Arabamı evimin bahçesine park ettiğimde, ekibim de hemen arkamdan geldi. Bütün vücudum ağrıyordu ve uykusuzluktan kafamın içi su dolu gibi hissediyordum. Pote'nin güler yüzle kapımı açmasıyla arabadan indim.
"Hoş geldin Patrona'm" derken sesi, hasret doluydu. O an, hiç beklemediği hatta benim bile beklemediğim o hareketi yaptım. Kollarımı boynuna dolayıp, sımsıkı sarıldım. Bu hayatta, vücudumda adrenalin pompalanmadan dokunabildiğim tek kişi oydu ama Mariana'mın ölümünden sonra ona bile dokunmamıştım.
"Hoş buldum, Pote'm" derken başımı boynunun girintisine koydum. Dokunmak, başka birinin sıcaklığını ve kokusunu hissetmek çok özeldi. O, benim ailemdi ve ben ailemi çok özlemiştim. Geri çekildiğimde yüzündeki duygu karmaşası, gözünden bir damla yaş olarak süzüldü. Karışık sakalları ve ensesinde topuz yaptığı saçlarıyla onu bu kadar yakından incelemeye ve vücudundan yayılan özlemin, yüreğime işlemesine hasret kalmıştım.
"Teşekkür ederim." derken sesi, boğuk ve çatallıydı. Herkesin önünde sarsılarak ağlamamak için dişlerini sıktığını görebiliyordum. Gözlerimi Pote'den çekip diğerlerine tek tek baktığımda gördüğüm tek şey, şaşkınlık oldu. Yedi yıldır ekibimle beraber yaşıyorduk ve ten temasıyla ilgili bir rahatsızlık yaşadığımı biliyorlardı. Bu yüzden de Pote'ye sarılmam, onları resmen dumura uğrattı.
"Size de tek tek sarıldığımı farz edin." deyip hafifçe gülümsediğimde yüzlerindeki şaşkınlık, yerini merak duygusuna bıraktı. "İyileşmedim, sadece Pote'ye dokunabiliyorum. Sorgulamazsanız sevinirim." dediğimde hepsi onaylarcasına başlarını salladılar.
Beyza, koşarak yanıma gelip, dibimde bitmeden kendini durdurdu. "Hoş geldin, Patrona. Seni çok özledim." derken ben de ona kocaman gülümsedim.
Arkasından Furkan geldi ve kaslı kollarını, Beyza'nın omuzlarına attı. Furkan pek gülümsemezdi ama şimdi en samimi haliyle, gülüşünü bana sundu. "Sensiz bu ev hiç çekilmedi be Patrona." dediği an ağzımdan ufak bir kıkırtı kaçtı.
"Cenk nerede? İyi mi?" diye sorarken, yüzünün dağılmış hali gözümün önüne geldiği an öfkemin damarlarımda aktığını hissettim.
Pote söze girdi. "Baya hırpalamışlar ama doktor kontrol etti, ciddi bir durum yok. Yine de bugün evde kalıp dinlensin istedik." dedi.
Eve doğru ilerlemeye başladık. "İçeri girelim, Cenk'i görmem lazım." dedim. Evin girişinde durup arkamı döndüm. "Çok açım. Belirtmeyi unutmuşum." dediğimde üçünün de kahkahası evin içini doldurdu.
Herkes mutfağın yolunu tutarken, Pote'yi durdurdum. "İhtiyara haber ver, Ziya Bey'i de alıp gelsin." dedim. Ziya Bey'e artık baba demekten bile tiksiniyordum.
"Hemen hallediyorum Patrona." deyip benden uzaklaştığında, ben de Cenk'in odasına geldim.
Kapıyı tıklattım ama cevap gelmedi. Yavaşça kapıyı açıp içeriye girdiğimde yatakta uyuyordu ve kolunda takılı olan serum da bitmek üzereydi. Yüzündeki yaralar hafiften kabuk bağlamıştı ama morlukları yerli yerindeydi. "Sana bunu yapanlar, daha beter haldeler." diye kendi kendime mırıldanırken, gözlerini açtı.
"Rüyada mıyım?" derken ona gülümsedim. "Kesinlikle rüyadayım çünkü Patrona'nın gülüşünü bile bilmiyorum." dediğinde de kendimi tutamayıp kahkaha attım.
"İyi misin?" dedim.
"İyiyim Patrona. Asıl sen nasılsın? Birkaç adamı haşat edip gelmiş gibi bir halin yok." derken zorlukla gülümsüyordu. Belli ki acı çekiyordu.
"İyiyim ben. Sen de iyi ol." dedim.
"Emanetlerine sahip çıktım. Hepsi kasanda duruyor." derken gözleri kapanıyordu. Belgeleri almıştık ve canı pahasına korumuştu.
"Teşekkür ederim Cenk. Sen dinlenmene bak." dediğimde gözleri çoktan kapanmıştı. Onu daha fazla rahatsız etmemeye karar verip odasından ayrıldım.
Merdivenleri çıkıp odama ulaştığımda, gizli bölmedeki kasamı açtım. Belgeler buradaydı ve Arslanlarla, konsey başkanı da avcumun içinde. Kasayı tekrar kapatıp en üst düzey korumasını aktifleştirdim.
Aynadaki yansımamı gördüğüm an midem bulandı. Yüzüm gözüm kan içindeydi ve saçlarıma bulaşan kısımları da kurumuştu. Hızla banyoma geçip, üzerimdeki kıyafetleri çöp kovasına attım. Küveti doldurup en sevdiğim aromatik yağlardan damlattım. Normalin üzerindeki sıcaklığın içine kendimi bırakır bırakmaz, bedenim gevşemeye başladı.
Uzun süren banyo keyfimden sonra duşumu da aldım. Saçlarımı özenle tarayıp ördükten sonra giyinme odama geçtim. Kendime siyah ve uzun bir elbise seçtim. İç çamaşırlarımı da aldıktan sonra giyindim. Ayaklarıma da en rahat spor ayakkabılarımı geçirip odadan çıktım.
Mutfağa sessizce girdiğimde herkes keyifle sohbet ediyordu. Birkaç saat önce silahların arasında değilmiş gibi, sanki tekrar katil olmamışız gibi yemek yiyecektik. Aklıma Asil'in ailesinin evinde ettiğim keyifli kahvaltılar ve akşam yemekleri geldi. O evde de kahkahalar vardı ama daha sıcaktı. Bu düşüncelerimden uzaklaşıp ekibimin yanına geçtim.
Önüme koyulan yemekle gözlerim açıldı ve daha yemeden mideme oturdu. Lazanya yapmışlardı. Asil'in bana yaptığı kadar lezzetli miydi?
"Patrona, ölü görmüş gibi ne bakıyorsun yemeğe?" diyen Beyza kahkahalara boğuldu. Beyza ve soğuk esprileri...
Bütün ciddiyetimi yeniden yüzüme geçirip tek kelime etmeden yemeğimi yemeye başladım. Hayır, o kadar lezzetli değil. Asil, daha güzel yapmıştı. Neden sürekli aklımdaydı? Neden çakmağını cebimde taşıyordum?
Düşüncelerimden sıyrılıp Pote'ye baktım. Soluksuzca yemeğine gömülmüştü. Bir de bana sürekli aç derler diye düşünmeden edemedim. "Haber verdin mi?" dedim.
Ağzındaki kocaman lokmayı zorlukla yutup başını kaldırdı. "Gelmek üzereler." dedi. Başımı salladım.
"Furkan, güvenliği en üst seviyeye çıkar. Arslan ailesi kimliğimi çoktan öğrenmiştir ve boş durmayacaklardır. Evimin etrafında kuş uçsa haberim olacak." dedim.
Yüzündeki tüm ciddiyetle, "Emredersin Patrona." dedi. Yüzümü Beyza'ya çevirdim.
"Keskin nişancılar sende. Sayılarını arttır. Nereye gidersek gidelim bir nefes uzağımızda olsunlar." dedim.
Gülümseyerek, "Sayılarını arttırdım bile Patrona. Şu an bile tetikteler." dedi.
"Cenk kendini iyi hissettiğinde siber hesaplara ekstra güvenlik koysun. Ayrıca, konseydeki tüm üyelerin yaptığı işlemler tek tek kayıt altına alınsın. Marketten su bile alsalar görmek istiyorum." dedim.
Pote başını sallayıp, "Hallederim." dedi.
Kapıda duran korumalardan biri, hızla mutfağa girdiğinde bakışlarımızı ona çevirdik. "Patrona, Ziya Bey bahçeye giriş yaptı. İçeriye alalım mı?" diye sordu.
"Alın." dedim ve hepimiz anında ayaklanıp salona geçtik. Geniş kanepeme oturup bacak bacak üstüne attım. Pote'nin verdiği viskiyi de tek dikişte bitirdim. Gerçekten iyi geldi. Ziya Bey hışımla evime girdiği an üzerime yürüyecekken önüne dikilen ekibimle karşılaşınca şoka girdi.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun!?" diye kükrediğinde başımı hafifçe sola yatırıp gözlerimi ona diktim.
"Bırakın da otursun." derken keyifliydim. Ardından gelen ihtiyarın yönlendirmesiyle karşımdaki kanepeye oturdular. Ekibim de salondaki yerlerini alırken, pür dikkat tetikteydiler.
"Ne yapmışım?" dediğimde gülümsüyordum.
Gözlerinden ateş çıkan Ziya Bey, derin derin nefes alıp sakinleşmeye çalışıyordu. "Ne demek Savaş Sorgun'u öldürmek!?" belli ki sakinleşemedi.
"Ben mi ölseydim?" dedim.
"Konseyin izni olmadan, has üyenin oğlunu öldürmek ne demek Hafsa!?" Bacağını o kadar hızlı sallıyordu ki başım döndü.
Kendime bir kadeh viski daha koyup ona baktım. "Beni öldürecekti. Nefsi müdafaa yani." dedim.
"Bunu yaptığın için senin adına ölüm hükmü verilebilir!"
"Versinler bakalım. Kim kimi öldürür bilinmez Ziya Bey." dedim.
"Yarın sabah, acil durum konseyi toplanacak ve sen de katılmak zorundasın!" dedi.
Hafifçe öne doğru eğilip. "Zevkle." dedim.
Derin bir iç çekti ve toparlanmaya çalıştı. "Her neyse, aldığın kozun değerine bağlı olarak başkanı ikna edebiliriz. Getir belgeleri." derken arkasına yaslandı.
"Koz yok." dediğim an sinirle ayağa fırladı ama önünde izbandut gibi duran Furkan'ı aşamadı.
"Ne demek yok!?" sürekli kükrüyordu ve başımı ağrıttı.
"Bulamadım. Kasa boştu, o evden canımı zor kurtardım." büyük bir ciddiyetle konuştum.
Bana doğru yaklaşırken Pote de önüme geçti. "Çek şu itlerini üzerimden!" dedi.
"Kuduz olanı benden uzaklaştırıyorlar." derken kahkaha attım.
"Sen." dedi tıslarcasına. "Deden ölsün mü istiyorsun?" dediği an ben de ayağa kalktım. Bu kez sinirlendirmeyi başarmıştı. Ani duygu durum değişimim, bu aralar sıklıkla oluyordu.
"Ona dokunduğun an, tüm sülaleni gözünün önünde canlı canlı yakarım. Sıra sana geldiğinde de ölmek için ayaklarıma kapanırsın." derken gözlerimden ölüm fışkırıyordu.
"Sen kafayı yemişsin." derken şaşkınlıkla iki adım geriledi.
"Beni bu hale siz getirdiniz." deyip ona doğru iki adım attım. "Belge falan yok elimde. Şimdi, sabrımı daha fazla zorlamadan çık git evimden." dedim.
"Herkes kendi bacağından asılacak bu saatten sonra Hafsa. Kendini kurtar, benden sana fayda yok." dedi.
"Senden bana gelen faydayı da seni de..." deyip Pote'ye başımla dışarıyı gösterdiğimde Ziya Bey'i sürükleyerek dışarı çıkardılar. İhtiyar da arkasından giderken bana memnuniyet dolu bir bakış attı ama ona da kızgındım. Cenk'i ateşe attığı için, benden onay almadan bunu yaptığı için çok kızgındım.
Yerime oturmadan, vücudumda yoksunluğunu hissettiğim zehir yeniden kendini belli etti. O an terlemeye başladım. Beynimin içi hafifçe uğulduyor, bedenim zehir için yanıp tutuşuyordu. Hızla merdivenleri çıkıp odama girdim. Kilitli olan komodinimi açıp içindeki zehri elime aldım. Üzerimdeki elbisenin uzun kollarını sıyırıp damarımı ortaya çıkarttım. Zehir, bedenime yavaş yavaş yayılırken kendimi yatağa bıraktım. Bu yaptığım, zayıflıktı. Rezillikti. Kendimi geçici olarak uyuşturup, dünyadan kaçışımdı. Çok zaman geçmeden gözlerim kapandı ve uykuya daldım.
*
*
*
Sabahın ilk ışıkları, odamın içine zarafetle süzülürken gözlerimi açtım. Telefonuma uzanıp saate baktığımda 8'e geliyordu. Uzun zaman sonra gerçekten dinlenmiştim. Yataktan kalkıp banyoya geçtim. Elimi yüzümü yıkayıp aşağı indim. Herkes salonda oturuyor, kahvaltı etmek için uyanmamı bekliyorlardı.
"Günaydın." dedim.
"Ooooo Patronamız da güzellik uykusunu almış." diyen Cenk'i görmemle mutlu oldum.
"Nasıl oldun?" dedim.
"Seni görüp de iyi olmamak ne mümkün?" Arsız diye geçirdim içimden.
"Patrona, toplantı saat 10'da. Hazırlanıp çıkmamız lazım." diyen tabii ki sürekli endişeli olan Pote'ydi.
"Kahvaltı etmeden ölsem gitmem." deyip kanepeye oturdum.
Beyza şakıyarak önümde durdu. "Kahvaltı hazır!" dedi.
"Patrona, kahvaltıdan önce seninle özel bir konuda konuşmak istiyorum." diyen Cenk'e ciddiyetle baktım.
"Tamam. Herkes mutfağa geçsin." dediğim an kimse ikiletmedi ve mutfağa geçtiler. Cenk ile salonda yalnız kaldık. "Söyle bakalım." dedim.
"Göstersem daha iyi olur." dedi ve elindeki tableti bana uzattı. Ekranda uzaktan çekilmiş bir video oynuyordu. Gördüklerime anlam veremezken Cenk'e baktım.
"Bu kim?" dedim. Elindeki kimliği bana uzattığı an ağzım açık kaldı.
"Ciddi olamazsın?" derken şaşkınlığımı gizleyemedim.
"Çok ciddiyim." dediğinde gülümsüyordu.
Ben de gülümseyip, "En sağlam adamları topla Cenk. Dikkat çekmeden yakınlarına yerleşsinler." dedim.
"Hallettim bile Patrona." dedi. Kafamı onayla sallayıp ayaklandım. "Harikasın, biliyorsun değil mi?" diye sorarken gülümsemesi daha da büyüdü. "Yeni mi fark ediyorsun?" soruma soruyla karşılık vermesine sadece gülümsedim.
İkimiz de mutfağa geçip masada yerlerimizi aldık. Mükellef kahvaltı sofrası, midemdeki sesleri arttırdı ve hızla kahvaltıma gömüldüm. Sporumu da bir süredir aksatıyordum ve yarına sağ çıkabilirsem ilk işim, tekrar sıkı çalışmalarıma başlamak olacaktı.
Kahvaltımız bittikten sonra hepimiz hazırlanmak için odalarımıza çekildik. Hızla duşumu alıp saçlarımı kuruttum ve sımsıkı at kuyruğu yaptım. Giyinme odama geçip, siyah dar bir pantolon ve siyah gömleğimi giydim. Dizlerimin üzerinde biten deri çizmelerimi de geçirdikten sonra beyaz, uzun bir kaşe aldım elime. Mariana'm beyazdı, bembeyazdı. Bugün, üstümde onu taşımak istiyordum.
Makyaj masama oturdum ve yüzüme özenle makyajımı yaptım. Göz altı morluklarım kapanmış, gözlerimin mavisi gün yüzüne çıkmıştı. Çiçeklerin yoğunlukta olduğu parfümden de bolca sıkıp boy aynamın karşısına geçtim. Platin rengi saçlarım ve beyaz kaşem ahenkle dans ediyordu. Dış görünüşümden oldukça memnundum ama yüreğim, enkaz altındaydı. Deri eldivenlerimi de giyip odadan çıktım.
Merdivenlerden inerken salonda beni bekleyen ekibime göz gezdirdim. Hepsi siyahlara bürünmüş, tüm ihtişamlarıyla karşıma dizilmişlerdi. Cenk uzun bir ıslık çalıp beni baştan aşağı süzdü. Diğerlerinin de bakışları, hayranlık ve saygı doluydu.
Konuşmalarına izin vermeden, "Çıkalım." deyip bahçe kapısından çıktım ve garaja yöneldim. Arabalarım parlıyordu ve sanki 'Beni seç, beni seç' diye bağırıyorlardı. Beyaz olan tek arabama yöneldim. Yüksekti ve zırhlıydı. Mariana'mın en sevdiği modeldi. Kapısını açıp sürücü koltuğuma geçtim. Yanıma da Pote oturdu.
"Ben kullansam daha uygun olmaz mıydı Patrona?"
"Kime göre, neye göre uygunluk Pote? Unuttun mu, biz kuralsızız." deyip gaza yüklendiğimde Pote de koltuğuna yapıştı.
Görkemli evim ardımda kalırken, ekibim de arabalarıyla yanımda seyrediyorlardı. Ziya Bey'in evine doğru giderken yolda resmen yarışıyorduk ama bana yetişmeleri imkansızdı. Onların araba sürerken bile can korkuları vardı ama bizim, Pote ile canımızdan geçeli çok olmuştu.
Arabalarımız, Ziya Bey'in evinin bahçesinde durduğunda aşağı indik. O eve girmeyecektim. Son nefesime kadar girmeyi de düşünmüyordum. Çok geçmeden Ziya Bey de takım elbisesiyle kapıda göründü. Her zaman böyle başı dik olmayı nasıl başarıyordu?
"Gelmezsin sanıyordum." derken iğrenç bir şekilde gülümsemeyi de ihmal etmedi.
Alaylı ifademi takındım. "Eğlenceyi kaçırmayayım dedim." lafımı söyleyip cevabını bile dinlemeden tekrar arabama bindim.
Ziya Bey ve korumalarının arabalarını takip ediyorduk. İki saattir yoldaydık ve açlık başıma vurmak üzereydi. Kendime bir sigara yakıp bastırmaya çalıştım. Tam on araç, kocaman bir köşkün bahçesine girdik. İspanya'nın konsey toplantıları daha ihtişamlı bir mekanda oluyordu diye düşünmeden edemedim. Bahçede çok fazla araba vardı ve muhtemelen tüm üyeler çoktan yerlerini almış, benim hakkımda konuşuyorlardı.
Araçlardan indiğimizde Ziya Bey hızla yanıma gelip kulağıma eğildi. "Unutma, biz asla kaybedemeyiz. Tüm gücünü kullan ve buradan sağ çıkmamızı sağla." dedi.
"Seni bilemem ama ben bugün ölmeyeceğim." dedim.
Gözleri kısıldı ve öfkeyle kavruldu ama tek kelime etmeden girişe yöneldi. Adımlarımı ona uydurup yanında yürümeye başladım. Benden bir adım dahi önde yürümeye hakkı yoktu çünkü bu zamana kadar benim gücümle ayakta kaldı. Kapıdan girdiğimizde kimsenin bizi karşılamaması ve silahlarımızı almamasına şaşırdım. Gerçekten İspanya'nın konseyiyle buranın alakası bile yoktu.
Büyük bir kapının önünde durduğumuzda bana baktı. "Sağ kolun olarak belirlediğin kişi de içeriye girecek." dedi. İspanya'da tek tabancaydık ama burada işler demek ki farklı yürüyordu. Arkamı dönüp Pote'ye işaret verdim ve ikiletmeden arkamda durdu. Ziya Bey'in sağ kolu da ihtiyardı ve içeriye girmek için hazırda bekliyordu.
Büyük kapı, gürültüyle açıldı ve kocaman salonun içindeki kalabalık gözlerini bize dikti. Ziya Bey başını dikleştirdi, salona adımını attı. Ben de ardından giriş yaptığımda Pote ve ihtiyar da peşimizden geldi. Kapıyı açan iki koruma dışarıya çıkıp kapıyı üstümüze kapattı. Odadaki ölüm sessizliğini bozan tek şey, topuklu ayakkabılarımın zeminde çıkarttığı güç sesiydi. Başım dik ve gözlerim ölüm doluydu.
Gözlerimi geniş masada gezdirdim. Masanın baş köşesinde konseyin başkanı Gürkan Demir, tüm ciddiyetiyle oturuyordu. Sağ tarafında Araz ve Asil Arslan vardı ama yüzlerine bile bakmamayı tercih ettim. Başkanın sol tarafındaki iki koltuk boştu ve muhtemelen bize aitti.
Diğer koltuklarda da oğlunu öldürdüğüm Faruk Sorgun ve kalan tek oğlu Barış Sorgun vardı. Bu aile, uyuşturucu kaçakçılığı yapıyordu. Büyük payları olmamasına rağmen güçlü bağlantıları sayesinde, konseyin vazgeçilmez üyeleriydi.
Karşılarında oturanlar ise Perviz Cigal ve kızı Merve Cigal'di. Perviz, kelimenin tam anlamıyla pezevenkti. Kadın ticareti yapıyor, uyuşturucu işinde de aktif rol oynuyordu. Kadınlar, hassas noktamdı ve muhtemelen bu herifi yoğun bir işkenceyle öldürecektim.
Son koltuklarda ise Ulvi Ulu ve oğlu Fikret Ulu bulunuyordu. Ulu ailesi, polis ve istihbarat işlerini hallediyor ayrıca gümrüklerdeki geçişleri kusursuzca yürütüyorlardı. Bu aile de elbette uyuşturucu ticaretinden yüklü miktarda para kaldırıyordu. Bu işe bulaşmayan tek aile Arslanlardı, şimdilik. Tüm üyelerin de arkalarında ayakta bekleyen sağ kolları vardı. Şu an bir el ateş açılsa, muhtemelen kimse sağ çıkamazdı çünkü herkes dolu gelmişti.
Ziya Bey, heybeti ve dik duruşuyla koltuğuna otururken ben de yanındaki koltuğa yerleştim. Ortama gerginlik ve öfke hakimdi ama umurumda bile değildi. Yüzümde sakin ve alaylı bir ifade vardı.
"Soykan ailesi de geldiğine göre toplantı başlasın." diyen başkan Gürkan Bey'e gülümsedim ama bu, gülümsemeden çok gizli bir kafa tutmaydı. Herkesin bakışlarını üzerimde hissediyor, omuzlarımı bir an bile düşürmüyordum. Buradaki en güçlü üye bendim ve herkes bunun farkındaydı. Yıllardır benim ekmeğimi yiyor, gücümden besleniyorlardı.
Başımı çevirip Asil Arslan'a baktım. Ölüm dolu gözlerimle, öfke dolu gözleri birleşti. Hafifçe tek kaşımı kaldırdım. "Uzun zaman oldu." dedim.
Ellerini masanın üzerinde birleştirip meydan okurcasına, gözlerini Ziya Bey ve benim üzerimde alayla gezdirdi. "Öyle oldu, Aurelia Mendez." dedi.
Gülümsememi genişletip, "Aynı zamanda, Hafsa Soykan. Memnun oldum." dedim.
Bakışları sertleşti ve hızla ayağa kalkıp silahını çekti. Namlusu tam başıma doğrulduğu an herkes hareketlendi ama gözlerimi bir an olsun ondan çekmedim ve gülüşümü daha da arttırdım.
"Ölmüş olanı, öldüremezsin. Asil Arslan." dediğim an tek el kurşun sesi, kulaklarımda çınladı.
LÜTFEN OYLARINIZI VE YORUMLARINIZI ESİRGEMEYİN, TEŞEKKÜRLER🙏🏻🌸