydım."

"Babam geliyor Pote. Elbette mutluyum ve bugün doğum günüm. Yirmi yaşına giriyorum ve yirmi cinayetim var." dediğimde şok olması kahkaha atmama sebep oldu.

"Kuaföre gidip hazırlanacağım. Sonra da biraz alışveriş yaparız." dediğimde ikiletmeden arabaya binmiştik bile.

Belime kadar inen saçlarımı platin rengime tekrar boyatıp uçlarını da düzelttirmiştim. Bu renk, gözlerimin griden maviye dönük rengiyle ahenk içinde dans ediyordu. Ardından büyük bir alışveriş merkezinin yolunu tutmuştuk. Siyahın her çeşidini fiyatına dahi bakmadan sepete atıyordum. Pote artık dayanamayacağını belirten sesler çıkarmaya başladığında, durmam gerektiğini anlamıştım.

"Hadi gidip kahve içelim." dediğimde gözleri ışıl ışılparlıyordu. Paketleri bagaja fırlatırcasına atarken, sürücü koltuğuna geçmiştim bile.

"Sahilde güzel bir yer var oraya gidelim Patrona. Hava alırız. Akşamımız muhtemelen acı içinde geçeceği için biraz kafa dağıtmam gerekiyor." Artık kabullenmişti. Her şeyi kabullenmiş, olmaması gereken bir insana da onu ben dönüştürmüştüm. Gözlerim üzerinde yoğunlaşırken acı bir sarsıntıyla arabamı durdurmak zorunda kaldım. Pote'yebakarken öndeki arabanın resmen arkasına geçirmiştim. İkimiz de hemen aşağı indik.

Siyah Jeep'in içinden de uzun boylu, omuzları haddinden fazla geniş bir adam söylene söylene inmeye başladı. Haklıydı da.

"Duran arabaya çarpmayı nasıl başardınız?" derken gözündeki güneş gözlüğünü çıkarması, nefesimin birkaç saniye kesilmesine sebep oldu. Güneş ışığının vurduğu ela gözleri, yeşile dönmeye başlamıştı. Öfke dolu gözlerini irice açtıkça da bu güzellik beni mest ediyordu. Kısa kumral saçları ve ela gözleri üzerimde gezindikçe kalp atışım hızlanmaya başladı. Ne olduğunu algılayamıyor, benim yaşlarımda olduğunu düşündüğüm adam, ben sustukça öfkeleniyordu. Bu güzellik, Pote'nin sesiyle bölünmeseydi ne de güzel olurdu.

"Kusura bakmayın beyefendi, bizim hatamız. Hasarı karşılayacağız." derken hala gözlerimi adamdan ayıramıyordum. Geniş omuzları düşün, geniş omuzları. Ela gözleri düşün, ela gözleri. İç sesimin feryadını susturmak zorundaydım.

"Konuşma!" diye bağırdığımda, ikisinin gözleri de beni buldu.

"Bana mı diyorsun sen?" dediğinde, ela gözler yine bana dönmüş, sesindeki karizma kulaklarıma, dünyanın en güzel sesi olarak nüfuz etmişti.

"Hayır, yani evet. Kusura bakmayın diyecektim." Konuşmasan daha iyiydi Hafsa.

"Yani bugün benim doğum günüm de, dikkatim dağınıktı ondan öyle şey oldu." Adama ne senin doğum gününden Hafsa, sus artık sus! İç sesimle konuşsaydım muhtemelen daha mantıklı görünürdüm. Yüzümdeki şaşkın ve afallamış ifademi gören elalar, kısılarak yüzünde bir çukur oluşmasına sebebiyet verdi. Hayır hayır gamzesi olamaz. Lütfen gamze olmasın o.

"Ne gülüyorsun ya? Tamam kaza işte adı üstünde. Geliyorum da demez ayrıca. Hasarı neyse karşılarım." dediğimde sesim beklediğimden daha sert çıkmıştı. Daha ne kadar saçmalayacaktım acaba? Pote'nin şaşkın bakışları artık bıkkınlığa doğru dönerken, arabadan aldığım kalem kağıtla numaramı yazmış, ela gözlü heykele uzatmıştım. Kağıdı elinde tutarken gözlerimiz yeniden buluştu.

"Tamam, önemli değil. Ben de sert çıkıştım kusura bakmayın. Madem doğum gününüz ben sizi oyalamayım." Oyala, oyala bizi bir ömür mümkünse.

"Karşılanacak bir hasar yok. İyi günler." derken, çivilendiğim yerden gidişini izliyordum.

"Patrona, sen iyi değilsin. Ben kullanırım arabayı." dediğinde çivilendiğim yerken sökülüp yolcu koltuğuna yerleştim.

"Eski halin öldü sanmıştım. Neyse ki hala umut varmış." Pote kahkahalara boğulurken, onu öldüreceğim sinyalini verdiğim bakışlarımı, üzerine fırlattım.

"Kazanın şokuyla öyle saçmaladım işte." Geçiştirebilmiş olayım lütfen.

"Ben de öyle düşünmüştüm zaten. Şoktur o şok." derken haykırarak gülüyordu.

Sahildeki mekana girerken aklım hala ela gözlü heykeldeydi. Kendine gel Hafsa, ölmüş ruhunu bir adama adayacak değilsin. Sert kahvemi yudumlarken, denizin kokusu ciğerlerimi açıyordu. Sigaramı da yakıp, bu günü taçlandırdım.

"İhtiyar, bu sigara işinden hoşlanmamış ki bende onunla aynı fikirdeyim." dediğinde omuz silktim.

"Son zamanlarda hep onunla aynı fikirdesin zaten."

"Kararlarına saygı duymaya, karşında durmaktansa yanında olup seni korumaya karar verdiğimdendir." Haklıydı, olması gereken buydu.

Önüme, üstünde tek mum dikilmiş kestaneli olduğundan emin olduğum bir dilim pasta geldiğinde, Pote'ningülümseyen gözlerini buldum.

"Yaşayacağımız yıllarımız olsun Patrona."

"Yaşayacağımız yıllarımız olsun Pote'm" Artık mutlu yıllar bile dileyemeyeceğimiz gerçeğini kabullenmiştik. Sadece yaşamak zorunda olduğumuzu biliyorduk.

Eve ulaştığımızda çoktan hava kararmıştı. İhtiyarla irtibatta olduğumuzdan, babamın henüz gelmediğini biliyordum ki arkamda arabanın bahçeden içeriye giriş sesini duydum. Önünde herkes el pençe divan duruyor, babam bu gücün farkındalığıyla, ağır adımlarla arabasından iniyordu. Kapının girişinde, Pote ile durduğumuzu görünce yüzüne en anlamsız gülüşünü yerleştirdi. Yanımıza ulaştığında da gözlerinden gurur okunuyordu. Kızı işkenceci bir katil olduğu için gurur duyan bir baba. Ondan önce söze girmeye karar verdim. Bu oyunu, artık ben yönetiyordum.

"Hoş geldin baba, evimize." dediğimde de ben, dünyanın en anlamsız gülüşünü yüzüme yerleştirdim.

"Hoş gördük, hoş gördük." derken hep beraber salona geçtik. Her zamanki sarsılmaz heybetiyle baş köşeyeoturdu.

"Ahmet, Pote siz de geçin bakalım karşıma." Biz zaten karşındayız, sen merak etme. Onlar da yerini alırken sözüne devam etti.

"Yaptıklarınızı duydum. Kusursuz bir ekip çıkmış ortaya. Hepinizle gurur duyuyorum." derken sesi ilk gün duyduğum gibi, umutla çıkmıştı.

"Her şey, ailemiz için baba." dediğimde daha da keyiflendi.

"Aferin. İşte benim kızım. Bundan sonra hep beraberiz. Daha da kusursuz işler çıkaracağız ortaya. Sen yeter ki benim sözümden çıkma." Dişlerim, sıkmaktan ağrımaya başlamıştı.

"Elbette baba. Ben seninle güçlüyüm. Ne kadar geç olsa da farkına vardım bunun." Asıl sen, benimleyken güçlüsün de neyse.

"Hiçbir şey için geç değil kızım. Sen benim kanımsın, benim soyumsun. Benim varisimsin. Bunu tüm dünya görecek. Sen eğitimlerini sakın bırakma." Katillik derslerimden bahsediyor.

"Sen nasıl dersen öyle baba." Boğazını sık, nefesi kesilsin. İç sesimi dinlemek, hiç bu kadar keyifli gelmemişti.

"Hadi şimdi çık odana. Hediyenin yerini biliyorsun." dediğinde karnıma yumruk yemiş gibi oldum. Artık hediye almasını kesmesini mi istesem yoksa direk ben boğazını mı kessem? Boğazını kes kes kes...

"Tabii baba." deyip merdivenlere yöneldiğimde, içimdeki öfkeyi kusmak istiyordum. Karanlık odaya girdim, ışıkları açtım. Yatağın üstünde kocaman bir kutu, içinde de beyazın en saf tonundan tül elbise.

"Bir kere de şaşırt be adam!"

Loading...
0%