Yeni Üyelik
32.
Bölüm

31.Bölüm

@hypnoticdark

Faruk Sorgun, Gürkan Bey'in ellerinde son nefesini verdi. Evime saldırı düzenleyip, ailemin canına kast ettiği için zaten geberecekti ama başkan, benden önce davrandı. Bu durum biraz canımı sıkmış olsa da bunun sayesinde Türkiye konseyini de hafife almamam gerektiğini öğrenmiş oldum.

O itin cesediyle birlikte başkan ve adamları da evimi terk ederken, Asil hala gitmemişti. Yarasına pansuman yapıp hiçbir şey olmamış gibi paramparça olan kanepemde uzanıyordu. Pote, Beyza ve Cenk ise evin etrafını kontrol etmek için dışarıdalardı.

Evimin içerisine baktığımda neredeyse sağlam eşyamın kalmadığını görmek beni öfkelendirse de şu an için daha önemli problemlerim olduğunun da farkındaydım. Mesela, nasıl oldu da bu kadar sıkı bir denetimle korunan evime başkan ve Faruk iti elini kolunu sallayarak girebilirdi?

Öfke, yeniden bedenimde yayılırken kapıda bekleyen Furkan'ın yanına koşar adımlarla gittim. Ona doğru yürüdüğümü fark ettiği an başını öne eğip yumruklarını sıktı.

"Nasıl olur da benim gibi birinin evinde bu olaylar yaşanabilir!?" Sesim, evin içerisinde yankılanırken Asil, pür dikkat beni seyrediyordu.

"Başkan, keskin nişancıları etkisiz hale getirmiş. Diğer adamlarımızı da baygın halde buldum. Haber vermek için eve yöneldiğimde başıma silah dayadılar Patrona." Furkan'ın sesi net olmasına rağmen yüzüme bakacak cesareti yoktu.

"Bu adamların geçtiği eğitim sürecini bilmiyor musun sen!? Nasıl oldu bunlar!?" Anlamıyordum. Birlikte ölümcül eğitim süreçlerinden geçmiştik ve ben, o adamlardan emindim.

"Affet Patrona. Güvenlik kameraları da etkisiz hale getirilmiş. Nasıl olduğunu bilmiyorum." İşte şimdi sesi titremeye başlamıştı.

"Ben o adamlara ailemi emanet ediyorum! Sen, neyin nasıl olduğunu bilmiyorsun, öyle mi!?" Sesim artık çığlıktan farksızdı ve kendimi kaybetmiştim. Öylesine öfkelenmiştim ki arkamda duran Asil'i bile son anda fark ettim.

"Canının güvenliğini bu toy adamlara bırakmaman gerektiğini söylemiştim." Bahçeden bize doğru gelen ihtiyarın sesini duyduğumda, haklı oluşu beni içten içe bitirmeye başladı. Beni de evimi de korumak istediğinde ekibime güvenmiştim. Aptallığına doyma Hafsa!

Bakışlarımı ihtiyara çevirdim. "Bundan sonra güvenlik şefi sensin. Senden habersiz kuş uçmayacak." deyip salonuma doğru yürüdüm ve delik deşik olan kanepeme oturdum. Furkan ise kırgın gözlerle evimden çıkıp gitti.

İhtiyar da zaman kaybetmeden duruma el koydu. "Ben ekibi tamamen değiştiriyorum. Birkaç saate yeni korumalar gelir. Evin tadilatının da birkaç gün içinde tamamlanmasını sağlarım. Sizin için şimdilik güvenli bir ev ayarlayacağım." Başımı onaylarcasına sallayıp bir sigara yaktım. İhtiyar, evimden çıktığında Asil ile yalnız kalmıştık.

"Tadilat süresince benim evimde kalabilirsiniz." diyen Asil'e kaydı gözlerim. Kan kaybetmişti ve yüzü her zamankinden daha beyazdı. Göz altları uykusuzluktan çökmüş, beni benden alan elaları ise kızıla boyanmıştı.

"Gerek yok." deyip önüme döndüm. Hırsızlık yaptığım eve gidecek kadar da yüzsüz değildim.

"Israr ediyorum. Şu an açık hedeftesiniz, her an her şey olabilir." dediğinde yeniden sinirlendim.

"Mesela senin gibi bir bela gelip beni bulabilir mi!?" Elimdeki sigarayı fırlatıp ayağa kalktım. Aramızda bir karış mesafe kalana kadar ilerleyip devam ettim. "Senin gibi içten pazarlıklı biri gelir, benim zayıflığımdan faydalanıp evime düşmanlarımı mı sokar mesela!?" Ellerim de bedenim de titremeye başlamıştı ama bu öfkeden değildi. Vücudum, yeniden o zehir için tutuşuyordu.

"Başkanın gelip seninle konuşacağını biliyordum ama bunları yapacağını düşünmedim!" diye bağırdığında alnımda boncuk boncuk terler oluşmaya başladı. Odaklanmam güçleşirken dişlerimi sıkıyordum. "Hem içten pazarlıklı olmayı sen benden daha iyi bilirsin! Ailemin içine sızıp, bizi seninle iş yapmaya mecbur bıraktığını unutuyorsun!"

"Sesini kesecek, ben ne diyorsam onu yapacaksın! Bir daha o küçük beyninle bana oyun kurarsan, seni o oyunun içinde gömerim!" Artık gözüm dönmüş bir şekilde açıkça kriz geçiriyordum. Yoksunluk, beni mahvediyordu.

"Sen..." dedi Asil. Gözleri olduğundan daha iri bir hale bürünürken, bedenimi baştan aşağı süzüyordu. Zorlukla yutkunup iki adım geriledi.

"Ben, ne?" derken sesim fısıltı gibi çıktı.

"Normal değilsin." Değildim... "Şu an sağlıklı görünmüyorsun." Sesinde acıma ve hayalkırıklığı vardı.

Tek kelime edecek halde değildim. Bu gece yaşadıklarım çok fazlaydı ve buna direnecek gücüm kalmamıştı. Merdivenleri koşar adım çıkmaya başladım. İhtiyacım olanı almak zorundaydım. Bacaklarım titriyor, kulaklarım uğulduyordu. Sanki bütün bedenim sırılsıklamdı ve bir el boğazıma dolanmıştı.

Odama girip kilitlediğim dolabı açmaya çalıştım ama ellerimin titremesi bana yardımcı olmadı. Yere damlayan ter damlalarına odaklanmaya çalıştım. Beynim sanki bin parçaya bölünmüş gibiydi ve her parçası ayrı telden çalıyordu.

Kısa bir süreliğine odaklandığım an dolabı açmayı başardım. İçerisinde hazır bir şekilde bekleyen şırıngayı ellerimle tuttum. Şu an bunun için canımı bile vermeye hazırdım. Sağ kolumu dirseğime kadar sıyırıp, yere oturdum. Sırtım yatağın ucuna değerken iğnenin koluma girişini hissettim. İçindeki zehri ittireceğim an ise hiç beklemediğim o an yaşandı. Şırınga birden bedenimden uzaklaşırken gözlerimi açtım.

Asil, yere dizlerini koymuş önümde duruyordu. Elinde ise benim için hazine değerinde olan zehrim vardı. Gözlerinden akan yaşa takılamıyordum. Beynim yerinde değildi. Şu an bilincimi sadece öfke yönetiyordu. Hırsla ona bir yumruk atıp yana düşmesini sağladım.

Bunu beklemediği için afallasa da elindeki hazinemi öyle sıkı tutuyordu ki ne yapsam alamamıştım. Üzerine çıkıp ardı arkası kesilmeyen yumruklarımı savuruyordum ama ne tepki veriyor ne de ellerini açıyordu.

Yüzü kan içerisinde kalırken kaç dakikadır bu halde olduğumuzu bilmiyordum. En sonunda altımdan kalkmayı başarıp arkama geçti. Kollarını mengene misali bedenimde kenetlerken kıpırdayamıyordum. Vücudumda adrenalin öyle bir seviyedeydi ki yeniden tecavüze bile uğrasam, bayılamayacak durumdaydım.

"Geçecek." Yüzlerce kez duyduğum ama odaklanamadığım tek kelime buydu. "Geçecek... Geçecek..." Vücudumdaki kasılmalar yavaş yavaş azalırken görüşüm aydınlanmaya başladı. "Bak, geçiyor. Geçecek." Kolları beni daha sıkı sararken, kokusu da sesi de ruhuma işliyordu. "Diren. Güçlüsün sen. Diren... Diren..." Başımı geriye doğru atıp, geniş omzuna dayadığım an gözlerimi kapatıp onun sesine odaklandım. "Aciz değilsin. Bunu kendine yapacak kadar aciz değilsin." Değil miydim? " Babam gibi aciz değilsin sen." Asil'in babası bu zehir yüzünden ölmüştü ve ben ona yeniden o acıyı hatırlatıyordum.

Bedenimdeki titreme durduğu an adrenalinden eser kalmamıştı. Asil de bunu anlamış olacak ki kollarını saniyesinde geri çekti. Bir an kendimi boşlukta hissettim. Ruhumu doldurduğu yer, yeniden bomboş kaldı.

Eksik hissettim. Olmadığını sandığım ruhum, yeniden oluşurken Asil'in geri çekilmesiyle bomboş ve eksik hissettim.

Gözlerimi açıp arkamı dönmeden konuşmaya başladım. "Teşekkür ederim." Yüzüne bakacak cesaretim yoktu.

"Ne zamandan beri?" Nefesi, omzumun üzerinden saçlarıma değiyordu.

"Uzun zamandır."

"Ne kadar uzun bir zaman?" Ayakta durmakta zorlanıyordum.

"Çok."

"Sen güçlü bir kadınsın. Bunu kendine nasıl yaparsın?" Sakindi. Hem de çok sakin.

"Bedenimi yaşatmak zorundayım."

"Ben seni yaşatırım ve bu, sadece bedeninle sınırlı kalmaz." Duyduğum cümleyle adeta yerimde donakaldım.

"Yapamazsın." Sesim öyle bir titremişti ki, ömrüm boyunca bir kez bile olmadığından emindim.

"Yüzüme bak." Yavaşça arkamı döndüm. Asil'in gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Şaşkınlıkla onu seyretmeye başladım. Elindeki şırıngayı göstererek, "Bu pisliği bir daha kullanma. Bırak, kalbini de ruhunu da yerine koyayım." Öyle kendinden emindi ki...

"Ölmüş olanı diriltemezsin." dedim. Gözlerim, elalarından akan yaşları takip ediyordu. Yumruklarımın bıraktığı kan birikintileri de gözyaşlarına katılıp aşağı doğru süzülüyordu.

"Öyle bir diriltirim ki, sen bile şaşar kalırsın." Gözyaşlarına inat öyle derin bir gülümsemeyle konuşurken inanmamak için kendimi binlerce kez öldürmeyi istedim.

Kendimi güçlükle toparlayıp kapıya doğru birkaç adım attım. "Kullandığımdan Pote'nin haberi yok. Bu durum aramızda kalacak. Şimdi evine git Asil. Yarın ilk silah sevkiyatı için sizi bilgilendiririm." deyip kapıyı açtım ve elimde dışarıyı gösterdim.

"Kullanmayacağına söz ver." Olduğu yerden kıpırdamadan konuşuyordu.

"Söz." deyiverdim. Ne demiştim ben? Söz mü? İstemsizce elimle ağzımı kapatırken Asil'in kahkahası odamın duvarlarında yankılandı.

Yanımdan geçip odadan çıkarken, "Diriltemezmişim." deyip göz kırptı.

*

*

*

Asil gittikten sonra, İspanya konsey liderini arayıp işbirliğimiz hakkında bilgilendirmeler yaptım. Yarın ilk sevkiyatımız olacaktı. İhtiyar, bize güvenli bir ev ayarlasa da gitmek istemedim. Bugünü, harabeye dönen evimde geçirecektim çünkü adım atacak takatim kalmamıştı.

Banyo bile yapmadan kendimi yatağa bıraktım. Asil'e verdiğim sözü düşündüm saatlerce. Haklıydı, onca savaştan galip ayrılmıştım ve o şırıngaya ihtiyaç duymamayı da öğrenecektim. Gözlerim, üzerinde tonlarca ağırlıkla kapanırken uykunun huzurlu kollarına çekildim.

*

*

*

Aradan iki hafta geçti ve bu süreçte ilk silah sevkiyatımız kusursuz bir şekilde tamamlandı. İki aile de bu işten oldukça yüklü miktarda kazanç sağlarken Ziya Bey cephesinde durumlar bu kadar keyifli değildi.

Silah işini Arslan ailesi ile yapmamdan dolayı etrafı yakıp yıkarken beni ezip geçememesinden dolayı bir akrep gibi kendini sokmasıyla bu öfkesi de son buldu. Artık konseyde etkisiz eleman konumundaydı ve diğer üyeler sadece benimle muhattap olmayı tercih ediyordu. Yine de üzerimize daha fazla sıçramaması için ona da cüzi miktarda sevkiyattan pay veriyordum.

Faruk Sorgun'un konseydeki yerine ise oğlu Barış Sorgun geçmiş, yanına ise varis olarak henüz birini belirlememişti ve bu durum da aklımı kurcalıyordu.

İki haftadır o zehir vücuduma girmezken birkaç defa kriz geçirmiş ve o anlarda Asil'i öldürme planları yapmıştım. Elbette sonu istediğim gibi olmazken, duygularıma daha fazla karşı duramayacağımı da anlamıştım.

Asil'e karşı yoğun duygular besliyordum ve bu çok uzun zamandır olan bir durumdu. Henüz bununla ne yapacağımı bilmesem de artık görmezden gelemeyeceğim bir noktadaydı. Bugün ise konsey başkanımız Gürkan Bey ve Asil ile yemeğe gidecek ilk sevkiyatımızın başarısını kutlayacaktık.

Uzun süren banyo keyfimden sonra giyinme odama geçtim. Dolabım göz alabildiğinde siyahlara bürülüydü. Kendime diz altında biten kayık yaka, vücuduma tam oturan elbisemi giydim ve kombinimi stilettolalarımlatamamladım. Farklılık olması için de saçlarımı düzleştirip açık bıraktım. Aynada kendimi incelediğimde saçlarımın beyazlığı ve elbisemin siyahının oluşturduğu tezat, hayran kalınasıydı.

Gözlerimin mavisini ortaya çıkaran buğulu bir göz makyajı yapıp eldivenlerimi de aldıktan sonra hazırdım. İlk kez eldivenlerime hüzünle baktım. Ömrüm boyunca bunlara mahkumdum ve Asil'e adım atamayacak olmamın en acı kanıtıydı. Kafamdaki düşünceleri dağıtıp keyfimi bozmamaya çalışarak salona doğru ilerledim.

"Hazır mısın Patrona?" Pote de takım elbisesini giymiş, yunan heykelleri gibi karşımda dikiliyordu.

"Hazırım. Çocuklar nerede?" Saldırıdan sonra ekibimin diğer üyeleri benimle karşılamamak için köşe bucak kaçıyorlardı. Evimi koruyamamanın verdiği utanca bağlıyordum ve bu noktada kaçmakta da haklılardı.

"İki haftadır çok yoruldular. Kafalarını dağıtsınlar diye gönderdim."

"Tamam, çıkalım." deyip çıkışa doğru yöneldim.

Garaja geçip arabalarıma göz gezdirdim. Bugün farklı olsun istediğim için kırmızı jeepime bindim ve Pote de gelince yola koyulduk. İhtiyarın emirleri doğrultusunda daha sıkı koruma altındaydım ve dışarıya yalnız çıkmam imkansızdı. Önümde ve arkamda da ikişer arabayla yolculuk yapıyorduk.

"Araz'ın kızı için istediğim belgeler hazır mı?" Arabadaki gergin sessizliği bozmak istedim çünkü bugünlerde Potebile benden uzak duruyordu.

"Hazır Patrona. Birkaç gün içinde İspanya'ya gönderebiliriz. Araz da şimdi kızının yanında, durumu açıklıyor."

Öfke dolu gözlerimi Pote'ye çevirdim. "Ve bundan benim şimdi mi haberim oluyor?"

"O günden sonra o kadar sinirlisin ki yaklaşıp da anlatmaya cesaret edemedim." Yoksunluk, bu hafta beni çok yıpratmış daha da öfkeli birine dönüştürmüştü ama yine de her şeyden haberim olmak zorundaydı.

"İyi, sen de Araz ve kızıyla İspanya'ya gidiyorsun." Sinirlenme sırası Pote'deydi çünkü benim canım sıkılırsa, herkesin canını sıkardım.

"Sen ne dediğinin farkında mısın!?" Gür sesi arabada yankılanırken umursamaz bir tavırla arabayı kullanmaya devam ettim.

"Burada yapacak bir işin kalmadı. Zaten yapman gerekenleri de yapamıyorsun."

"Ateş topu gibi etrafta gezmeseydin de görevimizi yapsaydık o zaman!"

"Bana bağırma Pote, canımı sıkma." Camı biraz aralayıp derin bir nefes çektim.

"Sıkılsın Aurelia! Biraz da senin canın sıkılsın!" Bana yıllardır ismimle hitap etmemişti ve şu an ufak çapta bir şok geçiriyordum.

"Gidiyorsun dedim, o kadar." Bunu biraz da Pote'yikorumak için yapıyordum çünkü babam olacak o itin sağı solu belli olmazdı ve bu aralar fazla sessizdi.

Yolculuğun devamı ölüm sessizliğiyle geçerken, lokantaya ulaşmıştık. Arabamı valeye verip içeriye geçtim. Başkanın seçtiği mekan oldukça ışıltılı ve korunaklıydı. Bizim için hazırlanan masa boğazı ayaklarımızın altına seriyor, aldığım her solukta denizin kokusu ciğerlerime huzur veriyordu.

Masaya doğru ilerlerken Gürkan Bey ve Asil ayaklandı. Benim gözlerim ise sadece Asil'in üzerindeydi. Bu gece o da simsiyah giyinmişti. Aşağıdan yukarıya onu süzerken geniş omuzlarında biraz fazla oyalanmayı tercih ettim. Elanın en güzel haliyle bana gülümseyerek bakan gözleri, derince yutkunmama sebep olurken ellerimin içi terlemeye başladı. Eldiven etkisidir o Hafsa! İç sesimin ağzını kırma isteğini de görmezden gelerek yanlarına ulaştım.

Önce Gürkan Bey ile tokalaşıp Asil'e geçtim. Elleri ellerimi kavradığı an vücuduma elektrik verilmiş gibi irkildim. Eldivenlerimin içine bile işleyen bir etki bırakıyordu bu adam. Fazla yakışıklıydı puşt. "İyi akşamlar Hafsa" Melodik sesi bile ona kapılmam için bence yeterli bir sebepti.

"İyi akşamlar." deyip yerime geçerken Asil de sandalyemi çekip nazikçe yerime oturmama yardımcı oldu. Nazikti bir de!

"Hoş geldin kızım." diyen Gürkan Bey'in varlığıyla dünyaya döndüm. Kızım kelimesinden nefret ettiğimi bir ara bu adama bildirmeliydim ama bu gece tatsızlık istemiyordum. Başımı sallayıp Pote'ye baktım. Bütün huysuzluğuyla ayakta dikiliyordu. Oturması için işaret verdiğim an huysuzluğunu bozmadan yanımdaki yerini aldı.

"Hoş bulduk, Gürkan Bey." diyen Pote'ye baksam da bana bakmamak için yeminli görünüyordu. Yanımıza gelen garsonla ortamdaki huzursuz hava dağıldı çünkü yemek yiyecektik ve bu benim için dünyanın en önemli meselesiydi.

"Ne alırsınız efendim?"

Gürkan Bey ve Asil bu işi bana bırakmış, ben de keyifle menüdeki her şeyden sipariş etmiştim. Çünkü, neden olmasın?

Şok içinde bana bakan gözleri umursamadan Pote'yedöndüm. "İçki seçimini de sen yapsan?"

"Şarap menüsünü alalım." derken hala bana bakmıyordu ve şarap sevmediğimi de biliyordu. Yine de bir şey demedim ve sabırla yemekleri bekledim.

Dünyada içebileceğiniz en rezalet şarap ve mükemmel yemekler geldiğinde havadan sudan sohbet ederek keyifle yemeğimizi yedik. Bu keyfin kırıntısı Pote de görülmezken onu da görmezden geldim. Gözlerim de kulaklarım da Asil'e odaklıydı ve ben uzun zaman sonra ilk kez mutlu bir gece geçiriyordum.

"Yemek sözümü de yerine getirdiğime göre biraz da iş konuşalım. Ziya Bey, ikinci sevkiyatta aktif rol almak istediğini bildirdi." Gürkan Bey'in sözleriyle keyfim kaçmış, ciddiyete bürünmüştüm. "Haberin var mıydı?"

Çatalımı bırakıp geriye yaslandım. "Öyle bir şey olmayacak."

"Onu fazla hafife alıyorsun." diyen Asil'e baktım.

"Siz beni fazla hafife alıyorsunuz. Olmayacak diyorsam, olmayacak."

"Babana olan bu öfkenin sebebi ne Hafsa?" Asil, fazla dikkatli bir şekilde gözlerime bakıyordu.

"Öfkeli olduğumu nereden çıkardın? Siz benimle iş yapıyorsunuz Asil, babamla değil."

"Ziya Soykan, gözardı edilebilecek bir adam değil. Sonuçta dokunulmaz diye bilinen Salvador Mendez'iöldürmüş birinden bahsediyoruz." Demek başkan, şansını zorlamak istiyordu.

"Doğru ama her ölen gerçekten ölmüş müdür sizce?" Sorum, masadaki herkesi afallatırken ilk toparlanan Asil oldu.

"Bu ne demek?"

"Dedem ölse de gücü, her zerremde dolaşıyor. Bu da ; benim olduğum yerde, başkası oyunu yönetemez demek oluyor."

Gürkan Bey sinir bozucu bir kahkaha atıp başını iki yana salladı. "Gücünü dedenden alsan da babana benziyorsun. O da boyundan büyük laflar ederdi ve şimdiki hali ortada."

Gülümseyip ayağa kalktım. Pote de ayaklanırken gülümsememi daha da genişletip Gürkan Bey ve Asil'e tek tek baktım. "Gücümü test etmek için karşımda durmaya ne dersiniz?" Saçlarımı geriye doğru savurdum. "Güzel bir geceydi, iyi akşamlar." deyip arkamı döndüm ve cevaplarını bile beklemeden lokantadan hızla çıktım.

Mükemmel olmasını istediğim gecem bok gibi bitmişti. Arabama geçecekken Asil'in sesiyle durakladım. "Hafsa!" Dişlerimi tüm gücümle sıkıp arkamı döndüm ve gözlerine ne var dercesine baktım. "Biraz vaktin varsa, kahve içebilir miyiz?"

"Vaktim yok." Tam arabama binecekken büyük bir gürültü koptu. Asil bir anda Pote'nin yumruğuyla yere serilirken öylece bakakaldım.

"Geçen attığın yumruğun karşılığıydı. Bize yapılan yanlışın geri dönüşü, ağır olur aslancık." Neden bahsettikleri hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama Pote, bana olan öfkesini Asil'den çıkartıyordu. İşte bundan emindim.

Asil bir hışımla ayağa kalkıp Pote'nin yakalarını kavradı. "Kime güveniyorsun lan sen! Patronana mı!?"

Asil'i kolundan kavrayıp geriye savurdum. Bunu beklemediği için şaşkınca yüzüme bakıyordu. "Sen kime güveniyorsun da ona dokunma cesaretini gösteriyorsun!?Kolunu koparmadan köpekliğini yaptığın adamın yanına dön!" diye haykırdım.

Pote'nin elinden tutup arabaya yönlendirdiğimde pis pis sırıtıyordu. Bunun hesabını ona soracaktım ama şu an zamanı değildi.

"Ben kendime güveniyorum Hafsa. Başkalarından topladığım güçle övünmek yerine kendi yüreğimle övünmeyi tercih ediyorum." Arabama geçip camı araladım.

"Hepinizi dize getirdiğim gün; gerçek gücün ne olduğunu, aldığınız her solukta hissedeceksiniz. Kendimi tanıtmakta fazla geç kaldığımın farkındayım." deyip camı kapattım ve gaza basıp uzaklaştım.

Siz hiç mantık ve duygu karmaşasında ne yapacağınızı şaşırdınız mı? Ben, tam olarak o noktadayım. Beynimin içi öyle büyük bir savaşta ki içten içe kendimi tüketmeye başladım. İyileşmeye karar verip, mutlu olmak mı? Bana yapılanları her gün yeniden hatırlayıp, dünyanın görmediği kanlı bir savaşa girmek mi?

Bana uzanan bir el olsa da beni bu karmaşadan uzaklaştırsa, yaşadıklarımdan sonra düzlüğe çıkabilir miyim? Ben, bunu hak ediyor muyum?

Düşüncelerimin içinde nefessiz kalırken, aldığım telefonla bedenim uyuşmaya başladı. Konuşmanın sonunda kulaklarımda yankılanan tek bir cümle kaldı.

"İspanya konsey lideri, Salieri Ennio; Arslan ailesinin katledilmesine karar verdi."

Loading...
0%