Yeni Üyelik
28.
Bölüm

27.Bölüm

@hypnoticdark

Tek el kurşun sesinin ardından gelen çınlama ve cam kırıkları, toplantı odasını kargaşaya sürükledi. Herkes oturduğu yerden fırlayıp, kimin yaralandığına bakarken ben oturduğum yerden milim bile kıpırdamadım. Başımı çevirip başkanın gözlerine baktım. Bana olan öfkesini kontrol etmeye çalışırken diğer yandan Asil'e uyarıcı bakışlar gönderiyordu.

Asil bana sıkmadan önce başkan silahına sarılıp, uyarı ateşini namlusunun ucundan salıvermişti. Asil hala beni izliyor, her bir tepkimi çözmeye çalışıyordu ama alaycı gülüşüm bir an olsun yüzümden silinmemişti. Bu durum onun daha da köpürmesine neden olurken ben keyifleniyordum. Aramızdaki ölümcül bakışmayı kesen, başkan Gürkan Bey'in bağırması oldu.

"Herkes yerlerine geçsin! Asil, kes şu saçmalığı!" başkan sözünü bitirir bitirmez herkes eski pozisyonuna geçmiş, Asil de saygıyla başını sallayıp karşımdaki sandalyesine oturmuştu. "Bu masada, kimse kimseye silah çekemez! Kuralları baştan mı almam gerekiyor!?"

"Özür dilerim, Gürkan Bey." diyen Asil, dişlerinin arasından tükürürcesine konuşuyordu.

Başkan da yerine yerleştikten sonra, "Şimdi, toplantıyı başlatıyorum." dedi. Hafifçe kıkırdamamla tüm gözler yeniden bana çevrildi.

Asil'i başımla işaret ederek, "Bu yaptığının bir cezası olmayacak mı?" diye sorduğumda başkanın omuzları kasıldı.

"Onu da sıraya koyarız ama önce seninkileri halledelim." derken sakinleşmek için gözle görülür bir çaba sarf ediyordu.

Ellerimi masanın üzerinde birleştirip, bedenimi babama doğru çevirdim. "Konseyiniz ne kadar da adilmiş, gözlerim yaşarabilseydi tam zamanıydı aslında." dedim. Babamın gözleri kısıldı ve ne kadar öfkeli olduğunu yeni fark etmeme şaşırdım. O sırada, Pote arkamdan kulağıma doğru eğildi.

Fısıldayarak, "Bu kadar mükemmel olma." dediğinde artık gülümsemem yüzümden taşıyordu. Resmen konsey üyeleriyle dalga geçiyor, onları küçümsüyorduk.

"Hafsa Soykan." diyen başkana baktım ve başımı salladım. "İsmini yeni öğrendik. Aurelia Mendez olarak bildirilmişti. Hangisiyle hitap etmemizi istersin?" dedi. Bu sorusuyla, onlardan olup olmadığımı test ediyordu.

"İkisi de benim ama burada Hafsa Soykan olarak bulunmaktayım. Aurelia Mendez olarak bulunsaydım, sizin yerinizde oturuyor olurdum." dediğim an herkes ufak çaplı bir şok geçirdi ve homurdanmalar başladı.

"Koltuğumda gözün olduğu sonucuna mı varmalıyım?" diye soran başkan, yüzümün her santimini inceliyor, belgeleri ne niyetle çaldığımı anlamaya çalışıyordu. Neyse ki ifadesizlik konusunda gerçek bir uzmandım.

"Öyle bir amacım olsaydı, siz daha sonucuna varmadan bunu başarırdım." dedim. Başını öfkeyle sallayarak devam etti.

"Savaş Sorgun'u neden öldürdün?" diye sorarken Faruk Sorgun, yerinde hareketlenmeye başladı ama başkanın tek bakışı onu durdurdu.

"İspanya'ya geldi ve karşıma çıktı. Benimle iş birliği yapıp, babasını alt etmek istediğini söyledi ama onu reddettim. Bir kez daha karşıma çıkarsa, onu öldüreceğimi söyleyip yanından ayrıldım. Yeniden karşıma çıktığı için de öldürdüm." derken oldukça rahattım.

Başkan şaşkınca yüzüme bakarken öfkeyle ayağa kalkan, Faruk Sorgun oldu. "Bu ne saçmalık!? Benim oğlum seni tanımaz! Bir de karşına çıkıp senden yardım mı dilenecek!" bana doğru gelmeye çalışırken, Pote önüme geçti.

"İster inanın ister inanmayın Faruk Bey. Ben oğlunuzu öldürmeseydim, günü geldiğinde o sizi öldürecekti." dedim. Bu sırada Faruk Sorgun'un diğer oğlu Barış da babasını zorlukla yerine doğru çekiştiriyor, onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Kanıtın var mı?" diyen başkana döndüm.

"Adamlarımın hepsi şahittir ama bu muhtemelen size inandırıcı gelmeyecek. Bu yüzden de Asil ve Araz Arslan'ı şahit gösteriyorum. Savaş depoda karşıma çıktığında onlar da oradaydı. Tabi gururlarına yedirip itiraf edebilirlerse." derken gülümsüyordum.

Araz boğazını temizleyip, "Doğru söylüyor Gürkan Bey. Depoda bizi alıkoyan da Savaş Sorgun'du. Bizi öldürmek niyetindeydi ama Hafsa'yı görünce afalladı. Hafsa da onu daha önce uyardığını ve karşısına neden çıktığını sorguluyordu, belli ki daha önce de görüşmüşler." dedi. Araz'ın ürkütücü derecede sakin olması, beni rahatsız ediyordu.

Başkan başını sallayıp, "Konu sonuca bağlanmıştır. Savaş Sorgun, iki ailenin de canına kast etmiş ve sonucunda kalemi kırılmıştır." dedi ama gözleri üzerimde öfkeyle sabitlendi. "Ama bir kez daha böyle bir durum yaşanmayacak. Konsey karar vermeden, kimse üyelerden birine dokunamaz." dedi.

"Beni öldürmek üzereyken, size ulaşamadım tabi kusura bakmayın." dedim.

"Torunum ve gelinim nerede!?" diye haykıran Faruk Sorgun'a baktım.

"Muhtemelen oğlunuzun yanına ulaşmışlardır. Tabi köprüde karşılaştılarsa." dedim.

Elini masaya vurup yeniden ayağa kalktı. "Öldürdün mü!?" diye bağırdı.

"Ben sözümden dönmem Faruk Bey. Oğlunuzla ilk karşılaştığımda bir daha bana bulaşırsa karısını ve çocuğunu da arkasından göndereceğimi söylemiştim."

"Seni öldürürüm! Lime lime ederim! Allah'ın belası kadın! Seni parçalara ayıracağım!" diye saydırırken sakince onu izliyordum.

"Bu racona ters. Bunun cezası olacak." diyen başkana çevirdim bakışlarımı.

"Sizin raconunuzu bilmem, ben İspanya kültürüyle büyüdüm ve eğer biri bize ihanet ederse, bedelini ailesi de öder." derken sesim her zamankinden daha sertti.

"Bu konseyde yer alacaksan, raconu da öğreneceksin!" diyen başkan da sakinliğini kaybetti.

"O zaman, ilk cezayı Arslanlara verin." dediğim an yüzü değişti ve buz gibi oldu. Onu belgelerle tehdit ettiğimi zannetmişti. "Kardeşleri, Şahin Arslan beni kaçırdı ve bana şiddet uyguladı." diye devam ettiğimde ise rahatlamaya başladı.

"O olayı da baştan anlat." dedi buz gibi sesiyle.

"Türkiye'ye yeni dönmüştüm ve babamla konuştuğumda, Şahin Arslan'ın benimle evlenmek istediğini ama onu reddettiğini söyledi. Üstünde durmadım, hatta babamla gurur duydum çünkü Şahin Arslan'ın hedefi, benim gücümle konseyde yer edinmekti. Arslanlar babamın işlerini elinden aldılar ama babam konseye ihanet etmemek adına bu evliliği reddetti." deyip geriye yaslandım. "Ama bu Şahin Arslan'ı durdurmadı. Ben dışarıdayken arabamın önünü kesip, bayıltarak kaçırdı. Nikah gününde de Asil Arslan gelip, beni o cehennemden kurtardı." derken sesim, samimiyet doluydu.

Başkan öne doğru eğilip, "Neden kimliğini Asil'den gizledin?" diye sorarken şüpheliydi.

"Buraya gelmeden herkesin fotoğraflarını gördüm ve Şahin ile Asil'in kardeş olduklarını biliyordum. İlk başta beni kurtarmış olsa da ona tam anlamıyla güvenemezdim. Uygun bir zamanda yanlarından kaçmayı düşündüm ama Savaş Sorgun'un planıyla her şey alt üst oldu." dedim.

"Başka bir amacın yoktu yani?" diyen Asil'e baktım ve gülümsedim.

"Ne gibi?" diye sorduğumda yine öfkelenmeye başladı. Bana cevap veremeden başkan araya girdi.

"Herkesi dinledim ve kararımı verdim. Arslan, Soykan ve Sorgun ailelerinin hepsinde hata var. Ancak, Hafsa Soykan konseye yeni geldiğinden ve kuralları bilmediğinden dolayı, olanların üzeri kapatılacak ve kesinlikle bu aileler birbirlerine düşman olmayacaktır. Cezalarınız ise önümüzdeki üç ayda yapılacak olan sevkiyatlardan komisyon almayacaksınız. Sizin kazancınız, diğer üyeler arasında bölünecek." dedi ve geriye yaslandı. "İtirazı olan var mı?" diye sorduğunda benden başka kimse ses çıkarmadı.

"Sadece Türkiye sevkiyatlarımdan mı kesinti olacak?" derken alaycı bir şekilde gülümsüyordum.

"Hayır, üç can aldın Hafsa Soykan. Yapacağın bütün sevkiyatların üç aylık gelirini bize göndereceksin." dedi.

Gülümsemeye devam ederken, "Kabul." dedim. Üç aylık sevkiyat bana zarar vermezdi, hatta kurduğum üretim hatlarından sağladığım kazancın yanından bile geçemezdi. Üç canın karşılığı, parayla ödenecekti. Bana kesilen bu ceza, hayatın anlamsızlığını gözler önüne seren, acı bir tabloydu.

Bu kez başkan da gülümseyerek, "Bir rahatsızlığın varmış." dedi. Gülüşüm hızla solarken, ciddi bir havaya büründüm. "İnsanların tenleriyle temas kuramıyormuşsun." diye devam ederken onun gülümsemesi daha da arttı.

"Doğru. İnsan bedenine alerjim var." dedim.

Başkan yüzündeki alaycı ifadeyle, "Birine dokunamıyor olman, seni zayıf kılmaz mı? Kendini nasıl savunmayı düşünüyorsun?" dedi.

Aynı alaycı ifadeyi yüzüme yerleştirdim. "Kimse beni yıkamaz çünkü ben, karşımdakine dokunmadan bile hayatını mahvedebilecek bir kadınım." derken içimden yükselen kahkahamı bastıramadım.

Bu kez de başkanın yüzündeki gülüş solarken, "Dokunduğun an ne oluyor? Dokunamıyorsan, o depodan adamları alt edip de nasıl çıktın?" dedi.

"Vücudumda adrenalin pompalandığı zaman herhangi bir reaksiyon göstermiyorum ama sakinsem eğer, baygınlık geçirebiliyorum. Neyse ki beni sakin görmek, güneşin batıdan doğduğunu görmek kadar imkansız."

"Şu an sakin görünüyorsun." diye tehditkar bir ifadeyle konuşan Araz'a baktım.

"Dış görünüş, seni aldatmasın. Ben tek kişi değilim Araz Arslan. Karşında sadece beni görüyor olman, gölgelerim olmadığı anlamına gelmez ki gölgelerim benden daha agresiftir." Karşımda zorlukla yutkunduğunda mesajımı aldığını varsaydım.

Başkan ayağa kalkıp, "Acil durum toplantısı bitmiştir. Bir dahaki toplantıya kadar, aranızda sağladığım barışı sürdürmenizi tavsiye ederim." dedi.

Herkes ayağa kalktığında, babamın bakışıyla ben de yerimden kalktım. Başkan herkesle vedalaşıp çıktı. Sırayla herkes tek tek odayı terk ederken, geride sadece Arslanlar ve biz kaldık. Babam, Araz'ın önüne geçti.

"Kızıma dokunursanız, bedelini ödetirim." dediğinde samimiyetsizliği yüzünden midem ağzıma geldi. Cevap bile beklemeden odayı terk ederken ben de onu takip ettim.

Kapıdan çıkan herkes arabalarına dağılıyordu. Biraz ortalığın sakinleşmesini beklemeye karar verdim. Pote ile koridora geçtiğimizde babam da arabasına çoktan yerleşmişti. Tek amacı buradan sağ çıkabilmekti ve benim geride kalıp kalmamam umurunda bile değildi.

"Aurelia Mendez!" Asil'in arkamdan adımı haykırmasıyla bedenimi yavaşça ona doğru çevirdim. Yüzündeki öfkeli ifadeye karşılık olarak çenemi kaldırdım ve dimdik durdum. Buz gibi ifademle ona baktığım an, yumuşamamak için yüreğimle zorlu bir savaşa girdim.

"Ne vardı?" diye sordum. Bana doğru ilerlerken onu edepsizce incelemekten ise çekinmedim. Vücuduna yapışmış beyaz gömleğiyle yürürken altındaki kasları hareketleniyor, düğmelerini zorluyordu. Kollarını dirseğine kadar kıvırmış, öfkesinden olsa gerek tüm damarları belirginleşmişti.

Önümde durup gözlerimin içine baktı. "Konuşalım." dediği an Pote, aramıza geçti.

"Patrona'ya bu kadar yaklaşabileceğinizi size düşündüren nedir?" diye sorduğunda Asil'in yüzü öfkeden kızarmaya, ela gözlerinin beyazı kaybolmaya başladı.

"Senin, karşımda böyle dikilebileceğini sana düşündüren nedir?" diye alayla konuşurken yumruğunu sıkıyordu.

"Patrona için karşısında duramayacağım kimse yok." Pote gittikçe aramıza giriyor, görüş açımı tamamen kaplıyordu. Asil, Pote'nin omzunun üstünden bana baktı.

"Köpeğini çeker misin, yoksa boynunu kırıp ben mi uzaklaştırayım?" dediğinde yüzümdeki alaycı gülüş silindi. Asil'in gözlerinde tereddüt veya tehdit ifadesinin olmaması yüreğime hiç düşmemesi gereken o panik hissiyatını saldı.

Asil'in gözlerinden gözlerimi ayırmadım. "Pote, arabada bekle." dedim.

Koca bedenini bana çevirip, "Patrona ama--" derken cümlesini yarıda kestim. "İkiletme." Başını sallayıp sinirle kapıya yöneldi.

Ela gözlü heykel ile aramızda kimse kalmamıştı. Kollarını önünde bağlayıp Pote'yi işaret ederek, "Zaafın o mu?" diye sordu.

"Benim zaaflarım yoktur." dedim ama evet, zaafım oydu. Abim gibi gördüğüm o adam, benim her şeyimdi.

"Eminim öyledir, Aurelia." Yüzümün her santimini inceliyor, açığımı kovalıyordu.

"Ne istiyorsan çabuk söyle. Ben meşgul bir kadınım." derken artık en sinir bozucu ifademle gülümsüyordum.

"Belgeleri istiyorum."

"Hangi belgeleri Asil?" Ben de kollarımı önümde birleştirdim ve ona doğru bir adım attım.

"Evime kalleşçe girip, çaldığın belgeleri istiyorum."

"Hala neden bahsettiğini bilmiyorum." Çenesinin sağ tarafındaki kas seğirmeye başladığı an keyiflendim. Çok çabuk öfkeleniyordu ve öfkeli halinin ne kadar çekici olduğundan bihaberdi.

Elini pantolonunun cebine attı ve içerisinden altın bir zincirin ucunda martı sembolünün olduğu kolye, gözlerimin önüne serildi. Benim kolyem. Mariana'mın ölmeden önce bana hediye ettiği, bir an olsun çıkarmadığım kolyem. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken, ani bir refleksle elim boynuma gitti. Yoktu! Belki de günlerdir yoktu ve ben fark etmemiştim.

"Nereden buldun onu?" diyerek kolyeye doğru atıldığım sırada iki adım gerileyip benden uzaklaştırdı.

"Açıkçası bu kolyeye değer verip vermediğinden emin değildim. Pek hisleri olan birine benzemiyorsun. Şu haline bakılırsa, epey kıymetli olmalı." dediği an onu parçalamamak için zor duruyordum.

"Geri vermeni tavsiye ederim Asil." Gözlerimden ateş çıkıyor, bedenim kavruluyordu.

"Belgeleri getir, kolyeyi götür Aurelia. İşte sana anlaşma." deyip daha da derin gülümsedi.

"Son kez söylüyorum ve eğer şu an kolyeyi bana geri vermezsen, geri getiremeyeceğin acılar yaşatırım sana." Sesim buz gibiydi ama bedenim yangın yerine dönmüştü. Asil'in gözlerinden kısa süreli bir endişe geçip hemen yok oldu.

"Üç saatin var Aurelia Mendez. Üç saat içinde belgeler elime ulaşmazsa, bu kolyeyi paramparça ederim." Mideme birdenbire saplanan ağrıyı belli etmemeye çalıştım. "Bir de belgelerde ne gördüysen unutacaksın, yoksa unutmak için çabalayacağın bir beynin olmamasını sağlamaktan da çekinmem." dedi. Başımı daha da dikleştirerek aramızdaki mesafeyi kapattım.

"Son sözün bu mu?" diye sorduğumda nefesini hissedecek kadar yakındım. Odunsu kokusu burnuma doluyor, şah damarının atışları gözlerimin önüne seriliyordu. İçimde hayranlıktan çok öfke vardı. Benim olana dokunmuştu. En kıymetli varlığıma el uzatmış, bununla da yetinmeyip beni onunla tehdit etmişti.

"Bu." dedi.

"Dönüşü olmayan yola hoş geldin Asil Arslan. Bundan sonra olacakların önüne ben bile geçemem. Eğer kıymet verdiklerin varsa, vedalaş. Sana bir saat veriyorum." deyip arkamı döndüm. Asil, bu saatten sonra benim için bitmişti. Kararlılıkla kapıya doğru ilerlerken, arkamdan tekrar seslenmesiyle olduğum yere resmen çakıldım.

"Neden insanlar sana dokunduğunda bayılıyorsun, biliyor musun?"

Arkamı döndüm ve yüzüne baktım. Gözlerinin içi alev almıştı. Tek kelime etmeden devam etmesini bekledim.

"Çünkü sen, dokunulmaya bile layık bir kadın değilsin." dediği an nefes almayı bıraktım.

Uzun zaman sonra ilk kez yüreğimin sızısını hissettim. On yıl öncesi geldi aklıma, o karanlık yatakta kocaman elleriyle boğazımı sıkan adamın hırıltıları çınladı kulağımda. Asil haklıydı, ben kirliydim. Bu bendeki hastalık değil, ruhumu koruyamadığım için bana kesilmiş bir cezaydı.

Zorlukla yutkundum. Hislerimi gizleyecek gücü kendimde bulamadım. Aldığım nefes, ciğerlerime ulaşmıyordu. Dağılmıştım ve beni dağıtan kişi, ela gözlü heykelimdi. Beni düşürdüğü bu halden de keyif alarak memnuniyetle eserini seyrediyordu.

Bedenim sanki yeniden parçalanıyor, öldüğüm geceyi baştan yaşıyordu. Boynumda, bacaklarımda öldürdüğüm adamın elleri dolanıyordu. Sesi koridorda yankılanıyor, 'zoru severim' diye haykırıyordu. Vücudumu saran titremeye engel olamazken, bana tecavüz eden adamdan başka bir şey görmüyordum. Sesler, gölgeler bana doğru yaklaşıyordu ama kendimi kurtaramayacak kadar bitkindim.

Yeniden ölmek istedim. O gece olduğu gibi şimdi tekrar ölmek istedim. Bir adım dahi atamazken kendimi öldürmek için beynimin içinde binlerce senaryo dönmeye başladı. Bulunduğum koridor şekil değiştirip o karanlık yatağa dönüştü. Karşımdaki ela gözlü heykel ise bana zorla sahip olan o adamdı sanki. Yüzü ve elleri Asil'e ait değil gibiydi.

Yer, zaman ve olay kavramım tamamen yok oldu. Çığlık atmak istiyor, atamıyordum. Kaçmak istiyor, kaçamıyordum. Her şey bir bir gözümün önünde yeniden canlanmaya başladı.

Bana attığı ilk tokat... Bedenimi tutup yatağa savurması... Kemerinin açılışı... İğrenç nefesi... Hırıltılı sesleri...Tek el silah sesi... Tek el... Bileğimdeki kesik... Kan... Çok fazla kan... Benim kanım...

Bir hışımla gözlerimi açtığım an karşımda Pote'yi gördüm. Nefes nefese kalmıştım ve ter içindeydim. Etrafıma göz gezdirdiğimde ise Asil ve Araz ayakta duruyordu. Ben neredeydim? Yerde miydim yoksa ayakta mı? Hastanede miydim yoksa? Bayıldım mı? Araz ne zaman gelmişti? Hep mi buradaydı? Asil neden öyle bakıyordu?

"Patrona!" Pote'nin haykırışından irkilerek geri çekilmeye çalıştığımda yerde, duvarın dibinde oturduğumu fark ettim. Pote de önüme çökmüş, bana dokunmamak için aramıza mesafe bırakmıştı. Nasıl tepki verdiysem, bana dokunmaktan korkmuş gibiydi. Asil ve Araz ise endişeli gözlerle beni izliyorlardı.

"İyiyim." diyebildim sadece. Sesimin çıktığından bile emin değildim. Yerden destek alıp ayağa kalktım. Bacaklarımda derman kalmamıştı ama ilerlemek zorundaydım. Tek kelime etmeden kapıdan çıktım. Ekibim arabaları getirmiş önlerinde beklerken, panik içerisinde beni izliyordu. Potehızla önüme geçip arabanın arka kapısını açtı ama başımı olumsuz anlamda sallayıp sürücü tarafına geçtim. Arabaya binmeden, çıktığım kapıya doğru baktım. Asil de Araz da tek kelime etmeden bizi izliyorlardı.

Öfkeyle dişlerimi sıkıp, "Bir saatin var." dedim ve hızla arabaya bindim.

Kimseyle tek kelime konuşmak istemiyordum. Kapıları kilitleyip gaza bastım. Gitmek istiyordum. Uçsuz bucaksız yollara düşüp, beni kimsenin bulamayacağı bir yere gitmek. Benim, ben olmayacağım bir yerde olmak.

Öyle bir yer yoktu. Ben karanlıktım. Hayattayken, cehennemi yaşayandım. Her gün, her gece bedeni kor alevlerin içinde yanandım.

Bana o karanlık geceyi yeniden anımsatanları, yakacak olan cehennem ateşinin de ta kendisiydim.

Loading...
0%