@hypnoticdark
|
Bölümde +18 şiddet ve vahşet içerikli sahneler bulunmaktadır. Rahatsız olacak kişilerin okumaması tavsiye edilir.
Bir kadın, her koşulda susmak zorunda mıdır? Ruhu ve bedeni paramparça edilirken köşesine sinip oturmak zorunda mıdır? Peki ya şiddete tanık olan kişiler, bu durumu görmezden gelip hayatlarına devam edebilecek kadar rahat olabilirler mi? Ben gözümün önünde olanlara susup oturamazdım. Bunun çözümü belki de kan dökmek değildi ancak bana bu yoldan başka bir yol öğretmemişlerdi ki. On sekiz yaşıma girdiğim gün, kendi canım kendi kanım olan adam beni paramparça etmişti. Babam... Kendi elleriyle ruhumu lime lime etmiş, sonra da ölmeme bile izin vermemişti. Bana yapılanlara tanıklık eden akrabalarım ise güle oynaya bu durumu kutlamamışlar mıydı? Odamda kendi kendime ölürken, ailem dediğim insanlar çığlıklarımı kahkahalarıyla bastırmışlardı. O günden sonra ruhumu karartmazsam bir daha ayağa kalkamayacağıma emin olmuştum. Bir umuda tutunduğum an ise o umudu söke söke içimden almışlardı. Mariana... Ah Marianam... Tertemiz kalbi ve neşeli ruhu, benim yolumda kurban edilen kardeşim. Kadınlar öldürülürdü. Bazen bedenleri öldürülür, değersiz bir et parçası gibi bir köşeye atılırdı. Bazen ise ruhları öldürülür, bedenini yaşamaya mahkum ederlerdi. Bunca sessizlik ve karanlık içinde, diğer kadınların çığlıklarına kulak vermeye yemin ettim. Onlara dokunan elleri kırmaya, bedenlerine değen iğrenç nefesleri kesmeye ömrümü adadım. Belki bir gün benim de bedenim bu yolda toprağa karışacaktı ancak yüreğimdeki ferahlıkla göçüp gidecektim. Şimdi, intikam alma sırasıydı. Karşımdaki yaşlı kadına şiddet gösteren adamı, bin parçaya bölme zamanıydı.
+18 Vahşet içerikli bölüm başlamıştır. Okumak istemeyenler sonraki uyarıya kadar, paragrafları geçmelidir. Konsey üyelerinden olan Faruk Sorgun'un kız kardeşi Selma hanımı güvenli bir eve yerleştirdim. Yarın sabah da İspanya'da yepyeni bir hayata başlaması için bütün ayarlamaları yaptım. Evimin dışında kalan depomdaydım. Gece çökmüştü ve Furkan, Selma hanımı o hale getiren kocasını çoktan buraya getirmişti. Deponun ortasındaki sandalyede eli kolu bağlı bir halde duruyordu. Elli yaşını çoktan geçmiş olan adam, korkuyla yüzümü inceliyordu. Depoda sadece ikimiz vardık. Yaşına bile hürmet edemeyeceğim kadar aşağılık bir adam duruyordu karşımda. Bana tecavüz edip hayatımı karartan, beni katil eden adam da bu herif gibi yaşlı değil miydi? Benim kurallarımda yaşa saygı değil insan olana saygı vardı. İçimdeki öfke, bedenimi yavaş yavaş ele geçirirken deri eldivenlerimi giyip, karşısındaki sandalyeye oturdum. "Selma Hanımı bu hale getirirken utanmadın mı?" Kendime bir sigara yakıp, ciğerlerime dolmasına izin verdim. "Sen kimsin!? Benden ne istiyorsun?" Pislik, yerinde kıvranıyor ellerini çözmek için debeleniyordu. "Aurelia Mendez." Arkama doğru rahatça yasladım. Yaşlı adamın gözleri şaşkınca açılırken göz bebekleri titremeye başladı. "Bırak beni. Ne istersen yaparım, ne olur bırak beni." Gülümsedim. "Selma hanım bırak dediğinde, sen onu bırakmış mıydın?" "Karı koca arasında olanlar seni ne ilgilendirir!? Benden hesap soramazsın!" Kükreyişi deponun içinde yankılandı. İnsan, öleceğini hissettiğinde bedenine dinçlik yayılırmış. Gerçekten de doğruymuş. "Soracağım. Hesap soramayan kadınlar adına, elimden geldiğince tek tek hesap soracağım." Sigaramı yere atıp, ayakkabımın topuğuyla ezdim. "Hatta biliyor musun? Hesap sormakla da kalmayacağım." Ayağa kalkıp, sol tarafımdaki masaya doğru ilerledim. Masanın üzerinde çeşit çeşit bıçaklarım ve iplerim vardı. Öyle ipler temin ettim ki, eline aldığında bile kesikler açıyordu. İnce uzun, sivri uçlu bıçağı aldım. "Ne yapacaksın bana!?" Pisliğe doğru ilerledim. Bıçağımın ucunu bacağına ani bir manevrayla ittirdim. Haykırışları, gecenin karanlığında yankılanırken bıçağı daha da derine soktum. Kemiğini hissediyordum. İçim soğumuyordu, yeni başlamıştık. "Yalvarıyorum! Bir daha yapmayacağım, yalvarıyorum!" Bıçağı hızla çıkarıp diğer bacağına geçtim. Ağır ağır en hassas noktalarında delikler açarken, fışkıran kanlar kollarıma yüzüme sıçrıyordu. Adamın sesi, haykırıştan daha çok feryada dönüşmüştü. Kulağına eğildim. "Kadınlara dokunamazsınız. Dokunduğunuzda, sonuçları olmayacağını mı düşündünüz? Bu dünyada da diğer dünyada da lime lime edileceksiniz. Beni, bu dünyadaki aracı olarak düşün lütfen. Sana fragman sunuyormuşum gibi." Ellerindeki ipleri kestiğim an, adam boşluğa düştü. Ensesinden sürükleyerek, masanın önüne getirdim. "Hangi elini kullanıyordun sen? Hani yıllarca karına işkence ederken, hangi elinle yapmıştın onları?" Ellerini öne doğru uzattım. Çırpınacak takati bile kalmamıştı, sadece yalvaran gözlerle yüzüme bakıyordu. Umurumda mıydı? Asla. "Ne olur, kızım ne olur..." Kızım, ne de basit bir kelime değil mi? Beni, kızı gibi gören adamlar bu hale getirmemiş miydi? Şimdi bu adamı öldüreceğim diye suçlu gerçekten ben miydim? Sağ elinin bileğinden sımsıkı tutup sabitledim. Daha uzun ve keskin bir bıçak aldım. Eli, bedenini terk ederken gözlerinden yaşlar döküldü. Her yer kırmızıya boyanırken bile en ufak bir acıma hissi yoktu yüreğimde. Diğer eline de aynısını yaptığımda bilincini kaybetti. Boynundaki damarını kontrol ettiğimde, hala yaşıyor olduğunu bilmek ise keyiflenmeme yetti. Daha değildi, daha ölmeyecekti çünkü izin vermemiştim. Yüzüne buz gibi su çarptığımda hafifçe kendine geldi. Kendime bir sigara daha yaktım. Arada bayılıyor, tekrar tekrar uyandırıp işkencelerime devam ediyordum. Belki de artık ölmüştü, bununla ilgilenmiyordum. Bu iğrenç beden, paramparça olmadan durmayacaktım. Aradan iki saat geçmişti. Önümde cansız ve paramparça bir beden, ayaklarımın altında birikmiş oluk oluk kanların içinde oturuyordum. Kan kokusu artık rahatsız edici bir boyuta ulaştığında en kesici ipimi elime aldım. Eldivenlerimi bile kesmeye başlamıştı. İpi, cansız bedenin boynuna dolayıp, tek hamleyle vücudundan ayırdığımda işim bitmişti. +18 Vahşet içerikli bölüm sonu. Yüzüm ve ellerim kan içindeydi. Depodan çıkar çıkmaz, eldivenlerimi sökercesine çıkartıp Furkan'a uzattım. O da bana temiz bir havlu verdiğinde hemen yüzümü silmeye başladım. "İçerideki pisliği hallet. Beş parçasını da Arslan ailesi hariç, diğer konsey üyelerinin evlerine yolla. İçerisine de Aurelia Mendez imzalı mendilimle birlikte bir not eklemeni istiyorum." dedim. "Ne yazalım Patrona?" Furkan soğukkanlıydı ve bu işlerde en çok ihtiyacım olan adamdı. "-Söz konusu kadınlarsa, Aurelia Mendez kuralsızdır.- Yazacaksın." Gülümseyerek başını sallayıp depoya girdi. Uzaktan hüzünle beni seyreden Pote'ye kaydı gözlerim. Eski halimi özlüyordu, artık yaşamayan halimi. Benim bile unuttuğum Aurelia'yı o hiç unutamamıştı. Utançla bakışlarımı kaçırıp bir sigara daha yaktım. Pote söz konusu olduğunda, duygularım benden bağımsız yükseliyordu. Birkaç dakikanın ardından yanıma geldiğinde elindeki şarap şişesini bana uzattı. Hemen alıp kafama diktiğimde neye ihtiyacım olduğunu bilmesi bile beni utandırıyordu. "Neden geldin? Buna şahit olmanı istemiyordum." "Her haline şahitlik etmeye hazırım ben Patrona. Beni kendinden uzaklaştırma." Bana baktığını hissetsem de ona dönemiyordum. "Hazmedemiyorum Pote. Hiç geçmiyor, geçmeyecek. Bana da kız kardeşime yapılanları da unutamıyorum." Artık sesim titriyor, göz pınarlarım kavruluyordu. "Böyle yaptıkça rahatlıyor musun sanki? Kaç kişiye işkence ettin, öldürdün. Bir kez olsun huzur bulduğunu görmedim. Daha da karanlığa çekiliyorsun. Her cesedinle birlikte senden de bir parça gömülüyor." Artık o da yüzüme bakmıyordu. "Ben kendimi de kardeşimi de koruyamadım ama diğer kadınlara yapılanların hesabını sorabilecek güce sahibim artık." Şişeyi yarılayıp tekrar Pote'ye uzattım. "Faruk Sorgun'u artık kimse durduramaz. Oğlunu öldürdün, kız kardeşini kaçırdın ve eniştesinin canını işkence ederek aldın. Bir de parçalarını onlara yolluyorsun Patrona. Konsey, ölüm emrini bile verebilir." "Veremez çünkü Başkan, avcumuzun içinde. Baktık olmuyor, Faruk Sorgun'u da temizleriz." "Konsey de Faruk Sorgun da geliniyle torununu öldürdüğünü zannediyor Patrona. Şimdi öldürmediğin ortaya çıkacak ardından her şey karışacak." Pote, yine endişeliydi. Benim artık kim olduğumu kabullenmesi gerekiyordu. "Saklamamız hataydı. Benim adımı duyduklarında bile korkudan karşımda titrediler Pote. Faruk Sorgun'un da öldürdüğümüz oğlunun da psikopat olduğunu ve kadına şiddete açık olduğunu ortaya çıkaracağız. O herifin ipi bu kez kopacak." Konuşmamızı bölen, Cenk'in koşar adımları oldu. Nefes nefese yanımıza geldiğinde deponun açık kapısından içeriye doğru bakıp yüzünü buruşturdu. "Patrona." derken midesini tutuyordu. "Sorun mu var?" diye sorduğumda zorlukla cümle kurabildi. "Asil ve Araz Arslan geldiler. Eve giriş yapıyorlar." Gelmeleri beklediğimden uzun sürmüştü ama onlara verdiğim süre içindeydik hala. Gerçi gecenin bir yarısı sabaha karşı gelmelerini de beklemiyordum. "Tamamdır, gelsinler." deyip eve doğru yürümeye başladım. Yüzümde ve kollarımın açık kalan kısımlarında kan lekeleri vardı. Kıyafetlerimden bahsetmiyorum bile. Üzerimi değiştirmek için hızlansam da onlar benden çabuk davranmıştı. Kapının önünde birbirimize bakar vaziyette kalakalmıştık. Gözlerim sadece Asil'in üzerindeydi. Şaşkınlık ve endişeyle her zerremi inceliyordu. Öne doğru iki adım atıp önümde durdu. "İyi misin? Ne oldu böyle?" dediği an ise şaşırma sırası bendeydi. O kadar içten sormuştu ki, bedenimin huzurla dolması normal miydi? "Birkaç pürüz vardı, hallettim." Gözlerimiz karanlıkta birbirlerine kenetlenmiş, elalarının en derinlerinde benim yansımam belirmişti. Şu durumda bundan bile hoşnut olmam, akıl işi değildi. Zorlukla kendimi toparlayıp, arkadan bizi seyreden Araz'a baktım. Dünyanın en iğrenç varlığını görüyormuş gibi bir hali vardı. "Hayırdır bu saatte? Beni mi özlediniz?" derken alayla konuşuyordum. Araz da yanımıza geldiğinde hafifçe Asil'i geriye çekti. "Anlaşmaya geldik." derken sesi buz gibiydi. "İçeriye geçelim." deyip evin kapısından girdim. Herkes ardımdan tek tek salona doluşurken üzerimi değiştirmem gerektiğini fark ettim. " Ben üzerimi değiştireyim. Siz keyfinize bakın." "Patrona, toplantı odasına mı geçelim?" Pote, tüm korumacılığıyla önümde duruyordu. "Evet. Asil ve Araz'a eşlik et. Diğerleri burada kalsın." Başıyla onayladığında odama çıktım. Aynaya baktığım an iğrenç bir yansımayla karşılaştım. Kurumuş kanlar saçlarıma yapışmış, gümüş rengine berbat bir hava katmıştı. Hızla duşa girdim. Temizlendikten sonra siyah yerlere kadar inen bir elbise ve rahat ayakkabılar giyip boy aynasının önüne geçtim. Temizlenmiş miydim gerçekten? Kimsenin ellerimdeki kanları görmüyor olması, benim görmediğim anlamına mı geliyordu? Ardımda bıraktığım her cesetten sonra elimdeki kanlar daha da büyüyordu. Eldivenlerimi ellerime geçirdim ama hala kan kokusu ciğerlerimdeydi. Gizlenmiş olsalar da orada olduklarını bir ben biliyordum. Düşüncelerimden sıyrılıp saçımı da sıkı bir topuz yaptıktan sonra hafif bir makyaj yapmayı da ihmal etmedim. Güzel görünmek mi istiyordum? Kim içindi bir katilin yaptığı bunca hazırlık? Utanmadan bir de parfüm sıkıp toplantı odasının yolunu tuttum. Odaya girdiğim an Pote ayağa kalkıp sandalyemi çekti, yerime yerleştikten sonra o da yanıma oturdu. "Hoş geldiniz." dedim. Araz gergince bacağını titretiyor, Asil ise hala beni inceliyordu. Biraz daha bakarsa, ruhumun yerinde olmadığını bile görebilecek kadar dikkatliydi. Bugün daha bir yakışıklı gelmişti gözüme. Kısacık kesilmiş saçları, simsiyah kıyafetleri ve parlayan bir çift göz. Kokusunu ise artık ezber etmiştim. Ciğerlerimdeki kan kokusunu bastırmaya yetecek kadar güzel kokuyordu. "Hemen konuya girelim." diyerek göz zevkimin içine eden Araz oldu. Onu parçalama iç güdümü bastırarak ciddileştim. "Sizinle iş yapmak istediğimi söylemiştim. Öncelikle gizlilik sözleşmesi imzalayacağız." deyip Pote'ye işaret verdim. Önünde duran kağıtlardan iki tanesini Asil ve Araz'ın önüne bıraktı. "Neyin gizliliği bu?" Asil'in sesi bile içimi titretmeye yetti. En son bu adama öfkeli değil miydim ben? Bu kadar mı çaresizdim karşısında? Bu kadar mı çabuk affedebilir hale getirmişti beni? "Benimle iş yapmayı kabul etmediğiniz takdirde, duyduğunuz şeyleri başkasına anlatırsanız başınıza geleceklerin sözleşmesi." dedim. İkisi de kağıtlarıokuduktan sonra zorluk çıkarmadan imzalayıp Pote'yeuzattılar. "Şimdi, bizimle ne iş yapmak istediğini söyle ama baştan uyarayım, uyuşturucu varsa biz yokuz. Hatta uyuşturucu işi yapan kimseyle iş yapmayız ama bizi buna mecbur bıraktın." Nefretle konuşan Araz'a odaklandım. "O işi yaparken size ihtiyaç duyacak kadar güçsüz değilim. Sizinle silah ticaretine girmek istiyorum. İspanya, silah üretimi ve sevkiyatı alanına giriş yaptı. Başlangıç olarak da her ülkenin en güçlü silah kaçakçılarıyla çalışma kararı çıktı. O yüzden buradasınız." Ben konuştukça ikisi de merakla dinliyordu. "Neden babanla yapmadın? O da bu konuda oldukça güçlüdür." Ah Asil, zekisin ama benim kadar değil. "En güçlü dedim Asil. Babamı yerinden etmeseydiniz onunla yapardım ama şu an onun konumunda siz oturuyorsunuz. Yaptığınız anlaşmalara henüz erişebilen kimse yok. Başta sizinle konuşup teklif getirmek istesem de uyuşturucu ticareti yapan insanlarla herhangi bir konuda iş yapmadığınızı öğrendiğim için elimde koz bulundurmak zorunda kaldım." Mideme giren sancıyla kasılsam da belli etmemeye çalışarak bir yudum su içip geriye yaslandım. "Kabul ediyoruz Aurelia Mendez. Bu iş bizim için de oldukça karlı ancak silah sevkiyatı adı altında herhangi bir yasaklı madde ticaretine bulaştırma. Bunu fark edersek, anlaşma kan davasına dönüşür." Araz biraz daha sakinleşmişti ve mantıklı konuşuyordu. "Anlaştık diyelim o halde. Konsey başkanına siz haber verirsiniz diye düşünüyorum, malum oldukça yakınsınız." Gülümsemem onları sıkıntıya sokarken başlarıyla onayladılar. Araz, derin bir iç çekip öne doğru eğildi. Gözlerindeki umutsuzluğu nerede görsem tanırdım. "Kızımı nasıl buldun?" Kızını Cenk bulmuştu. Bana gösterdiği videoyla şok geçirip iyice araştırmıştım. Araz'ın eşi, intihar ettiğinde hamile değildi. Yeni doğum yapmıştı ancak kimseye söylememişlerdi. Kızlarını, bu iğrenç dünyadan uzak büyütmek isteseler de kardeşleri Şahin, buna engel olmuş sonunda da karısının ölümüne neden olmuştu. Şimdi Araz, kızını bir sır gibi saklıyor koruduğunu sanıyordu. "Benim bulamayacağım kimse yok Araz Arslan." Dedemi bulamamıştım. Onu bulamadığım için değil miydi bunca çile? Babamı öldüremeyişim... "Anlaşmaya tek bir şart ekliyorum, Aurelia Mendez. Kızımı korumanı istiyorum." İlgiyle ona baktım. Kadınlara da çocuklara da acımayan bir imaj çizmiştim ama bu adam, canı pahasına koruduğu ve bizzat benim tarafımdan o çocukla tehdit edilmesine rağmen, bana mı emanet ediyordu? "Benden daha manyakları da varmış Pote. Görüyor musun?" derken kahkaha atmıştım. Mideme giren krampla gülüşüm hızla solarken, göstermemek için yoğun bir çabaya girdim. "Ben ciddiyim. Sen onu bulabildiysen, başkalarının da bulma ihtimali var demektir. Gücünü asla inkar edemem. Onu korursan, bütün silah sevkiyatlarıyla bizzat ilgileneceğim hatta tek bir kayıp olmasına bile izin vermeyeceğim." Araz'ın gözleri dolmuştu. Önünde yumruk yaptığı ellerinin titremesini güçlükle saklıyordu. Pote'ye baktım, memnun görünüyordu. "Pote, dışarıda bekle." dediğim an memnuniyeti yok olsa da artık ikiletmemesi gerektiğini biliyordu. Başını sallayıp odadan çıktı. Araz ve Asil'in gözlerine tek tek baktım. "Bu kişisel bir istek, benim de bir isteğim var. Kabul ederseniz, canım pahasına kızını koruyacağım." Araz, hevesle başını salladı. "Pote. Onu korumanızı istiyorum. Anlayacağın cana karşılık can." "Pote senin koruman değil mi? Neden böyle bir şey istiyorsun?" Asil'in öfkeli gözleriyle buluştum. "Korumam, canım, her şeyim. Tek zayıf noktam o adam ki sen bunu zaten anlamıştın. Ben hayattayken onu koruyabilirim ancak bir gün öldüğümde koruma görevi size geçecek." Yutkunduğum an Asil'in gözlerinden binlerce duygu geçti. "Ne demek öldüğün zaman?" diyen Araz'a döndüm. "Bir gün ölürsem, Pote'yi kimse tutamaz. İspanya'da onu tutabilecek biri var ama Türkiye'de yok. O gün geldiğinde her yeri yakıp yıkacak, bunu biliyorum. Yaşamaktan bile vazgeçecek. Bu konuda sözünüze güvenmekten başka çarem yok. Pote'yi size emanet ediyorum." "Biz ne yapabiliriz ki?" Asil, tek kelime etmeden beni izliyordu ama Araz hevesle kızını koruma altına alma derdindeydi. Bu yüzden de kabul etmekten başka çaresi yoktu. Çekmecemdeki zarfı alıp Araz'a uzattım. "Öldüğüm gün, bunu ona ver. Yaşamasını istediğimi söyle. Bunun karşılığında, ölsem dahi kızını koruma altına alacağıma yemin ederim. Kızına yepyeni bir kimlik ve hayat sunacağım ama Türkiye'de olmaz. İspanya'ya götürmek zorundayım." Midemdeki ağrı göğsüme doğru yükseliyordu. "Kabul diyorum ayrıca Pote'yi koruyacağıma şerefim üzerine yemin ederim Aurelia Mendez." Araz elini uzattı. Aydınlanmışçasına geri çekilecekken elini tutup sıktım. "Eldivenlerim varken sorun yok Araz." deyip gülümsedim. Elimi bu kez Asil'e uzattığımda transtan çıkmış gibi kendine geldi ve elimi sıktı. Öyle bir sıkıştı ki bu, şimdi ölsem of demezdim ama mideme giren keskin acıyla geri çekilmek zorunda kaldım. Elimi mideme bastırıp iki büklüm kalırken nefes alamıyordum. "Ne oluyor!?" diye haykıran Asil'in sesinin ardından kapı açıldı. Gözlerim kararıyor, midemdeki ağrıdan başka bir şeye odaklanamıyordum. Buz gibi iki elin yüzümü tuttuğunu hissetsem de gözlerimi açamayacak kadar yoğun bir acı çekiyordum. Karanlık yeniden beni kendine çekerken, havalandığımı hissettim.
Lütfen oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin. 🙏🏻 Emeğe saygı duyalım... |
0% |