Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32.Bölüm

@hypnoticdark

"İspanya konsey lideri, Salieri Ennio; Arslan ailesinin katledilmesine karar verdi."

Çektiğim her soluk ciğerlerime fazlalık gibi geliyordu. Bedenimdeki bütün kan sanki beynime yükselirken, bin parçaya bölünen düşüncelerimi bir araya getiremedim. Pote'nin sesleri ve dokunuşlarıyla irkilip ani bir frenle arabayı durdurdum. Yere düşen telefonum acımasızca çalıyordu ama açmaya gücüm yoktu.

Benden habersiz alınan bu karar, yüreğimi sıkıştırırken midemden yükselen acıyla yüzümü buruşturdum. Camı biraz aralayıp başımı direksiyona yasladım ve nefesimin düzene girmesini, bir nebze de olsa acılarımın dinmesini bekledim.

"Patrona kendine gel! Neler oluyor?" Omuzlarımdan tutup kendine çevirdiği an gözlerine odaklanabilmeyi başardım. "Kötü bir haber mi aldın!?" Vücudumu sarsmaya başladı ama sanki dünyadan çoktan kopmuş gibiydim. "Babama mı bir şey oldu!?" olay yanlış yerlere gitmeden toparlamam gerekiyordu. "Konuşsana!" Kendimi geriye çekip derin bir nefes aldım.

"Konsey, Arslan ailesinin ölüm fermanını imzalamış." Zorlukla kurduğum cümleden sonra gözlerimi kapattım. Asil'in cansız bedeni gözlerimin önüne geldi. Bembeyaz olmuş yüzü ve buz gibi bedenini hissettim. Elalarında kaybolduğum hareleri sonsuza kadar kapanmıştı. Bedenimi saran öfkeyle gözümü açıp telefonumu aramaya başladım.

"Ne diyorsun sen?" Pote de anlam veremiyordu ama ne diyeceğimi ilk kez ben de bilmiyordum. Telefonuma ulaşıp Asil'i aradım. Fazla uzaklaşmış olamazlardı. Sonuna kadar çaldırdım ama açmadı. "Açmıyor!"

"Patrona sakin ol. Neler olduğunu öğrenmemiz lazım." Başımı sallayıp zaman kaybetmeden eve doğru arabayı sürmeye başladım.

"Furkan'ı ara, Asil'in evine koruma yollasın ama dikkat de çekmesinler." Aklımı toparlayamıyordum. Ne yapacağımı bilemez bir hale gelmiştim. İspanya'dan karar çıktıysa bunun geri dönüşü olmazdı. Daha da önemlisi bu kararı bensiz ve neye dayanarak almış olduklarıydı.

"Emredersin Patrona."

"Uçağı da hazırlasınlar, İspanya'ya gidiyoruz." Başını onaylarcasına sallayıp telefonuna gömüldü.

Eve geldiğimde herkes bahçede bekliyordu. "Furkan hallettin mi koruma işini?" deyip cephaneliğe doğru yürümeye başladım.

"Hallettim Patrona, Asil Bey ve kız kardeşi Mihre Hanım evde. Çıkış olduğu takdirde haberimiz olacak."

"Diğerleri?"

"Ailenin diğer üyeleri geçen gün memlekete gitmiş ama oraya da koruma yolladım. Her şey kontrol altında."

"Herkes silahlansın, zırhlı araçları alıp yola çıkacağız." Silahlarımı ve yedek şarjörlerimi alırken konuşmaya devam ettim. "Furkan ve Beyza siz Araz ve kızının yanına gidin onları da alıp diğer uçakla geleceksiniz."

"Patrona onlar neden geliyor?" Pote'nin yüzündeki endişe, elle tutulabilir düzeydeydi.

"Açıklama yapacak kadar vakit yok Pote. Söylediklerimi yapın." İşimi hallettikten sonra onları depoda bırakıp bahçeye çıktım. Telefonumdan özel numarayı çevirdim. Birkaç çalıştan sonra açıldı.

"Parola?" Tanıdığım sesi duyar duymaz içim rahatladı. Bu adama ulaşmak sanıldığından daha zordu.

"Üç gün üç gece." dediğimde erkeksi bir hırıltıyla güldü.

"Bir sorun mu var? İşin düşmese arayacağın yok."

"Aradığımda ulaşabilsem daha sık arardım. Sohbete vaktim yok. Kırmızı alarma geçtik, yapman gerekenleri biliyorsun."

"Anlaşıldı Patrona." deyip kapattı.

Telefonumu cebime koyup arkamı döndüğüm an Pote ile göz göze geldik. "Kiminle konuşuyordun?"

"Simurg." dediğimde gözleri büyüdü.

"Durum o kadar ciddi mi?"

"Kaybetmek istemiyorum." Sesim, fısıltıdan farksızken Pote'nin endişesi öfkeye dönüştü. Dudaklarından geceyi ürkütecek kadar yoğun bir haykırış feryat etti. "Yeter!" İsyanı hayata karşıydı ve onun hayatını mahveden de bendim.

"Benim yüzümden ölmelerine izin veremem." deyip cebimden sigara paketimi çıkardım ama havaya uçması uzun sürmedi. Pote, omuzlarımdan tutup beni öyle bir salladı ki ciğerlerimi oraya bırakmak üzereydim. "Her şeyde kendine pay çıkarmaktan vazgeç! Olanlar, senin kabahatin değil! Bıktım anlıyor musun? Bıktım! Her şeyde kendini suçlamandan bıktım artık!" Beni geriye doğru savurup başına vurmaya başladı.

"Yeter! Yeter artık! Dayanamıyorum!" Haykırışlarıyla olduğum yere çakıldım. Hırsını alamayıp tekrar üzerime yürümeye başladı. Çocuklar kapıda bizi endişeyle izliyordu. Bana doğru gelecekleri sırada elimle durdurdum. Pote, suratımı ellerinin arasına alıp gözlerime baktı. "Gidelim, bırakalım her şeyi." Gözlerim, alev alevyanmaya başladı.

"Gidemem."

"Yeniden başlayalım Patrona. Biz istemedikçe kimse yerimizi bulamaz. Gidelim ve bir daha dönmeyelim."

"Gidemem."

"Ziya itini öldürür intikamımızı alırız, burada olmamıza gerek yok. Deden de umurumda değil ki senin de olmadığını biliyorum. Gidelim, tertemiz bir sayfa açalım."

"Gidemem!"

"Neden lan neden!?" Beni geriye savurup birkaç adım uzaklaştı. "Bu sen değilsin! Olamazsın! Sen benim ailemsin! Daha fazla canavara dönüşmene izin vermeyeceğim! Gideceğiz."

"Gidemem Pote!" diye bağırdım.

"Bana kalmak için tek bir sebep söyle!"

Ona yaklaştım ve aramızdaki mesafeyi kapattım. Kulağına doğru eğildim. "Asil'e aşık oldum." diye fısıldadığım an sanki dünya durdu. Yüreğimde narin bir meltem esti. Havanın soğuğuna inat, bahar çiçeklerinin kokusu doldu burnuma. Yaşamak istedim. Doya doya yaşayıp sevdiğim adama dokunmak istedim. Bir itiraf, insanı bu kadar rahatlatabilir miydi?

Pote, geriye doğru çekilip yüzüme baktı. Gözlerindeki pırıltı, yıldızlardan farksızdı. Yıllar sonra gözleri umutla dolup taşıyordu. "Ne?" diyebildi ama sesindeki titremeyi saklayamadı.

Sadece onun duyabileceği şekilde konuşmaya devam ettim. "İyileşmek istiyorum Pote. Onunla yaşamak, sevmek istiyorum. Hakkım olmadığını biliyorum ama önüne de geçemiyorum."

"En çok senin hakkın bu." deyip benim yerime bir damla gözyaşı süzüldü gözlerinden.

Kollarımı sımsıkı boynuna dolayıp başımı omzunun üzerine koydum. "Ona bir şey olmasın Pote. Artık kimseyi kaybetmek istemiyorum."

Belime doladığı ellerini daha da sıkılaştırdı. "Sen bugün yaşamak istedin ya Patrona, dünyayı yakar yine de ikinize bir şey olmasına izin vermem." Birbirimizden ayrıldığımızda ona en içten gülüşlerimden birini sundum. Beni karşılıksız bırakmazken arkasını dönüp emirler yağdırmaya başladı.

Hazırlıklarımızı tamamlayıp Asil'in ailesiyle yaşadığı eve doğru en az on araçla yola çıktık. Çevirme olma ihtimaline karşı Cenk, istihbarattaki adamımızla iletişimde kalırken yolları boşaltıyordu. Pote'nin telefonunun sesi, ortamdaki gerginliği üst boyuta taşıdı.

"Kahretsin!" diye bağırdığında yüreğim ağırlaştı.

"Ne oldu?"

"Evlerinin bahçesinde çatışma çıkmış." Yüzüm alev alırken gaza sonuna kadar bastım.

"Yaralanan var mı?"

"Yokmuş ama bizim adamların müdahalesi bile yetersiz kalıyormuş." Arabayı öyle hızlı kullanıyordum ki kaza yapsak yaşamamız olası bile değildi.

Evlerine yaklaştıkça yükselen silah sesleri tek tek beynimde yankılandı. Görüş alanıma girdiklerinde resmen savaşın ortasında kalmıştık. Hepimiz silahlarımızla inip çatışmanın içine daldık ama gözlerim tek bir kişiyi arıyordu. Arabanın arkasına siper alıp gördüğüm hedefleri birer birer indirirken durumun düşündüğümden de vahim olduğunun farkındaydım. Resmen burada bir ordu vardı ve kaçmazsak sağ çıkamazdık.

"Eve gireceğim! Koruyun beni!" diye bağırıp arabanın arkasından çıktım. Çiftlik evinin bahçesindeydik ve hayran olduğum bu ev, harabeye dönüşmek üzereydi. Evin duvarlarının arasından yavaş yavaş ilerliyordum.

Giriş kapısına çok yakındım ama kurşunların arasından geçmek imkansızdı. Kulağımın hemen yanından geçen kurşun sesiyle kendimi çimlere attım. Görüş alanımda tanıdığım kimse yoktu. Kulaklığımla hemen ekibim ile bağlantı kurdum.

"Asil ve Mihre kimin görüş alanında?"

Cenk'in sesi doldu kulaklarıma. "Asil Bey bu tarafta Patrona! Kapının sol arkasından çatışmaya katılıyor."

Gülümsedim. İyiydi ve yaşıyordu. "Aslanım benim."

"Oha! Bana mı dedin Patrona?"

"Senden olsa olsa kedi olur Cenk" diyen Beyza ile tüm ekip sağlam bir kahkaha attı. Savaşın ortasında gülecek kadar şuursuz bir ekibe sahip olduğum için şükrettim.

"Mihre'yi gören var mı!?" diye bağırdım. Kurşunlar resmen üzerimize yağıyordu.

"İkinci katta banyoya saklanırken görüşüme girdi Patrona." Beyza'nın sesini zorlukla duyuyordum ama onun gözetimindeyse Mihre de güvendeydi.

"Gözünü oradan ayırma Beyza!" deyip sürünmeye devam ettim ama üzerimdeki elbise ve topuklu ayakkabılar işimi zorlaştırıyordu.

"Yalnız Patrona Asil Bey vurduğunu indiriyor. Bu nasıl bir nişancılıktır?" Konu dağıtma konusunda da Cenk'in üzerine tanımazdım.

"Biz de indiriyoruz ama öven yok." diye homurdanan Furkan'a içimden bir tebessüm yolladım. Hepsi gerçekten sağlam çocuklardı.

"Kesin sesinizi de doğu tarafına yönelin. Burada işler çığırından çıkıyor. Patrona ne yapacağız?" Pote haklıydı, bir an önce gitmek zorundaydık.

"Arabalar çalışır vaziyette olsun. Eve girmek üzereyim. Çıktığımız an araçları buraya getirin, kaçacağız." dedim. Giriş kapısından ümidimi kesip mutfak tarafına dolanmıştım bile. Ardımda bıraktığım cesetlerin arasında sürünmeye devam ettim.

Beyza'nın sesi cızırtıların arasında gelmeye başladı. "Patrona, Mihre banyodan çıkıyor."

"Korumaya devam et! Sakın gözünü ayırma!" Cızırtı çoğalıp bağlantı kopunca içimden sağlam bir küfür ettim.

Mutfaktan bahçeye açılan kapının önüne geldiğimde kafama dayanan silahla ellerimi kaldırdım. Simsiyah gözlü bir adamla kısa süreli bakışmamızın ardından ani bir manevrayla elindeki silahı düşürüp suratının ortasına kafamı geçirdim. Yerinden sendelese de o kadar iriydi ki etki bile etmedi. Bana doğru attığı yumruğu savuşturup dizlerimi kasıklarına geçireceğim sırada beni tutup yere fırlattı. Üzerime çıkıp boğazımı sıkan adama karşı savunma taktiklerim tükenmek üzereydi.

Altından çıkmak için her yolu denesem de nefesim kesilmek üzereydi ve boynumun kırılacağını hissettim. Silahım, kapının pervazına düşmüştü ve ulaşmamın imkanı yoktu. Yaşamak istediğim ilk gün, bu adamın ellerinden ölmeyi cesedim bile kabullenemezdi. Adamın bir anda üstüme yığılmasıyla elleri gevşedi, uzun süredir ciğerlerime gitmeyen nefesle afallayıp öksürük krizine girdim.

Kendimi zorlukla toparlayıp adamı üstümden atınca bir çift ürkmüş ela gözle karşılaştım. "O.. Öldü mü?" Karşımda tir tir titreyen kıza yaklaştım.

"Sakin ol Mihre, ölmemiştir pezevenk." deyip silahımı aldım ve adamın kafasına bir kurşun sıktım. "Şimdi öldü." ona iki adım attım ama geriye doğru sendeledi.

"Benim yüzümden-" derken ağlamaya başladı.

"Onu sen değil, ben öldürdüm. Şimdi gitmek zorundayız." Kafasını zorlukla sallayıp içeri geçerken, "Bu arada vazo da sağlammış." deyip göz kırptım.

"Annem vazosunu kırdığımı görse beni öldürür." Çocuk gibiydi bu kız ve Mariana'ya olan benzerliği yüzünden sürekli içim daralıyordu. "Abim!" diye bağırınca irkildim. Tepkileri bile bu kadar mı benzer?

"Onu da alıp çıkacağız. Arkamdan sakın ayrılma. Tamam mı?" Titrek bir ifadeyle gözündeki yaşı silip kafasını salladı.

Yere eğilip Mihre'yi de peşimden sürükleyerek mutfaktan girişe açılan kapıdan geçtik. Asil'i görür görmez kalbimdeki kuşlar kanat çırpmaya başladı. Göz göze geldiğimizde panikle karışık şaşkınlık ifadesi bile ona aşıkolmam için yeterli bir sebepti.

"Senin ne işin var burada?"

"Geçerken uğradım." Bu sırada silahıma yedek şarjörünü geçirip dışarıdaki hedefleri vurmaya başladım. "Gitmek zorundayız. Bu taraf temiz, mutfaktan çıkacağız." dedim.

"Kim bu herifler!?"

"Konumuz bu mu şu an Asil?" Gözlerim hem kapıda hem de Mihre de geziyordu. "Üç deyince bu tarafa geç!" diye bağırıp kenara çekildim. "Üç!" Afallasa da kendini bu tarafa atıp Mihre'nin yanına geçti.

"Bir ve ikiye ne oldu?" Kızgın ifadesine gülmeden edemedim.

"Uzatmayı hiç sevmem."

"Ya sabır." deyip kardeşine kocaman sarıldı. Gözlerim buğulanırken neye uğradığımı şaşırmış bir halde onlara bakıyordum. Yıllardır akmayan gözyaşım, gelmek için çırpınıyordu. Bu da neyin nesiydi?

Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp kalkmaya yeltendiğimde Asil kolunu önüme koyarak geçmeme izin vermedi. "Arkamdan gelin." deyip mutfak kapısına doğru temkinli adımlarla ilerledi. Gözlerimi devirsem de takip etmeye başladım.

Arka kapıdan çıktığımızda kapının önünde Potebekliyordu. "Tek gelmenin sebebi?" deyip kaşımı kaldırdım.

"Ben tek siz hepiniz desem?" dediği an gülmemek için dudaklarımı ısırdım.

"Kafanı kırarım desem?" deyince toparlandı ve arabanın kapısını açtı. Mihre ile arkaya geçeceğimiz sırada duvarın arkasındaki silueti görmemle Mihre'yi içeri fırlatmam eş zamanlı gerçekleşti ama o silah çoktan patlamıştı. Asil'in silahından çıkan kurşun o adamı öldürmüştü ama onun silahından çıkanın nerede olduğunu anlamak için herkese göz gezdirdim.

En son arabanın içindeki Mihre'ye bakıp, "İyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu?" dedim ama sanki dili tutulmuştu. Vücudunda bir şey göremiyordum ama emin de olamadım.

"Mihre iyi misin!?" diye bağıran Asil'in sesiyle kendine geldi.

"H-Hafsa!" Cevabıyla gözler bana çevrilirken omzumdan akan sıcaklıkla kurşunun girdiği yer de belli oldu.

Pote, Asil'i itip önüme geçti ve omzuma bakmaya başladı. "İyi misin? Kurşun içeride mi?" derken kontrol etmeye devam etti.

Asil, put gibi bana bakarken Pote'ye döndüm. "Sıyırdı, iyiyim. Gidelim artık." Asil de çözülmüş olacak ki kolunu bana uzattığı an Pote engeline takıldı.

"Dokunma."

"Hafsa, iyi misin?" Gözlerindeki korku canımı acıtıyordu. Daha fenası da bana dokunamadığı için yumruk yaptığı elleriydi. Boğumları bembeyaz olan elinden gözlerimi alıp arabanın sürücü koltuğuna yöneldim.

"Arabayı ben kullanıyorum. Yaralısın, geç arkaya." Asil'in ses tonundaki öfkenin sahibi olmadığımı biliyordum. Umursamadan koltuğa geçip kapıyı kapattım.

"İnatçı. Başına ne geliyorsa bundan geliyor." diye homurdanarak kardeşinin yanına arkaya oturdu. Pote de yanıma geçince telefonumu alıp Furkan'ı aradım.

Silah sesleri susmak bilmiyordu ve bizimkiler yorulmuşlardı. "Gidiyoruz, çekilin."

"Emredersin Patrona."

"Furkan, Cenk ve Beyza'yı da al konuştuğumuz yere geç."

"Bir arada kalsak daha iyi olmaz mı? Adamlar takip ediyor."

"İzinizi kaybettirip dediğim yere geçin. Biz hallederiz arkadakileri." deyip telefonu kapattım.

Biz önde hızla uçağımızın beklediği alana doğru yol alırken ekibim de arabalarıyla diğer yollara saptılar. Arabanın içinde ölüm sessizliğini bozan tek şey ardımızdan yükselen kurşun sesleriydi. Sağ omzumdan yayılan acı bedenimi işgal etmek üzereydi ama en ufak bir tepki veremiyordum. Öz babam kalbimden vurduğundan beri bedenime kurşun isabet etmemişti ama onun sayesinde bu acılara o kadar alışkındım ki.

"Kim bu adamlar? Bizimle dertleri ne?" Arkadan gelen sesle gözlerimiz dikiz aynasında buluştu.

"İspanya konseyi, hakkınızda ölüm kararı çıkardı." deyip gözlerimi yola çevirdim.

"Ne demek oluyor bu!? Ailem de mi tehlikede!?" Asil'in gürleyen sesiyle canım sıkılmaya başladı.

"Annenlerin yanında korumalar var ve sıkıntı yok. Abin ve yeğenin de arkamızdan İspanya'ya gelecekler."

"Durdur arabayı!" Bu adam gerçekten deliydi. Umursamadan yola devam ettim ama öne doğru eğilmesiyle Pote müdahale etti.

"Kendine gel! İnerseniz hepimiz öleceğiz! Kararın sebebini biz de bilmiyoruz ama yaşamak için tek şansımız konseyle konuşmak!"

"Allah kahretsin!" diye bağırıp arkamdan koltuğuma vurunca kolumda derin bir acı hissettim ve istemsizce ağzımdan inilti yükseldi. Asil panikle yeniden öne doğru hamle yaptı. "Özür dilerim, iyi misin?" Gözlerimi devirip cevap vermedim.

"Hafsa, çok kanaman var. Yarana bakmamız lazım, biliyorsun hemşireyim ben hemen hallederim." Hafifçe Mihre'ye baktım. Kendini toparlamaya çalışsa da gözleri hala korku doluydu.

"Uçakta bakarız." deyip önüme döndüm.

Gün ağarmaya başlamıştı ve halsizliğim git gide artıyordu. Alana ulaşmamıza dakikalar kala ani bir frenle arabayı durdurmak zorunda kaldım. Atlattığımı düşündüğüm adamlar arabalarıyla yolu kesmiş, çember halinde dışarıda bekliyorlardı. Yolun sonu, bizim için burasıydı. Arkamdaki arabalara baktım ama sayıca çok azdık. İçeride Mihre'nin ağlamaları ve panik havası hakimkendışarıdaki adamlar bizi alayla seyrediyordu. Önde duran uzun boylu, kel ve kas yığını olan adam, arabamın önünde durup el hareketiyle beni dışarı çağırdı.

"Elini bir tarafına monte edeceğim. Bekle sen." diye söylenip Pote'ye döndüm. "Torpidodaki silahımı ver." Ne yapacağımı anladığı an gülümseyip, dedeme ait olan silahı elime verdi.

"Saçmalama çıkamazsın dışarıya!" diye bağıran Asil'e baktım.

"Biraz daha bağırırsan ses tellerini keser, bir ömür sessizliğinde yaşarım Asil."

"Dışarıda en az otuz tane adam var! Destek çağıralım! Arabanın içinde bir şey yapamazlar, kurşun geçirmez!" Kaşlarımı çatıp yüzünü inceledim.

"Fazla dikkatlisin." dediğimde irkilir gibi olsa da toparladı ama yakalamıştım.

"Kardeşimin canı söz konusu." Onun canıydı sadece önemli olan. Zaten bu hayatta benim canıma kıymet veren kaç kişi vardı ki?

"Siz arabada kalacaksınız zaten. Kurşun geçirmez." Göz kırpıp arabadan indiğim an onları da içeri kilitledim.

Arkamdaki adamlarıma çıkmamaları için hareket yapıp kelin yanına ilerledim. Yüzündeki iğrenç ifadeyi birazdan dağıtacaktım.

"Ölüme ilk senin gibi bir güzelliği mi gönderdiler?" Aksanlı İspanyolcasıyla konuşurken önümde durup baştan aşağı bedenimi süzmeye başladı. "Yazık olacak."

Elimi belime atıp dedemin silahını çıkaracağım an herkes silahını bana doğrulttu. Karşımdaki adam ise gülme krizine girdi. Beni de akıllısı bulsa şaşardım zaten.

"Bu narinlikle silah mı tutacaksın sen?" diyerek böğürmeye devam etti.

"Sen, benim kim olduğumu biliyor musun?" İspanyolca konuşmamla gülmesinin kesilmesi bir oldu.

Kaşlarını çatıp silahını çıkardı ve alnıma dayadı. Metalik soğuk daha da canımı sıkmaya başlamıştı. "Kimsin sen!?"

Sabır dileyip elimdeki silahın ucundan tuttum ve kabzasını ona çevirdim. Bakışları yüzümden silahın kabzasına indiğinde yüzünden binlerce ifade geçmeye başladı. Altından harflerle silahın üzerine işlenen S.M. Salvador Mendez yazısında biraz fazla oyalanırken alnımda tuttuğu silah titremeye başladı. Gözlerini tekrar yüzüme çevirip silahını indirdiği saniye iki adım geriye gitti.

"Şimdi anladın mı kim olduğumu?" Gülümseme sırası bendeydi.

"Sayın Mendez, affedin bilmiyordum." Karşımdaki koskoca adam titremeye başladı. Yüzüme en soğuk ifademi yerleştirdim.

"Benim saygısızlığı affettiğimi hiç duydun mu?"

"B-Biz araçta sizin olduğunuzu bilseydik..." Bana çevrilen silahların hala inmediğini gören adam öfkeyle bakışlarını adamlarına çevirip bağırmaya başladı. "Karşınızda Aurelia Mendez var! İndirin silahları!" Afallayan adamlar silahlarını indirip başlarını öne eğdiler.

"Size verilen emir neydi ve kimden aldınız!?" diye bağırdım.

Kel, kafasını kaldırmadan söze girdi. "Sayın Salieri Ennio, Arslan ailesinin katledilmesini emretti."

"Oradan bakınca Arslan ailesine mi benziyorum?"

"Affedin efendim. Biz, uzun zamandır Türkiye'de çalışıyoruz ve sizi tanıma şerefine ulaşamadık. Bilseydik asla böyle bir hata yapmazdık."

"Kafanı kaldır ve sağ omzuma bak." dedim ve adamın bakışlarının şekilden şekle girmesini seyrettim. "Beni yaraladınız. Has üyeye dokunmanın cezasını biliyor musun?"

"Biliyorum efendim."

"Uygula o zaman."

Gözlerime korkuyla baksa da başka çaresi yoktu. Bunlar, konseyimize yeminle bağlı adamlardı ve cezalarını da kendileri kesecekti.

"Emredersin Patrona!" deyip silahını şakağına tuttuğu gibi tereddüt bile etmeden ateş etti.

Diğer adamlara döndüğümde hala başlarını kaldırmamışlardı. "Emri uygulayın!" diye bağırdım.

"Emredersin Patrona!" Otuz adam da aynı anda kendi infazlarını gerçekleştirirken bedenimdeki güç, beni terk etmek üzereydi. Onlar ölmese, bana dokunmasalar bile Asil ve Mihre'yi asla sağ bırakmazlardı. Mecburdum. Yeniden, sevdiğim adamın gözleri önünde katil olmaya mecburdum.

Zorlukla ve utançla arabaya döndüm. Asil ve Mihre şok içinde bana bakıyorlardı. Pote'nin yüz ifadesi onların aksine keyifliydi. Arabayı açıp Pote'ye çıkması için işaret verdim.

"Sen kullan Pote. İyi hissetmiyorum."

"Biraz daha dayan Patrona'm." Başımı sallayıp yan koltuğa oturdum. Gözlerimi kapatıp, mide bulantımı bastırmaya çalıştım.

"Nasıl?" diyen Asil'e bakacak dermanım kalmamıştı.

"Şimdi tanıdın mı Aurelia Mendez'i?" cevabımdan sonra uçağa varana kadar kimse konuşmadı.

Kısa sürede bizim için hazırlanan özel uçağıma ulaştık. Kıyafetlerim berbat bir durumdaydı ve çok kan kaybetmiştim. Açlığımı ise tarif edecek kelime bulamıyordum. Hepimiz yerlerimize yerleştikten sonra Pote, elinde ilk yardım çantasıyla yanıma geldi.

"Ben hallederim." Mihre hemen ayaklanıp yanımdaki koltuğa yerleşirken gözümü kapattım.

"Eldiven takar mısın?" Pote'nin normalin üstünde çıkan nazik sesiyle gözlerimi aralamak istesem de yapamadım.

"Tabii takarım hemen. Hafsa, üstündekini çıkarmamız gerek."

Çıkaramazdım. İşkence izleriyle kaplı bedenimi açamazdım. "Kolunu kes, gücüm yok." dedim.

"Yarası derin ve çok kan kaybetti. Dikiş atmam lazım ama uyuşturucu iğne bulamıyorum."

"Uyuşturmadan yap." deyince ortam buz kesmiş gibi hissediyordum.

"Dayanamazsın, olmaz."

"Daha kötülerine de dayandım Mihre. Zaten uyuşmuş hissediyorum, yap da bitsin."

Sessizce işini yapmaya koyuldu ama teninden hissettiğim sıcaklık, yaramdan daha fazla acı veriyordu.

"Biraz çabuk yap. Dayanamıyorum." dişlerimin arasından tıslarcasına çıkardığım sese kıkırdamasıyla gözlerimi açtım.

"Demiştim acıyacak diye, niye inat ediyorsun ki?"

Gülen gözlerine, ölüm dolu gözlerimi sabitledim. "Acımıyor, dokunuşlarından rahatsız oluyorum." Gözlerindeki gülümseme hüzne dönüştü. Acıyarak bakması daha da dayanılmazdı. Elini hızlandırarak dikişi bitirip sardığında derin bir nefes verdim.

"Teşekkür ederim." Cevap bile vermeden kafasını salladı ama gözlerinin dolduğunu görüyordum. Bu aileye ihanet etmiştim ama bana öfkelenmek yerine üzülüyorlardı. Ya onlar fazla saftı ya da ben fazla şeytandım. İkinci seçenek daha mantıklıydı.

Asil, tam karşımda oturuyor arabadan indiğimizden beri tek kelime etmiyordu. Her hareketimi ve tepkimi yoğun bir şekilde analiz etmeye odaklanmıştı. Pote de yanına oturmuş, onu incelemekle meşguldü. Muhtemelen neyine aşık olduğumu çözmeye çalışıyordu.

"Pote, açım ben."

"Şaşırdık mı? Asla." deyip kahkaha attı.

"Saatlerdir yemek yemedim hatta sigara bile içmedim ve fazlasıyla öfkeliyim şu an."

"Öfkeliden çok yaralı bir ceylan kadar şirin görünüyorsun." Pote cümlesini bitirdiği an Asil'in öfkeli suratıyla karşılaşınca daha da gür kahkaha attı. "Tamamtamam bir şeyler getireyim de bizi yeme Patrona'm."

"Millet deliye ben akıllıya hasret kaldım." diye söylenerek gözlerimi tekrar kapattım.

Asil'in kokusu burnuma buram buram gelirken, huzur doluyordum. Resmen savaştan çıkmıştım ama huzurluydum. Bu adam, benimle olduğu sürece her savaştan çıkabilecek kadar da güçlü hissediyordum.

"Çok ihtişamlıydın Patrona." Asil'in alay dolu sesiyle huzurum kesintiye uğradı.

"Öyleydim."

"Deden sağ olsun." Gözlerimi açıp elalarıyla buluştum. Geldiğim yere kolay ulaşmamıştım ama buna kimseyi inandırmak zorunda da değildim. Beni bu denli küçümsemesi de canımı yakıyordu ama görünen buydu. İç yüzünü bilmediği için onu suçlayamazdım.

"Öyle olsun Asil."

İspanya'ya gidiyorduk. Yanımdakileri korumak için yeni bir savaşa daha girecektim ama bu savaşta yalnızdım. Altından kalkıp kalkamayacağımı bile bilmiyordum. Onları korumak için ödeyeceğim bedelden bile habersizdim. Beni bu savaştan kurtaracak tek kişi ise, Simurg...

Loading...
0%