Yeni Üyelik
34.
Bölüm

33.Bölüm

@hypnoticdark

Madrid 2023

Büyüdüğüm, aile olmanın ne demek olduğunu öğrendiğim eve döndüm. Bu kez, sevdiğim adamı da benimle gelmeye zorladım. Gözlerindeki öfkeyi de endişeyi de iliklerime kadar hissediyordum. Asil, sınırları olan bir adamdı ve ben o sınırları çoktan ihlal etmeye başlamıştım. O, beni olduğum gibi kabullenecek bir adam değildi. Ne yazık ki bende değişebilecek bir kadın değildim ancak olmazları oldurabilecek bir güce sahiptim.

Arabalarımız evin kapısından içeri girerken gerginliğimi bir türlü üzerimden atamamıştım. Yol boyunca herhangi bir saldırının olabilme ihtimalinden dolayı diken üstündeydim. İspanya konseyi çoktan ülkeye giriş yaptığımı ve liderin adamlarını öldürdüğümün haberini almış olmalılardı. Buna rağmen herhangi bir hamle yapmamaları beni daha da geriyordu.

Büyüdüğüm evin bahçesinde durduğumuzda kimse tek kelime etmeden araçlardan inmeye başladı. Ruhum sıkılıyor, kalbim mengenenin içerisinde kalmışçasına daralıyordu. Bahçeye adımımı atar atmaz aklıma gelen tek şey Mariana oldu. Başımı kaldırıp, bahçeye bakan ve yıllardır açılmayan odasına baktım.

Oradaydı. Küçüklüğü gözlerimin önünde, balkonuna çıkmış beni seyrediyordu. Gözlerindeki hayal kırıklığıyla karışık hüzünle bakıyordu en derinlerime. İntikamını almadan döndüğüm için mi hüzünlüydü? Bulutların arasında acı çektiği için miydi yoksa?

Ondan gözlerimi alamazken Asil'in sesine odaklanmaya çalıştım. "İyi misin?" değildim. Hiçbir zaman da iyi olamayacaktım. Zehrin yoksunluğu, bedenimde zelzele etkisi yaratırken halüsinasyonlar görmeme neden oluyordu. Bir süredir temizdim ancak etkilerinden kurtulamıyordum. Günden güne akıl sağlığımı yitirdiğimin de farkındaydım.

Bahçede, gözlerimi Mariana'nın balkonuna dikmiş put gibi bakarken kulağıma gelen uğultulara odaklanamaz hale gelmiştim. "Aurelia!" Alberto amcamın sesi, bedenimi titretmiş ve onu görmemi sağlayabilmişti.

Tam karşımda, endişeli gözlerle beni süzüyordu. "Neyin var kızım?" Kızını çaldığım adamın beni kızı gibi görmesi de hayatın bana oynadığı en acı oyundu.

"Yok bir şey, eve geçelim." deyip kapıya yöneldim. Eve adımımı attığım an, tanıdık koku ciğerlerimi sızlattı. Gözlerim, yuvalarından çıkarcasına ağrımaya başladı. Kendimi kanepeye fırlatırcasına atıp bir sigara yaktım. Daha fazla düşünmemeliydim. Karşıma Asil ve Mihre yerleşirken, Pote de yanıma oturdu.

Alberto amca, transa geçmiş gibi ayakta Mihre'yiinceliyordu. Dişlerimi sıkıp, başımı iki yana salladım. "Evet, ona benziyor. İlk şoku atlattıysan gel de konuşalım." dediğimde kendini düzeltip sağımdaki tekli koltuğa yerleşti.

"Sen ne yaptığının farkında mısın?" derken öfkesini bastırmaya çalışıyordu.

"Ölüm emrinden haberin var mıydı?"

"Olsaydı sana söylerdim." eliyle Mihre'yi göstererek, "Sırf ona benzediği için mi kendini ateşe attın?" dedi.

"Hayır, öyle olması gerekti. Hem o ateşten ne zaman kurtuldum ki yeniden atlamış olayım?" derken sigaramı söndürüp yeniden yaktım.

Mihre ayağa kalkıp, "Biri bana kime benzediğimi ve neler olduğunu söyleyecek mi?" dediğinde mideme giren ani krampla nefes alamadım.

"Mihre otur!" Asil'in bağırması, acıdan nefessiz kalan bedenimi daha da gerdi.

Telefonumun çalmasıyla ortamda sessizlik oluşurken kalbim neredeyse boğazımda atıyordu. Arayanın Simurgolduğunu gördüğüm an biraz da olsa rahatladım.

"Söyle."

"Kodu söyle." Bu adam, gerçekten sinirlerimi bozmak için yaratılmıştı.

"Başlayacağım koduna da sana da..." derin bir nefes alıp, "Üç gün üç gece" dedim.

Kıkırtısı kulağıma dolarken dişlerim sıkılmaktan ağrıyordu. "Tebrikler Patrona, bu kez harbiden bokabattın."

"Onu biliyoruz, devam et." Pote'ye elimle viski şişesini işaret edip misafirlerimize de ikram etmesini belirttim.

"Etrafında bir köstebek var Patrona. Konseye, Arslan ailesinin başkanla yaptığı anlaşmaları yollamış. Konsey de onları mahvetmek yerine iş yaptığını göz önüne alıp seni de hain ilan ettiler. Yarın gece toplantı olacak ve senin de ölüm hükmün verilecek. Hayırlı olsun." Gülümsedim.

"Tamamdır. Düzenekleri kurdun mu?" Asil, ağır ağır viskisini yudumlarken ağzımdan çıkan her kelimeyi pür dikkat dinliyordu.

"Hepsini hallettim ancak biliyorsun ki Bay Ennio'nunüretim hattı yok sadece komisyonlarla geçiniyor. Ona ne yapalım?"

Aklıma gelenlerle muzurca sırıttım. "Araba koleksiyonunun olduğu depoya yerleştir ama çok dikkatli ol Simurg. O mekan, üst düzey koruma altında."

"İçinden birkaç bebek saklayabiliyor muyuz Patrona?"

"Bu işi sorunsuz hallet, en iyisinden alırım sana." İkinci kadeh viskimi de tek seferde içtim ve midemin rahatlamasını hissettim.

Gür kahkaha telefonda yankılandı. "Anlaştık Patrona. Bu arada, diğer konuya yaklaştım. Çok az kaldı."

Yüzümdeki gülümseme silinirken derin bir iç çektim. "Emin miyiz?"

"Kesinlikle Patrona. Birkaç hafta içinde hedefe varacağım."

"O halde, Ziya Soykan ve akrabalarının bütün gelirini kes ve elindeki senetleri de işleme koy. Derhal bütün mal varlığı üzerime geçecek. Türkiye'ye dönmeden bu işleri halletmiş ol." Odadaki herkesin şaşkınlıkla açılmış gözleri üzerime dikildi. Artık saklayacak bir şey kalmamıştı.

"Biraz daha bekleyelim Patrona."

"Çok bekledik. Bu iş artık bitecek." deyip telefonu kapattım. Arkama yaslanırken kolumdaki sızı kendini belli etse de umursamadım.

Alberto amca şaşkınlıkla söze girdi. "Bulmuşlar mı?" Başımı olumsuzca salladım.

Asil boğazını temizleyerek elalarını üzerime diktiğinde ise ona yoğunlaştım. "En büyük düşmanın da savaştığın tek kişi de baban, değil mi?"

"O adam benim babam değil!" diye bağırdığımda ortam buz kesti. "İlla baba figürü arıyorsan," Alberto amcayı işaret ettim. "İşte, beni büyüten de babalık yapan da bu adamdır. Pote'nin de benim de babam, Alberto Castro." deyip ayağa kalktım. Hızla üst kata çıkıp odama geçtim.

Üstümdeki kıyafetleri yırtarcasına çıkarıp kendimi banyoya attım. Soğuk soğuk terler, boynumdan bedenime süzülürken yara izlerime takılıyor onları da aşıp zemine dökülüyordu. Aynaya baktım, nefret ettiğim bedenimi seyrettim bir süreliğine.

"Bitecek, çok az kaldı. Nefesimi kesenlerin nefeslerini tüketmeme çok az kaldı. Beni paramparça eden elleri koparmama çok az kaldı." Gözlerimi kapattım. "Sabret, sabret..."

Saatlerce suyun içerisinde düşünüp her şeyi ilmek ilmek hesapladım. Yıllardır kurduğum planı tekrar gözden geçirdim, kusursuzdu. Bu zehir tacirlerinin de beni öldürenlerin de sonunu aynı anda getirecektim. Bu dünyadan gidecek olsam da yalnız gitmeyecektim. Kurtaracağım bir denizyıldızı dahi olsa bile bunu başaracak, insanların hayatlarına dokunacaktım.

Banyodan çıkıp simsiyah uzun elbisemi üzerime geçirirken aşağıdan sesler geliyordu. Araz gelmiş olmalı diye geçirdim içimden. Fazla oyalanmadan saçımı da topuz yaptım ve eldivenlerimi giydim.

Merdivenlere yöneldiğimde küçük bir kızın kahkahası dolduruyordu evi. Buruk bir gülümseme yerleşti yüzüme. Yıllardır cenaze evi olan bu yere, şimdiden can gelmişti. Görüş alanıma takılan küçük kız, beni görür görmez duraksadı ve baştan aşağı süzdü. Ela gözlerinin içi hayranlık ve heyecan doluydu. Yanında duran Araz'a başımla selam verdim ve karşılığını alarak küçük kızın önünde dizlerimin üzerine çökerek boylarımızı eşitledim.

"Hoş geldiniz küçük hanım." dediğim an yüzünde mükemmel bir gülümseme oluştu.

"Teşekkürler prensesim." dediğinde şaşkınlıkla gülümsedim.

"Prenses mi?" derken mutluluk, uzun zaman sonra sesime de yansımıştı.

"Evet, babam dokunulmaz prensesin sarayına gidiyoruz dediğinde çok heyecanlandım. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. Benim ismim İnci." deyip eldiven giydiği minik elini bana uzattığı an kalbim ağrıdı. Elini tutup ona zarar vermeyecek şekilde sıktım.

"Memnun oldum İnci. Benim ismim de Hafsa ama neden dokunulmaz dediğini anlayamadım." derken elini hiç bırakmak istemedim.

"Babam dedi ki; eğer size dokunursam kurbağaya dönüşürmüşsünüz. Bu yüzden de dokunulmaz prenses olmuşsunuz." Öyle bir kahkaha attım ki odadaki herkes birbirine bakmaya başladı.

"Demek kurbağaya dönüşürmüşüm." deyip tek kaşımı kaldırarak Araz'a baktım. Mahcup bir ifadeyle gülümserken İnci de onaylarcasına başını salladı. "Peki o halde. Dokunulmaz prensesin sarayına geldiğin için teşekkür ederim. İstersen Beyza ablan ve halan sana odanı göstersinler." dediğimde elini benden kurtarıp sevinçle alkışladı.

"Olur olur." derken koşarak Mihre'ye sarıldı ve Beyza'nın adımlarına uyarak yukarıya çıktılar.

Evin kapısından şen şakrak gülerek giren Cenk'e bakarak ayağa kalktım. "Patrona, biz insan ticaretine falan mı girsek?"

"Ne saçmalıyorsun yine Cenk?" derken sıkıntıyla nefes verdim.

"Türkiye'den İspanya'ya o kadar çok insan getirdik ki çarşıda kime selam versem aleyküm selam diyecek raddeye geldi durum."

"Ya sabır." deyip Araz'a döndüm.

"Hoş geldiniz, bu şekilde gelmenizi istemezdim. Kusura bakma."

"Hoş bulduk. Çocuklar uçakta durumu anlattı. Şimdi ne olacak?" derken kanepelere yerleştik.

Kendime bir sigara yakıp arkama yaslandım. "Şimdilik herkes güvende. Yarın konsey toplanacak ve bir sorun kalmayacak."

Asil, öfkeyle su bardağını öndeki masaya bıraktı. "Nasıl bu kadar eminsin? Ya onları ikna edemezsen ve aileme zarar gelirse?"

Gözlerinin içine aynı öfkeyle baktım. "Ailene zarar gelmeyecek."

"Ya sana zarar gelirse!?" diye bağırdığı an yerimde sıçradım. Aslanımın hiç ayarı yoktu.

"Gelmeyecek." dedim keyifle.

Hızla ayağa kalktı ve önümde durdu. "Nasıl bu kadar eminsin? Nasıl!?"

Bende ayağa kalktım ve aramızda bir nefes mesafe bıraktım. "Çünkü ben, öleceği günü bile bilen bir kadınım!" Çığlıklarımız da nefeslerimiz de birbirine karışarak soluklandık. O benim mavilerimi ben de onun elalarını yüreklerimize sakladık. Gözbebeklerinin titreyişini kazıdım her hücreme. Binlerce kez yaşamayı diledim. En kötüsü de anne olmak istedim. Bir anlığına gelen bu isteği bütün varlığımla reddederken onunla bir bütün olma isteğinde kaybettim bu savaşı. Ölen ruhumu da bedenimi de bu adamın bakışlarıyla canlandırdım.

Kalbimi benliğinde hapseden adam, artık kaybedecek bir şeyim vardı. Artık, kaybedecek çok şeyim vardı.

"Yemek hazır, dilerseniz sofraya geçelim." Albertoamcamın sesiyle bu huzurlu andan koptum ve hızla geri çekildim.

"Geliyoruz." dedim titreyen sesimle.

Bu evin hiç görmediği kadar kalabalık bir sofrada neşeyle yedik yemeğimizi. İlk kez sadece karnımı değil, öksüz kalan ruhumu da doyurdum bu huzurla. Kafamdan olumsuz tek bir an geçmeden saatler geçti. Kahkahalar birbirine karıştı, anılar anlatıldı ama tek bir eksikle. Mariana'dan kimse bahsetmedi. Bir an boşluğa düşecek gibi olsam da Asil'in varlığıyla daha güçlü kalktım ayağa.

Yemeğin ardından kahvelerimizi de içtik. Alberto amca hepimizden müsaade isteyip odasına çekildi. Birkaç saat daha İnci ile sohbet ettikten sonra onun da uyku saati geldiği için gittiler. Gittiği an ev yeniden sessizliğe büründü. Herkes teker teker uyumaya giderken Asil ile yalnız kaldık.

"Bahçeye çıkalım mı?" dedim. En güzel gülümsemesiyle beni onayladı. Çocukluğumun bahçesine çıkıp çardağa geçip oturdum. Omuzlarıma serilen ağırlıkla panikleyerek irkildim. Asil, bana dokunmamaya özen göstererek ceketini bırakmıştı. Yüzümde hüzünle karışık bir gülümseme oluştu.

Yanıma oturduğunda odunsu kokusunu çektim ciğerlerime. "Artık yüzleşelim mi Hafsa?"

Yüzüne baktım, itiraf vaktiydi. "Sana dokunamam Asil. Bir ömür göğsünde soluklanamam." Başımı yere eğdim. "Sana bir aile veremem. Hatta, sıkıntıdan başka hiçbir şey veremem." Topuzumdan firar eden bir tutam saçımı aldı ellerine. Yerdeki bakışlarımı çevirdim gözlerine.

"Bir ömür dokunma bana. İstersen binlerce kez sıkıntıya sok beni, hepsiyle savaşacak gücüm var ama..." Gözleri buğulandı, istekle karşılık verdim en derinlerine. "Bir daha sensizlikle savaşamam ben." Kaşlarım çatıldı.

"Yıllar önce sen bana değil, ben sana vuruldum. Amaçsızca aradım seni köşe bucak. Hiç vazgeçmedim, beni benden alan kadını aramaktan hiç vazgeçmedim."

"Özür dilerim." Gözlerimden bir damla yaş firar etti. Yıllarca akmayan o yaş, unuttuğum bütün duygular ortaya çıktı.

"Dileme, sen özür dilenecek bir şey yapmadın. Sana aşıkolan adamı sırf dokunuşlarından mahrum diye reddetme, beni öldürme. Kim olduğun da yaptığın işler de umurumda değil. Kadınım, sen bana bir ömür aile ol fazlasını istersem nağmerdim." Boğazımdan yükselen bir hıçkırık koptu. İstiyordum, ben bu adamla yaşamak istiyordum.

"Sonumuz ne olur bilmiyorum ama..." derin bir nefes alıp gözümdeki yaşı sildim. "...seni seviyorum, Asil."

Gamzesini önüme sererek kocaman gülümsedi. "Seni seviyorum Hafsa."

Gece güne karıştı. Her şey unutuldu. Ne intikam istedim ne de can yakmak. Sadece, bana nefes olan adamın, nefesi olmak istedim. Her şeyi bitirecek, bu adamla aile olacaktım. Değmeyen insanlar uğruna kendimi yaşamaktan mahrum bırakmayacaktım.

Günün ilk ışıklarını Asil ile birlikte seyrettik. Kış bahçesine kurulan sofrayla kahvaltımızı ederken konsey toplantısının bu gece olacağına dair haber geldi. Sürekli Simurg ile irtibattaydım. İstediğim düzenekler hazırdı ve bu geceden sağ çıkmak için canla başla çalışıyorduk.

Her ihtimale karşı İnci'yi korumak için uçağı hazırlattım. Olumsuz bir durumda onun yeni bir hayata başlaması için de her şey hazırdı ama bu ihtimalden kimseye bahsetmek istemedim.

Akşamın ilk saatlerinde Mihre'nin kaldığı odaya girdim. Beni görür görmez irkildi ama belli etmemeye çalışıyordu. "Bir sorun mu var?"

"Biraz konuşabilir miyiz?" deyip bir iki adım geriye gittim. "Tabi." derken zorlukla gülümsüyordu.

İçeriye geçip yatağın kenarına oturdum. "Bu gece yapılacak toplantıya Asil ve Araz da benimle gidecek ama senin İnci ile kalmanı istiyorum."

Gözleri korkuyla açıldı. "Onları koruyacaksın, değil mi?"

"Kanımın son damlasına kadar bunun için savaşacağım. Yine de..." Sıkıntıyla iç çektim. "...bir saat içinde dönmezsek, Alberto amca ve Pote ne diyorsa onu yapmanı istiyorum."

"Kötü bir insan olmadığını biliyorum." Gözlerine çevirdim bakışlarımı. "Seni bu hale ne getirdi bilmiyorum ama kötü olmadığını ve Asil abime aşık olduğunu hissediyorum. Bu yüzden de bir saat içinde dönmenizi bekleyeceğim."

Gülümsedim ama mutluluktan değildi. "Döneceğiz." deyip ayaklandım. Ağır adımlarla odama ilerledim. Kendimi çok yaşlı hissettim. Yaşanmışlıklarım, yaşımdan çok daha ağırdı ve bir gün bunların altında ezilmekten ölesiye korkuyordum.

Odama geçip üzerime siyah bir tulum giydim. Stilettolarımı ayağıma geçirirken resmen ağır çekimde hazırlanıyordum. Saçlarımı at kuyruğu yaparak makyaj masama oturdum. Bolca parfüm sıktım üzerime çünkü kan kokusu duymaya başlamıştım. Siyah göz makyajımın ardından hazırdım. Kapım gürültüyle açıldığında gelenin kim olduğunu gayet iyi biliyordum.

"Beni varis olarak tanıttın! Şimdi, bensiz nasıl toplantıya gidersin!?" Pote'nin sesi odada yankılanırken başımı ellerimin arasına aldım.

"Hangi birinizle uğraşacağımı şaşırdım Pote. Çok yorgunum! Bari sen anla!" diye bağırmam bile öfkesini azaltmadı.

"Bensiz gidemezsin! Seni asla tek başına göndermem!"

"Asil ve Araz da gelecek ayrıca diğer ekip üyeleri de yanımda. Bağırma artık." Yorgundum ve artık dayanamıyordum.

"Öleceğini düşünüyorsun. O yüzden de beni yanında götürmüyorsun. Çocuk değilim ben Patrona! Yeter artık!" Sabrımın son damlası şimdi taşmıştı. Ayağa kalkıp yüzüne sert bir tokat attım.

"Sana yeter anladın mı!? Evet, bugün ölebilirim ve senin ölmeni istemiyorum! Bu hayatta sahip olduğum en değerli kişi ölsün istemiyorum! Bunun için de ne gerekiyorsa yaparım!"

Dudağındaki kanı silerek bana yaklaştı ve sımsıkı sarıldı. Boynuna gizlediğim sadece bakışlarım değil, ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarımdı. Boynunda hissettiği ıslaklıkla bedeni kaskatı kesildi. "Ben ölsem bile yaşasan olmaz mı?" derken hıçkırarak ağlıyordum.

"Olmaz." dedi ve ardından başıma bir öpücük kondurdu. "Sen yoksan, sağ kalan tek kız kardeşim yoksa..." Bedenimi kendinden ayırıp gözyaşlarımı sildi. "...ben de yokum."

"Ölmek istemiyorum Pote." Gözyaşlarım durmuyordu.

Omuzlarımdan tutup sarstı beni. "Ölmeyeceksin. Kim olduğunu unutma Patrona. Şimdi, gideceğiz ve onlara da kim olduğunu hatırlatıp evimize döneceğiz. Anlaştık mı?" Ağır ağır başımı sallayıp yeniden sımsıkı sarıldım.

"O zaman sen psikiyatristimden randevu al çünkü..." başımı kaldırıp gözlerine baktım. "...döndükten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak." deyip gülümsedim.

"Anlaştık, dokunulmaz prenses." deyip kıkırdadı.

Pote'den ayrılıp uzun kaşemi omuzlarıma koydum. Gözyaşlarımı silip çenemi gururla havaya kaldırdım. "Gidelim." deyip yanından geçtim.

Aşağı indiğimde Araz ve Asil siyah takımlarını giymiş bizi bekliyorlardı. Asil, bana hayranlıkla bakarken o bakışlarda boğulmamak için hızla dışarı çıktım. Bizi bekleyen en az otuz araç vardı ve hepsi doluydu. Bana özel hazırlanan limuzine geçtim. İhtişamlı bir giriş olacaktı.

Asil ve Araz karşıma Pote de yanıma oturdu. İki saat süren yolculuk boyunca da kimse tek kelime etmedi. Toplantının yapılacağı mekana yaklaşırken sol elimin eldiveninin içerisindeki çakı, yavaş yavaş avcumun içini kesti ama en ufak bir acı hissetmedim.

Arabalarımız tek tek bahçeye yerleştikten sonra korumalar indi ve beni beklemeye başladı. Boğazımı temizleyip önüme döndüm. "Yarım saat içerisinde bu binadan çıkmazsam, gideceksiniz ve arkanıza bile bakmayacaksınız." dedim.

"Ne demek istiyorsun!?" diye yükselen Asil'e bakmaya cesaretim yoktu çünkü bakarsam her şeyden vazgeçerdim.

"Çıkamazsam ne demek Patrona!?" diyen Pote'ye de bakmadım. Gözlerim sadece Araz'ın üzerindeydi.

"Kızının canını korumama karşılık bana verdiğin sözü unutma Araz. Yarım saat içerisinde çıkmazsam Pote'yi de Asil'i de götür buradan."

"Sözüm söz Hafsa." dedi tüm soğukkanlılığıyla.

"Yarım saat sonra çıkmazsam bu bina patlayacak ve kimse sağ kurtulamayacak. Benim ölümümle birlikte Ziya Bey ve diğer bütün pislikler de dünyadan silinecek, adamlarım tetikte bekliyor. Sizin de başka bir ülkede ve farklı kimliklerle hayatınız hazır." deyip cevap vermelerine zaman tanımadan arabadan indim.

Bahçedeki korumalar başlarını öne eğip sıralandılar ve önümde açılan yoldan ilerlemeye başladım. Arkamda Pote, Araz ve Asil ile ya ölüme ya da yaşamaya yürüyordum. Asil yanıma geçip kulağıma eğildi.

"Sen, benimle yaşayacaksın. Bunu sakın unutma." Hafifçe tebessüm edip kapıdan gireceğim sırada başıma dayanan namluyla olduğum yere çakıldım. Adamlarım bunu görür görmez silahlarını çekmeye davransalar da elimi kaldırıp onları durdurdum.

Konsey lideri, Salieri Ennio... Gözlerinden ateş saçarak kafama silah dayamıştı. Bu cüreti beklediğimi söyleyemezdim.

Gözlerimi gözlerine sabitleyip, "Haddini aşıyorsun, geçici lider." derken alayla gülümsedim.

"O haddi sen çoktan aştın Aurelia Mendez!" diye kükrediğinde sol elimdeki eldiveni çıkardım. Elimdeki çakı ve akan kanı gördüğü an duraksadı.

"Kan bağı sizi akraba, sadakat ise aile yapar." dediğimde elindeki silahı hafifçe geri çekti ama kaldırmadı. "Bunu bana sen öğrettin, sayın Ennio. Ardımdaki Arslan ailesi de bana sadakatle bağlılar. Tıpkı sizin gibi." dediğim an silahını indirdi ve hışımla içeriye geçti. Araz ve Asil anlamaz gözlerle beni izlerken, Pote'nin gözlerinde sadece gurur vardı. Derin bir nefes verip ben de içeriye doğru adımladım.

Gerçek ailemi, bu kurtlara yedirmeye niyetim yoktu...

 

Loading...
0%