@hypnoticdark
|
Saatlerce buz gibi havanın eşliğinde, eve girer girmez büyülendiğim çardaklardan birinde oturduk. Asil ile tek etkileşimimiz sigara alışverişi olmuştu. Sabırla, sorgulamadan kendime gelmemi bekledi. Toparlandığımı ve başımdaki sancının hafiflediğini hissettiğim an yüzümü, güzel gözlerine çevirdim. Bana fırsat vermeden söze girdi. "Kendini daha iyi hissediyorsan eve girelim mi? Hava çok soğuk, hasta olacaksın. Hatta istersen başka bir yere gidelim." derken sesi şefkat doluydu. Derin bir nefes alıp başımı, kucağıma bıraktığım ellerime çevirdim. "Ailene rezil oldum. Muhtemelen deli olduğumu düşünüyorlardır." derken oldukça samimiydim ve rol yapmıyordum. Bu adam, benim için özeldi. Neden ve nasıl bilmiyordum ama özeldi işte. Kalbimde bir yeri vardı ama neresi olduğunu ben bile bilmiyordum. Benim için bu denli özel olan adamın ailesine, tam anlamıyla rezil olmuştum. Kahkaha attığında yüzümü ona çevirdim. "Ailemi tanısan böyle düşünmeyeceklerini bilirsin. Hepsi çok anlayışlıdır ve zor zamanlardan geçtiğini anlıyorlardır." dediğinde hala gülüyordu. Gülümseme kesinlikle bulaşıcıydı çünkü attığım kahkaha ormanda yankılanırken bu duruma anlam veremiyordum. "Amacım, size zarar vermek değil." Ağzımdan çıkanlara inanamamıştım. Böyle bir şeyi nasıl söylerdim? Gülümsemesi ciddiyete bürünürken, "Neden böyle söyledin?" dedi. Toparlamak zorundaydım. "Yani, Şahin size musallat olsun istemiyorum." dedim. Kasılan omuzları gevşerken, hafifçe tebessüm etti. "Sen orasını düşünme. Buraya gelip de kimseye zarar veremez." dediğinde başımı salladım. "Mihre'yi görünce neden fenalaştın?" diye sorduğunda şaşkınlıkla yüzüne baktım. Bu kadar mı belli etmiştim? "Nasıl anladın?" diye sordum. "Onu görünce, yüzünün şekli değişti. Annem o kadar şey söyledi ama duymadın. Gözlerini Mihre'ye sabitleyip, dünyadan uzaklaşmıştın sanki." dediğinde sıkıntıyla iç çektim. Ellerimi sımsıkı yumruk yapıp kucağıma gizledim. "Tanıdığım birine benzettim." dedim. Fazla konuşuyordum ve utanmasam her şeyi anlatıverecektim. Bu adamın aurası, insanı rahatlatıyordu. Yüzümün her bir ayrıntısını incelerken, "Anlatırsan, dinlerim." dedi. "Kendime bile anlatamazken, bunu başkasıyla paylaşabileceğimi sanmıyorum." dedim ve ayaklandım. "İçeri geçelim mi?" dediğimde o da daha fazla zorlamaması gerektiğini anlamış olacak ki hızlı adımlarımı takip etmeye başladı. Eve girdiğimizde herkes çoktan uyumuştu. Asil, beni misafir odasına yönlendirirken, ihtiyacım olan her şeyin odada olduğunu anlatıyordu. Kapının önünde durduğumuzda fazla yakın olduğumuzu hissedip kapıyı açıp içeri girdim. Asil içeri girmeden, "Yarın etrafı dolaşırız iyi hissedersen." dedi. "Çok sevinirim. Her şey için teşekkür ederim." dediğimde o da başını sallayıp odasına gitti. Odaya girdiğimde her yer antika eşyalarla doluydu. Rustik tarzda döşenmiş oda, samimiyet kokuyordu. Ortada, başlığından ayaklarına kadar özenle işlenmiş ahşap bir yatak vardı. Yatağın karşısında yine yatakla uyumlu bir kıyafet dolabı, dolabın yanında da banyo olduğunu tahmin ettiğim bir kapı vardı. Kapıdan içeri girdiğimde buranın banyodan daha fazlası olduğunu gördüm. İçeriye hamam ve jakuzi kurulmuştu. Beni bu kadar özel bir odada misafir etmişlerdi ama ben bunlara layık değildim. Onlardan koz toplamak için evlerinin içine sızan bir yılandım. Vücudum kaskatı kesilmişti ve acilen rahatlamaya ihtiyacım vardı. Üzerimdeki kıyafetleri yatağın üzerine bırakıp, kıyafet dolabını açtım. İçinde çeşit çeşit, çoğunun üzerinde etiketleri bile duran kıyafetlere baktım. Bunlar, kimindi bilmiyorum ama umurumda da değildi. Vücudumdaki kasları belli etmeyecek şekilde bir eşofman takımı aldım. Çekmeceden de mis gibi kokan çamaşırlardan seçip banyoya geçtim. Uzunca banyo yaptım ve kafamı toparlamaya çalıştım. Kendime gelemediğimi fark ettiğimde jakuziye de girip gözlerimi dinlendirdim. Sudan çıkmadan, yanıma koyduğum telefonu açarak, ihtiyara mesaj attım. "Ailesinin yaşadığı eve geldim. Sizde durumlar nedir?" Mesajımı bekliyor olmalıydı çünkü sabahın beşinde, attığım mesajın daha dakikası dolmadan cevap geldi. "Bulunduğun evin etrafında, tetikteyiz. Sen iyi misin?" yazdı. "İyiyim. Çocuklar nasıl?" yazdım. Ekibimi, özellikle Pote'yi içten içe özlemiştim. "Herkes iyi ama sen iyi olduğundan emin misin? Bahçede iyi gözükmüyordun." mesajını okurken derin bir nefes verdim. Her boku da gör ihtiyar. "Sıkıntı yok. Yarın kasayı bulup işimi halledeceğim. Hazır olun, bu evde daha fazla durmak istemiyorum." "Tamamdır." yazdığında telefonu bırakıp banyodan çıktım. Üzerime temiz kıyafetlerimi giyip, saçlarımı yandan örgü yaptım. Örgü, makyajsız yüzüme masum bir ifade veriyordu. Melek yüzlü şeytanın, vücut bulmuş haline bürünmüştüm. Uyumayı dileyerek, tertemiz çarşafların içine girdim. Yorganı da üzerime çekerek sımsıkı sarıldım. Yarın her şey bitmeliydi çünkü Mihre'yi de Asil'i de gördükçe kendimi kaybedeceğimi biliyordum. Benim amaçlarım vardı ve saptığım an Mariana'm ölmüştü. Bir daha bunu yaşamak istemiyordum. Gözlerim kapanırken, bedenim de yavaş yavaş kendini uykuya teslim etti. * * * Uyandığımda evin içinde yankılanan gülüş sesleri, odama kadar geliyordu. Aile evi, böyle bir şey miydi? On yıl önce, Alberto amca, Pote ve Marina ile yaşadığım ev de tıpkı böyleydi. Biz de aileydik ama sanki üzerinden asırlar geçmişti. Mariana'nın gülüşleri, Pote'yi çıldırtırken uyanırdım ve Alberto amca saatlerce, beni uyandırdıkları için söylenirdi. Mutluydum, mutluyduk. Telefonu alıp ekranına baktığımda, saatin dokuz olduğunu gördüm. Yaklaşık dört saat uyumuştum ve iyi gelmişti. Normalde de en fazla bu kadar uyuyabiliyordum zaten. Yataktan kalkıp, elimi yüzümü yıkadım. Telefonu tekrar cebime saklarken, dolaptan aldığım uzun, bordo hırkayı da üzerime geçirip önünü kapattım. Yıllar sonra ilk kez siyahtan farklı bir renk vardı üzerimde ama başka çarem yoktu. Ne varsa onu giymek zorundaydım. Aynaya bile bakma zahmetine girmeden salona indim. Salonda Araz, Asil ve tanımadığım yaşlı bir adam oturuyordu. "Günaydın." dediğimde hepsinin dikkatini çekmiştim. Asil ayaklanırken, "Günaydın da erken kalkmışsın, biraz daha dinlenseydin." dediğinde utandığımı hissettim. Utanmak ve ben? Bu evi bir an önce terk etmem gerekiyordu. "Dinlendim." diyebildim sadece. Güler gözleriyle bana bakarken, salonda oturan yaşlı adamı göstererek, "Adil Dayım, annemin abisi." dedi. "Memnun oldum efendim." dediğimde adam da memnuniyetle başını sallayıp gülümsedi. Belli ki burada yaşıyordu çünkü dün o karmaşada burada olduğunu anımsadım. "Kahvaltı edeceğiz, istersen mutfağa geçelim." derken Asil'in sesi mutluluk doluydu. Muhtemelen aç olduğumu ve söyleyemediğimi anlamıştı. "Ben kendim geçeyim, hem yardım ederim." dediğimde gülümsemesi daha da büyüyüp beni onayladı. Kokuların geldiği yöne doğru ilerlerken, mutfağın geniş kapısı açıktı. İçeri girmeden göz gezdirdiğimde, Asil'in annesi Zehra Hanım tezgahta bir şeyler doğruyor, Zehra Hanımın yaşlarında bir kadın da ona yardım ediyordu. Mutfağın ortasında kocaman bir masa vardı ve arkası dönük olan kişinin Mihre olduğunu anlamamla göğsüm sıkışmaya başladı. Mihre'nin de karşısında yaşı hayli ileride olan bir kadın oturuyordu ve onunla keyifle sohbet ediyordu. Derin bir iç çekip mutfağa adım attığımda, "Günaydın." dedim. Herkes gözlerini bana çevirirken, Zehra Hanım nazik bir gülüşle "Günaydın kızım, dinlenebildin mi?" dedi. "Evet, teşekkür ederim." dediğimde herkes sırayla günaydın demeye başladı. Zehra Hanım tezgahta yanında duran kadını gösterip, "Kardeşim, Meyrem." dedi. Mihre'nin karşısında duran kadını da işaret edip, "Abim Adil'in eşi, Sultan." dediğinde ikisini de başımla selamladım. "Zehra Hanım." deyip boğazımı temizledim. "Dün için lütfen kusuruma bakmayın. Kendimi kaybettim." dedim. Zehra Hanım bana yaklaşıp, "Kızım, zor zamanlar geçirdiğinden haberimiz var ama kendini koyuverme. Her şey insanlar için yavrum ayrıca ortada bir kusur da yok. Lütfen kendini rahatsız hissetme." dediğinde istemsizce dudağımı ısırdım. Bu neydi? Anne şefkati miydi? Bu hiç tatmadığım his, annelik miydi? Titreyen sesimle, "Teşekkür ederim." diyebildim. O sırada, bütün neşesiyle Mihre ayağa kalkmış ve yanımda bitmişti. "Hadi gel, sofraya geçelim." derken yüzünde güller açıyordu. Gözlerine bakmadan başımı sallayıp masaya oturdum. Kahvaltı çoktan hazırlanmış olduğu için yardıma ihtiyaç var mı demekten vazgeçmiştim ki nasıl yardım edebilirdim onu da bilmiyordum. Herkes sofrada yerlerine yerleştiğinde, keyifle sohbet edip kahvaltılarını ediyorlardı. Adil Bey, anılarını anlatırken kahkahalar havada uçuşuyor çay bardakları bir an bile boş kalmıyordu. Bu kadar neşeli bir ailenin, Türkiye'nin en güçlü silah kaçakçıları olduğuna kim inanırdı? Bu karanlık dünyada illaki elin kana bulanırdı ve ben bunu Arslan ailesiyle bağdaştıramıyordum. Sohbete katılmıyor ve büyük bir iştahla kahvaltımı ediyordum. Benim için söz konusu yemekse, gerisi teferruattı. Zehra Hanım, tabağım bittikçe neşeleniyor ve daha fazlasını ekliyordu. Bu ailenin içinde, sonsuza kadar yaşayabileceğimi düşünmeden de edemedim. Bu sabah, uzun zaman sonra keşke demiştim. Keşke babam böyle bir adam olmasaydı. Keşke annem hayatta olsaydı da bizim günlerimiz de böyle geçseydi. Bu ailenin her bir ferdine imrenerek bakarken, yüzümün düşmesine engel olamadım. Zehra Hanım ile göz göze geldiğimizde, başını sağa yatırarak beni izliyordu. Gözleri dolmuştu ve bu durum beni dehşete düşürdü. Bana acımış mıydı? Göz temasını kestiğim an Mihre'nin sesiyle irkildim. "Dışarı çıkalım mı?" derken sesi resmen cıvıldıyordu. "Olur." dedim. İkimizin ayaklandığını gören Asil de peşimize takılırken bahçeye çıktık. Dün karanlıkta hayran kaldığım ev, gündüz çok daha güzeldi. Evin arka kapısından çıkmıştık ve ileride atların olduğu bir alan vardı. Köpekler bahçede özgürce koşturuyor, ileride bulunan ahırlardan inek sesleri yükseliyordu. Tavukların da olduğu kısımdan geçip, ortada duran havuzun yanındaki çardağa oturduk. Etrafımı büyülenmiş bir şekilde incelerken, Asil ve Mihre de bana bakıyorlardı. "Hadi bakalım Mihre Hanım, elinizden türk kahvesi içelim." derken sessizliği bölen Asil oldu. "Abi! Bu şimdi mi istenir? Evden çıkmadan söyleseydin ya." diye huysuzlanan Mihre'yi seyrederken Mariana ile daha fazla benzer özellikleri olduğunu fark ettim. "Huysuzlanma çabuk çabuk." diyen Asil de yüzünden silinmeyen kocaman gülümsemesiyle konuşuyordu. Mihre oflayıp ayağa kalkerken, "Ben de bir şey rica edebilir miyim?" dediğimde o da kocaman gülümsemişti. "Tabii, ne istersen." dedi. "Eldivenin varsa, bana ödünç verebilir misin?" dedim. Ellerim çıplakken, kendimi savunmasız hissediyordum ve bundan çok sıkılmıştım. "Hava güzel ama üşüdüysen getiririm tabii ki." dedi. "Ellerim çok üşür de." diye saçma bir açıklama yaptığım an ikiletmeden koşar adımlarla eve yöneldi. Asil ile gözlerimiz buluştuğunda bana sigara uzattı. İşte şimdi ben de keyiflenmiştim. Sigaramın zehirli dumanını içime çekerken gevşedim. "Saçların." diyen Asil'e anlamamış bir ifadeyle baktım. "Çok güzel olmuş." dediği an kalbimin, bedenimden bağımsız bir yerlerde hızlandığını hissetim. Gözlerimiz birbirlerine sabitlenmiş, en azından benim için o an zaman durmuştu. Güzel gözlerine güneş ışığı vurdukça, elalarının derinlerinden çıkıp gelen yeşiller bütün göz bebeğini kaplamıştı. Arsızca gözlerinden dudaklarına indiğimde, onların bu denli güzel görünmesi sırtımdan inen bir sıcaklığı da beraberinde getirdi. Gözlerim, gamzesine sabitlendiği an ise nefesim kesildi. O da aynı şekilde beni inceliyor, istemsizce bedeni bana doğru çekiliyordu. Ellerini masanın üzerine yerleştirmiş, omuzları ise tüm heybetiyle kasılmıştı. Birbirimizi izlerken, bu mistik havayı bozan ses ise elindeki tepsiyi masaya koyan Mihre olmuştu. Bu kadar zaman geçmiş miydi sahiden? "Afiyet olsun gençler!" dedi. Onun gelişiyle ikimiz de gerçek dünyaya döndük. "Eline sağlık." deyip kahvemi yudumladım. "Bunlar da eldivenlerin." deyip bir çift deri eldiveni bana uzattığında zevkten dört köşe olmuştum. "Teşekkürler." deyip hızla elime geçirdiğimde, kendimi zırh giymiş gibi hissediyordum. Mihre ile derin bir sohbete dalmıştık ve zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorduk. Bana uzun uzun kendisinden bahsetmişti. Hemşireydi ama çalışmıyordu. Çalışmak benim tabiatıma aykırı derken bile sanki Mariana ile konuşuyormuşum gibi hissettiriyordu. Mariana, moda tasarımı okuyordu ve sürekli bunu çalışmak için değil de hobi olarak gördüğü için okuduğunu söylerdi. Aklı fikri gezip eğlenmekteydi. Ben de uzun uzun önceden kurduğumuz yalan hayatı anlatıyor, sahte ailemden keyifle bahsediyordum. Bana dayatılan sahte aile bile babamdan daha iyiydi. Biz sohbete devam ederken Araz ve Asil işe gitmişti. Onlar evde yokken bana da evi inceleme fırsatı doğmuştu. "Sohbetimize evde devam edelim mi? Hava soğumaya başladı da." dediğimde konuşmaya devam ederek eve yöneldik. "Mihre, eviniz ne kadar güzel." derken beni gezdirmesi için resmen yalvarmıştım. Çalışma odalarını dikkat çekmeden bulmamın en kolay yolu buydu. "Gezmek ister misin!" diye sevinçle sorarken ben de hevesle başımı salladım. İki katlı ama onlarca odası olan bir çiftlik eviydi burası. Tek başıma odaları bulmaya çalışsam yakalanma ihtimalim çok yüksekti. Herkes salonda oturuyordu, bu durum da bana inceleme fırsatı verdi. Mihre, odaları büyük bir keyifle anlatırken Asil'in ve Araz'ın yatak odalarının ve Araz'ın çalışma odasının yerlerini aklıma kazımıştım. Çalışma odasının önünde duraksadığımı görünce Mihre de durdu. "Ah! Burayı da göstermek isterdim ama..." kapının kolunu aşağı indirdi ama açılmadı. "...işte her zamanki gibi kilitli. Abim, eşyaları konusunda biraz hassastır da." dediğinde başımı sallayıp yürümeye devam ettim. Aradığım belgeler, bu kilitli odada olmalıydı ve bir şekilde anahtarına ulaşmam lazımdı. Mihre'ye gece uyuyamadığımdan dinlenmek istediğimi söylediğimde biraz huysuzlansa da erken kalkacağımın sözünü verdirdikten sonra gitmişti. Odaya girip kapıyı kilitleyince ihtiyarı aradım. İki kez çaldıktan sonra telefonu açtı. "İhtiyar." "Yakalanabilirsin, mesajla haberleşelim." dedi. Umursamadan devam ettim. "Kilitli bir oda var, bir şekilde anahtarını bulmam lazım. İçerideki adamın kim?" dedim. "Seni Şahin'in evinden alırlarken arabada bir adam daha vardı, hatırladın mı?" dediği an anımsadım. Arabada arka koltukta ben ve Asil oturuyorduk, önde Toprak arabayı kullanırken yanındaki yolcu koltuğunda da tek kelime etmeyen asker traşlı bir çocuk vardı. "Evet. O mu?" diye sordum. "O ama dikkat çekmemesi lazım. Anahtarların yerini sorarım ancak alma işi sende." dedi. "Tamamdır." deyip telefonu kapattım. Asker traşlı çocuk ve Toprak, Asil'in yakın korumalarıydı ve o çocuk aynı zamanda ihtiyara çalışıyordu. Helal olsun ihtiyar sana demekten kendimi alamadım. Dinlenmek için yatağa uzandığımda saat beşe geliyordu. Bir saat boyunca yatağın içinde dönüp durdum ama bir dakika bile uyuyamadım. Telefonuma gelen mesajla yerimden doğruldum. "Anahtarları Araz, her zaman yanında taşırmış. Bir şekilde almak zorundasın." Yazan ihtiyara bıkkınlıkla nefes verdim. Her işi ben mi yapacaktım? "Tamam ihtiyar, ona da tamam." Yazıp yolladım. Karnım acıkmıştı ve vücudum alkolsüzlüktenkavruluyordu. Çölde kalmış gibiydim. Asil gittiğinden beri de bir dal bile sigara içememiştim. Sıkıntıyla salona dönmeye karar verdim. Ben merdivenlerden inerken Asil ve Araz da işten dönmüş, kapıdan içeri giriyorlardı. "Hoş geldiniz." dediğimde Asil gülümseyerek, "Hoş bulduk." dedi ama Araz yüzüme bile bakmadan başını sallayıp merdivenlere yöneldi. Kardeşinin hayatını bir şekilde kurtardığımı düşünüyordu ve bu yüzden bana bulaşmıyordu ama memnuniyetsizliğini de gizlemiyordu. "Nasıl geçti günün? Evde kimse canını sıkmadı ya?" derken ayakta birbirimize bakıyorduk. Asil gerçekten de uzun ve çok yakışıklı bir adamdı. Bir kez bakanın dönüp tekrar bakmak isteyeceği türden bir afetti. Şimdi de sapık mı oldun Hafsaaaa? İç sesimin ağzına bir tane çakmak istiyordum. "Çok güzel geçti. Herkes bana karşı çok sıcakkanlı. Senin günün nasıldı?" dedim. Normal insanlar gibiydim. Bu evde, kimliğim olmadan gerçekten kendimi normal hissettim. "Yoğun geçti. Bir duş alıp kendime gelmem lazım. Sen keyfine bak." deyip o da odasına çıktı. Muhtemelen Araz da duş alıyordu, bunu fırsat bilerek kimseye görünmeden odasına yöneldim. Kapısının önünde durduğumda içeriden su sesleri geliyordu. Ağır ağır kapının kolunu indirirken, gözlerim de etrafı tarıyordu. Tahmin ettiğim gibi duştaydı. Kıyafetlerini yatağın üzerinde görür görmez hızla ceplerini kontrol ettim. Adrenalin, tüm vücuduma yayılıyor, kulağım banyodan gelen su sesini kontrol ederken gözlerim de kapıyı gözlüyordu. Ceplerinin hiç birinde anahtar yoktu. Şifonyerini hızla kurcalamaya başladım ama burada da yoktu. Banyonun sonuna geldiğini hissettiğimde, ellerimde hafif bir titreme oluştu. Vazgeçip kapıya yöneldiğimde gözlerim, yerde yatağın köşesine düşmüş anahtarlığa kaydı. Kıyafetlerini fırlatırken düşürmüş olmalıydı. Anahtarları alıp cebime koydum ve hızla odadan çıktım. Odadan çıkmamla su sesinin kesilmesi bir oldu. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyor, ellerim eldivenin içinde buz gibi olmuş titriyordu. Yakalanma korkusundan hiç hoşlanmamıştım. Gizli saklı işlerden de. Odama girdiğimde anahtarları yatağın altına saklayıp dikkat çekmeden hızla mutfağa gittim. Kadınlar yine mutfakta yemek hazırlıyordu. Bu kez yardım etmeyi teklif ettim ve seve seve kabul ettiler. Allahtan yemek yaptırmamış, sadece sofrayı kurmamı rica etmişlerdi. Sofrayı özenle kurarken de herkes mutfağa geldi. Zehra Hanımın eli lezzetliydi ve yemeklerine doyamıyordum. Yine keyifle yemeklerimizi yedikten sonra evin büyükleri salona geçmiş, Mihre kahve yaparken bana da dağıtma görevi düşmüştü. Koskoca kartel, karanlık dünyayı parmağında oynatırken bu hallere düşecek kadın mıydın sen Hafsaaa... İç sesim bu kez haklıydı. Adamları öldürüp işkence ederken titremeyen ellerim, kahve dağıtırken resmen titriyordu. Saçmalığın daniskası! Rezil olmaktan mı korkuyordum harbiden? Hele ellerimde eldivenle kahve dağıtmamın gerçekten açıklaması yoktu. Bunları düşünürken kıkırdamadan edemedim. Kahveler içilirken Asil ve Mihre ile mutfağa geçtik. Sanırım rahatsız olacağımı düşünmüşler, burada oturmaya karar vermişlerdi. "Hafsa, sabahtan beri diyeceğim unutuyorum. Saç rengin de göz rengin de ne kadar güzel!" diyen Mihre'ye baktım. Mariana, saçlarımın platin rengini sevdiği için bir kez bile değiştirmeyi düşünmemiştim. Bana onu hatırlatan her şey son nefesime kadar benimle kalacaktı. "Teşekkürler Mihre ama senin saçların daha güzel." dediğimde sesim ilk kez bu kadar samimi çıkmıştı. "Başta çok soğuk olduğunu düşünmüştüm ama bugün seninle vakit geçirince çok ısındım sana. Bir gün gidersen ki bunu hiç istemem, yine görüşür müyüz?" dediğinde gözünde heyecan ışıkları parlıyordu. "Görüşürüz tabii." dediğimde boğazıma bir yumru oturdu. İçlerine sızan bir hain olduğumu öğrendiklerinde benden nefret edeceklerdi ve bu kızın ışıl ışıl bakan gözlerini bir daha asla göremeyecektim. Mutfağa geçtiğimizden beri Asil tek kelime etmemiş, sık sık şakaklarına masaj yapmıştı. "Sen iyi misin?" diye sorduğumda gözlerini bana çevirdi. Aynı anda Mihre'nin"Ooooooo..." demesiyle ikimiz de şaşkınlıkla ona baktık. "Tamam tamam gözlerinizle öldürmeyin, ben kaçtım." deyip koşarak mutfaktan çıktı. "Ne demek istedi o?" dediğimde Asil'in gülümsemesinin gördüğüm an yeni bir şok daha geçirdim. "Bizi yakıştırıyor, dünden beri başımın etini yedi." demesiyle, "Ne!?" diye bağırmam bir oldu. Verdiğim tepkiye yüzündeki gülümseme solarken söze girdi. "Takılıyor işte. Hafsa ben odama çıkıp dinlensem sana ayıp etmiş olur muyum? Çok yorgunum bugün." dediğinde de gözlerini kapattı. "Bana sigara verirsen ayıp olmaz." dedim. Arsızdım. Gülümseyerek paketini ve çakmağını bırakıp, iyi geceler diledikten sonra odasına çıktı. Çakmağını elime aldığımda özel yapım olduğunu fark ettim. Lacivert çakmağın üzerinde A.A. yazıyordu. Asil Arslan. Çakmadığı bir daha geri vermemek üzere aldım. Bu günleri bana hatırlatacak bir şeye ihtiyacım vardı çünkü bizi çok kanlı günler bekliyordu. Kimseyle konuşup daha da alışmak istemediğim için odama çıktım ve herkesin uyumasını bekledim. Uyuyunca kasayı açıp belgeleri alacak, bu evden sonsuza dek gidecektim. Saatlerce pencerenin önünde sigara içmiş, dakikaları saymıştım. Gece çökmüş, ev sessizliğe bürünmüştü. Anahtarları cebime koyup, ayakkabılarım ses çıkarmasın diye ayağımdan çıkardım. Her yeri tek tek kontrol edip herkesin uyuduğuna kanaat getirdikten sonra çalışma odasının önüne geçtim. O kadar sessiz olmaya çalışıyordum ki kasılmaktan bedenim ağrıyordu. Tek tek anahtarları kilitte denerken büyük bir incelikle çalıştım. Üçüncü denememde kilit yavaşça yuvasında döndü ve kapı açıldı. Odaya girip kapıyı kapattım ve tekrar kilitledim. En kötü ihtimalle yakalanırsam kapı açılmayacak o sırada pencereden atlayacaktım çok yüksek değildi ama bir yerlerim kırılırsa da bizim ekip beni yerden toplardı artık. Odanın içinde her köşeye bakmış, parmak izi bırakmamak için eldivenlerimi bir an olsun çıkarmamıştım. Masanın sol karşısındaki duvarda bir çıkıntı görmemle duvarın etrafını yokladım. Bu konularda da ihtiyar beni eğitmiş, gerçek bir asker yaratmıştı. Bulduğum boşluğa bastırdığım an, duvar kapak şeklinde açıldı. İçinde kocaman bir kasa vardı. Telefonumu çıkarıp ihtiyarı aradım. Saniyesinde cevap verdi. "Girdin mi odaya?" "Girdim, bulduğunuz şifre kombinasyonlarını verin." dedim. Kasanın elektronik olduğuna emindik ve yüksek korumalıydı. Bizim ekipteki Cenk'in patlatamayacağı kasa yoktu. "Patrona, ben Cenk." Söylemese bilmeyecektim sanki. "Kasanın sol köşesinde bulunan düğmeye tıkla, kaç aşamalı kilit sistemi olduğunu anlamamız lazım." dedi. Dediğini yaptığım an kasanın ortasında bir ekran açıldı. Ve dokuz haneli bir şifre istedi. "Dokuz haneli şifre istiyor ayrıca ikinci adımında da parmak izi göstergesi var." "Dokuz mu!" diye bağırdığında yerimde sıçradım. "Bağırma salak! Vaktim az çabuk olun!" dedim. "Biz altı haneli şifre kırma programı geliştirdik." dediği an içimden siktir! dedim. "Ne bok yiyeceğiz?" dediğimde paniklemiştim. "Araz'ın parmak izini hackledim ama ikinci aşamaya geçmek için dokuz haneli program kurmam lazım ama dokuz hane çok özel bir sistemdir. Bilgisayarımı bizzat getirip kasayla bağlantı kurmak zorundayım." dediğinde sırtımdan terler akmaya başladı. "Yapacağınız planı sikeyim!" dedim. "Hafsa!" diye söze girdi ihtiyar. Kesin küfrettiğim için azar yiyecektim ama sırası mıydı şimdi? "Hafsa! Toprak eve giriş yaptı ve Araz'ın odasının ışığı yandı! Hemen çık odadan hemen!" dediğinde buz kestim. Toprak! Siktir! |
0% |