@hypnoticdark
|
Güç, tek kelime tek hece. Ağırlığının altından kalkmaksa, bir ömür vereceğin çabaya bağlı. O gücün altında ezilmemek için kendimden vazgeçtim. Olmadığım bir insana dönüşürken buldum benliğimi. Şimdi o gücü, o ağırlığı, iliklerime kadar hissetmek adına karanlığın inine doğru yola çıktım. Bu savaştan galip çıksam da içimde verdiğim savaştan sağ kurtulamayacağımı biliyordum. Ben hayatımdan geçeli çok olmuştu da önüme çıkan engellerle oradan oraya savruluyordum. Bu gece, o gücün beni sarıp sarmalamasına izin verme vaktiydi. Merdivenlerden indiğimde herkes bana hayranlıkla bakarken, Mariana korkuyla bakıyordu. Gördüğü kadının, onun tanıdığı, sevdiği, eğlendiği Aureliaolmamasından ölesiye korkuyordu. Karşısında gözlerinin içi gülen, birlikteyken eğlencenin tarihini yazdığı kardeşi değil de ölüm gözlerini hırs bürümüş bir kadın duruyordu. Karanlığın inine kendi ayaklarıyla giden bir kadın. Gitmemek için savaş bile vermemişti. Gördüğü, onun kardeşi değildi. Bakışları ardımda bırakıp, babamın peşinden kapıdan çıkıyordum. Babam ve sağ kolu Alberto, ben ve sağ kolum Pote. Arabalara yerleştiğimizde, önümüzde iki arkamızda iki araç daha vardı. Yüksek korunaklı araçlarımızla, kalabalık bir şekilde yol alıyorduk. Kırk dakikalık bir yolculuğun ardından ıssız ama bir o kadar da şatafatlı bir evin önünde durduk. Buradaki kalabalık, daha çok kaos gibiydi. Her köşede, silahlı olduklarından emin olduğum adamlar ip gibi dizilmişlerdi. Arabalarımız bahçenin içinde durduğunda, yolculuk boyunca ağzını açmayan babam, gözlerini gözlerime sabitledi. "Onlar senden korksunlar." dediğinde bacağımı ne kadar süredir salladığımı fark etmemiştim. Derin bir nefes aldım. Korkmuyordum, sadece heyecanlıydım. Kandırma kendini Hafsa. Madrid'e geldiğimden beri konuşmayan iç sesim tekrar ortaya çıkmıştı ve bu, beklemediğim bir şekilde beni rahatlatmıştı. Kendimi şimdi yalnız hissetmiyordum. Kapımı Pote açtığında gözlerimiz buluştu. "Buyurun, Aurelia Hanım." dediğinde artık mesafeli ve İspanyolca konuşuyordu. Bu durum beni her ne kadar rahatsız hissettirse de böyle olması gerektiğini biliyordum. Babamın kapısı da açıldığında aynı anda bahçeye adımımızı attık. Soğuk hava, alev alev yanan yüzümü serinletiyor, ciğerlerime oksijen dolduruyordu. Şatafatlı evin kapısına doğru yürürken babamın adamları da aramızda biraz mesafe bıraktıktan sonra arkamızdan yürümeye başladılar. Yanlarından geçtiğimiz yabancı adamlar da benim her adımımda kafalarını yere eğiyor ellerini önlerinde birleştiriyorlardı. Merdivene ilk adımımı attığımda babam durmuştu. Şimdi, birkaç adım geriden geliyor önden yürümeme müsaade ediyordu. Adamlarımız bahçede kalırken önden ben, arkamdan da babam, Alberto amca ve Pote eve adımımızı attık. Kapının girişinde, simsiyah saçları beline kadar dümdüz dökülen, uzun boylu ve oldukça bakımlı bir kadın bekliyordu. "Hoş geldiniz Sayın Mendez." derken yüzünde hayranlık dolu bir ifade vardı. "Teşekkür ederim." dediğimde sesim otoriter ve güçlü çıkmıştı. "Güvenlik sebebiyle üzerinizde bulunan silahları buraya bırakmanızı rica etmek zorundayım." dediğinde kenarda duran siyah bir sandığı işaret ediyordu. İhtiyar, evden çıkmadan dedeme ait olan bıçağı ve silahı zorla çantama koymuştu. İkisinin de üzerinde altından harflerle S.M. yazıyordu. Salvador Mendez. Silahı da bıçağı da sandığın içine özenle koydum. Kadın dünyanın en kıymetli eserine dokunur gibi bıçağı eline alıp bana tekrar uzattı. "Bu, sizinle kalabilir Sayın Mendez. Korumalarınızın da sağ tarafta bulunan odada, toplantı boyunca beklemelerini rica ediyorum." dediğinde hafifçe başımı sağa çevirip Pote'ye git işareti yaptım. "Başka bir ricanız yoktur herhalde." dediğimde sesim sevimli dursa da bakışlarımda en ufak gülümseme yoktu. Dedemin bıçağını tekrar çantamın içine yerleştirdim. "Hayır efendim. Konsey yukarıda sizi ve Bay Soykan'ı bekliyor." Kadının yüzü hala hayranlık doluydu ve bu, saçma bir şekilde hoşuma gitmişti. Evin içinde, üst kata doğru açılan sarmal bir merdiven vardı. Ağır ve güçlü adımlarla merdivenin sonuna ulaştığımızda, girişteki kadın kapıyı açmış ve girin işareti yapmıştı. Kalbim içimden çıkacak gibi atıyor, heyecanın beraberinde getirdiği mide bulantısını güçlükle bastırıyordum. Ellerim ve ayaklarım buz gibi olmuş, vücudumu hafiften bir titreme sarmıştı. Bunu belli etmemek için kendimi zorladıkça da baş dönmesi yaşıyordum. Adımlarım benden bağımsız bir şekilde odaya doğru adım atarken, zorlukla nefes alıyordum. Simsiyah odanın içinde dikdörtgen bir masa ve etrafında, sabah ekranda gördüğüm yüzler oturuyordu. Odaya girdiğim an hiç kimse yerinden kıpırdamamış, sadece gözlerini üzerime dikmişlerdi. Daha sıcak bir karşılama beklediğim de söylenemezdi. Çocukları, hatta bazılarının torunları yaşındaydım. Ayağa kalkmayı, kendilerine yedirememiş olmalılardı. Duyduğum sesle bakışlarım masanın baş köşesinde oturan adama çevrildi. Konseyin lideri, Salieri Ennio. "Hoş geldiniz. Buraya oturun." Emrivaki ve otoriter tavrıyla bana masanın diğer köşesini, kendisinin tam karşısını gösterirken babama bakmaya bile tenezzül etmiyordu. "Teşekkür ederim Sayın Ennio." dediğimde gözle görülür bir şaşkınlık ve memnuniyetle başını salladı. Gösterdiği yere oturduğumda babam da müsaade isteyip sağ tarafımdaki koltuğa yerleşti. "Eksiğimiz de uzun zaman süren boşluğun ardından tamamlandığına göre toplantı başlamıştır." dedi SalieriEnnio. Tüm gözler hala üzerimde geziniyor, sanki en ufak korkumu, tereddüdümü yakalamaya çalışıyordu. Tüm bunların aksine ben, oldukça rahatlamış, sanki olmam gereken yer buraymış gibi hissediyordum. "Toplantı başlamadan önce tanışma faslını sürdürmeyi tercih ederim." diye söze girdi Marcos Garcia yani görünmez lider. Konseyin gerçek lideri de bunu büyük bir saygıyla onayladı. Görünmez liderin baskınlığını vücudumda daha fazla hissediyordum. "Tanışma faslını dahi yabancı biri varken sürdürmek istemem." diye çıkıntılık yapan adam da güler yüzüne aldanmamam gereken memur görünümlü Diego Alvarez'di. Babamın masada olmasından duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirmekten çekinmemişti. SalieriEnnio'nun bakışları yüzümde cevap istercesine gezdiğinde, söze girdim. "Sayın Alvarez'e hak veriyorum. Tanışma faslı dahi bu toplantının sınırları içindedir. Bu sınırları ihlal etmeye de cürret etmek istemiyorum." dediğim an odaya girdiğimizden beri bana bakmayan babamın ateş saçan gözleri üzerime dikilmişti. Benden bunu beklemediği çok açıktı. Onu herkesin içinde kovmuş, aşağılamıştım. Ölüm fermanını imzaladın Hafsa, hayırlı olsun. İç sesime de içimden teşekkür ettikten sonra, gözlerimi bir an bile gözlerinden kaçırmadığım babam, büyük bir öfkeyle ayağa kalkmış, heybetinin ve gururunun parçalarını odada bırakıp dışarıya çıkmıştı. "Şimdi toplantı başlayabilir." dediğinde yüzümü SalieriEnnio'ya çevirdim ve onaylarcasına başımı salladım. "Müsaadeniz olursa kendimi tanıtmak isterim." dediğimde de o, başını sallamıştı. "Ben, Aurelia Mendez. Bildiğiniz üzere, saygıdeğer Salvador Mendez'in torunuyum. Uzun zamandır bu masadaki yerimi almak için bekliyordum. Doğduğumdan beri babam, Ziya Soykan ve sağ kolu Alberto Castro tarafından yönetilen haklarımı devralmak için bu masadayım. Anlayacağınız, kartları yeniden dağıtmaya geldim." derken söylediklerime iç sesim bile şok geçiriyordu. Masadaki herkesin ağzı açık kalmış, karşılarında gördükleri zayıf, toy kızdan böyle cümleler beklemediklerini açıkça belli etmişlerdi. "Babanızı oyun dışı bırakmayı mı hedefliyorsunuz?" konuşan, resmini gördüğümde bile içimi ısıtan adam Josede Lugo'dan başkası değildi. "Oyun dışı bırakamam çünkü işimize yaradığını düşünüyorum. Türkiye hattı, önemli bir bağlantı. Dedemin zamanından beri oraya büyük sevkiyatlar yapıldığını ve bunun kaybedilmemesi gerektiğinin bilincindeyim. Sadece, bu zamana kadar iplerimi elinde tutan babamın elindeki iplerimi koparıp boynuna geçirmeyi teklif ediyorum." dediğim an herkes yerinde doğrulmuştu. Ben ise devam ettim. "Bundan sonra yapılacak tüm sevkiyatlardan ilk benim haberimin olmasını ben uygun görürsem de babama iletmeyi teklif ediyorum. Burada, Mendez soyundan gelen son kişi benim. Bu koltukta gerçekten hak eden biri oturmalı. Benim aracılığımla kendine pay çıkaran birinin burada oturmasını kabul edemem." dediğimde lider söze girdi. "Baban, hiçbir zaman bu koltukta oturmadı. Senin hatırına ve dedene verdiğimiz sözler sayesinde İspanya'da kendine yer edindi." sesi hala otoriterdi. "Bedenen burada oturmamış olması, benim gücümü kullanarak benden ve sizden faydalandığı gerçeğini değiştirmez." sesimi en az onunki kadar otoriter tutmaya çalışıyordum. Lider, Ennio ayağa kalktığında, tırnaklarımı masanın altından bacaklarıma geçirmiştim. Cebinden çıkardığı bıçağı gördüğüm an ise bacaklarım titriyordu. Ölüme, kendim gelmiştim. Elinde tuttuğu bıçağı açtı ve keskin tarafını avcunun içine bastırdı. Avcundan akan kanlar, masaya damlarken gözlerimin en derinine bakıyordu. "Aramıza hoş geldin. Sayın Aurelia Mendez." dediği an diğer konsey üyeleri de ayağa kalkıp tek tek aynı şeyi yaptılar. Bana kan yemini ediyorlardı. Bana 'artık ailedensin' diyorlardı. Gözlerimin dolmasına izin vermeden, gücün tamamına kendimi teslim edip ayağa kalktım. Çantamdan dedemin bıçağını çıkarıp avcumun içine bir kesik açtım. Hepsi gururla beni seyrederken söze girdim. "Hoş buldum. Ailenizde olmaktan da ailem olmanızdan da gurur duydum." dediğimde hepsinin yüzünde memnuniyet ifadesi vardı. Hepimiz tekrar yerlerimize geçtiğimizde saatlerce yapılan sevkiyatlardan, malların kaynaklarından bahsettik. Benim sevkiyat hattımı ve çalıştığım bağlantıları bana büyük bir sabırla anlattılar. Bu toplantıda olan her şeyin burada kalması gerektiği üzerinde de uzun uzun durdular. Her yıl bu tarihte has üyelerin katıldığı toplantı yapılacağını, değişiklik olursa da bizzat bana ulaşacaklarını belirttiler. Sağ kolum olarak Pote'yi ve toplantılara katılması için de vekaleten Alberto amcayı seçtim. Yapılan toplantıların ardından Alberto amca, gelişmelerden ilk beni haberdar edecek şeklinde karar alındı ve ona iletmesi için lider, sağ kolunu çağırıp haberi iletmesi için aşağıya yönlendirdi. Toplantıda, Türkiye işlerinin tam gaz devam edeceğini ancak beni korumak adına İspanya da yetişen özel güvenlikli bir ekibin de arkamdan gönderileceğini belirttiler. Okulumu bitirip Türkiye de kulüp açacağımdan ve oradan işleri daha rahat yöneteceğimi de ilettim. Türkiye'nin konseyinde aktif rol oynayacak olmamdan da oldukça memnun kaldılar. Babama güvenmediklerini kesin bir dille açıkladıktan sonra her zaman yanımda olduklarını da hissettirdiler. Gümrüklere daha fazla adam yerleştireceklerini ve eğer rahatsız bir durumla karşılaşırsam Türkiye'deki konseyi, gümrükleri kapatmakla tehdit edebileceğimi de üstü kapalı bir şekilde ifade ettiler. Toplantının sona ermesiyle hepimiz aynı anda ayağa kalktık. Son sözleri söylemek de lider Ennio'daydı. "Sayın Mendez, bu kapıdan ilk girdiğinizde böyle biriyle karşılaşacağımı düşünmemiştim. Huyun, konuşmaların dedene çok benziyor. Yaşasaydı eminim seninle gurur duyar, övünürken de bizim başımızın etini yerdi." Gülümsemesi, hüzünle karışık özlem doluydu. "Alberto bize temastan kaçındığını ve ciddi bir rahatsızlığın olduğunu bahsettiğinden ilk girdiğinde seninle tokalaşamadık. Bunun aslı var mı?" Alberto'nunda babamın kuklası olduğunu biliyor ve güvenmiyorlardı ama eminim mecbur kaldığından da haberleri vardı. "Babamla ilk tanıştığımda, farklı bir dünyaya çok acı bir şekilde adım attım. Psikoloğuma göre de böyle bir savunma mekanizması geliştirmişim. Söylenenler doğru fakat eksik. Teninize temas etmediğim sürece bir problem yok ayrıca yüksek adrenalin içeren ortamlarda da herhangi bir reaksiyon göstermiyorum. İlk girdiğimde elime dokunsanız da yüksek adrenalinden dolayı bayılmazdım." dediğimde hepsi yüksek sesle gülmüşlerdi. "Seni ürkütmek istemezdik. Biz senin aileniz artık" dediğinde yüzünde samimi bir gülümseme vardı. Onlara doğru yaklaşıp, ellerimde deri eldivenlerim olduğu için rahatlıkla ellerimi onlara uzattım ve hepsiyle tek tek tokalaştım. Odadan çıktığımda, içimde garip bir huzur vardı. Dedem sayesinde arkamda birilerinin olduğunu hissetmiştim. Celladım, beni kolay kolay öldüremeyecekti. Bu insanlara da tam anlamıyla güvenememekle birlikte babamın anlattığı gibi kuralları çok önemsediklerini gördüm. Kurallara ve aileye bağlılardı ve yanlış yapmadığım sürece ben de ailedendim. Yine de arkamda bir güç olduğunu, zorda kalırsam ulaşabileceğim birilerinin olduğunu bilmek beni mutlu etmişti. Merdivenlerden büyük bir güvenle inerken babamın sinirden köpürmüş haliyle karşılaştım. Beni gördüğü an dış kapıya yöneldi ama Alberto amca ve Pote beni bekliyorlardı. Yüzlerindeki gurur ve umut dolu ifade bu kez beni mutlu etmişti. Silahımı da teslim aldıktan sonra adamların arasından geçerek arabaya ulaştım. Pote en zarif haliyle kapımı açtı ve içeri girerken bir an gözlerim, pencereden bizi izleyen Bay Ennio ile buluştu. Hoşçakalındercesine kafamı salladığımda aynı şekilde karşılık verdi. Yol boyunca babamın ağzını bıçak açmıyor, öylece dışarıyı izliyordu. Kendini sakinleştirmeye çalışıyor ama pek başarılı olamıyordu. Gelirken benim yaptığım gibi hırsla bacağını sallıyordu. Eve vardığımızda arabanın içinde gözlerimiz buluştu. "Odana çık ve eğer ölmek istemiyorsan sana aldığım hediyeyi giyip aşağıya in!" Dişlerinin arasından kelimeleri tükürürcesine söylüyordu. Bu geceye kendimi öyle kaptırmıştım ki işkence gecem olduğunu çoktan unutmuştum. Şimdi o karanlık yeniden içimde yükseliyor, öfkemle birleşip öldürme isteğini uyandırıyordu. Arabadan inip eve girdiğimde Mariana'nın çoktan uyumuş ve yaşayacaklarımı görmeyecek olması beni rahatlatmıştı. Odama geçtiğimde kutuyu açma zahmetine bile girmedim çünkü içinde yine bana yakıştırdığı kefenlerden biri olduğuna emindim. Üstüme rahat bir eşofman takımı giymiş, saçlarımı tepemden açıp salaş bir örgü yapmıştım. Makyajımı temizleyip yüzümü yıkadığımda da hazırdım. Ayağıma spor ayakkabılarımı geçirip ölümle yüzleşmek için salona gittim. Yine giyinmediğimi gören babam bir hışımla yerinden kalktı ve saçlarıma yapıştı. Ne yapacaklarını bilemeyen Pote ve Alberto amca donakalmışlardı. Pote, kendine geldiğinde bana yetişmek için hareketlendi ama Albertoamca ve ne zaman geldiğini görmediğim ihtiyar, Pote'yizapt etmeye çalışıyorlardı. Saçlarımı sürüye sürüye iki kat aşağı indiğimizde babam, burada da bir depo bulmuştu ama bu deponun evin içinde olması ve Mariana'nın çığlıklarımı duyma ihtimali, beni ölesiye korkutuyordu. Odaya girer girmez bana saldırmaya başladı. Artık sayıları saymıyor, sadece o masada ona yaptıklarımın intikamını alıp içini soğuturcasına beni dövüyordu. Kemerini eline aldığında çığlık atmamak için eşofmanımın kolunu ısırmaya başlamıştım. Gelen her darbenin çığlığı içimde patlıyor, kemerin tokasının çarptığı yerler çürüyordu. Bu gece yüzüme vurmamaya karar vermiş olacak ki bedenimi paramparça ediyordu. Ben her ne kadar haykırmamaya çalışsam da celladım avazı çıktığı kadar bağırıp kendinden geçiyordu. "Sen benim kızımsın benim!" "Beni nasıl yok sayarsın!" "Bana bu saygısızlığı nasıl yaparsın!" "Sen, beni nasıl küçük düşürürsün!" "Sen kimsin? Kim!?" Haykırışları vuruşlarının seslerine karışıyor, kulaklarımı sağır ediyordu. Artık dayanamayacağımı anlamıştı ve bu yüzden olduğu yere oturdu. Başını ellerinin arasına alıp söylenmeye devam etti. "Bunu yapmayacaktım Hafsa. Bu kadarını yapmayacaktım. Beni buna sen mecbur bıraktın. Seni güçlü yapmak istedim. Biz güçlü olalım istedim. Biz! Ama sen eline geçen ilk fırsatta beni oyundan atabileceğini düşündün!" Kendi kendine konuşuyor, dakikalar geçtikçe kendinden aldığı gazla dinlenip dinlenip bana vuruyordu. Kırılmadık kemiğim, ezilmedik yerim kalmamıştı. Yattığım zeminde sadece nefes alıp verebiliyordum. Nefes aldıkça da ciğerlerim ağrıyordu. Saatlerin sonunda ayağa kalktı, kıyafetlerini özenle düzeltti ve belinden silahını çıkardı. Beni öldüremezdi. Buna cesaret edemeyeceğini bugün anlamıştım ama bugün onun akıl sağlığının tamamen bozuk olduğuna da kanaat getirmiştim. Çektiği silahını bana doğrulttu. Gözlerimin içine baktı. "Beni buna sen mecbur ettin." dediği an her şeyi göze alıp beni vuracağını anlamıştım. Beni ilk kez vurmayacaktı ama ilk kez öldürmek istediği, gözlerinden bu kadar net okunuyordu. Gözlerimi kapattım. Sonrası büyük bir gürültü ve kulaklarımı sağır edecek bir çınlama. Acıyla kasılan bedenim artık beni terk ediyordu. Aralanan kapının sesini duyduğumda celladım hala deponun içindeydi, gitmediğine emindim ve kapıyı kimin açmaya cesaret edebildiğini algılayamayacak haldeydim. Kulağıma gelen tiz sesle son gücümü gözlerimi açmak için harcadım. Mariana. "Aurelia!"duyduğum son ses, onun ismimi söylerken haykırışıyla karışık hıçkırıklarıydı sonrasında da karanlık beni sarmalamıştı. |
0% |