Yeni Üyelik
17.
Bölüm

16.Bölüm

@hypnoticdark

Bilincimi geri kazandığımda, hastane odasında açtım gözlerimi. Gözlerimi açabilmiş olsam da etrafta olanları, konuşulanları algılayamıyordum. Mariana'nın ağlama sesleri kulağımdan gitmiyordu. Arada sırada biri elimi sımsıkı tutuyor, gözyaşları yüzüme dökülüyordu. Vücudumdaki ağrılardan çok, göğsümdeki sızı beni kıvrandırıyordu.

Kendime uzunca bir süre gelememiştim. Uyandığımda, çektiğim acılardan kendimi kaybediyor, sakinleştirici ve ağrı kesicilerle beni tekrar uyutuyorlardı. Odanın kapısı sık sık açılıp kapanıyor, birilerinin kıyafetlerimi değiştirip vücudumu sildiğini hissediyor, yine de tepki veremiyordum.

Sonunda kendimi toparladığımda genzimin kuruduğunu hissettim. Odada kim vardı bilmiyorum ama zorlukla "Su." demeyi başarmıştım. Gözlerimi açtığımda, Mariana sevinçli gözlerle elinde bir bardak suyla tepemde dikiliyordu. Doğrulmama nazikçe yardım ettikten sonra sırtımı yatağın başlığına yasladım ve verdiği suyu tek nefeste bitirdim.

"Teşekkür ederim." dediğimde gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

"İyi misin? Doktoru çağırayım mı?" Cevap vermemi beklemeden kapıya yöneldiğinde zorlukla kolunu tuttum ama bu hareketim, nefesimi kesmiş, vücuduma kramplar girmişti.

"Gerek yok." diyebildim. Derin bir nefes alıp içimde kalan gücün kırıntılarını, zorlukla bir araya getirip devam ettim.

"Ne zamandır buradayım?" dediğimde Mariana yanıma bir sandalye çekip oturdu. Ellerimi avcunun içine hapsetti.

"Bir aydır komadaydın. Çok ciddi bir ameliyat geçirdin. Vücudunda sağlam kalan hiçbir şey yoktu. İç organların zedelenmiş ve ciğerinde de yırtık tespit ettiler ama en önemlisi kalbini sıyıran kurşundu. Ameliyatın saatler sürdü ama başarı şansı çok düşüktü. Başardın kardeşim. Bize döndün." Hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Cevap vermeden kendine gelmesini bekledim. Elimde olan elini sıkıp güç vermeye çalıştım.

"Seni orada, o halde görünce aklımızı yitirdik. Ambulans geldiğinde kalbin durmuştu. İhtiyar baş ucunda bir şeyler yapıyordu ama biz Pote ile orada kalakaldık. Elimizden hiç bir şey gelmedi. Seni hemen ameliyata aldılar. Tanrı biliyor ya sen çıkana kadar nefes almayı bile bırakmıştık. Ameliyatın mucizevi bir şekilde başarılı geçse de organlarındaki hasardan dolayı iç kanama riski vardı, o yüzden de bir ay boyunca seni uyuttular." Derin bir nefes alıp devam etti. Çok sarsılmıştı ve benim yüzümden bu halde olmasından utanç duyuyordum.

"Pote her şeyi anlattı bana." dediğinde başını eğmişti. Utanması gereken o değildi. Bana yaşatılanlar yüzünden benim de utanacak bir şeyim yoktu. Biz masumduk.

"Senin suçun yok. Bilemezdin. Yüzüme bak." dediğimde hafifçe boynuma sarılıp hıçkırmaya devam etti. Göğsüm acıyordu ama tepki vermemeye çalışıyordum. Geri çekilip yerine oturduğunda daha iyi görünüyordu. Birbirimizden güç alıyorduk.

"Babanı asla affetmeyeceğim. Sana bunları yaptığı için bir daha asla yüzüne bakmayacağım. Seni vurduktan sonra o hengamede ortadan kayboldu. Babam, konseye haber verdi." İçimdeki şok dalgası beni sarmalamıştı.

"Ne demek konseye haber verdi!?" sesim beklediğimden daha sert çıkmıştı.

"Ne yapacağımızı bilemedik. Babam da konseye haber ulaştırdı. Ziya amcayı bulmuşlar ve apar topar konseyi toplamışlar. Baban da kazayla olduğunu söylemiş ama inanmamışlar. Bilincin yerine gelene kadar bir yerde tutuyorlarmış ama öldürmemişler." Derin bir nefes aldım çünkü babamın ölmesi onun kurtuluşu, dedemin de mezara gitmesi demekti. Kapı aralandığında Pote, Albertoamca ve ihtiyar odaya girdi. Pote diğer tarafıma oturup, elimi sımsıkı tuttu. Tek tek hepsini iyi olduğuma inandırdıktan sonra dinlenmek istediğimi söyledim ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Kapının tıklatılmasıyla gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Kış güneşi, odayı doldururken Alberto amca odaya girdi.

"İyi misin kızım?" Sesinden de yüzünden de mahcubiyet akıyordu ama umursamadım.

"Yaşıyorum." dedikten sonra oturur pozisyona geçtim.

"Bay Salieri Ennio burada. Seninle görüşmeye gelmiş." Lider gelmişti. Şimdi, itiraf zamanıydı.

"Bekletmeyin, alın içeri." dediğim an kapıdan çıktı ve Bay Salieri girdi. Elinde kocaman bir kırmızı gül buketini yanımdaki masaya koyup kendine bir sandalye çekti.

"Geçmiş olsun." deyip, hüzünlü ifadesini gözlerime çevirdi.

"Teşekkür ederim Bay Salieri. Ziyaretiniz için de güller içinde." Zorlukla tebessüm edebildim.

"Sana karşı mahcubuz. O gece, çıkarken bir terslik olduğunu anlamam gerekiyordu. Seni yalnız göndermemeliydim. Ailemize girdin ama ailen seni koruyamadı." Kocaman adam karşımda özür diledikçe yerin dibine giriyordum. Kimsenin suçu yoktu. Bütün bunlar, celladımın marifetiydi.

"Sizin bir suçunuz yok. Ben, aileme kırgın değilim. O gece, babamı toplantı masasından kovduğumda başıma bunların geleceğini tahmin etmiştim."

"Sen, deden kadar gözü karasın ama ortaya koyacağın son şey canın olmalı. Bunu da yaşının getirdiği cehalete bağlıyorum." derken hala sesinden şefkat akıyordu.

"Annem için yaptım." dediğimde gözlerini gözlerime sabitledi.

"Annemi ben öldürmedim Bay Salieri." dediğimde hala yüzüme bakıyor, devam etmemi bekliyordu.

"Babam yıllarca anneme işkence etmiş, beni korumaya çalıştığı için de dedeme asla haber vermemiş. Dedeme haber verdiği an ikimizin de o evden sağ çıkamayacağını biliyormuş. Sandığınız gibi annem aşkından gözü kararmış bir kadın değildi, esaret altında ailesini korumak isteyen gerçek bir liderdi. Dedeme ne kadar benziyorum bilemem ama ben de annemin kızıyım. Ailemi korumak için gerekirse canımı ortaya koymaktan geri durmam. Annem aylarca işkence çektikten sonra dönülmez bir yola girmiş, doğum sırasında öleceğini bile bile beni kurtarmayı seçmiş. Babam şimdi ölürse bu onun için kurtuluş olur. Önce bu zamana kadar annemin kanıyla sahip olduğu her şeyi ondan geri alıp, ölmek için yalvartana kadar gözlerini kapatmasına izin vermeyeceğim. Bu, benim onunla aramdaki kan davası."

"Türkiye bizim için çok önemli bir bağlantı. Bunu kaybetmeyi de göze almam. Dedemin mirasına sahip çıkarım. Babam beni kuklası zannederken benim elimde oyuncak olacak. Yavaş yavaş tüm üyeleri yanıma çektikten sonra onun koltuğuna direk ben oturacağım. Sofya Mendez'in kızı Aurelia Mendez olarak. Babamın soyundan gelen kim varsa tek tek gözünün önünde katledeceğim ve o eli kolu bağlı karşımda oturup izleyecek. İçimdeki öfke durdurulamaz, ya o beni yok edecek ya ben onu. Bunun başka çıkış yolu yok. Eğer bana ailem diyorsanız, beni en iyi siz anlarsınız." Şimdi cevap verme sırası ondaydı. Uzunca süren sessizliğin ardından söze girdi.

"Liderimiz, Salvador Mendez'in yaşadığını biliyoruz." dediği an gözlerim fal taşı gibi açılmıştı.

"Nasıl yani?" Şok, bedenimi ele geçiriyordu.

"Yıllar önce, seni babandan kurtarmak için bir çatışma sırasında vuruldu ama ölmediğini biliyoruz. Bir adam çıkacak ve liderimizi öldürecek, biz de o adamın canını almadan iş yapmaya devam edeceğiz. Öyle mi düşündün gerçekten?" derken sesi oldukça otoriterdi.

"Aurelia, aile bizim için işlerden de bağlantılardan da önce gelir. Baban bizim bu zaafımızı kullandı. Dedenin yaşadığına dair her yıl bize kanıt getiriyor. Onun görüntüsü, sesi bazen bir eşyası. Elbette hepsini kontrol ettiriyoruz. Yıllardır peşindeyiz ama sanki yer yarıldı da liderimizi oraya koydu. Bakmadığımız delik, basmadığımız mekan kalmadı ama yok. Babanın canını aldığımız an dedeni vurduracak. Bunu da göze alamayız. Eğer onu kurtarmak gibi bir şansımız varsa bundan asla vazgeçmeyiz."

"Sen çok temizdin, çok saftın. Hayatında hiç bedel ödememiştin. Kendi rızanla bu işlere bulaşmayacağını da biliyorduk. İstanbul'a ilk gittiğin andan bu zamana kadar yaşadığın her şeyden haberimiz var. Baban bizi iyice zorluyordu, aldığı komisyonları daha konseyin has üyeleri bile almıyor. Buna daha fazla sabredemezdik, seni oyuna sokmak, onun ellerine bırakmak zorundaydık." Yaşadığım hayal kırıklığı bedenime yayılıyor vücudum tir tir titriyordu.

"Benim yaşadıklarıma, sessiz kalmayı mı tercih ettiniz! Dedem oradan kurtulduğunda bunlar için size teşekkür mü edecek sanıyorsunuz!" sesim, odanın içinde yankılanıyordu.

"Babana bir şey olursa, deden oradan kurtulamaz Aurelia. Baban öldüğü an o da ölür. İşleri de birinin eline alma vakti gelmişti ve senden başka çaremiz yoktu. Babanı yaşatıp, liderimizi kurtarmak zorundayız ama yıllardır bu mümkün olmadı. Hayat da devam etmek zorunda. Hiç birimiz babanın sana o gece bunları yaşatacağını bilmiyorduk. Seni konseye oturtacak, işlerin içine sokacak diye düşündük."

"O gece yaşadıklarımı nasıl bilebilirsiniz!? Her şeyi biliyorsanız, başıma gelenleri de bilmek zorundaydınız!" Öfke, bütün bedenimi kasıp kavuruyordu.

"Ahmet, bizim adamımız. O gece, Haluk denen şerefsizin sana bunları yapacağının haberini verdiği an harekete geçtik ama çok geç kalmıştık. Her şeyi göze aldık. Dedenin ölümünü bile ama sen çoktan adamı vurmuştun."

"Savunmanız bu mu yani?" Gözlerimden akan yaşları yeni fark ediyordum. Yeniden ihanete uğramış ve kullanılmıştım. Herkes her şeyi biliyor ve bunu ödemem gereken bir bedel olarak görüyorlardı.

"Şimdi ya ipleri ellerine alır, işlerin başına geçip babanı yönetirsin ya da babanın ellerinde ölür gider kurtulursun. Seçim senin." derken gözlerine ölüm yerleşmişti.

"Beni hiç aile olarak görmediniz. Dedem sizin ailenizdi ama ben Ziya Bey'in de kanını taşıdığım için beni de düşman bildiniz." derken artık sarsılarak ağlıyordum.

"Eğer ailemizden olmasaydın şu an karşımda nefes alıyor olmazdın. Biz, Mendez ailesine kan yemini ettik. Sana yapılanların da hesabını sorma zamanı gelecek ve o gün dökülecek kanın haddi hesabı olmayacak. Bu saatten sonra baban sana elini bile süremez. Buna müsaade etmeyiz. Senin için bir ekip hazırlatıyorum. Nefes aldığın her yerde sen onları görmesen de yanında olacaklar. Artık lider gibi davranma vakti. Silkelen ve kimin soyundan geldiğini unutma." Cevabımı sabırla bekliyordu. Kabul etmekten başka bir çarem olmadığının bilincindeydim.

"Ölmeyeceğim Salieri Ennio. Bu zevki kimseye yaşatmayacağım. Zamanı geldiğinde de nefesimi kesenlerin, nefeslerini keseceğim. Buna siz de dahilsiniz. O gün gelene kadar sizinle çalışmaya mecburum. Dedem de oradan kurtulacak ve size bunun hesabını soracak. Bundan hiç şüphem yok. Öyle bir güce sahip olacağım ki karşımda siz bile tek kelime edemeyeceksiniz. Yapılanlara sessiz kalanlar da yapan kadar suçludur benim gözümde."

"Sen Hafsa Soykan değil, Aurelia Mendez'sin ve bundan hiç şüphem yok. Günü geldiğinde dedenin hesap sormasına fırsat vermeden sana kendim geleceğim. Sen benim ailemdin ve ben seni koruyamadım. Sana bu kadarını yapacağını asla tahmin etmedim. O gün, karşında boynum kıldan ince olacak. Buna şüphen olmasın." Ayağa kalktı ve hızla odadan çıktı. Gözyaşlarım sel olmuştu. Sarsılarak ağladıkça göğsümdeki yaradan incecik kan sızmaya başlamıştı. Bunu bile umursamadan ağlamaya devam ettim.

*

*

*

Hastanede daha fazla kalmak istemediğimden bir haftanın sonunda zorlukla herkesi ikna etmiş, kendimi eve getirtmiştim. Kalbimdeki yara, hala tazeydi ama vücudum kendini toparlamıştı. Doğum günümden sonra bir daha babamı hiç görmedim. Gitti mi yoksa hala Madrid'de mi bilmiyordum. Eve geldiğimde de odaya çıkmaktansa yatağımı salona kurdurtmuştum. Yalnız kalmak istemiyordum. Konsey lideri, Salieri Ennio ile yaptığımız konuşmanın etkilerini hala üzerimden atamamıştım. İhtiyarın onların adamı olduğunu bildiğimden babama karşı daha güçlü hissediyordum. Bana yaşatılanları bilip de bir şey yapmamış olsalar da onlar da kendilerince haklılardı ama artık kimseye tam olarak güvenemezdim. Yine de onların arkamda duran gücünü kaybetmeye niyetim olmadığından oyunu kurallara göre oynamaya karar verdim.

Pote ve Mariana başımdan hiç ayrılmıyordu. Salieri Ennioile yaptığımız konuşmaları onlara anlattığımda ciddi bir şok ve ardından gelen öfke nöbetleriyle de ilgilenmek zorunda kalmıştım. İhtiyarın koşarak salona girmesiyle aniden olduğum yerden ayaklandım.

"İhtiyar, ne bu halin?" dediğimde kötü bir şeyin olduğunu anlamıştım. Her zaman sükunetle duran adamın eli ayağı titriyordu.

"Mariana'yı götürmek zorundayız!" diye bağırırken Alberto amca ve Pote de ayaklanmıştı. Alberto amca ihtiyarın omuzlarından tutup onu sarstı.

"Ne demek bu Ahmet? Neler oluyor!?" derken artık o da sükunetini kaybetmişti.

"Ziya Bey geliyor. Konsey, tüm işleri Hafsa'ya devretmiş ve İspanya kolunda bağlantısı kalmamış. Öfkeden deliye dönmüş. Mariana konseye haber verdiğinden onu suçluyor. Öldürecekmiş diyorum vakit yok!"

"Konseye Alberto amca haber vermedi mi!? Mariana'nın ne alakası var!?" diye bağırırken Mariana'ya sımsıkı sarılıp yüzümü Alberto amcaya çevirdim.

"Senin vurulduğunu görünce Mariana haber vermiş ben değil. Nasıl ulaştı onlara bilmiyorum, zorladım ama anlatmadı. Acele etmemiz lazım, şakası yok!" derken dışarıdaki adamlara araçları hazırlamaları için emirler yağdırıyordu. Hızla kapının yolunu tutup araçlara yerleştik. Mariana titriyor bağıra bağıra ağlıyordu. Elini sımsıkı tuttum.

"Korkma, sana zarar veremez." sesimi sakin tutmaya çalışıyordum ama korkudan ben de ağlamak üzereydim.

"Kızını bile öldürmek istedi. Beni de öldürecek. Ben sadece seni korumak istedim." derken vücudu titriyordu.

"Senin bir suçun yok, ben üstleneceğim her şeyi ağlama lütfen." derken artık yalvarıyordum.

"Sana da kıyamam. Sen benim kardeşimsin. Sen de ölme." Birbirimize sımsıkı sarıldık. Bunları hak etmiyordu. Celladım, hepimizin hayatını mahvetmişti.

"Ölmeyeceğim. Ölmeyeceğiz. Daha senin bulduğun mekana gidip sabaha kadar eğleneceğiz. Unuttun mu?" derken yüzünü avcumun içine aldım. Biraz sakinleştiğinde ben de nefes aldığımı hissettim. Kardeşlerim, benim gerçek yaşama sebebimdi.

"Üç gün üç gece olsun mu?" derken titreyen dudağıyla tam bir bebek gibi görünüyordu. Yüzümdeki gülümsemeye engel olamadım.

"Olsun tabii olsun." deyip sımsıkı sardım onu. İhtiyar, arabayı deli gibi kullanıyor nereye sürdüğünü de bence bilmiyordu. Sadece, ölümden kaçtığımızı biliyorduk. Önde Alberto amca bir yerler tarif ederken yanımızda oturan Pote de öfkeden camı yumrukluyordu.

Her şey, bir anda yaşandı. Ne olduğunu bile anlayamazken silah sesleri yükselmeye başladı. Arabamızın tekerleri inmiş, sağa sola savruluyorduk. Önümüzde büyük bir çatışma yaşanıyordu. Silahlardan çıkan ateşler, gecenin karanlığını aydınlatıyordu. İki grup vardı ve birbirleriyle savaşıyordu. Biz de bu çatışmanın tam ortasındaydık. Araba büyük bir ağaca çarpıp durduğunda, ormanın içindeydik. Mariana'nın ellerini sımsıkı tuttum. İhtiyar arkasına dönüp yüzüme baktı.

"Mariana'yı al ve koş. Gidebildiğiniz kadar gidin. Konsey, adamlarını göndermiş. Onlar bir süre Ziya Bey'in adamlarını oyalayacaktır. Biz arkanızı kollayacağız. Durmayın Hafsa, sakın durmayın ve ne olursa olsun arkanıza bakmadan koşun. Konsey, sizi bulup koruyacaktır." derken artık çok soğukkanlı görünüyordu.

"Siz!?" diye bağırdım.

"Bizi düşünme, Pote de arkanızdan gelecek. Vakit yok! İşaret verdiğimde çıkın ve arkanıza bakmadan koşun!" dedi. Alberto amca arkasına döndü ve bize baktı.

"Kendinizi düşünün kızlarım. Kaçın." derken gözünden düşen yaşa da engel olamamıştı. Mariana ise artık ağlamıyor sanki bir kabustaymış gibi öylece bakıyordu. İhtiyarın sesiyle kendimize geldik.

"Şimdi!" Önce Pote, ardından elini sımsıkı tuttuğum Mariana ve ben dışarı çıkıp koşmaya başladık. Pote, gerimizden geliyor ve peşimize düşen adamları silahıyla engelliyordu. Kör karanlıkta ne kadar koştuğumuzu bilmiyorum ama kalbimin üstündeki kurşun yarası yanmaya başlıyor, derin bir ıslaklık hissediyordum. Bu acı bile kardeşimin hayatından olma düşüncesinden daha hafif kalıyordu ve durmaya niyetim yoktu. Hızla koşarken Mariana'nın durmasıyla zorlukla dengemi sağladım.

"Yeter, dayanamayacağım artık. Ne olacaksa olsun." derken vazgeçmiş hali beni sinirlendirmişti.

"Asla! Devam edeceğiz ve bizi kurtaracaklar!" dediğimde Pote de yanımıza gelmişti.

"Durmak yok Mari! Kaybetmek yok!" diye bağırırken onu omuzlarından sarsıyordu.

"Nereye kadar? Bir gün beni bulacak. Eğer ölürsem, birbirinize emanetsiniz." derken kendini yere bıraktı ve oturdu. Pote'nin elindeki silahı ve yedek şarjörü aldım ve Mariana'yı alması için işaret verdim. Pote, Mariana'yı kucağına aldı ve itiraz etmesine fırsat vermeden koşmaya başladı. Göğsümdeki acıya aldırmadan peşimizde gördüğüm adamları öldürüyordum.

Hava aydınlanmaya başlamışken, önümüzde kocaman bir jeep durduğunda derin bir nefes aldım. Gelenlerin konseyden olmasını umarken, babam yüzünde iğrenç bir gülümsemeyle araçtan indi. Arkamızı dönüp koşmaya çalışırken her tarafımız sarılmıştı. Babama doğru yürüyüp Pote ve Mariana'yı arkama aldım.

"Meselen benimle! Onlara dokunma!" diye haykırdığımda ormanın içinde ölüm sessizliği vardı. Silah sesleri susmuş, hava aydınlanmaya yüz tutmuş ve biz kaybetmiştik.

"Mariana hariç ikiniz arabaya geçin." dediği an yüzüne tükürdüm.

"Ne biçim babasın sen! Ben senin kızınım! Bana bunları yaşatma!" artık yalvarıyordum.

"Kızım olduğun için de sözümden çıkma ve arabaya geç!" diye bağırıp sağlam bir tokat attı. Dizlerimin üstüne çöktüm ve yüzüne baktım.

"Yapma, beni öldür ama ona dokunma." Pote ve Mariana'nın hıçkırarak ağlamalarını duyuyor ve ben de gözlerimden akan yaşlara dur diyemiyordum.

"Sen, o fırsatı kaybettin Hafsa. Ölmeyeceksin. Ben ne istersem de onu yaşayacaksın." deyip kolumdan tutup kaldırdı. Çırpınıyordum neresine gelirse vurmaya çalışıyordum. Kasıklarına geçirdiğim tekmeyle elinden kurtulup yere düşen silahımı alıp kafama dayadım.

"Onlara dokunursan bir an bile düşünmem öldürürüm kendimi!" Yüzünü büyük bir korku sarmıştı.

"Saçmalama! Bırak o silahı!" diye bağırdı.

"Niye? Beni öldürmek istememiş miydin!?"

"Bir anlık öfkeyle oldu o. Ölmeyeceksin diyorum sana! Daha işimiz bitmedi seninle!" dediğinde gözleri nefret doluydu.

"Eğer onlara dokunursan, seni öldürene kadar ölmem!" diye haykırdım. Yüzünde büyük bir gülümseme oluştu ve ardından kahkaha atıp ölüm gözlerini gözlerime dikti.

"Beni öldüreceğini zaten biliyorum Hafsa." derken donakalmıştım. Donmamalıydım, bu hatayı yapmamalıydım. Bir anlık gafletle susmuş ve silahımı indirmiştim. Bu hatamın cezasını da Mariana ödemişti. Tek el ateş sesi, ölüm sessizliğinin bürüdüğü ormanda yankılandı. Arkama dönmeye cesaretim yoktu. Gözümden bir damla yaş süzüldü ve Pote'nin haykırışıyla kendimi zorlukla onlara doğru çevirdim. Mariana başından tek el ateş edilerek vurulmuştu. Pote, üzerine eğilmiş kendinden geçercesine ağlıyordu.

"Hayır! Hayır!" Pote'nin yakarışları yüreğimi dağlarken onlara yaklaştım. Mariana'nın cansız bedeninin yanına diz çöktüm. Nabzı atmayı bırakmıştı. Yüzünü sevdim. Saçlarını kokladım. Güzel yüzüne doğru akan kanı, ellerimle sildim. Kafasını kucağıma alıp sımsıkı sarıldım. Başımı gökyüzüne kaldırıp yüreğimden kopan büyük haykırışı dudaklarımdan serbest bıraktım.

"Affet! Affet beni!" diye feryat ediyordum. Yaşama sebebimin, yaşamına son verilmesine sebep olmuştum.

Gülen yüzünü solduranları, bir ömür boyu cehennem azabında yakacağıma yemin ettim. Şimdi, karanlığın içinde değildim.

Ben, karanlığın ta kendisi olmuştum.

Loading...
0%