Yeni Üyelik
19.
Bölüm

18.Bölüm

@hypnoticdark

2023 İstanbul

Yolculuğumuz sona erdiğinde, araçlar çoktan havaalanında hazırlanmış bizden önce İstanbul'a ulaşan ekip bizi bekliyordu. Uçaktan indiğimde soğuk hava dalgası ciğerlerime dolarken derin bir iç çektim. Yıllar önce büyük umutlarla geldiğim ülkeme intikam hırsıyla kendi rızamla dönmüştüm. Arabaya yerleştiğimde Pote de sürücü koltuğunda yerini almıştı.

"Önce eve mi yoksa Ziya Bey'e mi gidiyoruz Patrona?" derken yüzündeki yorgunluk kendini belli ediyordu.

"Ziya Bey'e gidelim. Kaybedecek zaman yok." dediğimde başını sallamakla yetindi.

Bir saatlik yolculuğun ardından ruhumun öldüğü eve varmıştık. Bu evi ilk gördüğüm an babam gibi heybetli ve şatafatlı olduğunu düşünmüştüm ama şimdi baktığımda koskoca bir karanlıktan ibaretti. Araçlarımız evin bahçesine sıralanmıştı. Bizim ekip, arabalardan inip önümde dururken diğer korumalarım da bahçenin etrafına dağılmıştı. Pote'nin kapımı açmasıyla cesaretimi toplayıp indim. Eve doğru ağır adımlarla ilerlerken babam kapının girişine çıkmıştı. Kollarını önünde bağladığında, yedi yılda saçında çoğalan aklar ve kırışıklarının haricinde onda hiç bir değişiklik görememiştim. Hala aynı utanmaz ifadesiyle gülümserken önünde dimdik durdum.

"Şükür kavuşturana kızım, tilkinin dönüp dolaşacağı yere hoş geldin." derken sıktığım yumrukları yüzüne geçirmemek için büyük bir efor sarf ettim.

"İçeri geçelim. Hava soğuk." dediğim an başını hay haydercesine salladı. Eve girişimizin ardından kanepelere yerleşirken Furkan ve Cenk arkamda durmuş, Beyza da kapıya yakın bir yere yerleşmişti. Pote benim yanıma, ihtiyar da babamın yanına oturmuştu.

"Nasılsın? Yolculuk nasıl geçti?" derken gözümü kan bürümeye başladı.

"Sohbet etmeye gelmedim." dedim.

"Ah tabii ya, ne kabayım. Kızım doğum gününü benimle geçirmek istemiş. Önce odana bıraktığım hediyeye bakmaya ne dersin?" dediği an önümdeki cam sehpaya güçlü bir tekme geçirmemle çatlaması bir oldu.

"Aldığın o aptal elbiseleri asla giymeyeceğim! Bana bir daha dokunmana da müsaade etmeyeceğim!" diye bağırırken ihtiyar gözlerime 'sakin ol' dercesine bakıyordu. Derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım. Babam şaşırmış ama belli etmemek için çabalıyor, tek kelime etmiyordu.

"Her şeyi biliyorum. Dedemi elinde tuttuğunu da. Lafı uzatmayacağım. Amaçlarımız bir ve senin elinde büyük bir koz var ama senin de bildiğin gibi sen de bana muhtaçsın. O yüzden oyunu kurallarına göre oynayalım." dediğimde devam et dercesine elini salladı.

"Elindeki koza sahip çık Ziya Bey, çünkü o kozu elinden aldığımda nefesini keseceğim. Bu amaçla Türkiye'nin konseyine gireceğim ve beraber zirveye çıkacağız." dediğimde yüzünde alaylı bir gülüş oluştu.

"Dedeni kurtarıp zirveye ulaştığın an beni oradan atmak istiyorsun." dediğinde ben de gülümsedim.

"O kadar kolay kurtulabileceğini sana düşündüren ne?" dedim.

"Deden asla ulaşamayacağın bir yerde Hafsa. O yüzden ölene kadar benimle çalışmak zorundasın. Bu da işime gelir çünkü tek varisim sensin. Başka hiçbir şeyin önemi yok. Seni başından beri konseye taktim etmek istiyordum ama hazır olmanı bekledim. Görüyorum ki hazırsın da." değinde yüzünde inanmak istemediğim bir yumuşaklık vardı.

"Hazırım ve daha fazla zaman kaybetmek istemiyorum." dedim.

"İşlerde sıkıntılar var. Arslan ailesinin ipleri eline aldığını duymuşsundur." Kafamı salladım.

"Onları zayıflatacak bir planım var ardından da seni zevkle konseydeki yerine oturtacağım." Gözlerinin içine hain bir gülüş yerleşti.

"Planı anlat." demekle yetindim.

"Kimliğin açığa çıkmadan o ailenin içine gireceksin. Benim truva atım olacaksın. Seni tanıyan da gören de yok. Konseyin içinden birinin Arslan'lara yardım ettiğine eminim. O kişiyi bulduktan sonra oyun bitecek. " Kafam karışmıştı.

"Konseyden biri olduğuna nasıl bu kadar eminsin?" dediğimde ilk kez sigara içtiğini görüyordum. Bu konu onu oldukça bunaltmış olmalıydı.

"Böylesi bir gücü onlara başka kimse sağlayamaz. Biri arkamdan kuyumu kazıyor, anlaşma yapacağım kişileri benden önce Arslan'lara bildiriyor ve onlarla anlaşma yapmasını sağlıyor. Elimde çok az sevkiyat işi kaldı ve sen de uyuşturucu işlerini tamamen üstlendiğinden silik bir karaktere dönüştüm. Onların ipliğini pazara çıkardıktan sonra kızımın da yanımda olmasıyla en güçlü olarak hepsinin karşısında tekrar dimdik durabileceğim." Kendi kendine konuşuyor gibiydi.

"Bana uyar. Onların içine nasıl sızacağım ve bu bilgiyi nasıl edineceğim?"

"Sana sahte bir kimlik oluşturduğumu yıllar önce söylemiştim." dediğinde hafızamı yokladım.

"O halde kulağını dört aç beni iyi dinle. Ben en güçlü olana kadar kimse kızım olduğunu bilmeyecek. Bu evde Ahmet'ten başka kimseye güvenmeyecek, tek kelime etmeyeceksin. Olurda bir gün kim olduğunu birisi sorgularsa isminin Hafsa Dönmez olduğunu, söyleyeceksin. Gerçek kimliğin kesinlikle burada açığa çıkmayacak. Ben zamanı geldiğinde herkese seni, kızımı varisim olacak tanıtacağım. O zaman gelene kadar, gerçekleri gizli tutacaksın." Babamla ilk konuşmamızda anlatmıştı ve aptal gibi buna içerlemiştim.

"Hafsa Dönmez." dediğimde başını salladı ve kendine viski doldurdu.

"Bu adamlar çok akıllı. Hafsa ismi çağrışım yapmayacak mı?" dedim. Babamı alt edecek kadar zeki olduklarını düşünüyordum ve babamın şu halinden haklı olduğuma emindim.

"Konsey senin ismini başından beri Aurelia olarak biliyor. Hafsa ismini bilen yok. Hafsa Dönmez olarak seni bir şekilde içlerine sokacağım ve seni araştıracaklar. Annen de baban da öğretmen emeklisi ve Manisa'da yaşıyorlar. Sen işletme mezunu olarak iş bulma ümidiyle İstanbul'a gelmişsin ve burada yaşıyorsun. Bulabilecekleri her şey bundan ibaret."

"İçlerine nasıl gireceğim?" dediğimde şüpheyle yüzüne baktım.

"Şahin Arslan sayesinde." Bu ismi ilk kez duyuyordum. Devam et dercesine elimi salladım.

"Şahin Arslan, rahmetli Hikmet Arslan'ın yasak aşkının meyvesi. İki oğlunun da üvey kardeşi ama düşman kardeşler. Yedi yıl önce büyük oğlu Araz Arslan bir kadına aşık olur, tabii o zamanlar kardeşlerin arası iyiydi. Araz bu kadınla evlenmek istedi hatta kadının hamile olduğu söylentisi bile çıktı ama bu konuda açıklama yapmadılar. Araz ve Alya evlenecekleri gün Şahin, Alya'yı kaçırdı. Meğer kıza kör kütük aşıkmış hem de Araz'dan önce. İç savaş çıktı, silahlar çekildi. Başlarında babaları da olmadığından kimsenin uyarısını dikkate almadılar. En sonunda bu savaş, kadının kendini asmasıyla son buldu." İçim sızlamıştı.

"Sonra?" dedim hevesle.

"Sonrası belli. Araz ve Asil üvey kardeşi Şahin'e düşman oldular. Bütün işlerden mahrum bıraktılar. Şahin annesi ile yaşıyor ve konseyden onları çıkarıp yerlerine geçmek istiyor. Bu silah işlerinin onlara devredilmesinin haberini almış ve bana ulaştı. Seninle evlenmek istiyor." dediği an gözlerim kocaman açıldı. Yine mi beni satacaktı?

"Ne saçmalıyorsun sen!" diye haykırdım. Bizim ekip de hareketlenmiş, Pote dişlerini sıkmaktan yüzünü şekilden şekle sokmuştu.

"Evlenmeyeceksin bağırıp durma! O hataya bir kez düşerim ben!" Onun da sesi yüksekti ama içime bir rahatlama gelmişti.

"Düzgün anlat sen de!" dediğimde öne doğru eğilip konuşmaya başladı.

"Evliliği reddettim ama bu onu durdurmaz. Kafasına koydu bir kere. Buraya geldiğinin haberinin bir şekilde ulaşmasını sağladım ona. Seni takıntı haline getirdi. Muhtemelen seni bu evliliğe zorlayacak ama Arslan'lar senin kim olduğunu bilmeden, Şahin'in elinden kurtarmaya çalışacaklar."

"Nasıl bu kadar eminsin? Ya kurtarmak istemezlerse? Benim hayatımla nasıl kumar oynarsın!?" öfkeden deliye dönmüştüm.

"Onları tanıyorum. Özellikle Araz, sevdiği kadına yaşatılanların aynı kişi tarafından başkasına yapılmasına izin vermez. Onların yumuşak noktasıdır, merhamet." Yüzündeki sinsi ifade midemi alt üst etti. İnsanların zaaflarından beslenen bir canavardı bu adam.

"Şahin eğer benimle evlenirse konseyde yer alabilir mi?" Bu saçmalığı mantığım kabul etmiyordu.

"Zorla veya değil, seninle evlenirse Ziya Bey ile bağlantı kurmuş olacak ve Hikmet Bey'in öz oğlu olduğundan zaten konseyde yer edinme hakkı vardı. Araz bunu engellemeseydi yer alabilirdi de ama elini kolunu bağladılar. Sen onun ailesine girdiğinde konseyin gözünde daha güçlü bir konumda olacak ve büyük ihtimalle Asil'in koltuğunu ona verecekler." dedi.

"Zorla olduğunu söyleyip karşı çıkarsam bunun bir anlamı olmaz mı?" dedim.

"Olmaz çünkü artık o aileden sayılırsın ve ben de bu konuda bir şey yapamam. Olan olmuş sayarım ve namusu kirlenmiş bir kızı geri evime almam." dediğinde gözlerimin içi yanmaya başlamıştı. Yıllar önce de bunu düşündüğünden o karanlık yataktan beni kurtarmamıştı. Babam dediğim adam, pisliğin ta kendisiydi.

"Olmaz." deyip ayağa kalktığımda ihtiyar, beni sözleriyle durdurdu.

"Biz seni izliyor olacağız. Şahin, seni kaçırma planları yapıyor ve hepsinden haberdarız. İçeride adamlarımız var." Bu planı ne zamandan beri biliyordu ve onaylıyor muydu yani? Şaşkınlıkla yüzünü izledim.

"Başka şansımız yok Hafsa. İçerideki haini bulup işini halletmezsek güçten düşeriz. Uyuşturucu işi bile bizi kurtarmaz. Babanı saf dışı bırakırlarsa deden tehlikeye girer." İhtiyar konuşurken herkesin her şeyin farkında olduğunu anlamıştım. Yerime oturduğumda hala öfkeden titriyordum ve bizim çocuklar da benden farklı değildi.

"Bu Şahin denen adam, Araz beni kurtarmaya geldiğinde kimliğimi ifşa ederse plan suya düşecek." dedim.

"Bu kadar değerli bir bilgiyi kendine saklayacaktır çünkü seni tekrar ellerinden aldığında planlarına devam etmek isteyecek. Araz seni korumak için her şeyi göze alacaktır. Onlar birbirlerine düşerken sen de öğrenebildiğin her şeyi öğreneceksin çünkü o karmaşada kesinlikle açık verecekler." diye devam etti Ziya Bey.

"Benim adamlarım da senin ekibin de hep etrafında olacak. Aksi bir durumda seni oradan çekip çıkaracaklar. Tüm riskleri hesap ettim. Belki bana güvenmezsin ama sen, kaybedemeyeceğim kadar değerlisin." dedi.

"Çünkü ben olmazsam güçsüzsün." dedim. Kafasını onaylarcasına salladığında öfkem katlandı.

"Plan işe yarmazsa olanları konseye nasıl açıklayacağız?" diye sordum.

"Kızım olduğunu bildiğini ve seni kaçırdığını, Arslan'ları da tanımadığından gerçek kimliğini açık etmekten korktuğunu söyleyeceğiz. İşin en kolay kısmı o merak etme." dediğinde ayaklandım.

"Ben evime geçiyorum. Düşüneceğim. Bir şey olursa ihtiyara söylersin, o bana iletir." dediğimde cevap vermesini bile beklemeden ekibimle beraber evini terk ettim.

*

*

*

Kendi evime geldiğimde içimi büyük bir rahatlama sarmıştı. Mariana öldüğünden beri huzur da umut da bana yasaktı ama arada sırada nefes alabilmek yaşadığımı hissettiriyordu.

Evim, ağaçlarla çevrili geniş bir arazinin içinde müstakil ve ferah bir mekandı. İçi de istediğim gibi sade ve siyahlara bürünmüş bir şekilde döşenmişti. Evin girişi direk salona ve rahat oturma grubuma açılıyordu. Sol tarafta ferah bir mutfak vardı ve mutfağın kapısı bahçeye çıkıyordu. Bahçede de kocaman bir havuz vardı ve baktıkça insanın içi açılıyordu. Salondan üst kata doğru merdiven çıkıyor, ekibimin odaları da bu katta bulunuyordu. Benim yatak odam, giyinme odam ve haddinden büyük olan banyom üçüncü kattaydı ve bu kata kimsenin girmemesini kesin bir dille belirttim. Yatak odamın bahçeye bakan tarafta bir terası vardı ve burayı gerçekten çok sevmiştim.

Salondan aşağıda bir kat daha vardı ve burayı depo olarak hazırlattım. Malum, depolara oldukça alışmıştım. Depoların olduğu katta kocaman bir spor salonum vardı ki kondisyondan düşüp emek emek yaptığım kaslarımı eritmeye niyetim olmadığından zamanımın çoğunu burada geçireceğime emindim.

İhtiyar, Ziya Bey ile kalmıştı ama sürekli irtibatta olacaktık. Pote, Furkan, Cenk ve Beyza artık benimle yaşıyordu. Cenk ve Beyza eve girer girmez çocuklar gibi sağa sola koşturmuş en sonunda da oda seçme savaşına girip üst kata çıkmışlardı.

Salona yerleşip derin bir nefes verdiğimizde Furkan dayanamayarak söze girdi. Babamla olan konuşmamızdan da kurduğu oyundan da oldukça rahatsız olduğu yol boyunca belliydi.

"Bu adama güvenmiyorum Patrona. Oyun içinde oyun olma ihtimali çok yüksek ve seni riske atamayız." Derin derin nefes alması bile onu rahatlatmıyordu.

"Furkan'a katılıyorum. Kardeşimi katletti o piç. Utanmadan bir de yüzüme gülüyor." Pote konuşurken gözlerinden ateşler çıkıyordu.

"Başka seçeneğimiz varsa buyurun beyler dinliyorum." dediğimde kendime bir sigara yaktım.

"Dedenin yaşayıp yaşamadığı bile belli değilken varsayımlarla hayatını riske atamazsın." Furkan mantıklı bir adamdı ama şu an bulunduğumuz durum içinde mantık arama gibi bir şansımız yoktu.

"İspanya, yaşadığına inanıyor ve babamın gönderdiği kanıtları bizzat gördüm. Babamla kendimiz savaşamayız. Şimdi güçten düşmüş gibi görünse de isyan ettiğimiz an hepinizin canı tehlikeye girer. İstediğimiz noktada değiliz o yüzden oyunu kurallarına göre oynayacağız." Uzun zamandır onlara karşı kurduğum en uzun cümle olabilirdi.

"Patrona, kendini yitirmenden korkuyorum. Yıllardır gözümün önündesin ama bir yandan da sanki değilsin. Şimdi olacakları kestiremiyorum." Pote her zamanki gibi endişeliydi.

"Pote, ben canımdan geçeli çok oldu. Duygularımı da umutlarımı da kardeşim, mezara beraberinde götürdü. Ne olacaksa olacak. Davamızdan vazgeçmeyeceğiz." dediğim an ikisini de ölüm sessizliği sardı.

"Bu Şahin denen it, kardeşinin karısına göz koymuş ve ölümüne sebep olmuş. Baban da seni kafaya taktı gibi şeyler söyledi. Bence bu Şahin normal bir adam değil. Kendimizce güvenlik önlemleri almalıyız." Furkan, her işini sağlama alan biriydi.

"Hangimiz normaliz lan? Benim endişem ondan değil çünkü Patrona onu saniyesinde etkisiz hale getirir de, ben Ziya Bey eski gücüne döndükten sonra nasıl kontrol altına alacağız kısmına takılı kaldım." Pote sakinleşmiş duruyordu.

"Eski gücüne dönmeyecek." dedim ve yüzüme en yapmacık gülümsememi yerleştirdim.

"Nasıl yani?" derken Furkan şaşkındı ve Pote'nin de ondan bir farkı yoktu.

"Arslan'lara ihanet etmeyeceğiz. Babama istediğini vermeyeceğiz yani." dedim.

"Asıl sen oyun içinde oyun kuruyorsun. Bak sen bizim Patrona'ya" derken Pote bir kahkaha patlattı.

"Ben hala anlayamadım." diye devam etti Furkan.

"Babam sadece Arslanlardan korkuyor. Konsey bile babamı saf dışı bırakmayı hedefliyor. Oraya gideceğim ve kimden yardım aldıklarını öğreneceğim ama bunu babama söylemeyeceğim. Zamanı geldiğinde bu sırrım sayesinde Arslanlar beni desteklemek zorunda kalacak." dedim ve içkilerin olduğu büfeye yöneldim.

"Koz topluyoruz yani?" dedi Furkan. Elime aldığım viskiyi üç bardağa koydum ve yanlarına geçtim. Hepimiz içkilerimizi yudumlarken keyiflenmiştim.

"Her aileden koz toplayacağız ve zamanı geldiğinde en yüksek el bizde olacak. Kartları biz dağıtacağız ve sonunda herkes bizim oyunumuzu oynamaya başlayacak." dedim. Gelen mesajla doğrulup sehpadan telefonumu aldım. Mesaj ihtiyardandı.

"Şahin, yarın senin boğazda kahvaltı edeceğini öğrendi. Oraya gelip seninle konuşacak ama istediği cevabı alamayınca ayrıldığınız an peşinize düşecek. Arabayı yalnız kullan. Güvenlik kameralarının olduğu yerlerden geç. Tenine dokunmasına müsaade et ve seni baygın götürdüğü belli olsun. Adamlarımız, seni kaçıracağı evde hazır bekliyor. Her şey kontrol altında." Her şey planlanmıştı ve babama değilse de ihtiyara güveniyordum.

"Anlaşıldı ihtiyar." yazdım.

"Sana verdiğim saati asla çıkarma, konumunu takip ediyorum ve endişelenme her zaman yanındayım." Gelen cevap gözlerimin yanmasına neden olmuştu. Telefonumu tekrar sehpaya bıraktığımda, gözler merakla üstümdeydi. Beyza ve Cenk'in geldiğini duymamıştım bile.

"Her şey ayarlanmış. Yarın ben Pote ile boğazda kahvaltı ederken siz de uzaktan bizi izleyeceksiniz. İhtiyardan kaçırılacağım mekanın koordinatlarını alın ve keskin nişancılar her an tetikte olsun. Sadece kendi adamlarıma güvenebilirim." dedim ve ekibin lideri olan Pote'yedöndüm. "Anlaşıldı mı?" dediğim an yüzünde güller açtı.

"Sen bize canını emanet edersin de seni yolda mı bırakırız Patrona'm" dedi. Ben de hafifçe tebessüm ettim.

"Ben açım." dediğimde herkes kahkahalara boğulmuştu.

"Yarın kaçırılacak ama açım diyor! Rahatlığa bak abi ölüyorum!" derken Cenk kendini yerlere atmıştı ve bu hali benim de kahkaha atmama sebep oldu. En son ne zaman bu kadar keyiflenmiştim? Mariana ölmeden önce ne zamandı? Vurulmadan önce miydi? Yoksa o ormanda canımızı kurtarmak için çırpınmadan önce mi? Bunlar aklıma geldiği an yüzüm düştü ve karanlığa boğuldum. Bu halimi fark etmiş olacaklar ki Pote hariç herkes mutfağın yolunu tutmuştu.

"Gülmeyi bile kendine yasakladın. Eskiden güldüğün zaman içimiz açılırdı ama şimdi bunu yaptığında bile kendinden nefret ediyorsun. Yapma Patrona ne olur yapma." sesi sitem doluydu ama kardeşinin ölümüne sebep olduğum için değil de gülmediğim içindi. Bu durum göğsümdeki kurşunun izini sızlatıyordu. O kurşun yarası benim için hiç kapanmamıştı. İçten içe hala kanıyordu ama kimse bilmiyordu.

"Keşke ben ölseydim Pote. Ben zaten yaşamıyordum ki sadece nefes almak yaşamak değildi. Ama o, yaşıyordu. Bahar çiçekleri gibi, gün ışığı gibi, martılar gibi..." Elim boynumdaki martı kolyesini sımsıkı tutmuştu. Ona dokundukça Mariana'mı hissediyordum.

"Başına gelenleri sen de o da hak etmedi. İkiniz de masumdunuz. İkiniz de güneş gibi--" derken sözünü kestim.

"Hadi yemeğe geçelim. Başım çatlıyor." deyip mutfağa geçtim. Cenk, daha önceden hazırlanan yemekleri ısıtıp hepimize servis ettiğinde sessizce, evimizdeki ilk akşam yemeğini yedik.

Yemekten sonra herkes odalarına dağıldığında ben de kendimi banyoya attım. Jakuziyi doldurup, uzun uzun içinde düşüncelerimi dinledim. Bedenim tamamen gevşediğinde banyodan çıkıp giyinme odama geçtim.

Kendime siyah, ipek bir gecelik ve sabahlık aldım. Giyinmeden, aynada bedenimi baştan aşağı süzdüm. Göğsümde ve bacağımda babamın itinayla bıraktığı kurşun izleri, sırtımda kemerinin bıraktığı, şeritler halinde uzanan izler vardı. Bunların hiçbiri beni utandırmıyordu ama güçlü görünüşümü gölgelememek için de sergilemekten çekiniyordum. Bu izleri kim görse, şiddete ve işkenceye maruz kaldığımı anlardı.

Utandığım tek bir iz vardı. O karanlık yataktan kalkıp da yaşamaktan vazgeçtiğim an sağ elimin bileğinde oluşturduğum, ölümün izi. Savaşmaktansa kaçmayı tercih ettiğim için her gördüğümde beni pişman eden o iz.

İhtiyarın hediye ettiği altın rengi saatimi de bileğimden hiç çıkarmadığım için o izi görmüyordum. O ize tahammülüm yoktu çünkü benim zayıflığımı simgeliyordu. Zayıf olma lüksüm yoktu. Kendim için değilse de Annem, Mariana'm, Pote'm ve dedem için güçlü olmak zorundaydım.

Üzerimi giyindikten sonra siyahlara bürünmüş odama geçtim. Odamın bu karanlığını görenlerin içi daralsa da siyah, bana zevk veriyordu. Kendimi bu karanlıkta güvende hissediyordum.

Tertemiz çarşaflarımın arasına yerleştiğimde gözlerimi kapattım. Uyuyabilmeyi dileyerek kendimi, Mariana ile olan anılarımızın kollarına bıraktım.

Loading...
0%