Yeni Üyelik
25.
Bölüm

24.Bölüm

@hypnoticdark

Kapımın gürültüyle tekmelenmesinin ardından gözlerimi açtım. Birkaç saatten fazla uyumamıştım ama kendimi iyi hissediyordum. Araz odama büyük bir hışımla girdiğinde hızla yataktan kalktım.

"Sen!" dedi haykırırcasına. "Sen yaptın! Sen çaldın!" dediği an yüzüme yalancı bir panik ifadesi yerleştirdim.

"Neden bahsediyorsun sen!?" diye bağırdığımda odaya Zehra Hanım ve Asil de girdi. Araz bana doğru birkaç adım attığında, kolunu tutup geriye doğru çeken Asil oldu.

"Abi saçmalama! Kız şok geçirdi, görmüyor musun!?" diye bağırırken annesi Zehra Hanım da endişeli tavırlarla kapıda bekliyordu.

"O yaptı! Başka kim bu evde hırsızlık yapacak!? Dün getirdiğimiz adam da bu kadın da Şahin'in adamları! Yerimize geçmek için oyun kurmuşlar Asil! Aç gözlerini aç!" dediğinde gözlerinden ateşler çıkıyordu.

"Konuşuruz, sorarız, sorgularız! Bir kadının üstüne yürümek ne demek!?" diyen Asil, abisini güçlükle tutuyordu.

"Ben bir şey çalmadım!" diye araya girdim.

"Sen yaptın! İlk günden beri anormaldin. Asil'in merhametinden faydalandın ve içimize bir yılan gibi sızdın!" Ah be Araz, akıllısın ama benim kadar değil.

"Şahin'e yardım edecek son kişi bile değilim. Dün getirdiğiniz adamı tanımıyorum bile!" dedim. Oyuncu olsaydın keşke Hafsaaa...

Zehra Hanım araya girip oğullarını ayırdığında, "Yeter bu kadar! Araz, yıllardır her şeyden herkesten şüphelendin oğlum. Masum insanları bile gözünü kırpmadan, ardını araştırmadan hain ilan ediyorsun. Derhal terapileredevam edeceksin." dedi. Demek ki geçen akşam da annesinin Araz'ı odasına gönderip, beni savunmasının sebebi, Araz'ın haddinden fazla şüpheci olmasıymış. Hem de tedavi gerektirecek kadar.

"Ben hasta değilim! Siz körsünüz, kör! Çaldığı belgeler, ailemizi mahvetmeye yetecek kadar önemli! Dün gece belgeleri çaldılar! Ortağı olan adam da kaçıp gitti! Şimdi ne halt edeceğiz!" derken Araz artık öfkeden titriyordu.

Asil, sıkıca abisinin yakalarını tutup kendine yaklaştırdı. "Abi yeter! Belgeleri çalıp kaçsalar bu kız niye burada kalsın!? Madem ortaklar diyorsun, o adamla neden gitmesin!?" Eh, Cenk'e yaptıklarınızdan sonra bu halinizi görmek istedim diye düşünürken keyiften gülümsememek için dişlerimi sıkıyordum.

"Bilmiyorum!" diyen Araz yüzünü ellerinin arasına aldı. "Bir planı vardır. Onlar yaptı, eminim! Anahtarlarımı da bu kız çaldı!" dediğinde hala titriyordu.

Toprak hızla odaya girdiğinde, ardından da ihtiyarın adamı geldi ama hali hiç iyi görünmüyordu. Dün gece, Cenk'in kaçmasına yardım etmiş dikkat çekmemek için de kendini bıçaklatmıştı.

İçerideki adamımız Araz'ın önünde durup başını eğdiğinde "Abi, affet." dedi. Ne yapıyordu bu salak? Her şeyi anlatacak mıydı? diye düşünürken kalbim hızlanmaya başladı.

Araz ona doğru yaklaşıp, "Ne diyorsun Murat!?" diye bağırdı.

"Abi, dün sabah anahtarlarını arabanın içinde buldum ama seni göremeyince akşam veririm diye düşündüm. Akşam da sen erkenden odana çekilince rahatsız etmek istemedim." derken yüzünü yerden asla kaldırmadı.

"Ne anlatıyorsun lan sen!?" Araz'ın bağırmaları yüzünden başım ağrımaya başladı. Ağzının ortasına vurup sesini kesme isteğimi bastırmak zorundaydım.

"Affet abi! Ne olur affet! Benim yüzümden oldu! Anahtarlar bendeydi ve gece o piç, beni etkisiz hale getirip anahtarları almış." Murat'ın cümlesi biter bitmez Asil'in yumruğuyla yeri boyladı.

Asil Toprak'a dönüp, "Alın bunu depoya götürün!" dedi. Toprak, ikiletmeden yerde kendinden geçmiş olan Murat'ı kaldırıp odadan çıktı.

Yatağa oturup başımı ellerimin arasına aldım. "İnsanları ne çabuk harcıyorsunuz?" diye söylendim. Cenk'e piçdediği için Murat'ı da öldürmeli miydim?

Zehra Hanım yanıma oturduğunda oğullarına döndü. "Dışarı çıkın!" dedi. Araz hala şüphe içindeydi ve beni gözleriyle öldürüyordu ama Asil yüzüme hüzünle karışık pişmanlıkla bakıyordu. Sahi, Asil bu saflıkla karanlık alemde nasıl hayatta kalıyordu? İkisi de annesinin sözünü dinleyip odadan çıktılar.

"Kızım, kusurumuza bakma. Araz da kötü birisi değildir ama çok zor zamanlar geçirdi. Şüphesi başkalarından çok kendini yakar." dediğinde gözünden iki damla yaş süzüldü.

"Önemi yok." dedim. Belki de bu durumda üzülmeliydim ama yine hissizleşmiştim işte.

"Gel, kahvaltı edelim. Herkes sakinleştiğinde tekrar konuşuruz olur mu? Oğlumu bilirim ben, şimdiden pişman olmuştur bile." Ayaklandığında ben de kalktım.

"Tamam." dedim ve Zehra Hanımı takip ederek aşağı indim. Açtım ve hiçbir şey şu durumda umurumda değildi.

Mutfağa geçtiğimizde herkes sofradaki yerini almıştı ama normal hallerinden eser yoktu. Sofradaki keyfi kaçıran da bendim. Gittiğim her yere hüzün ve kaostan başka bir şey taşımıyordum. Yerime oturup sessizce kahvaltımı ettim. Bu sürede kimse tek kelime etmemiş, olan biteni bile sorgulamamıştı.

Kahvaltının ardından odama çıktım ve hızla duşumu aldım. Artık sona gelmiştik ve bir şekilde bu evden çıkmalıydım. Saçlarımı kuruttuktan sonra sıkı bir at kuyruğu yaptım. Altıma siyah bir tayt, üzerime de bol bir gömlek geçirdim. Topuklu deri botlarımla eldivenlerimi de giyip kaşemi elime aldığımda odadan çıktım.

Merdivenlerin başında Asil, sırtını duvara dayamış heykel misali duruyordu. Üstünde siyah bir takım elbise, içinde de beyaz gömleği vardı. Kısa kumral saçları ve ela gözleriyle muazzam bir seyir zevki veriyordu. Beni görür görmez gülümsemesi ise kalbimi tekletmeye yetti.

"Yolculuk nereye?" derken şüpheci ama keyifliydi.

"Gidiyorum." dediğim an yüzümde tek bir mimik bile oynamıyordu ama onun gülüşünü çoktan soldurmuştum.

"Anlamadım, nereye?" derken yanıma ulaşmıştı bile.

"Bana hırsız muamelesi yapan insanların yanında kalmaktansa, Şahin'in elleriyle ölmeyi tercih ederim Asil. Çekil önümden." dedim. Hafsa, artık kendini de aştın...9 Kolumu tutmak için elini uzattığı an panikle geri çekildim. "Sakın Asil, sakın bana dokunma." dedim.

Ellerini kaldırıp iki adım geriledi. "Tamam dokunmuyorum. Bak, haklısın ama lütfen beni dinle. Ben senin masumiyetine ilk günden beri inanıyorum. Senin için bunun anlamı hiç mi yok?" derken oldukça ciddiydi.

"Umurumda değil. Gitmek istiyorum." derken sesim sert ve düzdü.

"Seni zorla tutacak değilim ama bu şekilde olmaz. Dışarı çıkalım, hem dün söz verdim sana bugün dışarı çıkacaktık. Kahve içelim, sakinleşip konuşalım. Eğer kararın hala gitmek yönünde olursa da seni güvenli bir yere götürürüm. Olur mu?" derken resmen yalvarıyordu. Beklediğim fırsat, yine tıpış tıpış ayağıma geldi.

Başımı dikleştirip, gözlerinin içine baktım. "Olur." dedim. Artık rol yapmaktan sıkılmıştım ve şu saatten sonra olmadığım biri gibi davranmayacaktım.

Merdivenlerden arka arkaya inip bahçeye çıktık. Asil, Toprak'a arabasını getirmesini emrettiğinde arkamızdan Araz ve Mihre de bahçeye çıktı.

"Bizsiz nereye böyle gençler?" diye şakıyan Mihre hemen yanımda bitti.

"Kahve içmeye çıkıyoruz." dedi Asil.

Araz önümde durdu ve gözlerimin içine baktı. "Biz de gelelim." dediğinde alayla sırıttım. "Gelin." dedim. Bu tepkiyi beklemiyor olmalıydı ki gözlerinde, şokla karışık öfke ifadesi çoktan yerini almıştı.

Asil sürücü koltuğuna, Araz da yan koltuğa yerleştiğinde Mihre ve ben arkaya geçtik. Önümüzde ve arkamızda birer araba daha vardı. Bahçeden çıkarken son kez büyülendiğim eve baktım. Huzur dolu bir aileyi karıştırıp ayrılıyordum ama içimde pişmanlık yoktu. Benim kayıplarım daha büyüktü ve bu yolda acıma da yoktu. Eğer ben kaybettiysem, kimsenin kazanmasına izin vermezdim. Ben, Mariana'mı kaybetmiştim. Herkes her şeyini kaybetmeden de durmayacaktım.

Yarım saatin sonunda sahil yolunda ilerlerken durduk. Hepimiz arabadan indiğimizde sahilin karşısında güzel bir mekana girdik. Mekan dolu değildi ve bu işime gelirdi çünkü günün sonunda mekanın arka kapısından çıkıp gidecektim. Keyifle masaya oturdum ve siparişlerimizi verdik.

Kahvemi yudumlarken Araz pür dikkat beni izliyordu. "Hala masum olduğuna inanmıyorum." dedi.

"Abi lütfen." diye yalvaran Mihre'ye bakmıyorduk.

Asil sıkıntıyla nefes verip, "Keyfimizi kaçırma." dediğinde bile Araz ile göz gözeydik. Gözlerimi kırpmadan ona doğru eğildim.

"İnan veya inanma Araz. Umurumda olacağını sana düşündüren ne?" dediğimde şaşkınlıkla gözlerini açtı. Konuştuğu kişi masum Hafsa değil, Aurelia Mendez'diama bundan bihaber karşımda durma cüretini gösteriyordu.

"Ne bu özgüven? Dışarıya çıkınca güvendesin mi sandın?" derken o da alaycı bir tavra büründü.

"Ben hiç güvende değilimdir, Araz." dediğimde sırıttım. Gözlerimi Mihre ve Asil'e çevirdiğimde onlar da ufak çaplı bir şaşkınlık yaşıyorlardı.

Araz, hışımla ayağa kalkıp "Kimsin lan sen!?" diye bağırdığında, sandalyesi büyük bir gürültüyle yere çarptı. Sandalyeme daha da yerleşip kollarımı önümde birleştirdim.

"Dibi görünmeyen derede yüzme. Benden sana bir dost tavsiyesi." dedim. Yüzüm her zaman gördükleri halinden daha sert, sesim ise ciddiyet ve gurur doluydu. Öfkeyle yanıma gelmeye çalışırken yerimden milim bile kıpırdamadım. Asil ayağa kalkıp abisini tuttuğunda, yüzüme sorgularcasına bakıyordu.

Her şey bir anda oldu. Mekanın içini yoğun bir sis kapladı ve birbirimizi göremez olduk. Nefes aldığım an ciğerlerim sızlamaya, kulaklarım duymamaya başladı. Olduğum yerde iki büklüm kalırken yanıma düşen Mihre'yeulaşmaya bile mecalim yoktu. Sis, ciğerlerime işlerken görüşüm kapandı ve karanlığın soğuk ellerine düştüm.

*

*

*

Gözlerimi açtığımda boğazımdaki kuruluk içimi yakıyordu. Görüşüm netleşmeye başlarken ellerim arkada kelepçelenmiş, çeliğinin soğuğu ise derimi sızlatıyordu. Yerde iki büklüm yatıyordum. Yerimden doğrulduğumda etrafa göz gezdirdim. Buz gibi bir deponun içindeydik ve yanımda, Mihre baygın halde yatıyordu. Asil ve Araz ise karşımızda duran sandalyelerde her yanlarından bağlanmışlardı.

"Neredeyiz?" diye sorduğumda sesim fısıltı gibi çıktı.

"Biz de sana soracaktık." diyen Araz'a gözlerimi devirdim. O sırada Mihre de kendine gelmeye başladı. Korkuyla doğrulup vaziyetimizi fark ettiğinde ise hüngür hüngür ağlamaya başladı.

"Abi." derken hıçkırıyordu.

Asil yerinde debelenip duruyor, hem kelepçelerden hem de iplerden kurtulmaya çalışıyordu ama boşunaydı. Kim bu boku yediyse, onları iyi bağlamıştı. Dün gece ne güzel defolup gidecektim. Ne gerek vardı bu aksiyonlara? İhtiyar neredeydi ve ben neden bu boktan yerde sıkışıp kalmıştım? Kendimi sorgularken Asil de pes edip bana döndü.

"Hafsa, masum olduğuna hala inanmak istiyorum." dediğinde sıkıntıyla nefes verdim.

"Benim bir alakam yok!" diye bağırdım. Sesim, depoda yankılandı ama gelen giden olmadı. "Kendimi kaçırtacak değilim herhalde! Şu halime bak! Şahin'in adamı da değilim!" dedim.

"Biliyorum, abime kızgın olduğundan öyle konuştuğunu da biliyorum." derken başını salladı. Harbiden de saftı bu adam. "Korkmayın, çıkacağız buradan." dediğinde iyice sıkılmıştım.

İhtiyar beni bir asker gibi yetiştirdi ve gördüğüm eğitimlerden sağ çıkmam bile mucizeydi ama ben başarmıştım. Buradan da çıkmayı başaracaktım. Bizi kaçıranlar, kadın olduğumuz için güçsüz olacağımızı düşündüklerinden sadece kelepçe takmışlardı. Tabii hayatlarının hatası olduğunu fark etmeleri de uzun sürmeyecekti.

Sol elimin baş parmağını sağ elimle kavrayıp eklem yerinden çıkarttığımda keskin acı, tüm koluma yayıldı. Acıya karşı dayanıklıydım ve ağzımdan tek bir ses bile çıkartmadım. Sol elimin eklemini tekrar yerine yerleştirdiğimde, aynı işlemi sağ elime de uygulayıp kelepçeden tamamen kurtuldum.

Kelepçeyi elimde sımsıkı tutmaya devam ediyordum ve dikkat çekmemek için de sırtımı duvara yasladım. Ellerimin serbest kaldığını kimse görmemişti. Bu sırada Mihre de sürünerek yanıma gelip sırtını duvara yasladı. Yaşlı gözlerini, ölüm dolu gözlerime dikti.

"Kurtulacağız değil mi?" derken sesi umut doluydu.

"Evet." deyip önüme döndüm.

"Korkmuyor musun?" derken şaşkındı.

"Korkacak bir şey yok. Sen de korkma." derken Mariana ile arabadaki son konuşmamızı anımsadım. Kurtulacağız diye ona umut verdikten sonra kollarımda can vermesi gözlerimin önünden film gibi geçti. Bu kez böyle olmayacaktı ve Mihre, gerçekten kurtulacaktı.

Deponun kapısı gürültüyle açılıp, içeriye iri yarı iki adam ve onlardan daha zayıf bir adam girdi. Birinin silahını alıp, üçünü de indirebilirdim ama bu fazla ses çıkarır, eğer dışarıda bu adamların devamı varsa hepsinin dikkatini çekerdim. Bu herifleri silahsız gebertmek zorundaydım. İri adamlardan biri deponun kapısını kapatıp önünde beklerken, diğer ikisi bize bakmadan Asil ve Araz'ın önüne oturdu.

"Asil ve Araz. Sizi burada görmek ne güzel." diyen zayıf adam keyifle gülüyordu.

"Kimsin sen şerefsiz!?" diyen Asil daha da öfkelenmişti.

"Sizi öldürecek olan adamım." dedi.

Araz yerinde hareketlenip, "Meseleni bizimle çöz o zaman. Karıyı kızı işe bulaştırmak racona sığar mı!?" dedi. Karı kız biz oluyorduk ve bizi fazla hafife alıyordu. Onu buradan kurtaracak olan kadın bendim.

Zayıf adam, iğrenç gözlerini üzerimizde gezdirirken "Şu sarı olanı bilmem ama Mihre de ölecek. Hatta Şahin de ölecek ama iti nereye sakladıysanız bulamadık henüz." dedi.

"Amacınız ne lan!?" diye bağıran Asil, öfkeden neredeyse kelepçeyi kıracaktı. Onu ilk kez bu halde görüyordum. Demek ki karanlığa düşünce çok da saf görünmüyormuş.

"Siz geberdikten sonra tüm silah işlerini üstlenecek birinin adamlarıyız. Birazdan gelir, görürsünüz." dedi.

"Ziya köpeğinin adamları mısınız?" diye soran Araz, babama laf etmişti ama köpekler babamdan daha iyi olduğundan canım sıkıldı.

"O yaşlı kurt istese de artık bu işleri yapamaz. Aslında bu konuda size teşekkür etmemiz lazım. Ziya'yı bile dışarıda bırakıp her şeyini ele geçirdiniz. Şimdi de tüm uğraşlarınızın sonunda aldığınız işleri bize devrediyorsunuz." diyen zayıf adam, kocaman bir kahkaha attı. Bir vursam yarısı boşa giderdi. Cüssesinden büyük laflar, bu herife yakışmıyordu.

"Bir bokumu alamayacaksınız." diyen Araz'a aldırmayan zayıf adam ayaklandı. Bize doğru yaklaşırken yüzünde iğrenç bir ifade vardı ve o pis gözlerini her yanımızda gezdiriyordu. Önümüze çöktüğünde gözlerini Mihre'yesabitledi.

"Bu güzelliğe de yazık olacak." dedi.

"Onlara dokunursan, seni bin parçaya ayırırım!" diye haykıran Asil'e aldırmadan elini Mihre'ye yaklaştırdı. Dokunacakken sabrım taştı, adrenalin tüm vücudumu esir aldı.

Elimdeki kelepçeyi fırlatıp, ayağa kalktığımda zayıf adam şok geçirdi. Ayağa kalkmasına bile fırsat vermeden yüzüne attığım tekmeyle sola savruldu. İri adamlar da üzerimize koşmaya başladığında yerdeki adamın saçlarını elimle kavrayıp kafasını yere sertçe çaptım ve bayılmasını sağladım.

Üzerime gelen iri adamın birine dönerek tekme savurduğumda yüzü sağa doğru kaydı. Diğer adama da yumruğumu geçirip Mihre'nin önünde durdum.

"Bir kadına, isteği dışında dokunan kim olursa mahvederim, soluğunu keserim. Şimdi, kendi arzunuzla siktirip gider misiniz yoksa bunu memnuniyetle ben mi yapayım?" dediğimde ölüm gözlerim ikisinin üstündeydi. Soldaki adam bana doğru hareketlendiğinde, "Cevabımı aldım." deyip kasıklarına sıkı bir tekme geçirdim.

Adam iki büklüm eğilirken diğerinin de karnına geçirdiğim yumrukla hafifçe geriye doğru adımladı. Bunları yenmek için ölümcül bölgelerine çalışmalıydım, yoksa geberen ben olurdum çünkü benden hayli güçlülerdi.

Kasıklarına vurduğum adama doğru koşup yüzüne kafa attım. Seri bir şekilde yumruklarımı savururken diğer adam arkamdan boynuma sarıldı. İstediğim de buydu. Geriye doğru kafa atıp, dirseğimi güçle karnına geçirdim. Adam geriye savrulurken, önümdeki adamın arkasına geçtim ve tek hamleyle boynunu kırdım. Çıkan çatırdama sesinden sonra adam yere yığılırken bunu gören Mihre, korkudan çığlık attı.

Diğer adama yöneldiğimde bana doğrulttuğu silahı bile umursamadan ona doğru yürümeye devam ettim. Yerde bayılttığım zayıf adam kendine gelmiş olacak ki arkamızdan bağırdı.

"Sakın öldürme! Abi canlı istiyor!" dediği an iri adam sıkıntıyla nefes verdi ve bunu fırsat bilerek elindeki silahı, hızlı bir manevrayla düşürdüm. Yüzüne sıkı bir yumruk geçirip tekme atacağım sırada bacağımı tuttu ve beni yere çarptı. Yerimden kalkamadan sırtıma ağır bir tekme geçirdi ve kısa süreli nefesim kesildi.

Sola doğru yuvarlanıp tek hamlede ayaklandım. Çömelip aşağıdan dizine bir tekme geçirdim ve ayağa kalktım. Kafasını kendi dizime sertçe çarptığım an kaşı patladı. Sarsılmasını fırsat bilip arkasına geçtim ve tekmemle onu yere savurdum. Yerdeyken onlarca kez kafasını yere çarptım ve bilincini kaybettiği an derin bir nefes verdim.

Yerdeki silahı alıp, zayıf adama döndüğümde o da elindeki silahı bana doğrultmuş gözlerindeki korkuyla duvarın dibinde oturuyordu. "Yaklaşma, öldürürüm." dedi.

"Öldüremezsin." deyip yanına gittim. Koluna tekmemi geçirip silahını düşürdüm. "Çünkü abiniz öyle emretti." dedim.

Yüzüne ağır bir yumruk geçirdiğimde elmacık kemiğinin kırılma sesi, depoda yankılandı. Öfkemi kontrol edemiyordum. Gözlerimi kan bürümüştü ve kan görmek istiyordum.

Adamı yere sırt üstü yatırıp üstüne çıktım. Kaç kez yumruk attım bilmiyorum ama yüzü tanınmaz bir haldeydi.

"Bir kadına el uzatamazsın." Bir yumruk daha. "İstemezse ona dokunamazsın." Bir tane daha. "Seni sevmezse onu sevemezsin." Bir yumruk daha. "Kadınları küçük göremezsin." bir tane daha. "Erkekleri öldürmüyorsak, bu yapamayacağımız anlamına gelmez." Bir tane daha. "Güçsüz olduğumuz anlamına ise hiç gelmez." deyip nefes nefese ayağa kalktım. Eldivenlerim, kan içinde kalmıştı.

Adam bilincini kaybetmişti ama bana yetmezdi. Tek kolunu kaldırıp sertçe tekme attığımda kolu kırılmış, cansız bir halde yanına düşmüştü. Diğer koluna da aynı işlemi uyguladıktan sonra bile bana yetmemişti. Elimdeki silahın namlusunu zorla açtığım ağzının içine soktum. "Kadınlar, dokunulmazdır." deyip kurşunu sıktım. Parçalanan kafasından sıçrayan kanlar yüzüme bulaştı. İşte şimdi tatmin olmuştum. İşte şimdi, tamamdı.

Kurşunun sesinin depoda yankılanmasıyla dışarıdan üç el silah sesi duyuldu. Bu, ihtiyardı. Burada olduklarını ve güvende olduğumun haberini veriyordu. Dışarıdan da sonu gelmeyen kurşun sesleri başladı. Çatışma oluyordu ve eminim ki biz kazanıyorduk.

Yerdeki iki iri yarı adamın biri ölü, diğeri de baygındı ama bu da bana yetmezdi. Baygın olan adamın da kafasına bir el ateş ettim ve öldüğüne emin olduktan sonra histerik bir gülüş kaçtı ağzımdan. Sonunda rahatlamıştım.

Arkamı döndüğümde Asil ve Araz şok içinde beni izliyorlardı. Mihre ise korkuyla köşeye sinmiş, ona doğru bir adım dahi atarsam bayılacak gibi duruyordu.

"Merak etmeyin, bugün ölmeyeceksiniz." dedim.

"Kimsin sen?" diyen Asil ile göz göze geldiğimde derin elalarında sadece hayal kırıklığı okunuyordu.

"Milyon dolarlık soru." deyip gülümsedim. "Abini dinlemeliydin Asil. Şüphe, hastalık değildir." dedim.

Gözlerindeki hayal kırıklığı nefrete dönüşürken, "Beni burada öldür. Yoksa--" dediği an sözünü kestim.

"Beni öldürür müsün?" büyük bir kahkaha attım. "Ölmüş olanı, öldüremezsin." deyip aniden ciddileştim.

Deponun gürültüyle açılmasıyla sohbetimiz yarıda kalmıştı ama gördüğüm kişi yüreğimi ferahlattı. Gelen Pote'ydi. Benim Pote'm. Dışarıdaki silah sesleri de kesildiğine göre kazanmıştık. Başını salladığında da beni tasdik ettiğine emin olup ona kocaman gülümsedim.

"İyi misin?" dedi. Yüzünde özlem vardı.

"Çok." dedim ve ona yaklaştım.

"Bunu yapan kimmiş?" diye sorduğum an Beyza ve Furkan depoya doğru geliyordu ve kollarında da yarı ölü olan Savaş Sorgun vardı. İspanya'da benimle görüşen, konseyde bulunan babasını indirmek ve yerine geçmek için bizzat benimle İspanya'nın yeni atıldığı silah işini yapmak isteyen pislik. Onu ailesiyle tehdit edip kontrol altında tutuyorduk ama bizden istediğini alamadığı için belli ki Arslan ailesini katledip onların gücüne göz dikmişti.

Furkan ve Beyza da yüzlerindeki özlemle beraber beni selamlayıp Savaş'ı deponun ortasına attığında Asil ve Araz da olayı anlamış olacaklar ki ardı ardına küfredip yerlerinde debeleniyorlardı. Savaş yavaşça gözlerini aralayıp beni gördüğü an panikle doğrulmaya kalktı ama göğsüne yediği tekmemle tekrar uzanmasını sağladım.

"Savaş Sorgun." dedim alayla. "Biz seninle anlaşmamış mıydık?"

"Yemin ederim! Yemin ederim burada olduğunuzu bilmiyordum." derken titriyordu.

"Bilmiyordun?" deyip sorgularcasına tek kaşımı kaldırdım. Bilmiyordu ama ölmemesi için yeterli değildi çünkü bir kez daha karşıma beni tehdit edercesine çıkarsa onu öldüreceğime dair yemin etmiştim. Hatice değil netice önemliydi.

"Bilmiyordum! Bilseydim buna cesaret edemezdim!" dedi. Gözünü baya iyi korkutmuştuk.

"Ama etmiş bulundun be Savaş. Kaderin cilvesini görüyor musun?" dediğimde gülümsüyordum.

"Ne olur! Beni öldürme! Yalvarıyorum sana!" derken dizlerinin önüne çöktü.

"Anlaşma anlaşmadır ve sen bozdun ama merak etme ben sözünde duran bir kadınım. Öbür tarafa ailenle beraber gideceksin. Sizi asla ayırmam." dediğimde öfkeyle ayaklandı ama Pote'nin yumruğuyla tekrar zeminle buluştu.

Kan tükürürken, "Onlara dokunursan seni öl--" derken kahkaha attım.

"Söylüyorum ama anlamıyorsunuz. Ölmüş olanı, öldüremezsiniz. Vazgeçin." dedim.

"Lan sen kimsin kim!?" diyen Araz'ın sesiyle Savaş gözlerini ona çevirdi.

"Siz onun kim olduğunu bilmiyor musunuz?" Hepsi şaşkındı. Göğsüne bir tekme geçirip Savaş'ı kendine getirdim.

"Fazla konuşuyorsun." deyip elimi Pote'ye uzattım ve silahımı verdi.

"Öldürme! Ne istersen yaparım!" diyen Savaş'a aldırmadan silahımı alnına dayadım.

"Sözüm söz. Ailen de arkandan gelecek." deyip tek kurşun sıktım. Cansız bedeni kanlar içinde kalırken Pote de özel hazırlattığım siyah saten mendili bana uzattı. Üzerinde altın renginde iplerle Aurelia Mendez yazıyordu. Mendili Savaş'ın iç cebine yerleştirdim. Bu benim imzamdı ve 'öldürdüklerimin sorumluluğunu almaktan çekinmem' mesajı veriyordu.

"Alın bunu babasının evine atın. Karısını ve çocuğunu da bunun kanı kurumadan halledin." dediğim an Furkan ve Pote adamı alıp dışarı çıktı.

Beyza yanıma gelip Asil, Araz ve Mihre'yi işaret ederek, "Bunları ne yapalım?" diye sordu.

"Adamlarına haber verin, gelip alsınlar." dediğimde başıyla onaylayıp o da çıktı.

"Kim olduğumu sorup duruyorsunuz. Yakında tanışacağız." Gülümsememi ölüm dolu yüzüme yerleştirip, "Asil Arslan." dedim.

Cevap bile vermelerini beklemeden depodan çıkıp arabama bindim.

"Aurelia Mendez ile tanışma zamanınız geldi." diye kendi kendime söylenip gaza yüklendim.

Loading...
0%