@hypnoticdark
|
Madrid 2023 Bilmiyorlardı, canımın ne kadar yandığını da içimin nasıl kavrulduğunu da bilmiyorlardı. Benim hala kardeşimin öldüğü ormanda kaldığımı bilmedikleri gibi yüreğimde kopan fırtınaları da bilmiyorlardı. Bu paramparça yüreğime aldığım adam da karanlık dünyanın bir parçasıydı ama kendi içindeki aydınlığın farkındaydı. Ben, baştan aşağı karanlıktım. İçim de dışım da yana yana zift karasına bürünmüştü. Yaşamak? İşte bu, umudu olan insanların yapabileceği bir eylem. Benim de içime o umudu ekmişlerdi. Bir anlığına da olsa tutunduğum o filiz, bu fırtınadan sağ çıkabilirse büyüyüp çiçek açacaktı. Toplantı kapısının önünde durduğumda çantamdaki telefonun titreşimi kaşlarımı çatmama neden oldu. Telefonuma baktığımda arayan Simurg'du ve şu an aramaması gerektiğini çok iyi biliyordu. Çağrıyı yanıtladım ve konuşmasını dinledim. O konuştukça bedenimi saran titremenin yoğunluğu arttı. Gözlerimin mavisi kor rengine bürünürken telefonu kapattım. Omuzlarımı dikleştirdim, kurtlar sofrasını yönetmek için açtım o demirden kapıyı. Bütün üyelerin gözlerinden alev fışkırıyordu ama ben o ateşte yanalı çok olmuştu. Toplantı masasının kapıya yakın olan baş koltuğu benimdi. Tam karşımdaki liderlik koltuğunda ise SalieriEnnio oturuyordu. Adımlarımı ona yönelterek tam yanında durdum. "Bugün buraya varis olarak değil, konseyin lideri olarak geldim." Çelik kadar soğuk olan sesim herkesin içine ateşler salarken gözümü bile kırpmadan yüzlerini seyrettim. Salieri Ennio ayağa kalkarak gözlerimin içine baktı. "Bu konseyin bir lideri var!" Diye bağırdığında hafifçe tebessüm ettim. "Doğru, zaten bu yüzden geç kalınmış bu kararı alıyorum. Liderlik kandadır Sayın Ennio ve bu soya sahip olan tek kişi benim." Bir adım daha yaklaştım. "Ya önümden çekilirsin ya da seni buraya gömerim." Artık son noktadaydım ve kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Kanlı savaşı başlatan benim bu kurşunum olmuştu. "Dedeniz Sayın Mendez ölmedi! O gelene kadar bu görev bana ait!" Çocuk gibi mızmızlanırken daha fazla tahammülüm kalmamıştı. Telefonu çıkarıp masanın ortasına bıraktım. "Salvador Mendez'in mezarı, kemik testinden o olduğu ortaya çıktı. Uzun süredir bu işin peşindeydim. Dedem tam on yıl önce ölmüş ve hepimiz Ziya Soykan tarafından kandırılmışız." Salieri Ennio tepkisiz kalırken diğer üyelerden babama karşı nefret nidaları yükseliyordu. "Şaşırmadınız Sayın Ennio, yoksa koltuğunuzdan kalkmamak için siz de bu işin içinde miydiniz?" Göz bebekleri titrediği an doğru noktaya bastığımı anladım. "Bu saçmalık! Bana böyle ithamlarda bulunamazsın!" Silahımı ani bir manevrayla masanın altından çıkarıp alnına dayadığım an yüzünün renginin birkaç ton açılmasını zevkle izledim. Bu salona silah sokmak yasaktı ama ben bomba bile yerleştirmiştim. "İhanet ettiğin ortada. Onurunla ölmek mi istersin yoksa ben mi alayım canını?" Herkes ayaklanırken beni desteklediklerini gözlerinde görebiliyordum. Bunun verdiği güçle daha da bastırdım namlunun ucunu. "Beni öldüremezsin! Sen bu koltuğu hiçbir zaman hak etmedin!" Aile olarak gördüğüm insanlardan biri de bu şerefsizdi ama ben ailemden ihanet görmeye o kadar alışıktım ki umurumda bile olmadı. "Bana kimse bir şeyi yapamayacağımı ima etmemeli." Deyip alnının ortasına sıktığım kurşunla ayaklarımın dibine yığılması birkaç saniyelik bir olaydı. Cebimden çıkardığım mendille yüzümdeki kanı silerek liderlik koltuğuna oturdum. Bu koltuk umurumda mı diye soracak olursanız, kesinlikle değildi. Odadakilere kafamla oturmalarını işaret ettiğim an hepsi tedirginlikle yerlerine yerleşti. "Konsey lideri olarak, Arslan ailesinin benim himayemde ve dokunulmaz olduklarını belirtmekle başlıyorum toplantıya." Deyip geri yaslandım. Ayaklarımın dibindeki cesetle göz göze gelmemeye çalışıyordum. "Bu mümkün değil! Daha fazla Türk ile iç içe olmak istemiyoruz." Diyen Bay Garcia'ya alaycı bir bakış gönderdim. "İçimde akan Türk kanını hatırlatmama gerek yok sanırım Bay Garcia. Eğer bu durumu kabullenmezseniz hiç birimiz bu odadan sağ çıkmayacağız." Derken ölüme çok yakın olduğumu hissettim çünkü başka bir ırktan kimseyi istemediklerini çok iyi biliyordum. Ben ise dedem sayesinde istisnaydım. "Bu da ne demek oluyor?" Diye soran Sayın Alvarez'eçevirdim gözlerimi. "Bu odada bomba bulunuyor ve küçük bir işaretimle patlayacak. Anlayacağınız üzere canımı pek de önemsemiyorum ama belki siz önemsiyorsunuzdur." Bacak bacak üzerine atıp dehşet içindeki bakışlarını seyrederken kendi aralarında bir karara varmalarını istedim. On dakika boyunca kendi içlerinde konuşup başımı şişirirlerken vakit kaybediyordum ve yarım saat içinde bu odadan çıkmazsam Simurg bombayı patlatacaktı. Son on dakikanın içerisindeydim ama hala şu ihtiyarların çenesini dinliyordum. Sonunda bir karara varıp bana döndüklerinde kabul ettiklerine dair keyifsiz beyanlarını, sakince dinledim. Son iki dakika kaldığında ise odadan çıkıp derin bir nefes verdim. Kapının sol üst tarafındaki kameraya gülümsediğimde Simurg da işaretimi anlamış olmalı ki hala tek parçaydım. Bambaşka bir planla girdiğim odadan lider olarak çıkıyordum. Çenemi dikleştirip temiz havaya adım attığım an kimseyle göz göze gelmek istemedim. Konseyin diğer üyeleri de arkamdan geldiler. Kurallara göre ufak bir takdim töreni olacaktı. Bay Garcia bir adım atıp yanımda durdu. "Konseyimizin lideri Sayın Aurelia Mendez'i sunarım." Diye gürlediği an bütün korumalar karşımda ip gibi dizilip başlarını kaldırdılar. En önde ise gururlu ifadesiyle Pote yer alıyordu. "Saygılar, büyük Patrona Aurelia Mendez'e!" Diye bağırdıkları an gecenin karanlık boşluğu ismimle yankılandı. İstediğim bu muydu? Benim istediğim kapının sağ tarafında duran adamdı. Şaşkın ama bir o kadar rahatlamış ifadesiyle bedenimi süzen Asil'di isteğim. Gözlerimi sorun yok dercesine kırpıp gülümsediğimde gamzesiyle karşılık verdi kalbime. Konsey üyeleriyle vedalaşıp arabama yerleştiğimde soğuk soğuk terliyordum. Her şey çok fazla geliyordu bedenime. Dayanamayacağım kadar ağır yükler taşırken bir de bu eklenmişti. "Ne oldu orada?" Diyen Asil'e çevirdim bakışlarımı. "Biraz lider olmuş olabilirim." Derken beni saran kahkahayı durduramadım. Gözümden yaşlar akana kadar gülerken karnıma ağrılar saplanmaya başladı. "Yok ya ben kafayı bozacağım." Araz'ın söylediği kahkahamı daha da arttırırken artık acı çekiyordum. Derin derin nefesler alıp gözlerimdeki yaşı elimin tersiyle sildim. "Ne demek lider oldum Hafsa!?" Asil'in elalarında sakinleşirken boğazımdaki düğümü çözdüm. "Öyle gerekti, artık İspanya konseyini ben yönetiyorum." Elini ensesine atıp sıkıntılı bir nefes verdi. "Bu boktankurtulmanın bir yolu yok mu?" "Ben bu bok dediğin şeyin içine doğdum Asil. Sence var mı?" Sorum aslında her şeyin yanıtıydı. Bunu da sadece sessizlik cevaplayabilirdi ki öyle de oldu. Eve ulaştığımızda herkes rahatlarken beni boğan yüklerle içeriye giremedim. Bahçedeki çardağa yerleşip bir sigara yaktım. Zehirli duman ciğerlerime dolarken gecenin soğukluğu bedenimi rahatlattı. Kulağıma gelen adım seslerinin sahibini biliyordum. Asil, karşıma geçip oturduğunda ikimiz de konuşamadık. Bir süre gözlerindeki beni izlerken Simurg'u aramam gerektiğini hatırlayıp telefonumu çıkardım. Birkaç çalıştan sonra açıldığında "Parolayı soracaksan dilini koparırım." Dedim. "Senden emin oldum lider hanım." Derken sesi durgundu, sebebini çok iyi biliyordum. "Türkiye'ye dönüyoruz Simurg ve sende geliyorsun." "Her şeyin başladığı yerde her şeye son vermeye mi Patrona?" Evet, doğru tanım buydu. "Kanlı savaş başlasın." Deyip telefonu kapattım. Pür dikkat beni dinleyen Asil de kaşlarını çatmıştı. Bunun onu ne kadar çekici yaptığından haberi var mıydı acaba? "Kanlı savaş ne demek?" Tok sesi içimi titretti. "Babamı öldüreceğim Asil." Gözleri yuvalarından çıkarcasına açıldığında açıklama yapmam gerektiğinin farkındaydım ama yorgundum işte. Üzerimdeki tulumun ön tarafındaki fermuarını göğüs hizama kadar açarken Asil panikle başını çevirdi. "Ne yapıyorsun kızım sen!?" Dediğinde kıkırdamamı durduramadım. "Sebeplerini anlatmaktansa göstereceğim. Bakar mısın bana?" Titreyen sesimi fark edip gözlerini üzerime çevirdi. Fermuarı kalbimin üzerine kadar açıp kurşun izinin görünmesine izin verdim. Boynundaki bütün damarlar belirginleşirken yüzü kıpkırmızı kesildi. Yetinmeyip sağ kolumdaki saati de çıkardım. Hayatımdan vazgeçtiğim gün bileğimde açtığım o derin kesiğin bıraktığı kabarık izi de gözlerine sunarken hışımla ayağa kalktı. "O iti geberteceğim! Onun eceli ben olacağım! Sana bu yaptığının hesabını bizzat ellerimle ben soracağım!" Kükremesi son bulmazken gözlerimi dolduran yaşları geriye ittim. "Odama gelir misin?" Sesim fısıltıdan farksızdı ama duymuştu işte. Yüreğimin feryadını da duyar mıydı? Tek kelime etmeden odama kadar beni takip etti. Odanın ortasında boy aynasına bakarken tam arkamda duruyordu. Bir anlık cesaretle bedenimdeki tulumun yere düşmesine izin verdim. Sırtımdaki bütün izler ve bacağımdaki kurşun izi şimdi aşık olduğum o gözlerin içindeydi. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama artık nefes alamayacak kadar sarsılmıştım. Yıllarca sakladığım bu acıları başkasına göstermek sanki yeniden yaşıyormuşum gibi hissettiriyordu. Bir anda ayaklarımın dibine dizlerinin üzerine çöktü. Elini kaldırıp bana dokunmadan tekrar indirdi. Bu hareketi bile gözümdeki birkaç damla yaşın akmasına sebep oldu. Ela gözlü heykelim hıçkırıklara boğulurken ruhum bedenime fazla geliyordu. Öyle acı çekiyordu ki sanki o anları benimle birlikte o da yaşıyordu. "Özür dilerim. Bunları yaşadığın için özür dilerim." Diye feryat etmesi bacaklarımdaki bütün gücü almış beni de yanına yıkmıştı. "Dileme, bana bunu yapanlar hiç dilemedi." Hıçkırıklarım arasında zar zor kurduğum cümleyle bana sımsıkı sarılması aynı anda oldu. Derin bir nefes aldım. Belki de on yıldır ilk kez nefes aldım. Bedeninin sıcaklığı beni yatıştırırken gözyaşlarımız birbirimizin bedenine akıyordu. "Bayılmadın." Diye boynumda titrek bir nefes verirken binlerce kez şükrettim. "Sana güvendim." Derken her hücrem oksijenle doldu. Boynunda derin bir nefes alıp dudaklarımı bastırdım. Yaşama sebebim olan o damarda gezdirdim dokunuşlarımı. Beni iyileştiren, aşık olduğum adama ait olmak istedim ama yapamayacak kadar da güçsüz gibiydim. Kollarının arasında beni ters çevirip sırtıma yöneldi. Bütün izlerden tek tek öperken hepsini iyileştirdiğinden haberi var mıydı? Yüzümü ellerinin arasına alıp alnını alnıma yasladı. "Bunlar nasıl oldu?" Deyip bileğimdeki izi okşadı. "Sorma." Sesim yalvarır gibi çıkmıştı. Sorma Asil, ne ben anlatmayı ne de sen dinlemeyi kaldıramazsın diyemedim. "Bütün izlerini iyileştireceğim. Son nefesimde bile bunun için savaşacağım." Derken göğsümdeki kurşun izine bastırdı sıcak dudaklarını. "Beni yaşatıyorsun, korkuyorum." Dedim sık nefeslerimin arasında. "Benimle yaşayacaksın Hafsa. Seni yaşatmak için canımdan geçmeye hazırım ben." Boynuna sımsıkı sarılıp derin bir nefes verdim. "Benimle uyur musun? Mariana'dan başka kimseyle uyumadım ben." Derken hüngür hüngür ağladığımın farkına vardım. Hiçbir şey sormadı. Bacaklarımın altından güçlü kollarını geçirip ayağa kalktı. Çarşafın soğukluğu tenime değince boynuna sokuldum. Beni bırakmadan güçlü bedeniyle yanıma yattı. Sanki gidecekmiş gibi sımsıkı sarmaladım. Gözlerinden düşen yaşları saçlarımın arasında hissediyordum. Artık konuşamayacak kadar halsiz düştüğüm için tek kelime etmedim. Yıllar sonra ilk kez huzurla uykuya daldım. * Günün ışıkları odadan bedenimize süzülürken gözlerimi açtım. Asil'in kokusu ciğerlerime dolarken yüzümdeki gülümsemeyi gizlemedim. İlk kez kabus görmeden uyumuştum ve kendimi oldukça dinç hissediyordum. Asil'i uyandırmadan yataktan kalktım ve zorlukla banyoya yöneldim. Sıcak suyla yıkanırken bedenim tamamen gevşemişti. Banyodan çıkıp uzun saçlarımın nemini havluyla alıp güzelce taradıktan sonra topuz yaptım. Giyinme odasına geçip kendime tayt ve rahat bir üst seçip giyindim. Spor ayakkabılarımı da ayaklarıma geçirdikten sonra aşıkolduğum adamı izledim bir süre. Ne ara üzerini çıkarmıştı bilmiyorum ama geniş omuzları ve sıkı kaslarını saatlerce izleyebilecek kadar yoğun bir büyünün etkisine girmiştim. Bir eli alnında dururken diğerini yatağa doğru uzatmıştı. Uzattığı kollarından çıktığım gerçeğini fark edince istemsiz bir şekilde yanaklarım kızardı. "Koskoca kadınsın Aurelia, kendine gel." Diye mırıldanırken süzülen gün ışığının kaslarının üzerine yansıması yutkunmama sebep oldu. "Sınavım mısın ilacım mı belli değil." Deyip gözlerimi kırpıştırdım. "İzlemeye doyduysan kalkacağım." Asil'in sesini duyduğumda bedenim utançtan kavrulmaya başladı. "Doyacağımı sanmıyorum." Dediğim an gözlerim irileşti ve dilimi ısırdım. Allah da beni kahretmesin zaten kahroldum olacağım kadar. Gözlerini açıp kıpkırmızı kesilen yüzüme gülümseyerek baktı. "Gel buraya test yapacağım" dedi. Ne testiydi ki bu? Vücudundaki genişliklerin ölçüsünü falan sormazdı herhalde, değil mi ? "N-Ne?" Derken ilk kez kekelediğimi fark ettim. Bu adam bana daha neler yapacaktı acaba? Erkeksi gülüşü kulaklarıma dolarken "Gel dedim, hala dokununca bayılmıyor musun ona bakacağım." Dedi. İki adım geriledim. "Deneme tahtan mıyım ben senin?" Daha fazla saçmalayamazdım diye düşündüm. "Ya kendi rızanla gelirsin ya ben alırım." Yatakta doğrulurken çıplak bedeni gözlerimi bayram yerine çevirdi. Uslu uslu yanına yaklaşırken kendimi onlarca kez sorguladım. Koskoca lideri ne bu hale çeviren adam inşallah canımı almazdı. Elleri birden belime sarılıp beni kucağına çektiğinde ufak bir çığlık attım ama bayılmadığım için bağıra bağıra şarkı söylemek de istiyordum. Kollarımı boynuna doladığımda kapı gürültüyle açıldı ve Pote uzun süreli bir şok dalgasına kapıldı. Hızlıca gözleri irileşirken "Siktir!" Deyip ağzını kapattı. Asil gülerken ben fazlaca utanmıştım ama cevap veremeyecek bir haldeydim. Pozisyonumuz pek de açıklamaya yer verecek bir durumda da değildi. Pote şok dalgasını biraz atlatmış olacak ki gözlerini yere indirdi. "Kusura bakma Patrona, senin sesini duyunca bir şey oldu zannettim. Gerçi birden fazla şey olmuş gibi." Utançtan bayılmak üzereyken başımı Asil'in boynuna sakladım. "Çık lan dışarı, bir daha da destursuz girme odaya." Keyifle konuşan Asil'in sırtına tırnaklarımı geçirip susmasını istedim ama o, bedenimi kendine biraz daha bastırdı. Özür dileyip hızla odayı terk eden Pote'ye hiç bakmadan zorlukla Asil'in kucağından kalktım. Tam arkamı dönüp gidecekken elleri bileğimi kavradı. "Duş alıp geleceğim güzelim." Dediğinde kalbim yerinden çıkacak kadar hızlı çarpıyordu. Başımı sallayıp kendimi odadan çıkarabildiğimde elimi kalbimin üzerine koydum. Yıllarca atışını bile hissetmemiştim. Merdivenlerin başında beni keyifle izleyen Pote'yegözlerimi devirip "Açım ben aç!" Deyip yanından geçtim. "E daha da doymadıysan ben bir şey demiyorum." Derken eliyle ağzındaki hayali fermuarı kapattığında omzuna sertçe vurdum. "Şaklaban!" Kaşlarımı çatışıma kahkahasıyla karşılık verdi. Birden ciddileştiğimde kendini düzeltti ve gözlerimin içine baktı. "İhtiyarı getir." Gözleri bu kez öfkeyle parlıyordu. "Aramızdaki hain, o piçti değil mi?" "Hesabını keseceğim, sonra Türkiye'ye dönüp büyük piçinnefesini keseceğim." Dedim. "İhtiyarın oğlu ne olacak Patrona?" Kalbimde ince bir sızı yer etti. Ailemden ihanet görmeye alışmıştım ama en zoru da bu olacaktı. İhtiyar neyse de şimdi ben kardeşim dediğim adamın canını nasıl alacaktım? |
0% |