Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17.Bölüm

@hypnoticdark

 

31 Ocak 2023 Madrid

Yedi yıl, kalbimi söküp atmalarının üzerinden geçen yedi yıl. İçimde kopan fırtınaları, sessiz çığlıklarıma dönüştürmemin ardından geçen koskoca yedi yıl. On sekiz yaşında zorla tanıştırıldığım bu karanlık dünyanın içinde şimdi yirmi sekiz yaşında korkusuz bir şekilde ilerliyordum. O ıssız ormanda Mariana'mı benden almışlardı. Duygularımı da yüreğimi de onun öldüğü yerde bırakıp içimdeki karanlığa bürünerek yaşamaya devam ediyordum. Gerçi buna yaşamak denir miydi ondan da emin değildim. Kardeşimin cenazesine bile katılamayacak kadar suçlu hissetmiştim ve ormandan çıktığım andan itibaren ne ismini anmıştım ne de ölüm yıldönümlerinde nefes almıştım.

Eve dönüp kendimi de bitirebilirdim ama ben içimdeki öfkeyi büyütüp yaşamayı, kardeşimin gülen yüzünü solduranların soluklarını kesmeyi seçtim. Baba dediğim şerefsizin İspanya'ya girişleri yasaklanmış, konseyden aldığı komisyonları da kesilmişti. Şimdi sadece yaptığımız işlerden payını alıp evinde ölüm saçmaya devam ediyordu. Lider, Salieri Ennio babamı elimizde tutmamız gerektiği için ona da ufak tefek işler paslıyor, Türkiye hala babamın İspanya ile bağlantıda olduğuna bu sayede inanıyordu. Yedi yıldır bir kez bile sesini duymamış yüzünü görmemiştim. Bu zaman boyunca tüm toplantılara bizzat kendim katılmış, bütün bağlantılarımla tek tek tanışıp işleri kusursuz bir şekilde ilerletmiştim. Konsey benden çok memnundu ve birbirimize işler konusunda güvenimiz tamdı. Dedemden kalan bütün mal varlığımı da bizzat üzerime geçirmiş arada kimseyi bırakmamıştım.

Alberto amca ve Pote de benim gibi intikam ateşiyle yanıp tutuşuyordu. Bu amaçla beni sonuna kadar destekliyor, bütün işlerime koşturuyorlardı. Nişancılığım tek kelimeyle kusursuzdu. Savunma sanatlarında da oldukça ileri seviyedeydim. Sadece bazen, karşımdaki insanı öldürmemem gerektiğini unutuyordum. İhtiyar artık tek sorunumun sabır değil de öfke kontrolsüzlüğü olduğuna kanaat getirmişti. İhtiyar, bu süreçte hep yanımızdaydı. Ziya Bey'ine haberlerimizin de olması gerektiği kadarını uçuruyordu. Olması gerektiği kadar derken, benim müsaade ettiğim kadar. Herkesin ipleri artık benim elimdeydi ve ben onay vermedikçe kimse kılını dahi kıpırdatamazdı.

Mariana'nın ölümünden sonra zor da olsa okuluma devam edebilmiş ve bitirmiştim. İstanbul'da açacağım gece kulübünün de hazırlıkları son sürat devam ediyordu. Bu süreçte İspanya konseyi, benim için elli kişilik koruma ordusu kurmuştu ve şimdiden İstanbul'a doğru yola çıkmışlardı. Alberto amca da boş durmamış, bana üç tane yakın koruma getirmişti. Bu yakın korumalar, benim doğduğum yıl dedem tarafından Türkiye'deki bir yetimhaneden alınmış ve günü geldiğinde beni korumaları için Alberto amca tarafından yetiştirilmişti. Aslında dedem ne benden ne de annemden vazgeçmemişti.

Mariana'nın cenazesinden birkaç gün sonra Alberto amca, yakın korumalarımı eve getirmişti. Türk olmalarına rağmen İspanya'da büyümüşlerdi ve Alberto amcaya büyük bir minnetle bağlılardı. Hepsi nişancılık, savunma sanatları, ilk yardım konularında üst seviyedelerdi. Pote'yikomutanları olarak görüyorlar ne derse ikiletmeden yapıyorlardı. Hepimizin yaşları yakın olduğundan da arkadaş grubu gibi görünüyorduk ama artık kimseye ne bir bağlılığım ne de içimde hissedebileceğim bir duygu kalmıştı.

Her zamanki gibi spor salonundaydım ve içimdeki öfkeyi, kum torbasına kusuyordum. Uyumak artık benim için cehennem azabıydı ve erkenden güne başlıyordum. Sporumun sonuna gelirken de hava yavaş yavaş aydınlanıyordu. Kapının açılmasıyla içeri Pote girdi.

"Yine mi uyumadın Patrona?" derken yüzüne bile bakmıyordum. Vicdan azabından mıydı yoksa umursamazlığımdan mı emin değildim.

"Yeter artık, saat 6'da yola çıkacağız dinlen biraz." diye devam etti. Düşünceli olması bile içimi eziyordu. Kardeşinin ölümünden sonra bir kez bile beni suçlamamış, kendime eziyet ettiğim zamanlarda da yanımda olmuştu. Böyle davranmasına dayanamıyordum.

"Fazla konuşuyorsun Pote. Başım ağrıyor." dediğim an kapının açılmasıyla sözü kesildi ve içeriye koşar adımlarla bizim ekip girdi. Kendimi yerdeki minderlere bırakıp uzandığımda kendime bir sigara yaktım.

"Spordan sonra sigara? Muazzam tercih." Her zaman gereksiz yorumlarda bulunan tabii ki Cenk'ti. Ciddi olup olmadığını anlamak için uzunca düşünmek gerekirdi çünkü sürekli her şeyle alay eder, ölümü bile dalgaya alırdı. Uzun ince vücut hatları ve yeşil gözleriyle yakın korumadan çok mankene benziyordu ama kavga sırasında karşısında kimse duramazdı. Ölümcül darbelerinden kaçmak için kırk fırın ekmek yemem gerekirdi.

"Her şeye yorum yapmaktan sıkılmadın mı sen?" Ekibin ciddi ve dürüst karakteri Furkan. Fazla konuşmaz ama konuştuğunda da gerçekleri öyle ağır bir şekilde yüzüne vurur ki karşısında cevap vermek mümkün olmazdı. Cenk kadar uzun olmasa da oldukça heybetli bir kas yığınıydı. Kara gözleri ve karışık sakalları ciddi ifadesini daha da yoğunlaştırıyordu.

"Bunları boş verin gençler de akşam boğaz havası eşliğinde rakı balık yapmaz mıyız?" Uçarı kızımız Beyza. Dünya yansa kendine eğlenecek bir şey bulurdu. Gördüğü her yakışıklı erkekle flört eder, bugün hayatının son günüymüşçesine eğlenirdi. Onun enerjisinin binde birine bile sahip olmadığımı itinayla belirtmekten de vazgeçmezdi. Kızıl saçları, ince ama kaslı vücuduyla gören herkesi kendine hayran bırakacak bir havaya sahipti. Cenk ve Beyza çok iyi anlaşır, birbirlerinin enerjisini tüketmeden de durulmazlardı.

"Eğlenmeye gitmiyoruz Beyza." derken Pote de yanıma oturup kendine bir sigara yaktı.

"Sen ne diyorsun Patrona?" derken Beyza hevesle gözlerime bakıyordu. Cevap bile vermeden olduğum yerden kalkıp odadan çıktım. Merdivenleri çıkarken arkamdan yoğun bir tartışmaya girdiklerini duyabiliyor ama ilgilenmiyordum. Mariana'nın odasının önüne geldiğimde kalbime keskin bir bıçak saplandı. Yedi yıldır odasına kimsenin girmesine izin vermemiştim. Benim de girmeye cesaretim hiç olmadı. İçeride kokusu da ona ait her şey de olduğu gibi duruyordu. Kapının koluna doğru uzandığımda ellerim titremeye başladı. Büyük bir korkuyla vazgeçip geri çekildiğimde arkamda Potehüzünle beni izliyordu.

"Gir Patrona." dediğinde boğazıma bir yumru oturdu.

"Hakkım yok." deyip geçmeye çalıştığımda kolumu tuttu. Dokunabildiğim tek kişi, Pote kalmıştı ama dokunmak bir yana utancımdan yüzüne bile yıllardır doğru düzgün bakamıyordum.

"Senin bir suçun yok. Bunu neden anlamak istemiyorsun?" derin bir iç çekti. "Sen bizi kurtarmak istedin. Bunun için o pisliğin önünde diz çöktün. O anı görmektense bende ölmeyi tercih ederdim." dediğinde gözünden bir damla yaş düştü.

"Ölmek yok Pote. Ölmek yok." dedim.

"Ben ölümle Mariana'yı gömdüğüm an barıştım Patrona ama o şerefsizi öldürmeden ölmek yok. Sen de artık kendini suçlamayı bırak ki yolumuza bakalım." Kolumu ondan kurtarıp koşar adımlarla odama girdim. Sırtımı kapıya yasladığım an gözlerim alev alev yanmaya başladı. Mariana öldüğünden beri bir damla yaş dökmedim, daha doğrusu dökemedim. Gözümün içi yanıyor ama gözyaşım bana isyan edercesine dökülmüyordu. O gitti. Gülüşlerimi de gözyaşlarımı da beraberinde götürdü.

Bugün doğduğum gündü. O rezil günün üstünden yirmi sekiz yıl geçmişti. Doğduğum günün anılmasını bile herkese yasakladığımdan bugün de normal bir gün gibi hazırlanmaya koyuldum. Hızlıca duşumu alıp giyinme odasına geçtim. Bugün konseyle toplantım vardı. Normalde akşam yapılan toplantı, ben yola çıkacağım için erkene alınmıştı. Kendime siyah bir takım seçip üzerime geçirdim. Saçlarımı da dümdüz bırakıp topuklu ayakkabılarımı giydim.

Merdivenlerden indiğimde herkes kahvaltı sofrasında yerini almıştı. Ben de yerime geçip tek kelime etmeden atıştırmaya başladım. Ev, yıllardır cenaze eviydi. Gülüşler de yaşam da yoktu. Hepimiz bu dava uğruna yaşayan ölülere dönmüştük. Kahvaltının sonuna doğru Albertoamca söze girdi.

"Evin hazırlandı Aurelia. Koruma ekibi de İstanbul'a ulaşmış. Evi kontrol ediyorlar ama bir sorun yok. Adresi de bizden başka kimse bilmiyor." Alberto amca o günden sonra öfkeli, yorgun ama daha da hırslı bir adama dönüşmüştü.

"Tamam. Konseyle toplantım var oradan çıkınca direk havaalanına geçerim." dedim.

"Haberim var uçağını hazırlattım. İstanbul' da aracın da hazır." dediğinde kafamı sallamakla yetindim. Artık babamla yaşamayacağım için kendime bir ev almıştım. O adamın yüzünü görmeye dahi tahammülüm yoktu. Kahvaltıdan sonra bahçeye çıktım ve vedalaşmak için Alberto amcaya döndüm.

"Buradaki işler sende, her adımdan beni haberdar et. Has toplantıya da seneye bizzat kendim katılacağım. Diğer toplantılar için de seni vekil olarak seçtim." dediğimde yüzünde hala yorgun bir ifade vardı.

"Burayı merak etme sen kızım. Ben her şeyi hallederim." dediğinde araca doğru yürümeye başlamıştım.

"Kızım, senin suçun yoktu." dediği an olduğum yerde kalakaldım. Yıllardır bu konuda bana tek kelime etmemişti.

"Suçu olmayan tek kişi sendin. Belki hakkım yok sana yaptıklarımdan sonra ama yalvarırım yaşa. Yaşa ki, kızımın ölümünün bir değeri olsun." Ağladığını duyuyordum ama arkamı dönüp yüzüne bakmaya cesaretim yoktu.

"Kanı yerde kalmayacak sana sözüm olsun." deyip hızla arabaya bindim. Büyüdüğüm ev ardımda kalırken gözlerim yine alev alev yanmaya başlamıştı.

*

*

*

Toplantı odasına girmeden Pote, Furkan, Beyza ve Cenk bekleme odasına geçmişlerdi. Tek başıma odaya girdim. Herkes yerini almıştı. Selam verip liderin tam karşısında olan koltuğuma ifadesiz yüzümle yerleştim. İki saat boyunca sevkiyatlardan ve yaptığımız yeni anlaşmalardan bahsettik. İşler tıkır tıkır sorunsuz bir şekilde ilerlerken, insanları zehirleyip ceplerimizi o paralarla dolduruyorduk. Herkes halinden oldukça memnundu ama yetinmeyi bilmiyorlardı. Uyuşturucu işinden sonra silah işine de girmeye karar vermiştik. Babamın elini zayıflatacağını düşündüğümden bu konuya ben de sıcak bakıyordum. Silah işine girersek, Türkiye temsilcisi ben olacaktım ve Türkiye konseyinin de bizzat benimle bu işe girmek isteyeceğinden emindim.

"Aurelia, silah işini hızlandırmamız lazım. Diğer ülkelerin çoğuyla anlaşma sağlandı ama senin artık Türk konseyinde aktif olup onlara bu öneriyi sunman gerek." Lider Salieri Ennio otoriter bir adamdı ve her konuşmasında da bunu belli ediyordu.

"Bugün yola çıkacağım ve en kısa zamanda konseyde yerimi alacağım. Konuyu sunduğumda, sizi de haberdar ederim." dedim.

"Türk konseyinde işler değişmiş. Ziya Bey güç kaybediyor, yaptığı silah sevkiyatlarının çoğunu Arslan ailesine devretmişler. Aurelia bu teklifi sunsa bile ona itimat etmemeleri söz konusu." konuşan, görünmez lider MarcosGarcia'ydı. Bu adamın her şeyden herkesten haberi vardı. Konuşmama müsaade etmeden lider tekrar söze girdi.

"Haberim var ve haklısınız Bay Garcia. Şu durumda Aurelia ile iş yapma riskini almak istemeyebilirler ve eminim Ziya Bey'in bu konuda planları vardır. O, çok kurnaz bir adam. Zamanını bekliyordur. Bunu da ancak Aurelia öğrenebilir. Eğer Arslan ailesini zayıflatmayı başarırsa, Ziya Bey tekrar güç kazanır ve biz de yolumuza devam ederiz. Tabii Ziya Bey, o yolun sonunda gücünü tamamen bize devretmek zorunda kalacağından habersiz." derken yüzünde korkutucu bir gülüş yer edindi ama bu bile umurumda değildi. Babamı zayıflatacak her işin içinde olmaya hazırdım.

"Türkiye ile olan silah anlaşmasını biraz geciktirmemiz gerekiyor. Önce konseye girip kendime ittifaklar edinmek zorundayım. Eğer babamın bir planı varsa ki vardır, ona dahil olacağımdan şüpheniz olmasın. Arslan ailesini halledeceğim ve sonunda silah işini bizzat üstleneceğim." dediğimde herkes memnuniyetle beni onayladı. Liderin gözleri tekrar bana döndüğünde konuşmaya başladı.

"İttifak demişken Aurelia, bu konuda bir pürüz yaşayabilirsin. Türk konseyinde Savaş Sorgun adında bir adam var. Eli kolu oldukça uzundur. Bizim silah işine girme isteğimizden haberdar olmuş ama bu değerli bilgiyi kendine saklamak istemiş olacak ki konseyine bildirmemiş, öyle ki babasına bile haber vermemiş." Lider Salieri Ennio, bu süreçte bana Türk konseyindeki her üyeyi uzaktan tanıtmıştı. Savaş Sorgun, Faruk Sorgun'un oğlu ve varisiydi. Babasını alt edip konseyde has üye olmayı amaçlayan gözü kara ve pervasız bir adamdı.

"Tek başına bu anlaşmayı yapıp babasını saf dışı bırakmak istiyor." dediğimde onaylarcasına başını salladı.

"Bu adam güvenilir biri değil ve onunla iş yapman demek konseye göre arkadan iş çevirme olarak algılanır ve bu durum işimizi sekteye uğratır. Savaş Sorgun şu an Madrid'de ve seninle görüşmeyi bekliyor. İster gözünü korkutup ağzını kapat istersen de adamı öldür. Tercih senin ama bu silah işinden şimdilik Türk konseyinin haberdar olmasına engel ol."

"Öldürürsem sonuçları ne olur?" Herkes, Mariana'nın ölümünden sonra benden çekiniyordu ve gözümü ne kadar karartmış olabileceğime emin olamıyordu. Onun ölümünden sonra soluğu konseyde alıp herkese bizi korumadıkları için ateş püskürmüştüm ve hepsini bir şekilde sindirmeyi başarmıştım. Biz ormanda kaçıp onları beklerken ardımızdan gönderdikleri adamların hepsi, Ziya Bey'in planlarının kurbanları olmuşlardı. Arkamdan gönderdikleri araçlar patlamış, içerisindeki onlarca kişi ölmüştü. Ölmeyenler de silahların arasında can vermişti. Babam Mariana'yı öldürmek için onlarca can almış, amacına ulaştığında da konseyin gazabına uğrayıp sınır dışı edilmişti.

"Öldürürsen buna bir kılıf uydururuz ama yine de babası Faruk Sorgun sana karşı cephe alacaktır ama Faruk bizim çekineceğimiz bir adam değil. O yüzden tercih senin." Faruk Sorgun konseyde çekinik bir karakterdi. Silah işinde de uyuşturucu işinde de ufak bir payı olmasına rağmen konseyin kaybetmek istemeyeceği bağlantılara sahipti.

"Tamam, yola çıkmadan görüşür hallederim." dediğimde toplantı bitmişti. Tüm üyelerle tek tek vedalaşmış, hepsinin ardımda olduklarını belirten nutuklarını dinlemiştim. Kimseye güvenim kalmadığından bu sözlere göre de hareket etmeyecektim. Bu savaşta tektim. Tek başıma da zafere ulaşacaktım.

Toplantı binasından çıkıp arabaya geçtim. Bizim ekip de ardımdan arabalarına yerleşmişti. Yanımda sadece Potevardı.

"Önce köşke gidiyoruz Pote. Bir görüşmemiz var." dediğimde anlamaz bir ifadeyle yüzüme baksa da soru sormadan arabayı sürmeye başladı. Köşk, Lider Salieri'nin kirli işlerimizi yapmamız için hazırlattığı sessiz sakin bir mekandı. Birini öldürsek bile kimse göremez duyamazdı. Bir saatin sonunda köşke ulaştığımızda kapıda Savaş Sorgun'u gördüm. Arabadan inmeden Pote'yedöndüm.

"Savaş Sorgun. Adamın bir karısı ve kızı var. İstanbul'daki adamlarımıza haber ver bulsunlar onları." dediğimde yine sorgulamadan beni onayladı. Furkan kapımı açtığında kendimden emin adımlarımla Savaş Sorgun'a doğru yürüdüm. Bizim ekip de ardımdan geliyordu. Yüzünde en iğrenç gülümsemesiyle bana bakan adamın önünde durdum.

"Aurelia Mendez demek. Ne büyük şeref." derken elini uzattı ama tutmaktansa yanından geçip köşkün içine girdim. Kendimi tekli koltuğa bıraktığımda Savaş da karşıma oturdu. Furkan ve Cenk arkamda bekliyor, Beyza da Savaş Sorgun'un arkasında gözleriyle onu yiyordu. Pote içeri girip kulağıma eğildi.

"Bulmuşlar, yanlarındalar." dediğinde kafamı salladım.

"Demek benimle iş yapmak istiyorsun." dediğimde alaylı gülümsememi yüzüme yerleştirdim. Artık gülüşlerim bile sahteydi.

"Elbette siz de isterseniz çünkü--" derken sözünü kestim.

"Babanı konseyden çıkarmak istiyorsun ve arkasından iş çeviriyorsun." derken bacak bacak üstüne atıp bir sigara yaktım.

"Babamın devri çoktan kapandı. Hatta seninkinin devrini de Arslan'lar kapatmak üzere. Benimle olman yararına." dediğinde o da bir sigara yaktı.

"Sen kimsin ki benim işime yarayacaksın?" dediğimde küçük ve soğuk bir kahkaha attım. Karşımdaki adam şaşkın gözlerle beni izliyordu.

"Kimse bizim devrimizi kapatamaz Savaş. Benim karşımda duracak kimse yok. Beni tanımadığın için karşıma çıkma cesaretini gösterdiğinden canını bağışlıyorum. Şimdilik." Yüzümdeki gülümsemeyle ona yaklaştım ve telefonumdan kızı ve eşinin olduğu fotoğrafı ona çevirdim. Yüzüne büyük bir öfke yerleşirken bana saldırmak için ayağa kalktığında Beyza'nın yumruğuyla yere yıkıldı.

"Onlara dokunursan seni öldürürüm!" diye haykırırken Furkan ve Cenk burnundan kanlar akan Savaş'ı ayağa kaldırdılar.

"Ölmüş olanı öldüremezsin Savaş ama ben senin karınla kızını gözümü kırpmadan öldürme cesaretine sahibim." Yüzüne alayla bakmaya devam ediyordum.

"Benim kurallarım da merhametim de yoktur. Bunu da böyle bil. Eğer bir kez daha karşıma çıkarsan seni gebertirim ama merak etme ailen de hemen arkandan sana yetişirler. Senin için bu kadarını yapabilirim." Derin bir iç çektim ona doğru bir adım daha attım.

"Gözünü dört aç, her an ensende soluğumu hissedebilirsin. Ha olur da bu silah işinden ve benimle olan görüşmenden konseyden veya ailenden herhangi bir canlıya bahsedecek olursan, olacakların önüne geçemem. Zira öfkem karşısında ben bile acizim." Savaş karşımda sinirden titrerken Furkan'a döndüm.

"Sadece nefes alsın. Geri kalanı sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Konuşmayacağından emin olun." deyip arkamı dönüp köşkten çıktım. Pote ile arabaya bindiğimizde Savaş'ın çığlıkları kulaklarımı şenlendiriyordu.

Kırk dakikalık yolculuk süresince tek kelime etmemiştik. Havaalanına ulaştığımızda uçağım hazırdı ve ihtiyar da bizi bekliyordu. Zaman kaybetmeden Pote ile yerlerimize yerleşip ekibin geri kalanını beklemeye koyulduk.

"Patrona, gerçekten kadınla çocuğu öldürecek miydin?" Yüzünde büyük bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. İhtiyar da merakla yüzümü inceliyordu ama açıklama yapma gereksinimi hissetmedim. Nasılsa bir şekilde öğrenirdi.

"Ölümün cinsiyeti de yaşı da yoktur Pote. Ölüm, ölümdür. Davamda yoluma kim çıkarsa çıksın acımam." Viskimden kocaman bir yudum alıp gözlerimi kapattım. Aradan bir saat geçmişti ama ekip hala gelmemişti. Telefonuma düşen bir mesajla gözlerimi açtım.

"Konuşamayacak hale geldi ama sadece nefes alabiliyor. Adamlarının yanına bıraktık geliyoruz." Furkan'dan gelen mesajla keyfim artmıştı.

Yarım saatin ardından ekip de gelip uçakta yerlerini aldılar. Furkan ifadesizdi ama Beyza ve Cenk oldukça eğlenmiş görünüyordu.

"Patrona adamı görmen lazımdı. O kadar çok yalvardı ki durmamız için çenesini kırmak zorunda kaldık." Cenk'in kahkahası uçağın içine dolarken ben de tebessüm ettim.

"Yine de gözünüz üstünde olsun. Boş bırakmayın." dediğimde hepsi beni onayladı. Karnımdan gelen seslerle açlığımın zirvede olduğunu fark ettim. Ne zaman stresli olsam acıkıyordum ve sürekli gergin olduğumdan hep açtım.

"Çok açım." deyince hepsi bıkkınlıkla nefes verdi. Bana yemek yetiştirmekten sıkılmışlardı.

"Başın da ağrıyordur şimdi senin?" derken başından beri tepkisiz olan Furkan bile gülümsemişti. Açlık beraberinde şiddetli baş ağrısını da getiriyordu.

"Ağrıyor ve açım." dediğimde Pote'nin kahkahası da diğerlerine eşlik etti. Sadece ihtiyar bana endişeli gözlerle bakıyor ve olan biteni anlamaya çalışıyordu. Öne doğru eğilip bana yaklaştı.

"Ziya Bey'e haber verdim Hafsa. Memnuniyetle beklediğini iletmemi istedi." Yüzüme ölümcül bir gülüş yerleşmişti bile.

Bu insanlar benim ekibim olmuştu. Davamda bana eşlik eden can yoldaşlarım. Şimdi, can yoldaşlarımla daha güçlü bir halde celladımın celladı olmaya gidiyorduk.

Loading...
0%