Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23.Bölüm

@hypnoticdark

Toprak eve giriş yapmıştı ve acilen çıkmak zorundaydım. Derin bir nefes alıp soğukkanlılığımın bedenime yayılmasına izin verdim. Telefonu sessize alıp hızla cebime koydum. Açtığım kasanın ekranını kapatıp üzerine de duvar görünümlü dolap kapağını ittirdim. Hiçbir yere dokunmadan parmak ucunda yürüyerek kapıya yöneldim.

Araz'ın odası, çalışma odasının çaprazında kalıyordu ve odasının kapısının açılma sesiyle olduğum yere çivilendim. Aranın ışığı da yanmıştı. Kapının altından gölgemi görmemeleri için kör noktaya geçip nefes almayı bile bıraktım. Odanın içinde kalmıştım ve odaya doğru iki kişinin adım sesleri yaklaşıyordu. Kapının önünde durdular ve hızla kolu aşağı ittirdiler. Kapının kilitli olduğunu anladıklarında konuşmaya başladılar.

"Abi anahtarlar nerede olabilir?" diyen Toprak panik olmuşa benzemiyordu.

"Aç şu kapıyı." diyen Araz'ın sesi, midemi ağzıma getirdi. Buradan pencereye yönelip atlamam uzun sürmez diye düşünerek konuşmalarını dinlemeye devam ettim.

"Kapı kırılmaz abi, kilidi de kurşun geçirmez yaptırdın. Açmak için ya güvenlik şirketinden birilerini çağıracağız ya da anahtarı bulacağız."

"Anahtar cebimdeydi ama şimdi yok Toprak! Git kimi getiriyorsan getir! Bu gece, bu kapı açılacak! Adamlara da haber ver tüm çıkışları tutsunlar!" diye kükreyen Araz, içime panik tohumlarını ekti.

"Emredersin abi." diyen Toprak'ın merdivenden inen adım seslerini duydum ama Araz hala kapının önündeydi. Pencereden atlasam bile şu an yakalanacaktım. Çok geç kaldığımı fark etmemle soğukkanlılığım beni terk etti. Cebimden telefonumu çıkarıp ihtiyara mesaj atacakken birinin daha bu kata çıktığını duydum.

"Ne oluyor oğlum?" Gelen, Zehra Hanımdı.

"Odada biri olmalı anne. Anahtarlarım yok. Çıkışları da kapattırdım. Git bak bakalım misafirimiz odasında mı?" diyen Araz, buz kesmeme sebep oldu. İfşa olmama ve yakalanmama birkaç dakika kalmıştı ve kan dökmeden bu evi terk etmem artık imkansızdı.

"Gelirken baktım oğlum ve kız mışıl mışıl uyuyor. Anahtarları düşürmüşsündür. Gece gece milleti rahatsız etmeyi bırak da odana git. İyice şüpheci oldun sen." Zehra Hanımın sözleriyle ciddi anlamda şok geçirdim. Odama baktıysa boş olduğunu görmüş olmalıydı. Belki de hiç girmedi ama Araz'ın teorisini saçma buldu. Bilemiyorum ama iki durum da normal gözükmüyordu.

"Anne--" devam etmeye çalışan Araz'ı annesi sert bir dille böldü.

"Yeter dedim! Beni de mi ezip geçeceksin!? Bu evde hiç mi sözüm geçmez oldu Araz!?"

"Estağfurullah anne o nasıl söz?" Araz da bu tepkisine benim gibi şok oldu.

"Yürü odana o zaman! İkiletmeyin beni artık!" Zehra Hanım son sözünü söyledikten sonra adım sesleri uzaklaştı ve ışıklar kapandı.

Yaşadığım şeye inanamazken derin bir nefes verdim. Ne olduysa oldu ama benim işime geldi. Herkesin uzaklaştığına emin olduktan sonra yavaşça odanın kapısını açıp karanlığa çıktım. Sırtımdan terler süzülürken aynı sessizlikle kapıyı kilitledim. Yavaş adımlarla odama girdiğimde sırılsıklam olmuştum. Bedenim titrerken kendimi yatağa attım ve ihtiyara odama geçtiğime dair mesaj gönderip telefonu kapattım.

Gizli saklı işler bana göre değildi. Birine bir şey yapacaksam karşısında dimdik durur kaçak oynamazdım ama beni yine istemediğim bir işin içine girme mecburiyetinde bırakmışlardı. Birkaç saat uyuyup sakinleşebilmek için uyumayı diledim.

*

*

*

Gözlerimi açtığımda sadece iki saat uyuyabilmiştim. Hava hala karanlıktı ama ben kendimi oldukça dinç hissediyordum. Zehra Hanım neden böyle bir şey yaptı? Beni görmediği halde neden gördüm dedi? Belki de Araz her durumda fazla şüpheciydi ve annesi bundan sıkılmıştı. Bu konuyu daha sonra ihtiyarla konuşmaya karar verdim.

Hızla duşumu aldıktan sonra saçlarımı tepemde sımsıkı topuz yaptım. Siyah bir tayt ve dizlerimin üzerine gelecek kadar uzun kazağı üzerime geçirdim. Mihre'nin de kullanmam için bıraktığı topuklu botları da giydikten sonra hazırdım. Merdivenlerden inip mutfağa geçtiğimde henüz kimse uyanmamıştı.

Mutfakta kullanmayı bildiğim tek şey kahve makinesiydi. Kendime sert bir kahve yaptıktan sonra bahçeye çıktım. Buz gibi temiz hava ciğerlerime işlerken kendime bir sigara yaktım. Bu evde bir gece daha kalmaya tahammülüm yoktu ve kasaya hala erişim sağlayamamıştım.

Düşüncelerimin içinde boğulurken, arkamdan gelen çam kokusuyla perçinlenmiş kakule karışımı parfümü hissettiğimde Asil'in geldiğini anladım. O kadar sessizdi ki kokusunu ezberlemesem arkamı dönüp saldırabilirdim.

Arkamı dönmeden, "Günaydın." dedim.

Yanıma geldiği an göz göze geldik. Hafif bir tebessümle karışık merak ifadesi yeni uyanmışlığına çok yakışmıştı. "Günaydın." dedi. Sesi boğuk ve fazla erkeksi çıkıyordu.

"Erkencisin." dedim.

"Ben de aynı şeyi sana söyleyecektim." derken kahveme uzandı ve tereddüt bile etmeden verdim. Bu yaptığıma inanamıyordum. Elimdeki herhangi bir yiyecek ve içeceği kesinlikle kimseyle paylaşmazdım. Kahveden kocaman bir yudum aldığı an adem elmasındaki hareketlilik içime ılık ılık bir şeylerin akmasına sebep oldu.

"Uykuyla pek aram yoktur." dedim.

"Aynı şeyi söyleyemeyeceğim." dediğinde gülümsemesi bütün yakışıklılığını ortaya serdi.

"Çok yoruluyorsun ondandır." deyip hafifçe tebessüm ettim.

"Şahin işini bir şekilde hallettik ama yine de bir süre tetikte olmakta fayda var. Bir süre daha bizimle kalırsan, normal hayatına dönmen için elimden gelen her şeyi yapacağım." dediğinde öyle bir ciddiyete büründü ki demin gördüğüm adamla aynı kişi olduğuna bir an emin olamadım. İki hali de fazla seksiydi.

"Nasıl hallettin?" derken yapmacık bir şaşırma ifadesi de ekledim. Şahin umurumda bile değildi ve ben istemediğim sürece etrafımda bile dolanamazdı.

"Sen bunları düşünme. Sadece güvende olduğunu bil yeter." dedi. Başımı sallamakla yetindim. "Kahvaltıdan sonra Mihre'yi de alalım ve dışarı çıkalım. Ne dersin?" dediği an nedense bu eve belki de bir daha geri dönmeyeceğimi hissetmiştim.

"Çok sevinirim." dediğimde yapay bir gülüş yerleşti yüzüme. Evin içinde hareketlilik başladı ve biz de daha fazla uzatmadan mutfağa geçtik.

Evin hanımları hızla kahvaltıyı hazırlamış, ben de elimden geldiği kadar yardım etmiştim. Çaktırmadan Zehra Hanımın her hareketini her bakışını inceliyor, ufacık da olsa şüphe kırıntısı arıyordum ama yoktu. Her şey olağan akışında ilerliyordu ve bana sık sık en içten gülüşlerini atıyordu.

Kahvaltıdan sonra hep birlikte bahçeye çıkıp kahvelerimizi yudumlarken, koyu ve bir o kadar da sıcak sohbet dönüyordu. Bu samimi ortamı bölen Toprak'ın endişeli yüzü ve koşar adımları oldu. Asil'in kulağına eğilip bir şeyler fısıldamasıyla Asil'in yerinden hışımla kalkması bir oldu.

"Bir sorun mu var evlat?" diye soran Adil Beye bile cevap vermeden bahçenin çıkışına doğru koştular. Araz da peşlerine takıldığında merakla kapıyı gözetliyordum.

Bahçeden içeriye üç adam girdiğinde önlerindeki kalabalıktan kim olduklarını seçemiyordum. Asil el kol hareketleriyle bir şeyler söylüyor, gerginliği buraya kadar hissediliyordu. Adamlar sol tarafa doğru yürümeye başladığı an iki adamın, ortadaki kişiyi kollarından tutup sürüklediğini gördüm.

Sürüklenen adamla göz göze geldiğim an bütün kan beynime toplandı. Cenk'ti bu. Benim ekibimden, dostlarımdan biriydi. Burada ne işi vardı? Planda bu yoktu! Yakalanmış mıydı? Hızla kalkıp onu zorla götüren elleri kırmamak için kendimi sakinleştirmek zorundaydım. Onu buraya muhtemelen ihtiyar, kasayı kırması için yollamış ama benden izin bile almayacak kadar kibirli davranmıştı.

Konuşulanları duymuyor, gözlerimle sadece Cenk'i izliyordum. Tek kaşını kaldırıp beni hafifçe uyarmasıyla dünyaya dönmem gerektiğini anladım. Onlar benim ekibimdi ve kimse elini süremezdi. Karşımdaki ela gözlü heykel bile olsa onlara dokunan ellerini kırardım. Dişlerimi sıkmayı bıraktığımda çeneme bir ağrı yayıldı. Gözlerimi masaya çevirdiğimde Asil de gelmişti.

"Kim bu adam oğlum? Neler oluyor?" Söze ilk giren annesi Zehra Hanım oldu.

"Bizim evi gözetlerken yakalamışlar anne. Şahin'in adamı olabileceğini düşünüyoruz. Sorgulayacağız bakalım." derken sandalyeye oturmuş, bir bacağını da diğerinin üstüne atmıştı. Şahin'in adamıymış! Amatörler! diyehaykıran iç sesime alkış tutmak istedim. Eğer onu sorgularken canına zarar gelirse, bu evdeki tek bir canlıyı bile sağ bırakmayacağıma emindim. Buz gibi gözlerimle Asil'i süzerken o da beni fark etti.

"İyi misin sen? Endişelenme sorun yok." derken gülümsemesi ilk kez sinirimi bozdu. Ben iyiyim de ona dokunursan sen iyi olmayacaksın diye içimden geçirsem de, "İyiyim." demekle yetindim.

"Müsaadenizle ben biraz odaya çıkacağım." deyip ayaklandığımda Asil de peşimden kalktı.

"Bugün bu adamı sorgulamam lazım Hafsa. Dışarıya çıkacaktık ama yarına ertelesek sorun olur mu?" dediğinde hala öfkeliydim.

"Nasıl sorgulayacaksınız?" dedim. Sesim olması gerekenden daha sert çıkmıştı.

Şaşkın gözleriyle yüzümü incelerken o da sertleşti. "Kendi yöntemlerimle." derken sesi buz gibiydi.

"Zarar vereceksiniz yani." dediğimde sesimi yumuşatmak için hayli efor sarf ettim. Sesimin yumuşamasıyla o da gevşemişti.

"Korktuğun bu muydu?" derken hafifçe tebessüm etti.

"Evet." dedim.

"Eğer masumsa ve bunu kanıtlarsa zarar görmez. Ben masumiyetine inandığım kimseye dokunmam, dokundurtmam." dediği an zorlukla gülümsedim.

"Çok yorgunum, biraz uyusam iyi olur." dediğimde anlayışla başını salladı.

Hızla eve girip odama çıktım ve kapıyı kilitledim. Ellerim öfkeden titrerken ihtiyarı aradım ve saniyesinde cevap verdi.

"Ne bu saçmalık!" diye bağırdığımda yakalanmak bile umurumda değildi.

"Sesini alçalt! Her şeyi mahvedeceksin!" dediği an daha da öfkelendim.

"Sen ihtiyar, kafana göre iş yapamazsın. Ben sana değil, sen bana çalışıyorsun. Yerini unuttuysan hatırlatayım." dediğimde sesim yüksek değildi ama karşımdakini yere çakacak kadar sertti.

"Doğru Hafsa Hanım, ben sizin için çalışıyorum ve Cenk o eve girmeseydi sizin canınız tehlikeye girerdi. Dün gece bunu gördük ve istediğimiz belgeleri almak için onu oraya sokmak zorundaydım. Sana sorsaydım asla izin vermezdin." dedi.

"Evet vermezdim çünkü tüm ihtimalleri hesaplamadan boktan bir planla beni bu eve soktun. Şimdi de ekibimin canını tehlikeye attın!" dedim.

"Canı tehlikede falan değil! Gece olduğunda içerideki adamımız onu serbest bırakacak ve odaya gireceksiniz. Kasayı açtıktan sonra belgeleri alıp çıkacaksınız." dedi.

"Yine mükemmel bir plan, aferin! Tek hata ihtiyar! Tek hatada canını alırım senin! Karşında kim olduğunu unutma!" deyip telefonu kapattım.

Yüzümü buz gibi suyla yıkadım ve kendime gelmeye çalıştım. Bedenim artık gevşemiyordu ve kaskatı kesilmiştim. Akşama kadar odamdan dışarıya tek bir adım atmadan Cenk'i düşündüm. İyi miydi? Ona zarar vermişler miydi? Yaşıyor muydu? Aklım allak bullaktı. Benim için bu denli kıymetli olduklarını, canları tehlikeye girdiğinde mi anlayacaktım?

Yemek saati gelene kadar kimse beni rahatsız etmedi. Başım ağrıyor, kulaklarım uğulduyor, bedenim soğuk soğuk terliyordu. Neye ihtiyacım olduğunun da krize girmek üzere olduğumun da farkındaydım. O zehri istiyordu bedenim. Kimsenin haberi olmadan, Mariana'm öldüğünden beri bağımlısı olduğum zehri. Hesapta bu evde bu kadar kalmayacağımı düşündüğümden hazırlıksızdım ve krize girmek üzereydim. Başımı buz gibi suyla kaç kez yıkadığımı bile hatırlamıyorum ama hala sakinleşemedim. O sırada kapımın çalınmasıyla toparlanmaya çalıştım.

"Hafsa?" diyen Mihre'nin cıvıltısı kulaklarıma ulaştığında ayağa kalktım ve kapıyı açtım. "Sana ne oldu böyle!?" dediğinde neden bahsettiğini anlamam uzun sürmedi çünkü muhtemelen berbat görünüyordum.

"Pek iyi hissetmiyorum." dedim.

"Bekle, hemen doktoru çağırıyorum!" dediğinde panik dalgası onu esir almıştı.

"Dur, çağırma lütfen." dediğimde sesim yalvarır gibi çıktı.

"Hiç iyi görünmüyorsun Hafsa, lütfen izin ver seninle ilgilenelim." dedi. Bu şefkati bile hak etmiyordum.

"Lütfen. Bir şeyler yersem toparlanırım." dediğimde zorlukla kabullendi.

Aşağı indiğim an herkesin tepkisi aynıydı. Asil panik içinde bağıra çağıra doktoru getirmeye giderken tüm ısrarlarımla onu durdurdum. Zehra Hanım da ne yapacağını şaşırmış, eli ayağına dolaşmıştı. En kötüsü de saatlerdir beni kontrol etmedikleri için kendilerini suçlayışlarıydı. Bunlara değmezdim çünkü ihtiyacım olan tek şey, o lanet zehirden bir dozdu ve bu zehir yüzünden zamanında babalarını kaybetmişlerdi.

Herkes yemeğini isteksizlikle yemiş, pişmanlık ve panik dolu ifadelerle benimle ilgilenmeye devam etmişlerdi. Kendimden daha da tiksiniyordum ama bununla savaşacak dermanım bile yoktu. Yemekten sonra uyumak için müsaade isteyip odama çekildim.

Herkesin uyuması için saatlerce odada volta atarken Cenk'ten gelecek haberi bekliyordum. Kriz gittikçe artıyor, terlemelerim yüzünden sürekli üstümü değiştiriyordum. Üst üste içtiğim sigaralar bile beni sakinleştiremiyordu. Bu gece tekrar o odaya girmek çok riskliydi. Araz zaten şüpheci bir adamdı ve anahtarları hala ortada yoktu. Bugün güvenlik şirketine ulaşmış ve yedek anahtarlarını istemişti ancak ihtiyar, onu da halletti. Güvenlik şirketine sızmış, işlerini uzatmıştı. Bir gecemiz vardı. Bu gece halledemezsek eve eli boş dönecektik.

Saat üçe geliyordu ve krizim hafiflemedi. Günlerdir içinde bulunduğum stres ve uykusuzluk da bunu tetikliyordu. Hafifletmek için en azından alkol içmek zorundaydım ama bu evde olmayacağını düşündüğümden arama zahmetine bile girmedim.

Saat dörde yaklaştığında telefonuma ihtiyardan mesaj geldi.

"Cenk üst kata çıkıyor, hemen çalışma odasına geç ve kapıyı aç. İşinizi çabuk halledin."

"Tamam." yazıp odadan çıktım. Sessiz adımlarla çalışma odasına girip ağır ağır kapıyı açtığımda merdivenlerin başında birini hissettim. Cenk'i dibimde görür görmez içime bir ferahlık yayıldı. Kafamla girelim işareti yaptığımda ikimiz de odaya girdik ve hemen kapıyı arkamdan kilitledim. Gözlerimiz karanlığa alıştığı an harekete geçtik.

Oldukça sessizdik ama ellerimiz bir o kadar hızlı çalışıyordu. Vakit kaybetmeden kasayı açtık ve Cenk getirdiği mini bilgisayarı kasanın dijital ekranına bağladı. Bilgisayarın ışığı Cenk'in yüzüne vurduğu an içim buz kesti. Yüzünde neredeyse kanının bulaşmadığı bir yer kalmamıştı. Onu konuşturmak için işkence etmişlerdi. Yaralarının da sadece yüzünde olmadığına emindim.

Fısıltıyla, "Sana ne oldu böyle? İyi misin?" dedim. Gözlerinden şaşkınlıkla karışık mutluluk okunuyordu. Yıllar sonra ilk kez onların durumuyla ilgileniyor, insanlık belirtileri gösteriyordum.

"İyiyim Patrona, sen endişe etme." dediği an ben de tebessüm ettim.

"Yaptıklarını yanlarına bırakmayacağım. Kimse benim sevdiklerime dokunamaz." dedim.

"Sen iyi olursan biz de iyi oluruz Patrona." dediğinde bilgisayarın ekranında binlerce sayı hızla dönüyor, uygun eşleşmeyi arıyordu. Cenk, öyle sağlam yazılımlar hazırlardı ki çözemeyeceği tek bir şifre bile bulunmazdı.

"Ne kadar sürer bu işlem?" dedim.

"Buradan çıkmak için yarım saatimiz var. On dakikaya şifreyi çözerim. Aradığımız belgeleri de alıp çıkarız." dediğinde başımı salladım. On dakikanın sonunda en uygun üç kombinasyon ekranda belirdi. Kasaya üç kez yanlış girdiğimiz anda tüm alarmlar aktifleşirdi ama sisteminde hata payı yoktu. Bu üç şifreden biri kesinlikle uyacaktı.

Üç şifreyi de denediğimizde sonuncusu kilidi açtı. Kasanın içinde onlarca belge vardı. Hepsini elime alıp yarısını da Cenk'e uzattım.

"Patrona, tam olarak ne arıyoruz?" dedi.

"Mustafa Koç, Sabri Özkan ve Sevil Genç. Bu üç isimle babam silah anlaşmaları yapacaktı ama her ne hikmetse Arslanlarla yapmayı tercih ettiler. Bu anlaşmaları bozmaya ancak konseyden biri cüret edebilir Cenk. Anlaşmada üç imza bulunmak zorunda. Biri bu şahıslardan, diğeri Arslan ailesinden, sonuncusu da kefil olacak kişiden. Bize kefilin ismi lazım." derken hızla kağıtları tarıyordum.

"Son on dakika Patrona." dedikten sonra "Birini buldum!" deyip bana uzattı. Kağıdı elime aldım ve Müşteri Sabri Özkan, anlaşmayı yapan kişi Araz Arslan, kefil ise Gürkan Demir!

"Gürkan Demir!" dediğimde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Konseydeki herkesten beklerdim ama bu adamdan değil.

"Konseyin başkanı mı !?" diye soran Cenk de benim kadar şaşırmıştı.

"Başkan, kendi koyduğu kuralları çiğnedi Cenk. Bu belge bizim için hazine demektir. Konsey başkanını bu kozla avcumuzun içine almak demek, konseyi de yönetmek demektir." derken keyifle sırıtıyordum. "Diğer iki belgeyi de bulalım." deyip hızlandım. Çok geçmeden diğer belgeleri de buldum ve kefil yine aynıydı. Konsey başkanı, şimdi elimdeydi. Üç belgeyi de Cenk'e uzattım.

"Ben bu gece gelmiyorum Cenk. Bu belgeler sana emanet. Kimseye vermeyeceksin ve eve döndüğümde direk senden alacağım." dedim.

"Patrona! Zaman kalmadı! Ne demek gelmiyorsun?" derken yüzünde panik vardı ama ben eğlenecektim ve bunu kaçıramazdım.

"Kasanın patladığını anladıklarında yüzlerindeki ifadeyi görmek istiyorum. İkiletme Cenk. Yarın, bir şekilde onlarla dışarıya çıkacağım." Cebimdeki telefonu da ona uzattım. "İlk olarak benden şüphelenecekler ama aradıklarını bulamayacaklar. Telefonu yakalatamam. Beni adım adım takip edin. Yarın gittiğimiz mekandan kaçıp gelirim." dedim.

"Sen nasıl dersen Patrona. Belgelerin de bana emanet, onları canım pahasına korurum. Seni de gölgen olarak takip edeceğiz, merak etme." deyip arkasını döndü ve cama ilerledi.

Cenk'in boyu oldukça uzundu ve bulunduğumuz odada çok da yüksekte sayılmazdık. Pencereden atladığında kasayı kapatmadım, hatta odadan çıkarken anahtarları da kapıya takıp aralık bıraktığımda huzurla odama geçtim.

Odaya rahatlıkla birinin girip, kimsenin ruhu duymadan hazine gibi sakındığınız belgelerin çalındığını gördüğünüzde, yüzünüzdeki ifadeyi görmeden bu evden ayrılamazdım. Cenk'e yaptıklarının bedeli olarak bu cezayı uygun görmüştüm ve sonucunu da izlemek benim hakkımdı.

İçimdeki karanlık, keyifle alkış tutarken ben de keyifle yatağın içine girdim. Birkaç saat sonra olacak kargaşayı kaçırmak istemiyordum ve dinç uyanabilmek için gözlerimi kapattım. Çok geçmeden uykunun kollarıyla sarmalandım.

Loading...
0%