Yeni Üyelik
31.
Bölüm

30.Bölüm

@hypnoticdark

Asil Arslan'dan;

Karşımda dağ gibi duran kadının yıkılışını izlemekten başka bir şey yapamadım. Sarılmak, dokunmak, onu taşımak istedim ama yaklaşamadım. İçimde ay tenli kadınla binlerce savaşa girdim ama hepsinde mağlup oldum. Griye çalan masmavi gözlerini gördüğüm an bu kadın uğruna her şeyimi feda edebileceğimi çoktan anlamıştım.

Evine girdiğimde bedeni kanlar içindeydi, başkasına bir şey yapmış olmalıydı çünkü gözleri gururla parlarken, yüreğimi delip geçiyordu. Yine de ona mı bir şey oldu diye paniklemeden edemedim.

Onun için bütün tabuları yıkmaya, verdiğim bütün sözlerden dönmeye hazırdım. Yüreğimdeki savaşı öyle bir kaybetmiştim ki sadece bana ait olsun, ona bir ömür dokunmasam da olurdu. Ama ettiği tek kelimeyle beni harabeye çevirdiğinden de habersiz bir kadındı bu. Öldüğümde demişti... Öldüğümde...

Ben onu yüreğimle bir ömür yaşatmak isterken, ölmekten bahsetmişti. Yıllarca aradığım, gönlümde çiçek bahçeleri açtıran kadın, öldüğümde demişti. Bunu demekle de kalmayıp, bana başka bir adamı emanet etmişti.

Şimdi, ona dokunduğumuz için mi bayılmıştı yoksa ölümcül bir rahatsızlığı mı vardı emin olamıyordum. Eldivenlerim varken sorun olmaz dediğine göre, bu işin içinde başka bir şey olmalıydı. Her halinde kabulümdü ama yüreğinde Pote varsa? Ya başka bir adamı dokunmadan böyle sevdiyse?

Pote, onu hemen odasına taşıyıp doktoru çağırmıştı. Abimi eve göndersem de ben ay tenli kadınımı görmeden bir yere ayrılmayacaktım. Yanıma doğru gelen kızıl kadına çevirdim gözlerimi, araştırmalarımıza göre ismi Beyza'ydı ve Hafsa'nın yakın korumalarından biriydi. Salonda ise evimize giren Cenk iti ve asker gibi bekleyen Furkan duruyordu, hepsi oldukça endişeliydi.

"Asil Bey, size evinize kadar eşlik edelim." Kibarca kovuluyordum.

Bakışlarımı kapıya doğru sabitledim. "Hafsa'yı görmeden gitmeyeceğim."

"Patrona iyi olacaktır, lütfen zorluk çıkarmayın." Yüzüne bile bakmaya tenezzül etmedim. Sadece bir çift mavi göze ihtiyacım vardı.

"Hayır." dedim. Beyza, netliğimi anlamış olacak ki omuz silkip merdivenlerden aşağı inmeye başladı.

Çok geç kalmıştım. Ay tenli kadına çok geç kaldım... Onu ilk gördüğümde de gözlerinde hüzün vardı ama ölüm yoktu. Ona neler yaşattıklarını merak ediyordum ve bu merak beni tüketmeye başlamıştı. Çok geçmeden odanın kapısı açıldı, önde Pote arkasından da doktor çıktı. Hızla yanlarına geçtim.

"Neyi var?" Sesimin titremesine engel olamazken, Pote'nin hiddetli bakışlarıyla karşılaştım. Kimdi bu herif? Hafsa'nın nesiydi de bu denli kıymetliydi? Benim de bakışlarım kararırken dişlerimi sıkmaktan çenem ağrıyordu.

"Ben sizi geçireyim Doktor Bey." Pote, sözümü umursamadan doktoru merdivene kadar uğurladı. Hafsa'nın kapısına yöneldiğimde omzumu sıkan ellerle sabrım taşmıştı. Geriye dönüp Pote'nin yüzüne sıkı bir yumruk geçirdim. Ona zaten öfke doluydum, bir de ay tenli kadını görmemi engelliyordu puşt.

Kendine gelirken, "Odaya giremezsiniz, Asil Bey." dedi.

"Neyi var dedim sana!" Sesim, haykırıştan farksızdı.

"Uzun zamandır yoğun stres altında çalışıyor, stresten dolayı baygınlık geçirdi. Dinlenince geçecek. Şimdi, evinize gidin."

Ona doğru adımlayıp, "Seni de sülaleni de sikerim Pote. Hafsa'yı görmeden gitmiyorum."

Kocaman gülümsedi ama gülüşünde alay yoktu. "Neden? Patronaya düşmanca bakıyordunuz."

"Seni ilgilendirmez." deyip tekrar kapıya yöneldim. Bu kez beni durdurmadı.

Geniş oda, oldukça sade döşenmişti. Hafsa, kraliçe gibi bir kadındı. Yürüdüğünde bile önünde eğilmemek için zor dururdu insanlar ama odası bu duruşunun aksine oldukça sade ve karanlıktı.

Yatağa doğru yaklaştığımda güzel gözleri kapalı, uyuyordu. Yatağının ucuna ona dokunmamaya özen göstererek oturdum. Kolunda serum takılıydı, evimde bayıldığı gün geldi aklıma. Yüzüne dokunmuştum, bayılacağını bilmeden ona zarar vermiştim.

Güzel yüzünün her noktasını izledim, burada bir ömrümü ona bakarak da geçirebilirdim. Mis gibi çiçek kokuyordu, onu ilk gördüğümde rüzgarın bana getirdiği kokunun aynısıydı. Gümüş saçları, siyah çarşafına dağılmıştı. Bu kadın, ömrümde gördüğüm en güzel varlıktı.

"Yeterince seyrettiysen, evine gitsene." Kulaklarıma dolan melodik sesiyle yüzümde geniş bir gülüş yer etti. Gözlerini açtığı an ise dalgalarına hapsoldum.

"Nasıl hissediyorsun? Bir şeye ihtiyacın var mı?" Huzurla mest olmuştum.

Hafifçe doğruldu, oturur pozisyonda başını yatağının başlığına yasladı. "İyiyim." derken bile sesinden yorgunluk akıyordu.

Yatağın en ucuna kayıp, "Uyu hadi. Dinlenmen gerekiyormuş." dedim.

Gülümsedi. Bu gülüş, bambaşkaydı. İçtendi. "Ne kadar uyursam geçer, Asil? Yorgunluğum bir ömür uyusam da geçmeyecek gibi." Yutkunduğu an boğazıma bir yumru oturdu.

O an içimdekileri tutamayacağıma emin oldum. "Ben yanındayım Hafsa, hem artık ortak olduk. Yükünü taşırım, sen yeter ki dinlen."

Gülüşü soldu, gözlerini kapattı. "Benim kim olduğum hakkında en ufak bir fikrin yok. Yıllar önce, arabana çarpan genç kız değilim artık."

Hatırlıyordu, ay tenli kadın beni hatırlıyordu. "Hatırlıyorsun." deyiverdim hevesle.

"Ben hiçbir şeyi unutmam Asil Arslan." Yine buz gibi haline bürünmüştü.

"Mesajıma cevap vermediğini de hatırlıyorsun o zaman. Kazanın ertesi günü yazmıştım." Umut ediyordum, bana bir şey hissetmesi için dua ediyordum.

"Veremedim." deyip bakışlarını kaçırdı. Bunu ilk kez yapıyordu.

"Neden?" Kaşlarım çatılmıştı.

"O zamanlar hayatım üzerinde bir kontrolüm yoktu." Neler yaşamıştı bu kadın? Ne demekti bu?

Sormaya cesaret edemezken, evin içinde büyük bir gürültü koptu. Hafsa, öyle bir manevrayla ayaklanıp silahını aldı ki şaşkınlığımı gizleyemedim. Hemen ayaklanıp önüne geçtiğimde, huysuzca bana baktı. Bir kadının huysuzluğu bile mi güzel olurdu?

Hafsa Soykan/Aurelia Mendez'den;

Bu mükemmel anı kim bozduysa ağzına tükürecektim. Huzurlu olma sürem bu kadar mıydı? Asil bir kalkan misali önüme geçmiş, merdivenleri inerken onu takip ediyordum. Salonda bas bas bağıran ihtiyarı görmemle silahımı indirdim.

"Ne var gece gece? Sabah mı demeliyim? Bu ne hadsizlik?" dediğim an herkesin bakışları bana çevrildi, Asil hariç. İhtiyarı gözleriyle öldürürken, önümden bir adım bile ayrılmıyordu.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun!? Faruk Sorgun'un eniştesini parçalara ayırıp konsey üyelerine göndermek ne demek!?Eceline mi susadın!?" İhtiyar konuştukça sıkıntıyla nefes veriyordum ama umurumda olan tek şey Asildi. Bir an bile şaşırmamış, bana iğrenerek bakmamıştı. Hala İhtiyarı izliyordu.

"Hak etti it. Karısına işkence etmiş yıllarca, ne yapsaydım? Ödüllendirip başını mı okşasaydım?" Bu kez Asil bana dönüp gülümsemişti. Ne oluyordu bu adama? Allahım bir de yakışıklıydı ki aklımı toparlamakta zorlanıyordum.

"Sana mı kaldı cezasını kesmek!?" diye haykıran ihtiyar bana doğru adımlarken, Asil hızla boynundan kavrayıp geriye savurdu.

"Haddini bil Ahmet Bey! Seni de Ziya itiyle beraber gömmek zorunda kalmayım." Asil'in sesi, odada yankılanırken, yüreğim yerinden çıkacak kadar hızlı çarpıyordu. Başkası tarafından savunulmaya ihtiyacım yoktu ama bu kişi Asil olunca, hoşuma da gitmişti.

İhtiyar, Asil'in omzunun üzerinden bana bakıp, "Yine amacından sapıyorsun Hafsa, en son bunu yaptığında olanları unutmamışsındır. Unutma ki, hatırlatmam gerekmesin."

Bir kez yaşamak istemiştim o zaman da Marianambulutların arasında uyumak zorunda kalmıştı. İhtiyar, acımasızca bunu hatırlatıyordu sanki bir an bile unutabilirmişim gibi.

"Konsey başkanı Gürkan Bey, buraya geliyor. Hesabını ver ve canından olma. Ölemezsin Hafsa, sana henüz ölüm yok. Unutma." Bu ihtiyar git gide canımı sıkıyordu.

"Ölsem de yalnız gitmeyeceğim ihtiyar, merak etme. Benimle gidecek biri daha var, sen de unutma." deyip gülümsedim. İhtiyar, İspanya için çalışıyordu ve ölürsem dedemin yerini asla bulamayacağını biliyordu. Öfkeyle söylenerek evden çıktı. İhtiyarı karşıma alamazdım, alırsam çıkarlarım açısından hiç iyi olmazdı.

Asil, öfkeyle bana dönüp gözlerime baktı. Elaları alev almıştı. "Ne demek istiyor bu piç?"

"Ciddiye alınacak meseleler değil, ela gözlü heykel. Canını sıkmaya değmez." deyip gülümsediğim an gözlerindeki alev sönmüş, hayranlığa dönüşmüştü. Bakışlarımı ondan çekip Beyza'ya döndüm.

"Güzelim ben açım. Hiç demiyorsunuz, Patronam hasta olmuş yataklara düşmüş, onu bir güzel besleyelim diye."

"Patronam! Canım Patronam! Sen iyi ol da yollarına pide döşesin bu Beyza." diye cıvıldayarak mutfağa koştu.

"Cenk, istediğim videolar hazır mı?" derken kanepeye oturdum. Midem hala ağrıyordu ama dayanılmayacak gibi değildi. Asil de yanıma yerleşerek bir sigara yaktı.

"Hazır Patrona." deyip gülümsedi.

"Furkan, sen de dışarıdaki adamları sıkılaştır. Güvenlik üst seviyede olsun."

Hemen ayağa kalkıp, "Emredersin, Patrona." deyip evden çıktı.

Pote ise karşıma oturmuş, bacak bacak üstüne atıp sırıtıyordu. "Ne gülüyorsun?" deyip kaşlarımı çattım.

"Çok güzel görünüyorsun da ondan." deyince Asil birden gerilip sinirle ona baktı.

"Her zamanki halim." dedim ama Asil ile birlikte güzel göründüğümüzü anlamıştım.

Kendime bir sigara yakıp keyifle arkama yaslandım. Sebepsizce mutluydum. Huzur doluydum. Asil ve Pote ara ara birbirlerine sataşırken bile tebessüm ederek onları izliyordum. Yıllar sonra içimde dur durak bilmeyen kelebekler kanat çırpıyordu.

Asil, telefonuna gelen bildirime gömülmüştü. Kaşları derince çatılıyor, huzursuzluk saçıyordu. "Adamı bizzat sen mi parçaladın?" derken kafasını telefondan ayırmamıştı. İğrenmiş miydi benden? Öyleyse bile bu kadar umursamam normal miydi?

Bozuntuya vermeden. "Bizzat ve keyifle." dedim.

Gözlerini bana çevirip, "Hani kadınlar ve çocukları bile umursamıyordun buzlar kraliçesi? Bugün yeğenimi korumaya yemin ettin bir de Faruk Sorgun'un kız kardeşini kurtardın." İğrenmemişti. Öyle bakmıyordu. Kraliçe mi demişti bana? Yanlış mı duydum?

"Buzlar kraliçesi mi?" diye sorarken ağzıma vurmak istedim.

Gür sesiyle kahkaha atıp, "Oraya mı takıldın?" dedi.

Donup kalmıştım. Benden hoşlandığını hissetmiştim ama olanlardan sonra, bakışlarındaki öfkeyi gördükten sonra her şey bitti sanıyordum. Tek kelime edemezken kapı sonuna kadar açıldı ve güçlü adımlarıyla Gürkan Bey, içeriye girdi. Korumaları da salona doluşurken kaşlarım çatıldı. Geldiğini haber vermemişlerdi.

Furkan'ın başına dayalı silahı gördüğüm an ayağa kalkıp silahıma yöneldim ama Asil'in benden önce almasıyla kalakaldım. Tuzak mıydı yoksa? Bakışlarında gördüğüm yalan mıydı? Ekibimdeki herkesin kafasına tek tek silah dayanmıştı. Benim evimde, benim aile bildiğim insanlar ölüm tehlikesi altındaydı. Özellikle Pote.

Dişlerimi sıkarak Asil'e baktığımda o da gergince Gürkan Bey'e bakıyordu. Başkana dönüp, "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz!?" diye bağırdım.

"Laftan anlamadın, Aurelia Mendez. Ben de başka yollar tercih etmeye karar verdim." deyip rahatça tekli koltuğa oturdu.

"Konsey başkanı falan dinlemem, beynini dağıtırım Gürkan Bey. Benim şakam yoktur." diye gürlediğimde hala keyifliydi. Ona doğru atıldığımda, Asil tekrar önüme geçip gözlerime baktı. Elaları yalvarır gibi bakıyordu. Başını iki yana salladı ve başkana döndü.

"Gürkan abi, ne yapıyorsun? Böyle olmaz." derken Asil'in sesi şefkat doluydu.

"İkiniz de oturun, konuşacağız. Yetti gövde gösterisi." deyip koltukları işaret etti.

"Pote'nin başındaki silahı indirmezseniz, bu evden kimse canlı çıkamaz. Buna ben de dahil." dediğim an ortam buz kesti. Pote, bir şeyler diyordu ama onu dinleyemeyecek kadar öfkeliydim.

Gürkan Bey, işaret verdiğinde herkes silahlarını indirip, dışarıya çıktı. "Bunu, beni hafife almaman için yaptım küçük hanım. Evet, gücün inkar edilemez ama aptalsın. Karşındaki herkesi küçümseyecek kadar aptal. Şu an hepinizi öldürsem ne yapabilirdin? Ben söyleyeyim, hiçbir şey. Sen oyununu oynadın ama kuralları önemsemedin. Elinde koz olduğu için ilk yaptıklarına göz yumdum ama unutma, kaybedecek bir şeyi olmayan benim. Sen değilsin. Az önce de bunu belli ettin." Nefes bile almadan konuşmuştu ve benim ciğerimi soldurmaya yetmişti.

Alayla sırıtarak, "Asil ve Araz'ı evlatların yerine koymuşsun başkan, kaybedecek bir şeyin olmadığına emin misin?" diye sorduğumda bozulsa da saklamaya çalıştı. Ben de ekibime başımla işaret verdiğimde hepsi çıkmış, salonda üçümüz kalmıştık.

"Neden yaptın? Konsey kararı çıkmadan üyeler veya ailelerine dokunmanın cezası ölümdür, dememiş miydim sana?" Gürkan Bey, artık daha sakin konuşuyordu.

"Kadına işkence ve şiddet vardı ortada. Bunu hazmetmem Gürkan Bey. Cezasını vermek için de kimseden izin almam." dedim.

Asil araya girdi. "Hafsa lütfen."

"Ne lütfen? Bunun için mi iyi davrandın bana? Gürkan abini evime sokmak için mi?" derken içim acıyordu.

"Saçmalama! Öyle bir şey yok!" dese de başımı çevirdim.

"Baban, Ziya Soykan yüzünden mi bu konuda bu derece hassassın?" Başkanın şefkat dolu sesi ve gözlerine nefretle baktım.

"Ne alakası var?" Soğukkanlı kalmak bu kadar zor olmamalıydı.

Başkan dikkatle yüzümü inceliyordu. "Baban, annene yıllarca işkence etmiş ve sonunda annen, seni dünyaya getirirken ölmüş. Olanlardan haberimiz var. Sana da zarar verdiği için mi bunları yapıyorsun?"

Birkaç dakika değil de bir ömür kadar duraklamıştım sanki. Dilim tutulmuşken yüreğim haykırıyordu. Evet diyordu, evet. Kurtarın artık beni. İçimdeki feryatları susturmayı başardığım an söze girdim. "Alakası yok. Kimse bana dokunamaz."

Asil'in sesiyle daha da gerilmeye başladım. "Hafsa, emin misin? Sana bir şey mi yaptı o Ziya iti!? Onun tehditleriyle mi saçma sapan hırsızlık işlerine girdin? Buna tenezzül edecek bir kadın değilsin sen."

Başkandan gözlerimi ayırmadan konuştum. "Evine girip belgeleri çaldım, evet benim tarzım değildi ancak başka çarem yoktu. Hesap verdiğim tek kişi babam değil." İspanya'daki konseyi bahane ederek şu baba konusunu kapatmaya çalışıyordum. "Ayrıca, o kadınların şiddet gördüğüne dair elimde videolar kanıt niteliğinde hazır, ceza gerektirecek bir durum göremiyorum." dedim.

Başkan ayağa kalkarken ben de kalktım. "Videoları hemen bana yolla, infaz emrini benim verdiğimi söyleyeceğiz. Faruk Bey'in gelininin ve torununun da yaşadığına eminim. Ben de elimden ne gelirse yapacağım. Sadece, bir daha kafana göre iş yapmayacaksın, bunun sözünü istiyorum." derken oldukça samimi olsa da ben kimseye güvenmezdim.

"Ben hallediyorum, bir sıkıntı yok." deyip kafamı çevirdim. Kimsenin yardımına da iznine de ihtiyacım yoktu. Benim nasıl bir güç taşıdığımı hepsi zamanla öğrenecekti.

"Söz istiyorum dedim." Başkanın sesi oldukça gür çıkmıştı ama umursamadım bile.

Sessizliği bozan, silah seslerine karışan cam kırıkları oldu. Bir hışımla kendimi yere attığım an Asil de yanıma uzandı. Gürkan Bey koltuğun arkasına geçip, kendini korumaya almıştı bile. Ardı arkası kesilmeyen silah sesleri yükseliyor, evim resmen taranıyordu. Kırılmamış tek bir pencerem bile kalmazken, evimin içi harabeye dönüyordu.

Aklımda tek bir kişi vardı, o da Pote'mdi. Yan odadaydı, iyi miydi? Yaşıyor muydu? Ona bir şey olduysa bunu yapanları tek tek yakmaz mıydım ben? Ardından ülkeyi de ateşe vermez miydim?

Bu kadar iyi korunan bir eve önce Gürkan Bey, ardından da bu itler nasıl kolaylıkla girebilmişti? Kendimi bu kadar güçlü görürken, nasıl bu tuzağa düşmüştüm?

Asil, silahımı bana uzattığında hemen alıp ateş etmeye başladım. Asil, önüme doğru sürünüp beni korumaya çalışıyor, diğer yandan da ateş ediyordu. Dışarıdaki patlama seslerine karışan çığlığım duyulmuyordu. "Pote! Pote iyi misin?" Ciğerlerim ağrıyana kadar haykırıyordum ama cevap yoktu.

Evin içine giren adamları tek tek avlıyorduk ama şarjörüm bitme noktasındaydı. Asil de başkan da boş durmuyor, tüm hedeflerini tekte indiriyorlardı ama sona yaklaştığımızın farkındaydık.

Evimde bulunan cephaneliğe ulaşmaya çalışsam saniyesinde vurulurdum. Yan odanın kapısı açıldı, Poteeğilmiş bir halde beni arıyordu. Gözlerimiz buluştuğunda ikimiz de derin bir nefes verdik. Yedek şarjörleri tek tek bize attığında daha da rahatlamıştım. "İyi misin?" diye bağırdığında başımı salladım. "Ekipteki herkes iyi mi?" diye karşılık verdiğimde o da onayladı. Pote'nin güvende olduğuna kanaat getirip çatışmaya devam ettim.

Asil ise gözümün önündeydi bu yüzden bir nebze de olsa rahattım ama benden daha açık bir hedefti. Kolundan tutup biraz daha geriye doğru çekiştirdiğimde bana bakıp gülümsedi ama hızla dönüp iki adamı daha indirdi.

"Ne güzel yemeğimi yiyip keyfime bakacaktım! Aç aç ölünür mü!? Gecemin içine sıçtınız." diye bağırdığımda Gürkan Beyin kahkahasını duydum.

"Sözüm olsun Aurelia Mendez, sağ çıkarsak tıka basa doyacağın bir yemek vereceğim." deyince ben de güldüm. Asil, halimizi şaşkınlıkla karşıladı.

"Tek derdimiz yemek olsun, buzlar kraliçesi."

"Sen hiç konuşma Asil, yaptığın hainliği unutmayacağım. Resmen iki güzel sözünle bakışına kandım, bu yüzden gebermek üzereyim." Öfkeli konuşmaya çalışsam da sesim adeta gülümsüyordu.

"Hainlik falan yapmadım! Samimiydim! Gerçi yumuşaman işime geldi." deyip bir adamı daha indirdi ama arkasından gelene şarjörü yetmemişti. Arkasındaki adamı öldürsem de geç kalmıştım. Asil'in bacağından çıkan kanı görüyordum.

"Vuruldun!" diye bağırdım, paniklemiştim ve şu an yapmamam gereken tek şey buydu.

"Asil! Asil oğlum iyi misin!?" Gürkan Bey'in sesiyle toparlandım.

Asil, acıya tepki bile vermemişti. "İyiyim, sıyırdı. Devam!" diye bağırdığında rahatlasam da meraklanmıştım.

Evin içine atılan sis bombasıyla göz gözü görmezken, Asil'in koluna tutundum. Onu kaybetmek istemiyordum. Aklım ise Pote'deydi. İşte şimdi, sıçmıştık.

Birkaç dakikanın ardından beklediğim olmadı. Silah sesleri sustu, sis yavaş yavaş dağılmaya başladı. Yine de olduğumuz yerden kıpırdamazken, Pote'nin ayaklandığını gördüm. Uyarmak istesem de bakışlarını takip ettiğimde, salona giren ihtiyarı ve boynundan sürüklediği Faruk Sorgun'u görünce hepimiz kalktık.

"Hafsa Hanım, bu it evinize saldırıyordu. Hallettim, cezasını kesersiniz." deyip adamı öne doğru savurdu. İki bacağından vurulan adam, çuval gibi yere yığıldı.

"Küstün sanmıştım ihtiyar." deyip alaya vurmak istesem de öfkeliydim.

"Sana küsmem Patrona. İleri giden bendim, bu şerefsizi de benim özrüm olarak gör çünkü başka türlüsünü bilmiyorum." deyip bakışlarını kaçırdı.

"Kabul edildi ihtiyar ama cezasını başkanımızın kesmesi daha uygun." deyip ona baktığımda Asil'in bacağındaki yarayı inceliyordu. Öfkeden mosmor olmuş suratıyla ayaklanıp, Faruk Sorgun'un önünde durdu.

"Bu ne cürret Faruk! Ne hakla benim ve bir konsey üyesinin olduğu eve saldırırsın!?" Bağırışı, artık bir harabe olan evimde yankılandı. Zemin, kurşunlardan kalan boş kovanlarla doluydu. Amacı uyarıydı çünkü bu saldırıdan sağ çıkmamız mucizeydi.

Ayaklanmaya çalışsa da acıyla olduğu yere tekrar yığıldı ve bakışlarını başkana sabitledi. "Yemin ederim Gürkan Bey, burada olduğunuzu bilmiyordum."

"Oğlu da depoda gebermeden aynı şeyi söylemişti. Kan çekiyorsa demek." deyip koltuğa oturdum. Açlıktan başım dönüyordu.

Asil'e baktığımda, hiç yaralanmamış gibi rahatça olanları izliyordu. Ekibim ise endişeliydi ve gözleri üzerimde, elleri tetikteydi.

"Canıma kast ettin, cezan ölümdür." Başkan silahını çıkarıp, Faruk Sorgun'un başına tek el kurşun sıktı. Şaşkınlıkla yerimde kalırken, bu adamların da şakası olmadığını anlamıştım.

Loading...
0%