Yeni Üyelik
29.
Bölüm

28.Bölüm

@hypnoticdark

Hiç kapanmayan yaralarım vardı benim. Biri dokunur da yeniden oluk oluk kanar diye kendimden bile esirgediğim yaralar. Ben dokunmaya cesaret edemezken, biri geldi ve en hassas noktama tereddüt etmeden bastırdı.

Acılarım vardı benim. Dillendiremediğim hatta sorgulamadığım acılar. Konuşulmazsa, yaşanmamış sayılır diye ümit ettiğim acılar. Nereden bilebilirdim ki, bu hayatta yüreğime işleyen tek adamın o acıları dile getireceğini.

Kayıplarım vardı benim. Ne kadar güç kazanırsam kazanayım geri getiremediğim kayıplar. Güçlenirsem, intikamını alırsam içimde kaynayan yangını serinletir diye umutlandığım kayıplar.

Onlarca kez düştüm. Dizlerim kanarken gülümseyerek yeniden ayağa kalktım. Kalkmaya çalışırken sırtımdan bastıran ellere aldırmadan kalktım.

Vazgeçtiğim bir hayatım vardı benim. Gözümü kırpmadan son vermeye çalıştığım bir hayat. Yaşa dediler bana. Yaşamak zorundasın. Yaşadım. Yüreğim ağlarken, gözümden tek damla yaş düşürmeden yaşadım.

Dokunuşlarım vardı benim. Sevdiklerimin sıcaklığını avcumun içinde hissedebildiğim dokunuşlar. Onu da çaldılar benden. Kardeşlerime dokunabiliyorum, o da yeter bana dedim. Kardeşimin birini de aldılar benden. Ben yine de yaşadım. Hiç hakkım yokken, bu hayatı yaşadım.

Ruhum vardı. Seven, sevilmek isteyen. Umut eden, hayaller kuran, cıvıl cıvıl içime sığmayan bir ruhum vardı. Ona da acımadılar. Kanata kanata yerinden söküp aldılar. Yıkılmayacağım dedim. Beni kimse yıkamayacak. Boş bir kabuk olsam da yaşamaya devam ettim.

Hiç hakkım yokken bir adamdan hoşlandım ben. Dokunamayacağımı, sıcaklığını hissedemeyeceğimi bile bile hoşlandım. Ona bir oyun kuracaksın ve mahvedeceksin dediler, kıyamadım. Ela gözlü heykelim... Beni bir kurşun bile sıkmadan tek cümlesiyle mahveden adam.

Yaralarımı kanattı, düşünmeyi bile kendime yasak ettiğim o geceyi istemeden de olsa bana yeniden yaşattı.

Benim tek zaafım, abi bildiğim Pote iken, diğer zaafım da ela gözlü heykel olmak üzereydi. Ya bundan kurtulacaktım ya da ölecektim. Ben tercihimi yaptım. Sevdiklerin için ölmek, onur verici bir hadise olsa gerek...

 

Son hızla arabamla giderken, nereye gittiğimin bile farkında değildim. Asil'e zayıflığımı gösterdim. Nasıl mahvolduğumu gördü. Bunu toparlamak zorundaydım. Dikiz aynasından baktığımda, ekibimin de beni takip ettiğini gördüm. Telefonumu çıkarıp, Cenk'i aradım. İkinci çalışta cevap verdi.

"Bir sorun mu var Patrona?" Sesi endişeliydi.

"Bana gösterdiğin videoyu ve kimliğin fotoğrafını hemen yolla."

"Kullanacak mısın? Yani daha erken değil mi?" Şok geçiriyordu ama başka çarem yoktu. Birilerinin dize gelme vakti gelmişti.

"Sorgulama Cenk. Bekliyorum, yolla." Telefonu kapatıp, arabayı boğaza doğru sürdüm.

Acıkmıştım ve boğaz havasında kahvaltı etmek istiyordum. En güzel mekanı seçip, arabamı park ettim. Bu sırada telefonuma gelen bildirimle, Cenk'in istediklerimi yolladığını gördüm. Asil'e bir saat süre tanımıştım ve geriye sadece kırk dakikası kaldı. Kolyemin benim için ne kadar kıymetli olduğunu anlayacak kadar zeki bir adamdı ve gelmeyeceğini biliyordum. Gelmesi için bir motivasyona ihtiyacı vardı.

Arabadan indim ve mis gibi deniz havası eşliğinde güzel bir masaya oturdum. Bilerek açık alan tercih ettim çünkü özel misafirlerim gelecekti. Ekibim de ardımdan masadaki yerlerini aldılar.

Pote yanıma oturdu. "İyi misin Patrona?"

"Karnımı doyurursam daha iyi olacağım." Gülümsüyordum ama hala gergindim. Bedenim, özellikle böyle anlarda o zehre ihtiyaç duyuyordu.

Beyza, Cenk ve Furkan da masada yerlerini almışlardı ama durumumu sorgulamıyorlardı. Hesap vermekten nefret ederdim ve bunu geçtiğimiz yıllarda onlarca kez tecrübe etmişlerdi.

"Beyza, keskin nişancılara haber ver. Adım attığım her yerde olsunlar. Birazdan kıymetli misafirlerimiz olacak." dedim.

"Buradalar Patrona, hallettim." Kızıl saçları rüzgardasavruluyor, ciddi yüz ifadesi her zamanki gibi güven veriyordu. Başımı sallamakla yetindim.

Masa donatılırken, telefonumu çıkardım. Araz ve Asil Arslan'ın da bulunduğu bir grup kurdum. Elimdeki video ve kimliğin fotoğrafını gruba yolladım. "Yirmi beş dakika içinde attığım konuma gelmenizi tavsiye ederim. Benden aldığınız emanetimi de getirirseniz, çok iyi olur." yazdım ve konum yolladım. Birkaç dakika içinde mesajlarım görüldü ve gelen çağrıyı reddedip telefonu kapattım.

Önümdeki menemeni çay eşliğinde keyifle ve iştahla yiyordum. İstanbul'un havası mıydı iştahımı bu denli açtıran yoksa yükselen gerginliğim miydi emin değildim ama halimden oldukça memnundum.

Cenk ve Beyza her zamanki gibi neşeli hallerine dönmüş, bir parça peynir için savaş veriyorlardı. Furkan ise denizi seyre dalmış, ifadesiz yüzüyle tavrını koruyordu. Pote ise sürekli dizini titretiyor, gelecek kasırgayı hissetmiş gibi endişeliydi.

"Titretme şu dizini." Elimi sıkıca dizine bastırdım.

"Gerginim ve bu rahat tavrın haklı olduğumu gösteriyor. Neler karıştırıyorsun yine? Oradaki halinin sebebi neydi? Hiçbir şey olmamış gibi oturup kahvaltı ediyorsun."

"Hiçbir şey olmadı zaten." Sıkıntıyla nefes verip elimi çekecekken sımsıkı tuttu.

"Her zaman yanındayım. Ölürken bile Patrona. Biliyorsun değil mi?" Gözleri hafiften kızarmaya başlamıştı.

Diğer elimi de elinin üstüne koydum. "Biliyorum ve bunun için yaşıyorum. Yaşayacağız Pote. Her şeye ve herkese inat yaşayacağız. İntikamımızı almadan ve dedemi kurtarmadan bize ölmek yok."

Hüzünle gülümsedi. Yıllar ve verdiği kayıplar, Pote'ningözlerinde derin anlamlarla gizlenmişti. O derinliği bir ben görürdüm.

Mesajımın ardından yirmi dakika geçmişti ki sekiz tane araba masamızın etrafında durdu. Hepsinin içinden onlarca adam inip çember oluşturdular. En önde ise Asil ve Araz vardı. Elimi Pote'den çekip keyifle arkama yaslandım. En güzel gülümsememi de yüzüme yerleştirip, bana doğru gelmelerini seyrettim.

Ekibimdekiler de hızla ayaklanıp silahlarını çıkaracaklarken elimi kaldırıp hepsini durdurdum.

"Pote hariç herkes eve dönsün." dediğim an bana anlamaz bir şekilde baksalar da ikiletmeden yanımızdan ayrıldılar.

Araz bir hışımla yanımda duran sandalyeyi çekip fırlattı. Pote arkamda ayakta duruyor ama kıpırdamıyordu. Kendimi riske atmayacağımı anladığından rahattı.

Araz masaya ellerini koyup öne doğru eğildi. "Sen ne yaptığını zannediyorsun!?"

"Bana ait olanı almaya çalışıyorum." Başımla sinirden kıpkırmızı olan Asil'i işaret ederek, "Ondan alacağım." dedim.

Asil, tek hamlede masa örtüsünü tutup üzerinde ne varsa yere fırlatırken içim acıdı. Henüz doymamıştım.

Yanıma kadar geldi ama boğazımı sıkmamak için zor duruyordu. "Sen aklını kaçırmışsın! Normal değilsin! Bir kolye için bizi neyle tehdit ettiğinin farkında mısın!?"

"Oturun da konuşalım." Sesim oldukça keyifliydi. Bana hissettirdiklerinden sonra oturup bekleyeceğimi zannedecek kadar aptal olması hoşuma gitmişti.

İkisi de kendilerine zorlukla hakim olup karşıma oturdular. İlk söze giren Araz oldu. "Onu nasıl buldun?"

"Zor olmadı." dedim.

Asil, silahını çıkarıp masaya koydu. "Ona dokunursan, seni sağ bırakmam. Bak, kadına da çocuğa da dokunmak benim tarzım değildir ama sen şansını fazla zorluyorsun." dediği an kahkaha attım.

"Ne dokunaklı. Ağlayabilsem, emin ol ağlardım be Asil."

Dişlerini sıkıp, ellerini yumruk yaptı. "Bir dakika ciddi ol ve konuşup anlaşalım."

Ciddi yüz ifademi takındım. "Bu yolda benden ne zaman bir adım önde olduğunuzu düşünürseniz, unutmayın ki ben çoktan o yolun sonunda sizi bekliyor olacağım. Bu savaşın kazananı, başından belli Asil. Ya kazananın tarafında olun ya da yok olmaya mahkum." Konuşurken gözümü bile kırpmadım. İkisi de karşımda afallarken, sadece onları izliyordum.

"Uyuşturucu işine mi girmemizi istiyorsun? Bunca çaba bunun için mi?" Araz öfkeyle konuşurken, Asil'den gözümü ayırmadan cevap verdim.

"Hayır, bu iş için size ihtiyacım yok."

Asil şaşkınlıkla sözü aldı. "Ne o zaman? Bizden ne istiyorsun?"

"Zamanı gelince öğrenirsiniz. İlk olarak, bana ait olanı ver." Elini iç cebine attı ve hasret duyduğum kolyemi çıkardı. Ayağa kalktım ve elimi ona doğru uzattım ama geri çekildi.

"Ona dokunmayacaksın."

"Dokunmayacağım." Kolyeyi avcumun içine bırakırken, içimde kuşlar kanat çırpmaya başladı. Mariana'mın emanetiydi o. Onunla kavuşmamızdı. Hızla boynuma takıp sımsıkı tutundum. Kardeşime sarılırcasına sardım ellerimle.

Yerime doğru yönelirken, Pote'nin gözlerinden iki damla yaş süzüldü. "Bunun için mi savaştın?" Sesi boğuktu. Acısı, yüreğime saplanıyordu.

"Bazı şeyler için savaşmaya değer." deyip yerime oturdum. Asil, ilgiyle bizi seyrediyordu.

"Öncelikle şunu açığa kavuşturalım Arslanlar. Babamın işleri için falan yapmıyorum bunları. Hatta onunla olan davanız umurumda bile değil. Sizinle farklı bir konuda çalışmak istiyorum." dedim.

Araz gözlerimin içine hala öfkeyle bakıyordu. "İş böyle yapılmaz Aurelia Mendez. Evimize hırsız gibi girdin. Üstüne üstlük beni canım dediğim insanla tehdit ettin. Seninle iş falan yapmam ben."

"Güven problemlerimiz var ama bunları aşacağımıza sizi temin ederim. Canına dokunmak gibi veya elimdeki belgelerle sizi zorlamak gibi bir niyetim yok. Bazı şeyler olmak zorundadır ve olur."

Asil merakla, "Seni bunları yapman için zorluyorlar mı?" dedi. Sesinin endişeli hatta ümitli çıkmasına anlam veremezken cevap verdim.

"Açıklayamayacağım durumlar var. Sadece size şimdilik zarar vermeyeceğimi bilmeniz yeterli. Tek amacım sizinle iş yapmak. Ailecek oturun ve düşünün. Eğer ki beni dinlemek isterseniz, haftaya bugün evime gelin." deyip ayaklandım. Arkama bile bakmadan arabama yönelirken ensemde hissettiğim nefesle irkildim.

"Özür dilerim." Asil dibimdeydi. Kokusu da sıcaklığı da bedenime çarpıyordu.

Arkamı dönüp, gözlerine baktım. "Ne için?"

"Toplantıdan sonra koridorda söylediklerim için. Fazla ileri gittim. Bana yakışmadı." Ela gözlerine çarpan güneş ışığı, en derinlerini altın rengine boyuyordu. Ona hala kızgındım ama karşı koyamayacak kadar tuhaf hissediyordum.

"Sana yakışmadığı için özür diliyorsun yani. Aslında ben bu sözleri hak ediyorum ama bunları söylemek sana yakışmıyor, onun için özür diledin. Öyle mi?"

Daha da yaklaştı. Parfümünün kokusu ciğerlerime dolarken, geriye doğru bir adım dahi atamadım. "Çok daha fazlasını hak ettin ama ben böyle bir adam değilim. Yine de kusura bakma."

Temas etmemeye dikkat ederek, kulağına doğru eğildim. "Abini benimle iş yapması için ikna edemezsen, sen de olacaklar için kusuruma bakma. Kadınlara da çocuklara da acımam ben. Neden biliyor musun?" derin bir nefes verdim boynuna doğru. "Ölümün yaşı da cinsiyeti de yoktur Asil. Ölüm, ölümdür. Yoluma çıkan kim olursa, üstüne basıp geçerim." geri çekildiğimde karşımda dağ gibi duran adam, sendeledi.

"Göründüğün gibi biri değilsin, Aurelia Mendez."

"Daha hiçbir şey görmediniz, Asil Arslan."

*

*

*

Konuşmamızın ardından üç saat geçti. Eve geldikten sonra vücudumdaki gerginliği atmak için ağır bir antrenman yaptım. Bedenimdeki bütün kaslar acıyana kadar durmadım. Ardından uzunca bir banyo yapıp, rahat kıyafetlerimi üzerime geçirdim.

İspanya'daki konsey üyelerine her gün talimat veriyordum. Arslan ailesinin konsey başkanıyla yaptıkları anlaşmayı iletmedim. Sadece belli başlı açıklarını bulduğumu ve yarın silah anlaşmasını yapacağımızı anlattım. İspanya'dan Türkiye'ye gelecek olan silah sevkiyatı benden alacakları onaya kaldı. Yarın Araz ve Asil ile anlaşmayı imzalayıp sevkiyatlara başlamak zorundaydım.

Akşam yemeğimiz her akşam olduğu gibi keyifle geçti. Bu evi sevmiş ve benimsemiştim. Beyza ve Cenk akşamları eğlenmeye çıkıyor, zil zurna geri dönüyorlardı. Furkan, çoğunlukla korumalarla ilgileniyor adeta evin etrafında kuş uçurtmuyordu. Pote ile keyifli sohbetlerimiz vardı ve yavaş yavaş dünyaya döndüğümüzü hissediyorduk.

Ziya Bey cephesinden ise ses seda yoktu. İhtiyar, her hareketini bana bildiriyor onu kontrol altında tutuyordu. Bu sırada dedemden bir fotoğraf getirdi bana. Çok yaşlanmıştı ama hala dimdik ayakta duruyordu. Nerede olduğunu bir türlü bulamıyorduk. Adamlarım her ülkeye yayılmış ve en sağlam dedektiflerle peşindeydi.

Uyuşturucu sevkiyatlarım kusursuz ilerliyordu. Bu hafta içerisinde yeni anlaşmalar yapmıştım ve üretim hatlarım sayesinde kazancımızı neredeyse ikiye katlamıştım. İspanya konseyi bu durumdan oldukça hoşnuttu ve daha da saygı kazanıyordum.

Türkiye konseyindeki üyeler, benimle yeni anlaşmalar yapıyor hatta babamdan çok beni o koltukta görmek istediklerini cesurca dile getiriyorlardı. Elbette Faruk Sorgun hariç. Konseyin başkanı Gürkan Bey hala onu sakinleştirmeye uğraşıyordu. Hepsinin evlerine kendi adamlarımdan yerleştirmiştim. Attıkları adımdan, içtikleri sudan haberdar oluyordum.

Bahçemde havuzun önünde keyifle şarabımı yudumlarken Furkan koşar adım yanıma geldi.

"Patrona, bir sorunumuz var."

Gözlerimi sımsıkı kapattım. "Ne var?"

"Faruk Sorgun'un kız kardeşi. Kocasından fena dayak yemiş. Savaş Sorgun'un karısıyla çocuğunu evden çıkarırken bize yardım etmişti. Sana güvenip buraya gelmiş." Öfke, bütün bedenime yayıldı. Hızla ayağa kalktım.

"Ne demek dayak yemiş?"

"Valla Patrona yüzü gözü dağılmış. Buraya kadar zorlukla gelmiş." Furkan da benim kadar öfkeliydi.

"Kocası denen piçi bul ve buraya getir Furkan! Kadınların dokunulmaz olduğunu herkese öğreteceğim! El kaldıran her itin soyunu kurutana kadar da durmayacağım!" Sesim, gecenin karanlığında yankılanırken rüzgara karışıp göğe ulaşıyordu.

*

*

*

Evin salonuna geçmiştik. Furkan, o iti bulmaya gitmişti. Karşımda yaşça benden oldukça büyük, yüzü yara bere içinde titreyerek duran kadına bakarken yüreğim ağrıyordu.

"Daha iyi misiniz?" dedim.

"Sağolasın kızım. Senin de gece gece başına iş açtım ama nereye gideceğimi bilemedim." Gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülüyordu.

"Siz en doğrusunu yaptınız. Sebebini sormayacağım çünkü size yapılanın bir sebebi olamaz. Bütün yaralarınızı saracağım ve güvende olacaksınız, lütfen bana inanın."

"Gelinimizi de torunumuzu da o cehennemden kurtardın. Bir de ben geldim. Sana olan borcumuzu nasıl öderiz?" sesi gittikçe kısılıyordu.

Savaş Sorgun, karısına her gün işkence eden piçin tekiydi. Onu öldürdükten sonra öğrenmiştim her şeyi. Karısını da çocuğunu da İspanya'ya gönderip yeni bir hayat kurmuştum onlara. Onları öldürdüğümü söylemeseydim, Faruk Sorgun da peşlerini asla bırakmazdı.

Kadınlar da çocuklar da benim hassas noktamdı ama bunu belli edersem onları korumak daha da zorlaşacaktı. Yaşadıklarımdan sonra, onlara dokunan her eli kırmaya yemin etmiştim. Şimdi sıra bu kadınaydı. Ölecek bile olsam onu asla yarı yolda bırakmayacaktım.

"Selma Hanım, biz kadınlar eğer birlik olursak aşamayacağımız hiç bir engel olamaz. Birbirimizi koruyup kollayacağız. Kimse izin vermediğimiz sürece bize dokunamaz. Hele ki vurmak? Bu affedilemez."

"Çekmediğim eziyet kalmadı yavrum. Yıllardır evliyiz ama Allah bize bir evlat nasip etmedi. Bir bildiği varmış ki nasip etmemiş. Ağabeyime söyledim bana yaptıklarını, kurtar beni dedim ama kadınsın otur oturduğun yerde bizi el aleme rezil etme, demekten başka bir şey yapmadı. O adama kadınlık yapamadığım ve evlat veremediğim için yediğim dayağı bana reva gördüler."

"Sizin bir suçunuz yok Selma Hanım. Suç, bu zihniyetle yaşayanlarda. Bu zamana kadar yaşadıklarınızın hesabını ben soracağım. Yarın ilk uçakla İspanya'ya gideceksiniz ve yeni kimliğinizle oraya huzurlu bir hayata başlayacaksınız. Sözüm, söz."

Gözlerindeki yaşları sildi ve hüzünle tebessüm etti. "Allah senden razı olsun. Ömrüm boyunca sana dua edeceğim. Ne zaman bir ihtiyacın olursa, seni bekleyeceğim kızım." Gözlerimin içi yanıyordu. Alev, sanki bütün bedenime yayılmıştı.

Kadınlar dokunulmazdı. İçimdeki ateşle, dokunan herkesi kavurmaya devam edecektim.

Loading...
0%