@hypnoticdark
|
Asil Arslan Konsey toplantısından bir gün önce. Ay tenli kadın, Savaş Sorgun'u öldürdükten sonra ondan duymayı hiç beklemediğim o cümleleri savurup, arkasına bile bakmadan depodan çıkıp gitti. Neler olduğunu anlamlandıramıyordum. Masumiyetine inanmak istediğim o kadın, ardında dört ceset bırakıp bize dokunmadan gitmişti. Bedenim sarsıntıyla kasılırken, ellerimdeki kelepçeler derime işlemiş, vücuduma sarılan ipler ise çırpınışlarımla biraz da olsa gevşemişti. Mihre, duvarın dibinde korkudan ve şaşkınlıktan titrerken, yanımdaki sandalyede bağlı olan abimin titreyişleri ise öfkedendi. "Sana söyledim Asil! O kadın masum değil dedim!" diye haykırmasıyla toparlandım. "Mihre korkuyor, eve gidince konuşalım." deyip sıkıntıysa nefes verdim. Neyse ki abim de hak vermiş olacak ki uzatmadı. Deponun açık bırakılan kapısından Toprak'ın girmesiyle hepimiz rahatladık çünkü o ay tenli kadının artık tek kelimesine bile inancım kalmadı. Adamlarına haber verin bunları çıkarsınlar demesine rağmen, her an geri dönüp bizi de katledecekmiş gibi hissediyordum. "Neredesin lan sen? Biz bunları yaşarken hangi cehennemdeydin!?" diye bağırmamla Toprak şaşırdı ama belli etmeden bizi çözmeye başladı. "Abi, lokantanın önünde sizi bekliyordum ama bilincimi kaybetmişim. Uyandığımda bir arabanın içindeydim. Kendime geldikten sonra da adamlar beni sürükleyip buraya attılar." dedi. "Kimin arabası lan!?" diye bağıran abimdi. "Bilmiyorum abi. Adamların yüzlerinde maske vardı, hiçbirini göremedim. Tek kelime bile etmediler." derken ellerimizi de çözmüştü. Ayağa kalktığımda, ay tenli kadının öldürdüğü üç adama baktım. O kadının neredeyse iki katı kadarlardı ama kadın hiç zorlanmadan birinin boynunu kırmış diğerlerini de etkisiz hale getirip gözünü bile kırpmadan vurmuştu. Savaş Sorgun'un cesedi de muhtemelen babasının evine ulaşmıştı. Düşüncelerimden sıyrılıp Mihre'nin yanına ilerlerken yerde parlayan zinciri gördüm, ucunda da minik bir martı sembolü vardı. Bu, ay tenli kadının kolyesiydi. Farkında olmadan uzaklara daldığında eli kolyesinin ucuna gider, ona sımsıkı tutunurdu. Kolyeyi cebime atıp, Mihre'ninönünde eğildim. Hala titriyordu ve gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Kollarıma alıp sarmaladım onu ama çok geçmeden bayıldı. Kollarımı bacaklarının altından geçirip kucağıma aldım ve ona bunu yaşattığım için binlerce kez kendime lanet okudum. Abim de ben de ciddi bir şok yaşıyorduk ve tek kelime etmeden arabaya yerleştik. Bu lanet depodan defolup gitmek istiyorduk. * * * Eve vardığımızda, annemin sonu gelmeyen sorularına maruz kaldık. Üstünkörü yaşadıklarımızı anlattıktan sonra Mihre'ye bakması için aile doktorumuzu çağırdık. Yoğun stres kaynaklı bir baygınlık geçirmişti. O uyurken daha fazla sorulara cevap vermemek için abimle benim evime geçtik. Şahin'in evime düzenlediği baskından sonra tadilatlarını yaptırmıştım ama hala yaşanacak bir halde değildi. O ay tenli kadının kimliği bulunana kadar da zaten ailemden ayrı yaşayamazdım. Toprak, abim ve ben salona geçip oturduk. Yüzü öfkeden kıpkırmızı olan abim hemen söze girdi. "Kim lan bu kadın?" Başımı ellerimin arasına aldım. "Bilmiyorum." dedim ama sesim fısıltıdan farksızdı. "Ne demek bilmiyorum Asil? Sen bu kadını araştırdım deyip eve almadın mı?" sesi artık titriyordu. "Araştırdım ama göze çarpan bir şey yoktu." derken aslında inanmak istediğim şeyleri söylemiştim. Her şey kadının anlattığı gibiydi ama ailesini bir kez bile aramak istememesi gözüme çarpan en ciddi detaydı. "Asil! Kadın gözümüzün önünde dört kişiyi öldürdü lan! Ölmüş adamı dövdü, bununla da yetinmeyip ağzının içine sıktı!" Araz artık haykırıyordu ve sinirlerim bozulmaya başlamıştı. "Ben de oradaydım Araz! Bağırıp durma!" dediğim an Toprak, bizi yatıştırmak için söze girdi. "Abi, adamlara söyledim, araştırıyorlar. Sakin olun. Kavganızın, içerisinde bulunduğumuz duruma bir faydası yok." dedi. Ayağa kalkıp silkindim. "Toprak, kadın Savaş'ın cebine öldürdükten sonra bir mendil koydu. Muhtemelen ondan bir mesajdı. Adamlara söyle Faruk Sorgun'un evine gitsinler, kadın kimmiş öğrensinler." dedim. Toprak da başını sallayıp hızla odadan ayrıldı. "Bulduktan sonra ne olacak? Kadının elinde, hayatımızı sikebilecek kadar önemli belgeler var." diyen abime öfkeyle baktım. "Onları evdeki kasada saklamasaydın olmayacaktı." dedim. "Ne yapsaydım Asil? Bir tarafıma sokup belgelerle mi gezseydim?" derken alayla gülüyordu. "Olan oldu abi. Önümüze bakmak zorundayız. Kimmiş, neymiş öğrenelim. Sonrasında da belgeleri neden aldığı ortaya bir şekilde çıkar." dedim. "Evet, çıkar çıkmasına da Gürkan abinin bizimle iş birliği yapıp Ziya itini bitirmeye çalıştığı da ortaya çıkar." demesiyle yaşadığım aydınlanma bedenimi sardı. "Ziya itinin işi olmasın bu?" dedim. Araz da başını sıkıyordu. "Olabilir. Olmaması için dua etmekten başka çaremiz yok. Eğer belgeler onun eline geçerse, bizi de konsey başkanını da öldürtür. Sonra da keyifle başkanlık koltuğuna yerleşir." deyip derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Sana söyledim Asil. Ziya'nın işlerini bu kadar baltalarsak, üzerimize sıçrar dedim." "Babamız, onun konseye bulaştırdığı zehir yüzünden öldü. Her fırsatta bunu dile getirip, belden aşağı vurmadan önce düşünecekti. Biz bir şekilde onunla baş ederdik ama Gürkan abiyi de bu işe bulaştırdık. Ben onun için endişeleniyorum." dedim. Abim ayağa kalkıp telefonunu çıkardı. "Gürkan abiyi arayalım, haber verelim." dedikten sonra başımı sallayıp kendimi tekli koltuğa bıraktım. Abim odadan çıkıp telefonla konuşurken, yaşadıklarımın içinde boğuldum. Ay tenli kadın, kimsin sen? Neden bize bunu yaşattın? O güzel buz rengi gözlerin, neden ölümle sarmalandı? Düşüncelerimi bölüp, beni boğulmaktan kurtaran abimdi. "O da araştıracak. Yarın da bizimle görüşmek istiyor." dedi ama cevap verecek gücü kendimde bulamadım. Toprak, hışımla odaya girdiğinde gözleri fal taşı gibi açılmıştı ve kötü bir şeyin habercisi olduğu her halinden belliydi. "Abi." dedi titreyen sesiyle. "Ne bu halin?" derken endişelenmeye başladım. "Abi, o kadın..." dedi ama devamını getiremeyerek kanepeye oturdu. Araz sinirle ayağa kalkıp Toprak'ın yakasına yapıştı. "Konuşsana lan!" dedi. Toprak transa girmiş gibiydi ama ağzından çıkan iki kelime, asıl bizi mahvetmişti. "Aurelia Mendez." Hızla ayağa kalktım. "Kim?" dedim ama vücudumda binlerce duygunun karmaşası, yol alıyordu. Beynim bulanmış, kulaklarım uğuldamıştı. Yıllar önce arabama çarpıp, yüreğimde yer edinen kadın... "Aurelia Mendez abi. Kadın, Ziya Bey'in İspanya'daki kızıymış." derken kendine gelmişti ama ben iyice kötüleştim. Ellerim titriyor, yüreğim sızlıyordu. Ben bu kadını yıllarca aramıştım. Yıllarca, yüreğime aşk tohumlarını düşüren o kadını aramıştım. O kadın, babamın ölümüne sebep olan şerefsizin kızı olamazdı. "Ha siktir!" dedikten sonra duvarı yumruklayan abime döndüm ve onu durdurmaya çalıştım ama öfkeden titriyordu. Kendini kaybetmişti. "Yeter abi yeter!" dedim. "Bittik biz. Yıllardır buraya uğramayan kadın geldi, elimizdeki en kıymetli belgeleri çaldı. Hayatımızı sikeceklan hayatımızı!" sesi evin bütün odalarında yankılanacak kadar yüksekti. "Asil! O bizi bitirmeden, biz onu bitirmek zorundayız." dediği an buz kestim. "Önce bir sakinleşelim. Annemleri başka güvenli bir yere--" derken yüzüme attığı yumrukla sarsıldım. "Araştırdım dediğin kadın, Ziya'nın kızı çıktı lan! Önümüzde gözünü kırpmadan adam öldürdü! Sen de bu kaltağı aldın, annemlerin yanına soktun!" dedikten sonra bir yumruk daha yedim. "Ya öldürseydi lan! Anamızı da bacımızı da öldürseydi!" deyip bir yumruk daha atmak için bana yönelirken kolunu tutum. "Bu boku ben yedim, ben temizleyeceğim!" deyip kolunu geriye savurdum. "Yapamazsınız." diyen Toprak'ın sesiyle ona döndük. "Kadın, İspanya'da çok güçlü abi. Onu öldürürseniz, onların kurallarına göre diğer kartel üyeleri soyunuzu kurutana kadar durmazlar." dedi. "Ziya, yıllar önce bu kızın dedesini öldürmedi mi? Onun soyunu kurutamayanlar, bize dokunabilir mi?" diye alaycı bir ifadeyle sordum. "Orasını bilmiyorum abi ama o kadının dokunulmaz olduğunu duydum. Yıllardır uyuşturucu işerini bizzat kendisi yönetiyormuş. Konseyde lider kadar söz hakkı varmış. Hatta Meksika'da üretim hatları kurdurmuş ve bu sayede milyarlar kazanıyorlarmış." dedi. "Sen nereden biliyorsun?" diyen Araz, bütün ciddiyetiyle Toprak'a yaklaştı. "Faruk Sorgun, o kadını arıyormuş abi. İçerideki adamımız da duymuş. Savaş Sorgun'u öldüren kadını sorduğumda anlattı." dedi. Toprak en sadık dostumuz, kardeşimizdi ve ondan şüphe etmem zaten imkansızdı. Abim de bundan emin olduğu için daha fazla sorgulamadı. Abim kendine bir sigara yakıp, "Demek, bu kadının güce de paraya da ihtiyacı yok. O zaman ne bokuma geldi de hayatımızın ortasına düştü?" derken sanki kendi kendine konuşuyordu. "Babasının işlerini elinden almamızı hazmedemedi. Kendince bize göz dağı veriyor olabilir." dedim. "Öldüreceğiz, başka çaremiz yok. Gürkan abiyi tehlikeye atamayız." diyen abime içten içe öfkelendim ama böyle hissettiğim için de kendimden nefret ettim. "Abi, o kadın normal değilmiş." diyen Toprak, yeniden dikkatimizi çekmeyi başardı. "Benden bile mi anormalmiş?" dedi Araz. "Kadına İspanya'da kana susamış diyorlar abi. Kendine ihanet eden adamları bizzat öldürürmüş ama öldürmeden önce öyle işkenceler edermiş ki karşısındaki kişi, ölmek için yalvarırmış. Bütün uzuvlarını kestikten sonra da ailesinde kim varsa onlara yollarmış. Ardından da adamları o evlere gider, kadın çocuk demeden tüm sülalesini katledermiş." derken içime kor ateş düştü. Melek gibi dediğim kadın, şeytanın ta kendisi miydi? "Ne sikim saçmalıyorsun sen?" diye bağırdım. "Kadın, kuralsızmış abi. Onda merhamet de vicdan da aranmazmış. Tek iyi noktası, iş yaparken ona ihanet etmezlerse mükafatını fazlasıyla verirmiş." dedi. "Kuralsızlığını da onu da sikerim!" Abim öfkeden kuduruyordu. "Kadına, çocuğa dokunmak ne demek!?" dedi. "Abi, Faruk Sorgun'un gelini de torunu da ortadan kaybolmuş. Onları da öldürmüş olabilir mi?" Toprak konuştukça yüreğim daralıyor, nefesim kesiliyordu. "Olabilir. Savaş'ı öldürmeden hemen önce, ailen de arkandan gelecek demişti." derken midem ağzıma geldi. Bu, kabul edilemezdi. Raconda, kadına da çocuğa da dokunulmazdı. Gerçi o da kadındı. "Ne bok yiyeceğiz biz şimdi?" derken sesli düşündüm. Başımı kaldırıp abime baktım, o da pür dikkat beni izliyordu. "Öldürmeyeceğiz abi, anlaşma yapacağız." dedim. "Kadın, anlaşılabilir biri gibi mi göründü gözüne? Yoksa benden fazla mı yumruk yedin sen?" dedi. "Babasının işlerini geri vermeye hatta fazlasını da sağlamaya hazır olduğumuzu söyleyeceğiz." dedim. "O da uslu uslu kabullenip, İspanya'ya mı gidecek?" deyip güldü. "Lan kadın manyak çıktı. Belli ki orada sıkılmış, geleyim bir de bunları sikeyim demiş. Anlayamadın mı?" derken yüzü gülse de ciddi olduğunu görüyordum. "O dokunabilir ama bizim raconumuzda değil kadını öldürmek, ona el bile kalkmaz. Ben sınırlarımı aşmam, senin de aşmana izin vermem abi." dediğimde o da yüzümdeki ciddiyeti gördü. Abim sıkıntıyla nefes verdi. "Haklısın. Şansımızı deneyelim, olmazsa nasılsa cümleten öbür tarafa gideceğiz." dedi. "Yıllar önce..." deyip yüzüne baktım. "O kadın, benim arabama çarpan kadındı." dedim. Abimin gözleri yuvalarından çıkarcasına açıldı. "Nasıl? Yıllardır aradığın kadın o mu? Emin misin?" diye sorularını ardı ardına sordu. "Oydu." diyebildim. "Sikerler! Bu işin içinde bir iş var! Yıllar önce bir kadın geliyor, ne hikmetse onca araba içinde seninkini bulup arabana çarpıyor. Yıllar sonra da kendini Şahin'e kaçırtıp, sana kurtartıyor. Evimize bile girip canımız pahasına koruduğumuz belgeleri çaldıktan sonra da elini kolunu sallayıp gidiyor!" dedi. Gerçekleri yüzüme bir birvurdukça içimdeki öfke, o kadına karşı nefrete dönüşüyordu. "Şahin de işin içinde olabilir mi?" dediğimde konuyu dağıtmaya çalışıyordum. "Sanmıyorum. O ruh hastasının aklı bu kadar komplikeişlere çalışmaz. Belli ki farkında olmadan Ziya'nın piyonu olmuş." dedi. Bunu zaten biliyordum çünkü Hafsa'yı kurtardıktan sonra tüm güvenlik kameralarını incelemiştim. Şahin, gerçekten de onu kaçırıyordu. Kadın güçlüydü ama o zamanlar bunun farkında değildim. Eğer isteseydi orada Şahin'i de gebertirdi. Hatta orada yalnız olmadığına, uzaktan adamlarının onu izlediğine de adım gibi emindim. Tek amacı, güçsüz ve kaçırılmış görünüp bizim aramıza sızmaktı. Başarmıştı da. Toprak'a dönüp, "Güvenlik kameralarından görmüştük ama yine de bu bile oyun olabilir. Şahin'i yakından izleyelim. O kadınla bir şekilde bağlantı kurarsa haberimiz olsun." dediğimde kafasını sallayıp odadan çıktı. "Zayıf noktamızdan vurulduk kardeşim." diyen abimin sesi hüzün dolu çıkmıştı. Yıllar önce Şahin, abimin eşini kaçırmış ve kendini öldürmesine sebep olmuştu. "Öyle oldu abi." dediğimde yüzüne bile bakamadım çünkü bakarsam ağlayacağını biliyordum. "Ben karımı kurtaramadım Asil ama sen, o kadını kurtardın. Sonuçları ne olursa olsun, seninle gurur duyuyorum." dediğinde elimi yumruk yaptım. "Benim yüzümden oldu abi. Başımıza ne gelecekse, hepsi benim yüzümden." dedim. "Sen karakterine yakışanı yaptın kardeşim. Karşındaki kadının, şeytan olduğundan bihaber yaptın ve kendini hiç bozmadın. Başımıza da ne gelirse gelsin, birlikte sırtlanacağız." dediğinde ayağa kalkıp yanına oturdum. Ona sımsıkı sarılıp geri çekildim. "Birlikte bunu da aşacağız abi." dedim. Hüzünle başını salladı. "O kadınla anlaşmanın bir yolunu bulacağız. Güzellikle veya zorla fark etmez. Sonunda bizimle anlaşacak. Bizim eve de ekstra güvenlik sağlayalım. Buralardan onları götürüp de kimseye Arslanlar korktu kaçtı dedirtmeyelim." dediğinde ona gururla bakıp onayladım. "Asil, ben seni bilirim. Ne kadar sakin görünsen de içinde kopan fırtınaları görürüm. Kendine hakim ol kardeşim." derken bunun uyarı olduğunu anladım. "Sen merak etme. Sorumsuz bir hareket daha yapıp bizi derinlere sürüklemeye niyetim yok." dedim. "O kadına hala bazı duygular besliyor musun?" derken ciddiydi. "Arabama çarptıktan sonra onu unutamadım, bunu sen de biliyorsun. Yıllarca onu aradım. Bana verdiği numarayı da arabasının plakasını da araştırdım ama sonunda kimseye ulaşamadım. Ulaşamadıkça da hayranlığım arttı." Başımı ellerimin arasına alıp devam ettim. " Bundan fazlası değildi abi ama Şahin'in odasında onu yerde, kanlar içinde görünce ne yapacağımı şaşırdım. Yıllar sonra kavuştuğumu düşünüp ardını arkasını ciddiyetle araştıramadım. Mantıksız, soğukkanlı davranışlarına bile takılmadım ama gerçek yüzünü gördükten sonra içimde ona karşı öfke ve nefretten başka bir duygu barınamaz." dedim. "Emin misin Asil?" dedi ama emin değildim. Beni öylesine etkilemişti ki asla yapmam dediğim hataları yapmıştım. "Bilmiyorum. Her hareketi şüpheliydi abi. Şahin, bizim eve saldırdıktan sonra evin içindeki cesetleri gördüğünde korkmadı. Gözlerinin içinde, korkunun zerresi bile yoktu. Ailemi koru demişti ama ailesiyle bir kez bile bağlantı kurmak istemedi. Soğuktu, samimiyetsizdi ama bir kez bile ondan şüphelenemedim. Bana ne oldu abi?" diye sorarken sesimin titremesini engelleyemedim. "Sana olanlar olmuş Asil ama bu yol, doğru değil kardeşim. Kendini kurtar, düzlüğe çık. Seni senden başka kimse kurtaramaz." dedi. Konuşmamızı bölen, abimin telefonu oldu. Ekranda Gürkan Bey yazısını gördüğümde sıkıntıyla iç çektim. Gürkan abi, konseyin başkanı ve rahmetli babamın en yakınıydı. Ziya Bey, konseye zehir işini getirdikten sonra bu iş oy çokluğuyla kabul edilmiş sonrasında da babamı bataklığa sürükleyip ölmesine sebep olmuştu. Gürkan abi her zaman yanımızdaydı. Ziya Bey'in yaptıklarına daha fazla dayanamadığımızdan onu zayıflatmak için Gürkan abi de bize yardım etmişti ama şimdi pişman olacağına emindim. Telefon konuşmaları bittikten sonra abim bana döndü. "Yarın, acil durum toplantısı yapılacak. Konsey üyelerinin eksiksiz katılması da emredilmiş. Aurelia Mendez de orada olacakmış. Konseyden önce gidip Gürkan abiyle konuşacağız." dediğinde utancımı saklamaya çalıştım. "Her şeyden haberi var mı?" dedim. "Evet ama ayrıntıları yüz yüze konuşmalıyız." dedi. Abimle şöminenin karşısında kaç saat oturduk bilmiyorum ama içimdeki öfke ve nefret, beni bitirmek üzereydi. Yıllarca hayran kaldığım kadını öldürme isteğim baş gösterdiği an irkilip uyumaya karar verdim. Kanepeye yatıp gözlerimi yumdum. Çok geçmeden uykuya dalmayı başardım. * * * Sabahın ilk ışıklarında uyanıp hazırladık ve vakit kaybetmeden konsey binasına gittik. Gürkan abinin odasına girdiğimizde bize hüzünle bakması, içimdeki öfkenin artmasına sebep oldu. Yaşadığımız her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattığımızda, babacan bir tavırla bizi suçlamaması bile o kadından nefret etmeme yetmişti. Baba yerine koyduğumuz adamın hayatı da ailemin hayatı da tehlikedeydi ama elimiz kolumuz bağlı, o kadından gelecek atağı beklemek zorundaydık. "Öldüremez miyiz?" diye sorduğum an söylediklerimle şok geçirdim. Daha dün racondan bahseden ben, ne ara bu hale gelmiştim? Gürkan abi ve Araz da benimle aynı şaşkınlığı yaşıyorlardı. Gürkan abi öne eğilip, "O kadını öldürmeye, kimsenin gücü yetmez. Bir saattir konuştuklarımızdan bunu anlayamadın mı?" diye öfkeyle sordu. "Her durumda yolun sonu bizim ölümümüze çıkıyor abi. Yapacağımız anlaşmayı kabul etti diyelim, sonunda bizi satmayacağından nasıl emin olacağız? Akıllıca bir plan yapıp kendimizi işin içine katmadan kadını ortadan kaldırabiliriz." dediğimde kendimi bile tanıyamıyordum. "O kadını öldürürsek, konseyde tek bir kişiyi bile sağ bırakmazlar. İspanya'da işler, bizimki gibi yürümüyor. Hepimizin hayatını mahvederler, tabi günün sonunda ortada yaşanacak bir hayat kalırsa." Alnını sıvazladı. "Ayrıca, anlaşmayı kabul ederse asla sözünden dönmez. Söz, onlar için namustur." deyip ayaklandı. "Sen öyle diyorsan, öyledir abi." diyen Araz da ardından kalktı. "Gidip Faruk Sorgun'u sakinleştireceğim. Aurelia Mendezoğlunu öldürdükten sonra onu durdurmak zor olacak. Bir yolunu bulmam lazım." deyip odadan çıktı. "Bu kadın, hayatımızın ortasına bomba gibi düştü." diyen abimi takip edip Gürkan abinin ardından biz de odadan çıktık. * * * Toplantı odasında hepimiz yerlerimizi aldık. Faruk Sorgun, öfkeden kuduruyor ama Gürkan abinin talimatlarıyla kendini tutmaya çalışıyordu. Eğer AureliaMendez, konseyden uyuşturucu işini çekerse hepsi borçlarının içinde boğulacaklarını bildiklerinden sessiz kalmaya karar vermişlerdi ama konsey üyesinin oğlunu öldürmenin cezası da o kadına verilecekti. Cezanın ne olduğu açıklanmasa da Aurelia Mendez'e zarar vermeyeceği kesindi. Geçen yarım saatin ardından koridordan gelen topuk sesleriyle, herkes yerlerinde ölüm sessizliğine büründü. Bu kadın daha gelmeden, namı gelmiş ve herkesi sindirmeye yetmişti. Hepimizin gözleri kapıdaydı. Gürkan abinin talimatıyla kapı açıldı ve kapıda duran iki adam dışarı çıktı. Önce Ziya iti odaya başı dik ve gözlerindeki imaları esirgemeden girdi. Ardından gelen o kadın... Siyahlara bürünmüş ve üzerine aldığı beyaz paltoyla tüm tezatlığı bedenine sarmalayıp içeriye doğru zarafetle süzüldü. Öyle güçlü ve zarif yürüyordu ki dünya başına yıkılıp düşse, elinin tersiyle itekleyip saçının teline zarar gelmeden ayağa kalkacakmış gibiydi. Gözleri... Gözleri, saçlarıyla büyük bir uyum içindeydi. Buz renginde saçları ve mavimsiliğin serpiştirildiği gözleri odada herkesin üzerinde küçümseyici bir tavırla geziniyordu. Gözleri bana takıldığı an bir saniye bile üzerimde durmadan çevrildi. Bakışlarında, gözle görülür bir fark vardı. Bu kadının bakışları, ölüm doluydu. İçerisinde en ufak bir sevgi kırıntısı yoktu. Önceden yalan da olsa bir sıcaklık gördüğüm ve beni büyüleyen o gözlere ne olmuştu? Ziya Bey, yanında duran güçten gurur duyarak koltuğuna kasıla kasıla oturduğunda kızı da tüm heybetiyle yanındaki yerine yerleşti. Bu kadın, bir an olsun ne başını ne de bedenini öne doğru eğmedi. Her saniye daha da dikleşerek karşımda duruyordu. Gücünün de konumunun da öyle farkındaydı ki. Gürkan abi gerginliği bozmak istercesine söze girdi. "Soykan ailesi de geldiğine göre toplantı başlasın." dediği an o kadının yüzünde gördüğüm an nefret ettiğim o alaycı gülümseme belirdi. Hepimizi mahvedeceğini haykırırcasına yüzüne kondurduğu gülümsenin aksine gözleri hala ölüm doluydu. O gözleri üzerime çevirdiği an öfkeyle dolup taştım. "Uzun zaman oldu." dediği an yerimden fırlayıp boğazını sıkmamak için zor duruyordum. Ellerimi masanın üzerinde birleştirip alay edercesine babasıyla kızına baktım. "Öyle oldu, Aurelia Mendez." dedim. Yapmacık gülümsemesini daha da büyüttü. "Aynı zamanda, Hafsa Soykan. Memnun oldum." dediği an sabrımın son damlası taştı. En azından ismini doğru mu söyledin? Senin nefesini kesmeden bana bu hayatta zaten rahat yok diye düşünüp belimdeki silahı çektim. Ayağa kalkıp silahımın namlusunu başına doğrulttum. Ne olacaksa olacaktı. Benimle oyunlar oynadıktan sonra bir de karşıma geçip benimle alay edemezdi. Gülüşünü arttırdığı an bedenim öfkeden sarsılmaya başladı. "Ölmüş olanı, öldüremezsin. Asil Arslan." dediğinde duyduğum bu cümle, hayatımı yakmak için yeterliydi. Her şeyi göze aldım. Kurşun sesi, toplantı odasında yankılanırken derin bir nefes verdim. |
0% |