Yeni Üyelik
20.
Bölüm

19.Bölüm

@hypnoticdark

Hava aydınlanmadan gözlerimi açtım. Komodinde duran telefonuma baktığımda dört saat uyuyabildiğimi fark ettim. Yataktan doğrulup üzerime sabahlığımı geçirdim. Sigaram ve çakmağımı da alarak terasa çıktım. Hava buz gibiydi ama gördüğüm kabuslar, içimi yakıyordu. Sandalyeme oturduğumda yaktığım sigaranın dumanı ciğerlerime doldu. Bahçede korumalar ve uzaklardaki keskin nişancılar, nöbetleşe evimi koruyordu. Sigaramı söndürdüğümde odamdan bir şişe viski aldım ve bardağa koymaya bile yeltenmeden içmeye başladım.

Kendime gelemiyordum. Kabuslarım babamla başlıyor, Mariana'nın çığlıklarıyla sona eriyordu. Bunun etkisinden çıkmak da bütün günümü alıyordu. Zihnim de bedenim de çok yorgundu. Alkol biraz olsun beni uyuşturduğu için, Pote'nin tabiriyle 'alkolik' olmuştum. Bu alkoliklik değil, yaşadıklarımı geçiştirme sanatıydı ama kimsenin anlamasını beklemiyordum.

Bugün, spor yapamayacak kadar bitkindim ve midemdeki açlık beynimi zonklatıyordu. Üzerime eşofmanlarımı geçirip mutfağa indim. Dolapta kahvaltılıklar vardı ama hayatımda hiç mutfağa girmediğimden dolabı tekrar kapattım. Masaya oturduğumda başımın ağrısı dayanılmaz bir hale gelmişti. Şakaklarım zonkluyor ve midem bulanıyordu. Merdivenlerden tıkırtılar geldiğinde birilerini uyandırdığımı anlamıştım.

Gelen Furkan'dı ve her zaman olduğu gibi yüzündeki gergin ifadeyi görmemle başıma keskin bir sancı girdi. Ellerimle şakaklarımı ovalarken karşıma oturdu.

"Yine mi kabuslar?" dedi. Başımı sallamakla yetindim ama bu ağrımı zirveye taşıdı.

"Doktora gitmelisin. Gerekirse de terapi görmelisin. İnadın, sadece kendine zarar veriyor, görmüyor musun?" Bu, inat değildi ve açıklama yapmaktan artık çok sıkılmıştım.

"Açım." dedim.

"Leş gibi alkol kokuyorsun. Boş mideyle içilir mi? Kafayı mı yedin sen!" diye bağırdığında elimi masaya sertçe vurdum.

"Beni sorgulamak, senin haddine düşmedi!" dediğimde sesim beklediğimden de yüksek çıkmıştı. Yüzündeki hayal kırıklığını görmezden gelerek kendime bir sigara daha yaktığımda, Furkan da kahvaltı hazırlamaya koyuldu.

Çok geçmeden bağırışlarımıza uyanan evin diğer üyeleri panik içinde mutfağa girdi ama gergin yüz ifademi gördüklerinden tek kelime etmediler. Hava, yavaş yavaş aydınlanırken eve ihtiyar da gelmişti ve hep beraber kahvaltı sofrasına oturduk.

İhtiyar, derin bir iç çekti ve yüzüme baktı. " Her şey hazır. Öğlen birde boğazdaki mekanda olacaksın." dedi.

"Bütün bu plan, bana çok saçma geliyor. Kimliğim açığa çıktığı an her şey biter. Bunu göremiyor musunuz?" dedim.

İhtiyar, elindeki çatalı bırakıp geriye doğru yaslandı. "Hafsa, aldığın bilgiyi zaten Ziya Bey'e vermeyeceksin ve kimliğinin çıkması da bizim sorunumuz değil, babanın sorunu. İlk etapta Şahin seni kurtarmaya çalışırken zaten kimliğini açıklamaz çünkü hala işine yarama ihtimalin var. Sen sadece zaman kazanıp, Arslanlara kimin yardım ettiğini öğreneceksin. Bu bilgi bize lazım, onlar güçlü bir ittifak." dedi.

"Peki, orası öyle ama plan baştan saçma. Benimle evlense bile konseye girmek öyle kolay mı?" derken kahvaltımı bitirmiş ve kendime bir sigara yakmıştım.

"Plan zaten boktan. Seninle evlense dahi konsey başkanı, kardeşlerine ihanet etmiş bir adamı kabullenmez ama Ziya Bey'in gözünü hırs bürüdüğünden mantıklı düşünemiyor. Onun bu mantıksızlığı bizim işimize yaradığı sürece fazla sorgulama. Gerçekten konseyden biri, Arslanlara yardım ediyor ve biz bu bilgiyle iki aileyi de dize getirebiliriz. Senin odak noktan bu olacak. Alacağını aldıktan sonra bırak geride kalanlar birbirlerini yesinler. Planda masum olan tek kişi sensin. Korkmuş, paniklemiş ve onlara sığınmış bir genç kız." dedi.

Ellerimi kana bulamaktan çekinmezdim, hatta elimde biriktirdiğim kozlarla onları vurmaktan da. O yüzden daha fazla sorgulamamaya karar verdim. Plana uyarak kaçırılmama izin verecek, ardından beni kurtaran adamların içine bir yılan gibi sızıp onları alt edecek bilgileri toplayacaktım.

Sigaramı söndürdüğümde, Pote söze girdi. "Kimliği ifşa olursa Patrona'ya kin gütmeyecekler mi?" dedi.

İhtiyar ufak bir kahkaha attı. "Gütseler ne olur? Elimizde koz olduğunu belli edeceğiz ve seslerini kesmek zorunda kalacaklar. Asıl onlar ifşa olurlarsa, o konseyde yer alamazlar. İhanet, asla affedilmez. Bu konseyin temel kuralıdır." dedi.

"Peki ya Ziya Bey'e bilgiyi bulamadığını söylediğinde Patrona'nın canı tehlikede olmayacak mı? Kızını öldürmeye teşebbüs etmiş bir adam o." diye söze girdi Furkan.

İhtiyar, bıkkınlıkla nefes verdi. "İspanya'nın gözü üstünde. Hafsa'ya dokunmaya cesaret edemez ki ederse de siz her an yanında olacaksınız. Bir sorun çıkmayacak." derken ayaklandı.

"Ben, gözetleme kısmına geçiyorum. Her an seni takip ediyor olacağız. Siz de gecikmeyin." deyip evden çıktı.

Cenk elindeki kahve bardağını sertçe masaya bıraktı. "Bu herif de deli midir sulu mudur anlayamadım." dedi.

Beyza'nın kahkahası odada yankılandı. "Sulu mu susuz mu bilmem de yaşına rağmen taş gibi adam." derken hala gülüyordu.

"Aklın fikrin orada Beyza!" Pote'nin sesi oldukça sertti.

Furkan tepki vermiyor, yüzüme bile bakmıyordu. Sabahki çıkışım onu kırmış olmalıydı ama kimsenin yüreğime iz bırakmasına izin veremezdim. Bir gün onları da kaybedebilirdim ve samimiyetimiz artarsa buna dayanma gücümün olmadığını biliyordum.

"Ben hazırlanmaya çıkıyorum. Siz de hazırlıklarınızı tamamlayın." dedim ve merdivenlere yöneldim.

"Görücüye çıkıyorsun Patrona! Güzel hazırlan!" derken Beyza hala gülüyordu. Yüzümde oluşan tebessümü görmesinler diye hızla giyinme odasına çıktım.

Yüksek bel, bol paça siyah kumaş pantolonumun üzerine dar ve boğazlı bir kazak geçirdim. Dizlerimin altına kadar inen kaşemi de yanıma alıp makyaj masama oturdum. Göz altlarım, tenimin beyazlığa isyan edercesine morarmıştı. Yüzümdeki kusurları kapatıp gölgeli bir far ve bol rimelle griden maviye dönük gözlerimi ön plana çıkarttım. Belirsiz bir rujla da makyajımı tamamladım. Saçlarımı olduğu gibi bırakıp, belime kadar dökülmesine izin verdim. Aynanın karşısına geçtiğimde platin saçlarım, siyah takımımla kontrast oluşturuyordu. Görünüşümden memnun kaldıktan sonra leylak kokusu baskın olan parfümümü de sıkıp, topuklu botlarımı ayağıma geçirip aşağı indim.

Cenk, beni görür görmez ayağa kalkıp ıslık çalmış, koca gözlerini yukarıdan aşağı doğru indirmişti. "Vay be Patrona! Gözlerim kör olacak ışığından! Bakma bana bakma!" derken alkış tutmaya başladı. Bu kez gülüşümü saklayamadan küçük bir kahkaha attım.

"Dilim lal oldu. Gerçekten çok güzel olmuşsun." diyen Beyza'ya da göz kırptım. Furkan hala tepkisizdi ama umursamadan yanından geçtim.

"Her zamanki halim." deyip Pote'ye baktım. Yüzünde hayranlık dolu bir memnuniyet vardı. Uzun zamandır yüzüme krem bile sürmediğimden hepsinin şok olmasına aldırmadım.

"Hadi." dediğimde herkes peşimden garaja yöneldi. Hatırı sayılır bir araba koleksiyonum vardı. Ekibimdeki herkese bir araba hediye etmiştim ve kendime de her türünden almayı ihmal etmemiştim. Arabaların yanında hepimize ait motorlar da özenle yerleştirilmişti. Pote ile mekana ayrı ayrı gidecek ve orada buluşacaktık. Ekibin diğer kalan kısmı da gözetleme bölgelerine yerleşecekti.

Jeep'imin sürücü koltuğuna geçtim ve elime deri eldivenlerimi giydim. Arabayı garajdan çıkarıp yola koyuldum. Kırk dakikanın sonunda boğazın en güzel yerinde bir kahvaltı salonuna girdim. Mekan tenhaydı ve bu, ihtiyarın işiydi. Yerime oturup siparişimi verdikten yarım saat sonra Pote gelip karşıma oturdu.

"On iki adam Patrona. Hepsi Şahin'in adamları ve pür dikkat seni izliyorlar. Hiç biri müşteri değil." dediğinde etrafa bakmadım. Pote ile havadan sudan sohbet eder gibi görünmeliydik.

"Ekip, yerleşti mi?" dedim dişlerimin arasından.

"Her şey kontrol altında." dedi gülümseyerek.

Serpme kahvaltı gelip masamız donatılırken karnımın açlığı yeniden zirveye ulaşmıştı. Midemde kurt olduğunu düşünüyordum ama o bile bu kadar yiyemeyeceğinden muhtemelen içimde aç aslan falan vardı. Keyifle kahvaltımızı ederken yanımıza gelen adamın keskin alkol kokusuyla başımı kaldırdım. Şahin Arslan.

Gözleri Asil'in ela gözlerini andırıyordu ama daha koyuydu. Gözlerinin içi kıpkırmızıydı ve göz bebekleri olması gerekenden fazla büyüktü. Göz altı torbaları, esmer teninde bile fazlaca belirgindi. Bu adam, madde kullanıyordu ve buna emindim. Sonuçta ben, uyuşturucu karteliydim ve kullanan kişiyi anlamam birkaç saniyemi alırdı. Uzun boyu, fazlaca zayıf olduğundan ona hafifçe kamburluk katmıştı. Çenesindeki keskin hatlar ve ince dudakları yüzüne sert bir ifade bahşediyordu.

"Bir şey mi istediniz?" diye sordum. Saf kız rolü oynamak bu oyunun en zor kısmıydı. Hayatının sillesini yemiş bir kadın elbette bu kadar aptal olamazdı.

"Hafsa Soykan?" dediğinde yüzüme yapmacık bir şok ifadesi yerleştirdim.

"Siz nereden biliyorsunuz?" dediğimde de korku ifadesini kattım. Şahin'in yüzüne, kendini bir bok sandığını kanıtlayan gülümsemesi yerleşti. Benim ayağa kalkmamla Pote de ayaklandı. Adamın karşısında durduğumda gözleri vücudumu tarıyordu ve midem kalkmıştı.

"Şahin Arslan." deyip elini uzattı. Eldivenlerimi giydiğimden yapmacık bir tedirginlikle elini sıktım. Pote'nin yerine oturup eliyle bana otur emri verdi. Sık kafasına Hafsaa... İç sesim, geri gelmişti. Yerime tekrar oturdum.

Şahin, alayla Pote'ye baktı. "Delikanlı, sen bize müsaade et bakalım." Pote dişlerini sıkmaya başlamıştı. Kafamla 'git' işareti yaptığımda kapının dışına çıktı.

"Siz kimsiniz ve beni nereden tanıyorsunuz?" sesim beklediğinden daha sertti.

"Uzatmayı sevmem Hafsa Hanım. Ziya Bey'in kızı olduğunuzu biliyorum. Uzun zamandır da sizi takip ediyordum." Yalanını sevsinler. "Geldiğinizi anladığım an sizinle tanışmak istedim." dediğinde kendine bir sigara yaktı. Normal bir sigara değildi, bu koku çok tanıdıktı.

"Neden benimle tanışmak istiyorsunuz?" Gözünü bir an bile gözlerimden ayırmıyordu.

"Aile kurmak için elbette." dediği an iğrenç bir gülümseme yolladı bana.

"Aile?" dedim ve kahkaha attım. "Ben ve siz?" dediğimde daha da fazla güldüm. Onu kışkırtma zamanıydı ve bunu kaçıramazdım. Şahin'in öfkeye teslim olması birkaç dakikasını almıştı.

"Kendimi, güzellikle konuşarak ifade etmeye çalışıyorum. Damarıma basmamanızı tavsiye ederim." dişlerinin arasından tükürürcesine konuşuyordu ve yumruk olan ellerini dizlerine çarpıyordu.

"Kendinizi, güzellikle konuşarak babama ifade etmenizi öneriyorum." dedim ve ayağa kalktım. Kaşemi elime alıp, cevap vermesine müsaade etmeden dışarıya çıktım. Pote'nin yanına ulaştığımda yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Bunu gören Şahin, eminim sinirden kuduruyordu. İçeriden duyabilecekleri şekilde konuşmaya başladım.

"Sen eve geç. Ben kuaföre uğrayacağım." dedim.

"Bu adam kimmiş? Ziya Bey'e haber vermem gereken bir durum mu var Patrona?" dediğinde kahkaha atmamak için zor duruyordum çünkü Pote, mükemmel oynuyordu.

"Hayır. Haber vermeyin çünkü gereksiz birisi." Potebaşını sallayıp yanımdan ayrıldığında, ben de arabama geçtim ve gaza yüklendim. Balığın oltaya takılmasını beklerken, güvenlik kameralarının olduğu ara caddelerden geçiyordum.

Dikiz aynasını kontrol ettiğimde peşime bir araç düşmüştü bile. "Amatörler." deyip sürmeye devam ettim. İhtiyarın belirlediği rotada ilerlerken, ıssız bir caddeye girdim. Yolun sonu burasıydı çünkü kameralar en son burada vardı. Görüş açısından çıkmadan önümü bir aracın kesmesiyle ani fren yaptım. Eldivenlerimi hızla çıkarıp cebime sokuşturdum çünkü beni baygın bir şekilde götürmesi, 'rızası vardı' açıklamasının önüne geçecekti.

Kapıları bilerek kilitlememiştim ve Şahin'in kapımı sertçe açmasıyla göz göze geldik.

"İn!" diye kükrediğinde ağır ağır arabadan indim.

"Telefonunu ver!" diye bağırırken yüzüme yalancı bir dehşete düşmüş ifadesi ekledim ve ellerime de titreme eklemeyi ihmal etmeden telefonumu uzattım.

"Güzellikle demiştim ama anlamadın sen!" diye haykırırken ince uzun elleriyle yüzümü sertçe avuçladı. Dokunuşuyla, göğsüm daralmaya ve ateş gibi olan nefesim boynumdan beynime ulaşırken, uzun zamandır bu hissi yaşamadığımı fark ettim. Boynumdaki damarlar belirginleşmiş, nefesim kesilmişti. O an kendimi karanlığa teslim ettim.

*

*

*

Gözlerimi yabancı bir yatakta açtığım an hızla kalktım ve kıyafetlerimi kontrol ettim. Her şey üzerimdeydi ve dokunulmamıştı. Rahatlamayla gelen derin nefesimi verdim. Geniş ve ferah, deniz manzaralı bir yatak odasındaydım. Kapının hızla açılmasıyla olduğum yerde kaldım.

"Demek benim gelinimsin!" Kısa boylu, balık etli bir kadın odadan içeriye resmen daldı. Koyu kahverengi gözleri siyah saçlarıyla uyum içindeydi. Şahin'in annesi olmalıydı. "Ah ne güzel, ne güzel." derken bana sarılmaya kalkmasıyla kendimi geriye atmam bir oldu.

"Dokunma!" diye bağırdım. Bu tepkim oldukça gerçekti çünkü tekrar bayılmak istemiyordum. Kadının kahve gözleri deli deli bakmaya başlamış, öfke bütün vücudunu sarmalamıştı. Oğlu gibi bu da normal değildi. Eline geçirdiği vazoyu üstüme fırlattığı an gelişmiş reflekslerim beni ondan kurtardı.

"Uysal ol! Erkekler uysal kadın severler! Terbiyeni vereceğim senin!" diye haykırdığı an üzerime atlamaya hazırdı ama onu durduran oğlunun sesi olmuştu.

"Anne! Onu ürkütüyorsun!" Benden delisi çıkmaz diye düşünürken tımarhaneye düştüğümü fark etmem bir dakikamı almıştı.

"Siz deli misiniz? Oğlun beni kaçırdı! Ne gelini! Ne uysallığı!" Aslında gülmek istiyordum ama kendimi zar zor durdurdum ve yapmacık panik ifademi takındım.

"Olan olmuş. Sen artık benim gelinim oğlumun da karısısın." dediği an öyle bir sakinleşmişti ki bu durum gerçekten beni şoka soktu.

"Değilim!" diye haykırdım.

Şahin annesinin koluna girdiğinde hala öfkeliydi. "Anne, sen çık. Ben de gelininle konuşayım." dedi.

Annesinin yüzünde güller açıyordu. "Tamam oğlum ama kızımı sakın üzme." dedi ve odadan çıktı. Nereye düştüm ben böyle? Gelen gideni aratır dedikleri bu olmalıydı. Bunlar, babamdan daha manyaktı.

Şahin bana doğru iki adım atıp durdu. "Evlenmeden sana dokunmam. Ürkme bu kadar." dedi. İç sesim, kahkahalara boğulmuştu.

"Dokunma bana! Ne olur yapma!" derken gülmemek için bacağımı çimdikledim.

"Yapmam Hafsa'm korkma. Hem ben senin ailen olmak istiyorum. Sana kötülük eder miyim?" Yüzünde annesinde olduğu gibi manyakça bir sakinlik vardı. Duygu durum bozuklukları vardı ve terliyordu. Göz bebeklerinin de titreyişinden madde etkisinde olduğunu anladım.

"Tamam. Ne istersen yaparım. Yeter ki beni öldürme." dediğimde yüzünde güller açtı.

"Ne öldürmesi? Seni karım yapacağım. Bizim gücümüzün önünde kimse duramayacak." derken babamın sözleri aklıma gelmiş ve midemi alt üst etmişti.

"Şimdi ne olacak?" diye sorduğumda sesimi de titrettim.

"Akşama nikah var. Sonra da beni seveceksin ve çok mutlu olacağız." Bu herif, gerçekten normal değildi ve bunun farkında olmaması korkunçtu.

"Tamam." dedim ve yatağa oturdum. "Ama Şahin, ben çok acıktım." dediğimde o kadar mutlu olmuştu ki bu beni tekrar şoka soktu.

"Hemen hazırlatıyorum bir şeyler hemen!" deyip koşarak odadan çıktı. Aynı yaşta olduğumuzu bilmesem üç yaşında bir çocukla konuştuğumu sanabilirdim. Onun çıkmasıyla, kucağında kocaman bir kutu olan müstakbel deli kayınvalidem, odaya giriş yaptı.

"Gelinliğin kızım, dene bakalım." dediği an öğürdüm ve buna engel olamadım.

"Yoksa sen! Hamile misin!" diye bağırdığında beni bir şok dalgası daha sardı.

"Hayır! Çok açım sadece!" dediğimde yüzünde büyük bir hayal kırıklığı oluştu ve ardından ağlamaya başladı. Sarsılarak ağlarken, sesini duyan deli oğlu da odaya giriş yaptı.

"Ne oldu anne!?" diye bağırdı. Artık başım çatlıyordu ve boğazlarını sıkıp seslerini kesmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Hamile bırakmışsın kızı!" Hıçkırıklarının arasından çıkan bu cümle beni olduğum yere çiviledi.

"Ne!?" diye bağırdı. Kesin sesinizi Allah rızası için.

"Yok öyle bir şey Şahin. Açlıktan midem bulandı, annen de yanlış anladı. Yoksa elin elime değmeden nasıl hamile kalayım?" diye sorduğumda rahatlamıştı. Sanki bir tek ondan hamile kalabilirmişim gibi.

"Anne, yok öyle bir şey ama en yakın zamanda senin kucağını dolduracağız. Söz!" dediğinde odadan çıkmışlardı. Başımı ellerimin arasına alıp gerçek anlamda hayatı sorgulamaya başlamıştım.

Ben, hayatı sorgularken odaya elinde dolu bir tepsiyle gencecik bir kız girip önüme koyduktan sonra tek kelime etmeden koşar adımlarla odadan ayrıldı. İyi bari, tepsiyi kafama da fırlatabilirdi. Bol etli yemeğimi hiç görmemişçesine yiyip karnımı doyurduğumda, rahat bir nefes aldım. İçinde zehir varsa da böyle lezzetli bir yemek yedikten sonra ölmek bana koymazdı.

Ayağa kalkıp önümde duran kocaman kutuyu açtığımda içinden bembeyaz bir gelinlik çıktı ve yediğim yemeği kusmamak için kendimi zor bastırdım. Gelinlik satendi ve tam da izlerimi kamufle edecek şekildeydi. Göğüs kısmı da sırt kısmı da tamamen kapalıydı ve bunun ihtiyarın işi olduğundan emin olarak rahatladım.

Şahin öyle sessiz gelmişti ki sıçramama neden oldu. "Çok mu beğendin? Girdiğimde gülümsüyordun." Yüzüme büyük bir hevesle bakıyordu.

"Bayıldım." dediğimde kendimden nefret etmeme az kalmıştı.

"Sen biraz dinlen, misafirler gelmeye başladığında hazırlanman için uyandırırım." dedi ve başımı salladığımda odadan çıktı.

Aradan iki saat geçmişti ve ben yine uyuyamamıştım. Bir an önce hazırlanıp, bu geceyi bitirmek istiyordum. Saçlarımı özensiz ve salaş bir topuz yapıp banyoya geçtim. Kapıyı kilitledikten sonra elimdeki gelinliği zorlukla giydim. Yanında bulunan duvağı da topuzumun arasına sıkıştırdım ve ince topuklu, beyaz ayakkabıları giydikten sonra hazırdım. Odaya tekrar geçtiğimde Şahin, çoktan siyah takım elbisesini giymiş, büyülenmişçesine bana bakıyordu.

"Nasılım?" dedim zorlukla gülümseyerek.

"Peri kızı gibi olmuşsun." Celladın diyecektin herhalde çünkü seni öldürmemek için kendimle savaşıyorum.

"Herkes geldi ama nikah memuru trafiğe takılmış, biraz daha bekleyeceğiz ama sen merak etme. İşimiz bittiğinde bu gecikmenin cezasını canıyla ödeyecek." dedi. Nikahmemurunu da ayarlamıştık ve bugün bu nikaha asla yetişemeyecekti. Omuz silkmekle yetinip yatağa oturdum.

"Ben misafirleri karşılayayım ama sen heyecanlanma, herkes aileden. Anne tarafımdan insanlar yani yabancı yok utanma sen." deyip odadan koşarcasına çıktı. Heyecanlı olan oydu ve ben çok sıkılmıştım.

Tam yarım saat sonra aşağıdan gürültüler ve bağrışmalar duyulmaya başladı. Kurtarıcılarım gelmiş olmalıydı ve şimdi keyiflenmiştim. Şahin odadan içeriye hışımla girdi ve kapıyı kilitledi.

"Korkma, kimse bizi ayıramaz." deyip bana dokunmak istediği an geriye bir adım attım.

"Vazgeçtim ben. Seni sevmiyor ve istemiyorum. Evlenmeyeceğim!" diye bağırdım. Oyun başlamıştı.

"Ne!?" diye haykırdığında odanın diğer köşesine koşup avazım çıktığı kadar bağırdım.

"İmdat! Yardım edin!" Şahin, yüzüme öyle bir tokat geçirdi ki başımı masanın köşesine çarptığımda gözlerim karardı ve dudağımın patladığını hissettim.

"Kes sesini!" diye haykırdığında da karnıma yediğim tekmeyle iki büklüm oldum. İstesem şu an boynunu kırar eline verirdim ama kader işte.

O sırada kulaklarımı sağır edecek bir ses duydum ve sesin ardından odaya adamlar girdi. Kafamı kaldırıp bakmıyordum çünkü kurtarıcılarım olduğunu biliyordum. İki adam, Şahin'i zorla odadan çıkarırken yüzümü kaldırmadan konuşmaya başladım.

"Bana yardım edecek kimse mi yok?" dediğimde sesime titreme de ekledim. Kafamı yavaşça kaldırdığımda gelenin Asil Arslan olduğunu gördüm.

Elbette onu da görecektim ama abisi Araz Arslan gelir diye tahmin etmiştik. Asil, ela gözlü heykelim... Yıllar önce gördüğümden daha yakışıklı olmak zorunda mıydı? Yüzündeki çocuksu ifade, yerini olgun bir adama bırakmıştı. Gözleri o gün gördüğüm gibi elanın en güzel tonuydu. Kirli sakalları ve kumral kısa saçları, inanılmaz bir uyum içindeydi. Gözlerimi vücudunda gezdirirken geniş omuzları, beyaz gömleğini yırtıp atacak gibi duruyordu.

"Gel benimle, ben seni buradan kurtarırım." dedi, gözlerimi tekrar yüzüne çevirdim. Bu cümleyi kurarken ateş saçan gözlerinde en ufak tereddüt yoktu. Uzattığı eline baktım. Ona dokunmanın benim için ne kadar imkansız olduğundan bihaber beni bekliyordu. Derin bir nefes aldım. Ellerimi yere koydum ve hızla ayağa kalktım. "Gidelim, kurtar beni buradan." dedim. Başını onaylarcasına sallayıp odadan çıktığında merdivenlere yöneldi, ben de onu takip etmeye başladığımda, ardında bıraktığı kokusu başımı döndürüyordu.

Aşağı indiğimizde bütün gözler üzerimize dikilmişken, hepsinin kafasına dayalı silahlar vardı ve kıpırdayamıyorlardı. Onlarca adamın içinden elimizi kolumuzu sallayarak evi terk ettik. Buz gibi havanın yüzüme çarpmasıyla sonunda nefes alabildiğimi hissettiğimde, "Nefesimi kesenlerin, nefeslerini kesmeden bu dünyadan gitmeyeceğim." diye sessizce mırıldandım.

Önümdeki ela gözlü heykelin hızlı yürüyüşüne ayak uydurmaya çalışırken, birden arabanın önünde durdu ve binmem için kapıyı açtı. Ben de tereddüt etmeden içeri girdim. Kendisi de yanıma oturduğunda, "Hazır mısın?" dedi. "Hazırım, gidelim." dedim. Akşamın karanlığında gözlerimiz birbirine kenetlenmiş, ışıl ışıl parlıyorlardı.

Asıl hikayem şimdi başlıyordu, bunu iliklerime kadar hissediyordum. İçimdeki güç ve öfke dolup taşarken kendime verdiğim sözleri, tek tek tutacağım zaman işte gelmişti.

Loading...
0%