@hypnoticdark
|
Kendime geldiğimde, Asil'in yerleşmemi söylediği odadaydım. Başım feci bir şekilde ağrıyor, kalbimin üzerinde biri oturuyormuşçasına zorlukla nefes alıyordum. Kriz, ilk kez bu denli şiddetli ve acı vericiydi. Elimde bağlı olan serumu yavaşça çıkardım ve ayağa kalkmaya çalıştığım an başımın dönmesiyle yatağa geri oturdum. Perdeye zorlukla uzanıp açtığımda hava kararmıştı ve bu bana ciddi bir şok geçirtti çünkü bayıldığımda hava yeni aydınlanıyordu. Kapını açılmasıyla düşüncelerimden sıyrılıp, içeri giren orta yaşın üzerindeki adama gözlerimi çevirdim. "Hafsa Hanım, dinlenmeniz gerekiyor lütfen uzanın." dedi. "Siz kimsiniz?" dedim. "Sizinle ilgilenen hekimim. Baygınlık geçirdiniz ve tansiyonunuz düşmüştü ama ciddi bir problem görünmüyor. Muhtemelen yorgundunuz ve yoğun stres altındaydınız." dediğinde yatağa uzandım. Ben her zaman yorgun ve stresliydim ama baygınlığımın sebebi bunlar değildi. Temas problemimi bu evde bulunan kimseye söyleyemezdim çünkü bu, benim zayıf yanımdı. Kimliğim ortaya çıkarsa, bu zayıflığımdan faydalanmalarını göze alamazdım. Gözlerim kapalıyken, "Saat kaç?" dedim. "8'e geliyor." dediğinde endişelendim çünkü yaklaşık on iki saattir bilincim kapalıydı ve bu ilk kez oluyordu. Doktorun bana yaklaştığını hissettiğim an hızla gözlerimi açtım. Elindeki küçük, tuşlu telefonu yastığımın altına bırakırken kulağıma eğildi. "İhtiyarın selamı var." dediği an gözlerimiz buluştu ve hafifçe tebessüm ettim. İhtiyarın, yapabildiklerinin sınırı yoktu. Onayla başımı salladığımda doktor odadan çıkarken, endişeli gözleriyle Asil içeriye girdi. Bayılmamdan sonra gerçekten panik olmuş gibiydi ve gözlerinde hüzün vardı. Bu adamı çok üzerler diye düşünmekten de kendimi alamadım. Yatağın kenarına otururken, temas kurmamak için biraz kaydım. "Daha iyi misin?" derken ela gözleri kısılmış, yorgunluktan göz altlarında bir çukur oluşmuştu. "İyiyim, sadece yaşadıklarım ağır geldi." dediğimde başını salladı. "Bunları yaşamanı istemezdim ve açıkçası başta senden biraz şüphelendim çünkü fazla sakindin." dediğinde gözlerindeki hüzün, içime aktı. "Duygularımı pek belli edemem." deyip göz temasımızı kestim. Derin bir iç çekti. "Masumluğundan şüphe ettim, özür dilerim." dediği an kalbime bir hançer saplandı ve hareketlendi. Özür dileme, karşında kalbi kötülük dolu bir kadın var demek istedim. Dudaklarımı sertçe birbirine bastırırken gözlerim, akamayan yaşlarımdan dolayı alev alev yanmaya başladı. "Aç mısın?" derken güzel melodik sesine, heyecan yerleştiğinde gözlerine bakıp hafifçe tebessüm ettim. "Çok açım." dediğimde de kocaman gülümsemesini benden esirgemedi. "Ben mutfağa iniyorum, sen de kendini toparladığında gel." deyip hızla odadan çıktığında ardında bıraktığı enkazın altında ezildim. İhtiyarın yolladığı telefonu cebime koyup, kapıyı kilitledim ve telefonu açtım. Gelen mesaj yoktu. Telefonu sessize alıp eşofman altımın fermuarlı cebine koydum ve belli olmaması için üstümdeki ceketi daha da aşağıya çekiştirdim. Saçlarım çok dağıldığından ensemde gelişigüzel bir topuz yapıp ben de mutfağa indim. Mutfakta gördüğüm manzaranın cennet olduğuna yemin edebilirdim çünkü Asil, büyük bir ciddiyetle yemek yapıyordu. O, hareket ederken dar siyah tişörtünün altındaki geniş omuzları kasılıyor ve göz zevkimi tatmin ediyordu. Bıraksalar, bir ömür bu manzarayı izleyebileceğimden emindim. "Yardım edilecek bir şey var mı?" dediğimde sorduğum soru bana tekrar şok geçirtti çünkü ben, peynir doğramayı bile bilmezdim. Bu adam bana neler yapıyordu böyle? "Yok ve sen rahatsızsın, lütfen otur. Hazır olmak üzere." dedi. "Ne yapıyorsun?" derken mutfaktaki Asil'in kokusuyla karışmış yemek kokusu beni mest ediyordu. "Lazanya yaptım. Umarım seviyorsundur." derken omzunun üstünden yarım bir gülüş fırlattı. "Bayılırım." dedim. Yemeği önümdeki servisin ortasına bıraktığında, kalbimin üzerine konmuş olan kelebek kanat çırpıyordu. Adamı gözünle yiyip bitirdin hala aç mısın? diyesoran iç sesime, cevap vermemeyi öğrenmiştim. Yemeğimi kendimden geçercesine keyifle yerken Asil'in beni izlediğini fark ettim. Hem de kocaman gülümsemesiyle izliyordu. "Beğendin mi?" dediğinde güzel dudakları aralanmış ve inci dişleri ortaya çıkmıştı. "Ellerine sağlık. Çok güzel olmuş." dedim ve tebessüm ettim. "Sık sık yemek yapar mısın?" diye sorduğumda yemeğim bitmiş, sigaramı yakmıştım. "Uzun zamandır yalnız yaşıyorum. Sık olmasa da arada sırada yaparım." deyip o da kendine bir sigara yaktı. "Ailen yok mu?" dedim. Biliyordum ama sohbet etmek istemiştim. "Var ama kendime ait bir alanımın olması beni özgür hissettiriyor." dedi. Arkama yaslandım ve sigaramın külünü temizledim. "Ailenleyken özgür hissetmiyor muydun?" dediğimde kasıldı. "Evde kalabalık bir ailem var ve aile işinde çalıştığımız için de hep bir aradayız. Yalnız kalmaya imkanbulamıyorum. Yalnızlığı hissedemeyen insan, bana göre özgür değildir." dedi. "Ne iş yapıyorsunuz?" dediğimde, dün açtığı dolaptan viskiyi çıkarıp iki bardağa böldüm. Asil'in içkisini önüne bırakıp, yerime tekrar yerleştim. "İlaç aldın içme." deyip bardağa uzandığında gelişmiş reflekslerim içkimi kurtardı. "Bir bardaktan bir şey olmaz hem rahatlamaya ihtiyacım var." dediğimde bıkkınlıkla başını salladı. "Soruma cevap vermedin." dediğimde gözlerini, gözlerimle buluşturdu. Fazla mı meraklı görünmüştüm? "Savunma sanayii ile bağlantılı bir şirketimiz var. Abimle orayı yönetiyoruz." dedi. Silah kaçakçılığını da bu kadar kibarlaştırmazsın be Asil. "Savunma sanayii derken?" dedim. Sabrını zorluyordum. "Parça üretimi yapıyoruz. Bunları da yurt dışına ithal ediyoruz." dediğinde içimdeki karanlık, kahkahalara boğuldu. "Ne parçası?" dediğimde kollarını göğsünde kavuşturdu. "Uçak, silah parçaları. Birleştirmesi de yurt dışında yapılıyor." Yaptığınız işleri, mükemmel bir şekilde kamufle etmişsiniz diye düşünürken başımı sallamakla yetindim. "Peki sen? Neden ailenden uzaktasın?" dediğinde sıra bana gelmişti. Ben de kollarımı göğsümde kavuşturdum. "İş bulmak için demiştim." dedim. "Manisa'da iş yok muydu? Yoksa sen de özgür mü olmak istedin?" derken sinsice gülümsüyordu. Yüzüme sıkıntılı bir ifade yerleştirdim. "Özgürlüğe gelmiştim ama Şahin onu bile benden çaldı." dediğimde yüzüne pişmanlık yerleşti. "Affedersin." dediğinde başımı salladım. O sırada cebimdeki telefonun hafif titreşimini hissettim. "Ben bir duş alıp kendime gelsem? Sonra gelip bulaşıkları hallederim." dedim. Asla halledemezdim. "Sorun yok, ben hallederim. Sen keyfine bak." dediğinde gülümsemesi beni yine karanlıktan kurtardı. Cevap vermeden hızla odama çıktım. Kapıyı kilitleyip telefonu elime aldım. Mesaj, ihtiyardandı. "Nasılsın?" "İyiyim, sıkıntı yok." diye cevap yazdım. "Bu gece, Şahin sizin olduğunuz eve saldıracak. Biz gözlem halindeyiz ve sana bir şey olmayacak. Yine de güvenli bir bölgede kal ve kapılara yaklaşma. Sıkıntılı bir durum olursa, seni çekip çıkaracağız." "Saat kaçta? Ne büyüklükte bir saldırı?" "Gece yarısı. Onlarca adam, eve yaklaşıyor ve yavaş yavaş yerleşiyorlar. Araz'ın adamları da sizi korumak için tetikte ama yeterli sayıda değiller. Biz, uzaktan gözetliyoruz. Asil'in adamlarına, içerideki adamımızla haber yolladık. Sen dikkatli ol ve kendini savunmaya geçme." "Tamamdır." Yazdım ve cebime koyduğumda tekrar titredi. "Adamın içine düşmekten de vazgeç. Planı riske atıyorsun." yazdığını görünce, sıkıntıyla gözlerimi devirdim. Her boku nasıl görüyor bu herif? "Yok öyle bir şey. Güven kazanıyorum." Yazdım. "Güven kazanman değil, gerekli bilgiyi bulman gerek. Yaptıkları anlaşmalar, ailesinin evinde bulunan kasada. Bir şekilde o eve gidip belgeleri incelemek zorundasın." "Nasıl gideceğim ve ne anlaşması?" Başımdaki ağrının şiddeti artıyordu. "Nasıl gideceğin sana kalmış. Yaptıkları her işi belgelemek zorundalar ve konseyde onlara yardım eden her kimse, onunla da anlaşma yapmış olmalılar. İsmi bul ve evi terk et." "Tamam." yazıp telefonu cebime koydum. Birkaç saatim vardı ve rahatlamak zorundaydım. Üstümdeki kıyafetleri değiştirmek için Asil'in odasına hızla girdiğimde, uzandığını gördüm. Beni görür görmez ayaklandı. "Bir şey mi oldu? İyi misin?" diye bana yaklaştığında geriye doğru birkaç adım gittim. "Yok. Ben kıyafet alacaktım da odada olduğunu düşünmedim. Kusura bakma." dedim. "Sorun yok. Ne istersen alabilirsin." deyip kalktığı yere geri uzandı. Ben de giyinme odasına geçip üstümdekilerin aynısından tekrar aldım. Asil yatağında bütün heybetiyle uzanırken, benimi ateşler sardı. Gözlerimi ondan zorlukla ayırıp konuştum. "Aldım. Gidiyorum." Yüzüne bile bakmadan odadan çıkacakken, dün aracı kullanan adam odaya girdi. İkimize de şaşkınlıkla bakarken sessizliği Asil bozdu. "Ne var Toprak?" derken sesi oldukça sertti. Abisine karşı da sertti ama benimle çok yumuşak konuşuyordu. Bu saçma düşünce bile kalbimdeki kelebeği kıpırdattı. Kendine gel artık. "Abi, bir sıkıntı var da." dediğinde ihtiyarın, saldırı haberini ulaştırdığını anladım. "Ben çıkayım." deyip odayı terk ettim. Odama gelir gelmez kapıyı kilitleyip üstümdeki kıyafetleri değiştirdim. Saçlarımı da at kuyruğu yaptıktan sonra cebimdeki telefonu çıkarıp ihtiyara mesaj yazdım. "Haberin geldi." İki dakika sonra cevap geldi. "Dikkat çekme. Güvenli bir bölgede kal." Cevap yazmadan telefonu kapatıp, banyodaki havluların arasına sakladım. Her yerden saldırı alabilirdik ama banyo, odanın içerisinde, güvenli ve kuytu bir bölge olduğundan burada beklemeye karar verdim. Aradan yarım saat geçmişken silah sesleriyle karışık bağırma sesleri, evin içerisinde yankılandı. Saldırı, beklediğim saatten önce başlamıştı ve Asil'in henüz tam olarak hazırlanamadığından emindim. Merdivenlerde koşturan insanların sesleri, kurşun seslerinin ardından bıçak gibi kesiliyor, camlar bomba etkisiyle patlayıp evin içine dağılıyordu. Kapımın yumruklanmasıyla Asil'in bana seslendiğini duydum. "Hafsa! Odadan sakın çıkma! Kapıları kilit-" derken silah patladı ve Asil'in sözü yarıda kaldı. İçimde yıllar önce gömdüğüm korku gün yüzüne çıkarken, panik dalgası da tüm vücudumu esir aldı. Onun ölmesini istemiyordum hele ki benim oyunumun neden olduğu bir ölümü yaşamayı kesinlikle hak etmiyordu. Kapıyı parçalarcasına açıp odadan çıktım. Merdivenlerdeki cesetlerin üzerine basmamaya özen göstererek aşağı inmeye başladım. Her yeri kan kokusuyla karışık barut kokusu sarmıştı. Daha geçen gün bahçeye dağılmış olan korumalar, yerlerde cansız bir şekilde yatıyorlardı. Kimse umurumda değildi ve sadece Asil'i görmek istiyordum. Gerekirse oyunumu eli boş bir şekilde bitirir, ona siper olurdum. Ahşap evin içerisi mahşer yerine dönmüştü. Bütün pencereler patlamış, eşyalar ortalık yere saçılmıştı. Silah sesleri, evin içinde tükenmişken dışarıda son sürat devam ediyordu. Aralık ve delik deşik olmuş kapının arkasına geçip hafifçe dışarıya baktığım an üzerime gelen kurşundan son anda kurtulabildim. Kalbimin atışı dışarıdan duyulurken, adrenalin bütün vücuduma yayıldı. Şu an silahım olmadığı için ihtiyardan nefret ettim. Yere eğilerek, mutfağa doğru hızla süründüm. Mutfağın patlamış camından dışarıya göz gezdirirken Asil'in aracın arkasından öndeki adamlara silah sıktığını görmemle, derin bir nefes verdim. İyiydi ama çok riskli bir yerde duruyordu. Gözlerimizin buluşmasıyla, endişenin gözlerinde parlaması, içime işledi. Beni görmesiyle odağını kaybetmiş ve gelen kurşundan son anda kurtulmuştu ama bağırmasıyla kolundan akan kanı görmem bir oldu. Daha fazla dayanamazdım. Mutfağın çekmecesinden aldığım bıçağı, kolumun içerisine saklayıp kendimi dışarıya attım. Dışarı çıktığım an gözlerim Şahin'i buldu. "Yeter! İstediğin benim!" diye bağırmamla, Şahin'in delice bakan gözleri de beni buldu. Eliyle yaptığı hareketle sesler kesildi ve yüzündeki iğrenç gülümsemeyle bana yaklaştı. Adrenalin bütün uzuvlarımda kol gezdiği için, şu an bana dokunsa bile bayılmayacağımı biliyordum. Şahin'in bana yaklaştığını gören Asil, silahını üvey kardeşine çevirdi. "Sakın! Sakın ona dokunma! diye haykırırken gök gürledi, sesi bütün ormanda yankılandı. Şahin ile aramda mesafe kalmamıştı ve yüzlerimiz değecek kadar yakındık. Kolumdan çıkardığım bıçağı, şah damarıma dayadığımda Şahin'in gülümseyen yüzü, yerini dehşete bıraktı. Bu adam takıntılı bir manyaktı ve istediğini elde edene kadar durmazdı. Kendini, benim onu sevdiğime öyle inandırmıştı ki beni kaybetmeyi göze alamazdı. Kendimi kandırmamış olmayı umarak gözlerine baktım. "Öldürürüm kendimi. Bensiz kalırsın." dedim. "Hayır! Hayır! Bırak onu elinden. Ben seni kurtarmaya geldim karım. Korkma. Seni tehdit ettiklerini biliyorum. Sakın korkma!" derken bıçağı iyice bastırmamla ince bir sızı şeklinde kanım, boynumdan aşağıya süzüldü. "Tamam. Tamam kes şunu!" derken geri geri yürümeye başladı. Gözlerim, Asil ile buluşurken yüzünde korkuyla karışık memnuniyetsiz bir ifade vardı. "Git buradan Şahin! Sana kızgınım şu anda. Affettiğim zaman ben kendim geleceğim sana." dedim. Bu oyun bittiğinde, onu gebertmek için yanına gittiğimde illa ki buluşacaktık. Sinirlerimi fazlaca bozmuştu. "Söz mü? Gelecek misin gerçekten?" derken gözleri umut içinde parlamış, yeniden üç yaşında bir çocuğa dönüşmüştü. Bu herifi öldürmeme değer miydi gerçekten? Benim elimde ölmek için fazlaca değersizdi. "Söz. Sadece şimdi git. Yoksa öldürürüm kendimi." dediğim an kapıdan onlarca adam dolu arabalar, bahçeye girdi. Gelenin öfkeden kudurmuş olan Araz olduğunu fark ettiğimde olayları büyütmemesini diledim çünkü ciddi anlamda sıkılmıştım. "Canına mı susadın lan sen!" diye bize doğru koşarken, Asil abisini durdurmak için yaralı koluyla büyük bir çaba içerisindeydi ve onun acı çektiğini görmek, öfkemi katlamıştı. "Git dedim Şahin! Yeter artık!" diye avazım çıktığı kadar bağırdım. "Tamam, şimdi gidiyorum ama yeter ki sen bana gel. Beni affetmek için bir haftan var karım." dediğinde midemin altı üstüne geldi. Bu manyak, kesinlikle ölmeyi hak ediyordu. Adamları ve kendisi arabalara koşar adımlarla yerleşip evi terk ettiklerinde elimdeki bıçağı yere fırlattım. Asil hala abisini sakinleştirmeye çalışıyor, birbirlerini itip kakıyorlardı. Gerçekten çok sıkılmıştım ve evin içine girmeye karar verdim. Cesetler her yerdeydi ve bunu bile umursamadan mutfağa geçtim. Kendime yeni bir şişe viski açıp, bardağa bile koymaya zahmet etmeden kafama diktim. Alkol, vücuduma yayılırken adrenalinin yerini sakinlik dolduruyordu. Masada duran sigaradan da kendime yakarken, içeriye Asil, Araz ve Toprak girdi. "Sen kafayı mı yedin!" diye bağıran Asil'i bile umursamadan içkimi içmeye devam ettim. Araz, derin bir nefes verip karşıma oturdu. "Kimsin sen?" diye sorduğunda, vücudumdan bir ürperti geçti. Bozuntuya vermeden, "Kardeşine sor." dedim. Sinirle elini yumruk yapıp masaya vurdu. "Hangi kız, cesetlerle dolu bir eve girip her şey normal gibi oturup içki içer!?" diye bağırdığında bile yüzüm ifadesizdi. "Abi, kes şunu!" diye konuşmasını bölen Asil oldu. "Ne kes ne!? Lan bu kız sana normal mi görünüyor yoksa sen de Şahin gibi kafayı mı bozdun!?" dedi. Gerginlik tekrar bedenimi esir alırken boğazına yapışmamak için kendimi zor tuttum. Asil, bir hışımla abisinin yakasına yapıştı. "Beni onunla bir tutma. Bir daha sakın bunu yapma! Bu kızı da araştırdım ve sandığı gibi bir şey yok! Gerginliğini bu şekilde atıyor!" derken içime bir sızı yerleşti. Beni savunmasından hiç hoşlanmamıştım. Kimsenin beni savunmasına ihtiyacım yoktu. "Herkes duygularını sizin gibi dışa vurmak zorunda değil. Eğer ben olmasaydım, kardeşinizi de yerde boylu boyunca yatıyor olarak bulurdunuz." derken kendime bir sigara daha yaktım. Boynumdaki bıçak kesiği hafifçe sızlarken, karnımın açlığıyla gelen baş ağrısı yüzümü buruşturmama neden oldu. Araz ayağa kalkıp kardeşinin koluna baktı ve mahcup bir ifadeyle bana döndü. "Kusura bakma, kardeşim söz konusu olduğunda, fazlaca gergin oluyorum. Ayrıca teşekkür ederim. Bundan sonra da o it, sana yaklaşamayacak. Sözüm söz." dedi. "Önemi yok." derken sesim fısıltı gibi çıktı. "Hadi gidiyoruz." dediğinde hepimiz gözlerimizi Araz'a çevirdik. "Bizim eve gidiyoruz. Burada kalamazsınız." dediğinde yüzümde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Evlerine gidip, gerekli belgeyi bulacak bu saçma oyuna da son verecektim. Beklediğim fırsat ayağıma kendiliğinden gelmişti. Asil ve Toprak, itiraz edecekken onların da sözünü kesen Araz oldu. "Reddetme lüksünüz yok. Bir dakika daha bu evde kalamazsınız." dedi ve kapıdan çıktı. Toprak, Asil'in koluna pansuman yaparken ben elimdeki şişeyi yarılamış ve gevşemiştim. "Bu yaptığın saçmalıktı. Şahin ile hayatın üzerinden kumar oynayamazsın. O, normal bir adam değil. Seni öldürebilirdi." derken gözlerinde hüzün vardı. "Ölmedim. Daha fazla bu geceyi konuşmak istemiyorum." dedim. "Abi, rahat edemezseniz dağ evini ayarlayabilirim. Oraya geçeriz." diyen Toprak, bana güvensiz gözlerle bakıyordu. Beni ilk gördüğü anda bile yüzünde şüphe vardı ve bunu gizleme zahmetine bile girmiyordu. Beni, Asil'in ailesinin içine sokmamak için de uzaklaştırmaya çalışıyordu. "Sen ne dersin Hafsa? Ailemin yanında rahat edemezsen başka bir yere gidebiliriz." diyen Asil, direk gözlerimin derinliklerine bakıyordu. "Aslında ailenin yanında daha rahat hissederim. Başım dönüyor ve midem bulanıyor. Kalabalık bir ortamda olursam, bu geceyi düşünmeden geçirebilirim." dediğimde yüzüne en güzel gülümsemesi yerleşti ve başını onaylarcasına salladı. "Üzerimi değiştireyim. Kan bulaştı ve kendimi kötü hissediyorum." dedim. Yalandan kim ölmüş ki? "Tamam. Toprak da sana eşlik etsin." derken bende omuz silktim. Asil'in odasından tekrar kıyafetler alıp odama geçerken, Toprak'ın bakışları şüphe doluydu ama onu umursamadan odama girdim. Hızla üzerimi değiştirip banyoya sakladığım telefonu cebime gizlerken arkamdaki nefes, yerimden sıçramama neden oldu. "Neden korktun?" diyen Toprak'a bakakaldım. Ne zaman gelmişti bu? Telefonu görmüş olabilir miydi? "Ne hakla buraya girersin!? Üzerimi değiştireceğimi biliyordun!" derken sesimden yansıyan öfkeyle karşılaşınca iki adım geriledi. "Uzun sürünce bir şey oldu sandım. Kusura bakmayın. İşiniz bittiyse gidelim." derken yüzü hala şüphe doluydu. Cevap bile vermeden yanından geçip merdivenleri indim. Herkes arabalara yerleşmiş, bir tek Asil dışarıda beni bekliyordu. "Daha iyi misin? Boynuna keşke pansuman yapsaydık." derken boynuma uzanan elini görür görmez geriye doğru çekildim. Yüzünde şaşkınlıkla bana bakıyordu. "İyiyim, ufak bir kesik. Gerek yok. Gidelim mi artık?" dediğimde şaşkın gözleri, hüzünle kaplanırken kapıyı açtı ve arabaya geçtim. Uzun sürmeyen yolculuğumuz sessiz geçmişti ve bu bana iyi geldi. Başımın ağrısı, kulaklarımı bile zonklatıyordu ve sol kolumun uyuşmaya başlaması da iyiye işaret değildi. İki gündür doğru düzgün dinlenmeden stresle başa çıkmaya çalışıyordum. Çiftlik evine geldiğimizi fark ettiğim an buranın ne kadar güzel olduğunu düşünmeden edemedim. Kocaman bir bahçede durduğumuzda, hızla kapıyı açıp dışarıya çıktım. Ağaçlar, evin her yanını sarmış ve soğuk havanın esintisiyle dans ediyorlardı. Gökyüzü burada, her zamankinden daha temizdi. Işıklarla donatılmış çardaklar, evin her köşesine dağılmıştı. Bu ev, yaşıyordu. Benim gibi hatta yaşadığım ev gibi ölü değildi. "Beğendin mi burayı?" diyen Asil'in sesiyle kendime geldim. "Çok güzel." derken içten bir şekilde gülümsüyordum. Gülümsememe karşılık verirken gamzesi, bütün ihtişamıyla gözlerimin önüne serildi. "Hadi geçelim. Hava soğuk." dediğinde onaylayıp onu takip ettim. Evin içerisi de dışarıdan göründüğü kadar muhteşem ve sıcacıktı. Geniş salona girerken ayakta güler yüzle bekleyen insanlar vardı. Gülümsemesi tıpkı Asil kadar büyüleyici olan kadın, bize doğru yaklaştı. Başı kapalıydı ve üzerinde uzun, kına rengi bir elbise vardı. Gözlerinin elası, içime işlerken ben de ona gülümsedim. "Hoş geldiniz çocuklar." derken sesindeki şefkat, gözle görülür bir haldeydi. Asil kadının elini öpüp gözlerine baktı. "Hoş bulduk anne." derken de sımsıkı sarıldı. " Anne, bu Hafsa ve bir süre misafirimiz olacak." dediğinde ikisi de bana döndü. "Rahatsız etmek istemezdim." dediğimde kadının gülümsemesi daha da büyüdü. "Hoş geldin kızım. Ne rahatsızlığı? Tanrı misafirine kapımız her zaman açık." dedi. Kadına sarılmak istesem de yapamadım, yapamazdım da. Başımı sallamakla yetindim. Rahatsız olduğumu fark ettiğinde o da bana yaklaşmadı. "Kızım, benim adım Zehra. Belki benim çocukları bilirsin ama yine de tanışmak adettendir." deyip arkasında duranlara döndü. " Bu, büyük oğlum Araz. Bu, ortanca oğlum Asil. Bu da bizim evin neşesi ve en küçükleri, kızım Mihre." dediğinde arkadan çıkan ve gözleri neşe saçan kızı gördüğüm an nefesimin kesildiğini hissettim. Kalbim şu anda beynimin içinde atıyordu ve Zehra Hanım, diğer insanları bana anlatırken tek kelimesini bile duymuyordum. Gözlerim karşımdaki kıza sabitlenmiş, yüzümde tek bir mimik bile oynamıyordu. Mihre, kıvır kıvır saçları, kocaman gözleri ve gözle görülen neşesiyle tıpkı Mariana'ma benziyordu. Nasıl bu kadar benzeyebilirdi? Enerjisi bile nasıl böyle iliklerime işleyebilirdi? Şokla ona sabitlendiğimde Asil'in sesiyle dünyaya döndüm. "Sen iyi değilsin!" derken panik içindeydi ve herkes endişeyle bana bakıyordu. "İyiyi--" derken başıma giren keskin sızıyla başımı iki elimin arasına alıp sertçe sıktım. Asil'in beni tutmak için yaklaştığını gördüğümde de "Dokunma!" diye haykırdım. "Gitmem gerek." derken hissetmediğim bacaklarımı kapıya yönlendirdim. Arkamdan gelen seslerin bir tanesini bile duymazken soğuk havaya çıktığımda nefes alabildim. Yanımda duran Asil, tek kelime etmiyor sessizce yüzümü izliyordu. Gözlerimi ona çevirmeden, "Çok yoruldum." deyiverdim. Çok yorgundum. Her şeyden, herkesten çok yorulmuştum. İçinde bulunduğum karmaşa, beni bin parçaya bölüyordu ama durmak gibi bir lüksüm yoktu. Davam daha yeni başlıyorken pes etmek gibi bir seçeneğim ise hiç yoktu. |
0% |