@hypnoticdark
|
İstanbul 2025 Asil Arslan İki yıl, onsuz geçen koskoca iki yıl... Tam kavuştum derken kollarımın arasından sıyrılan kadının kokusunu bile alamadığım iki yıl. Gitmişti, ardında bıraktığı enkazın farkında bile olmadan terk etmişti. Daha doğrusu bana güvenen kadına kol kanat gerememiş, onun ölüme gitmesine mani olamamıştım. Bunun yarattığı vicdan yüküyle kendimi ne yerde ne de gökte hissediyordum. Günlerdir çıkmadığım odadanınpenceresinden gökteki martıları seyre daldığım sırada kapım kuvvetle yumruklanmaya başladı. Bu duruma alışmıştım çünkü Toprak hayatta olduğumu görmek için günde üç kez kontrole geliyordu. "Abi aç şu kapıyı! İyi misin bir ses ver!" Gözlerimi kapattım. Oturduğum koltukta başımı geriye atarak içimdeki özlemi dinledim. "Abi bak kırıyorum kapıyı!" Bu da rutinimiz haline gelmişti. Bu değişen kaçıncı kapıydı inanın bilmiyorum. Alıştığım gürültü kulaklarıma dolarken kapı yere düşmüş, Toprak'ın telaşlı adımları bana yaklaşmıştı. "Sen insanı deli edersin! Kimseyle görüşmüyor, konuşmuyorsun eyvallah ama bari yaşadığına dair bir ses ver!" Yaşıyor muydum sahi? "Ne istiyorsun?" Uzun süredir konuşmadığımdan olsa gerek kendi sesimi duymak bile tuhaf gelmişti. "Abi Mehmet Soykan'ı getirdik." Duyduğum isimle saniyesinde gözlerimi açarken hızla ayağa kalktım. Başımın dönmesiyle Toprak'ın koluna tutundum. "Hemen alın içeri!" Bana destek verirken gözlerini endişe bürümüştü. "Abi sen iyi değilsin bak doktor—." Hiddetle sözünü kestim. "Uzatma lan! Alın şu adamı içeri!" Kanepeye oturmama yardımcı olup odadan çıktı. Mehmet Soykan, Hafsa'mın kuzeniydi ve o karanlık gecede Ziya'nın evinde bulunuyordu. Hafsa gittikten sonra akrabalarını öldürmemiş olsa da hepsini tek tek ölmekten beter etmişti. Ellerinde avuçlarında ne varsa almış onları gökten dibe indirmişti. Sonunda ailecek Trabzon'daki köylerine dönmüşlerdi ama iki yıldır kuzeni ortalarda yoktu. Sempatik görünümlü bir adamla içeri giren Toprak'a iliştirdim gözlerimi ve çık işareti yaptım. Adama birkaç adımda yaklaşıp elimi uzattım. "Asil Arslan" Gülümseyerek elimi sıktı. "Mehmet Soykan" soyadını tiksintiyle söylemesi dikkatimden kaçmamıştı. Elimle kanepeyi göstererek oturmasını rica ettim. İstediklerimi anlatması için geçici de olsa sert davranmamaya çalışıyordum. Yerlerimize oturduktan sonra öne doğru eğilip söze girdim. "O gece, neler yaşandı?" Yayılarak oturan adam birden buz kesti ve kendini toparladı. "Neden bilmek istiyorsun?" Öfke bedenime sızarken birkaç saat önce kullandığım ilaçların etki etmeyeceğini anlamıştım. "Şu durumda sabrımı sınamak istemezsin genç adam." Derken ellerim yumruk şeklini çoktan almıştı. "O geceyi anlatırsam şu anki halinden daha kötü bir psikolojiye girersin. Hala duymak istiyor musun?" Başımı ağır ağır salladım. Sevdiğimi kaybetmiştim, bundan daha kötü ne olabilirdi ki? "O dönem Hafsa ilk kez Türkiye'ye gelmişti. Ailem de ben de heyecanlıydık ama hepimizin sebebi farklıymış, bunu çok sonra anladım." Sıkıntıyla ellerini şakaklarına bastırdı. Acı çekiyor gibi bir hali vardı. "Doğum günü için bir parti düzenlemişti babası ve biz de davetliydik. İlk kez kuzenimi görecektim açıkçası onu çok merak ediyordum çünkü yıllarca gözlerden uzak bir hayat yaşamıştı." "Daha önce hiç görmemiş miydiniz?" Tuhaftı, insan ailesini nasıl tanımazdı? Başını iki yana sallarken anlatmaya devam etti. "Hayırtanımıyorduk bile. Amcam yani Ziya Soykan buna izin vermemişti." Hiddetle yumruğumu koltuğa vurdum. "O yavşağın adını yanımda anma!" Gözleri açılırken hafifçe tebessüm etti. "Onu ilk gördüğümde birkaç kez gözümü kapatıp açmıştım. Öyle güzeldi ki, melek olduğunu söyleseler itiraz etmeden kabullenirdim. Doğum günü olduğu için prensesler gibi hazırlanmıştı. Yüzünde güller açıyordu ama çok da heyecanlıydı." Güzel yüzü, o kadar acıyı çekmeden önce gülüyor muydu acaba? "Heyecanını bastırması için dışarıya çıkmayı teklif ettim. Sesi bile titriyordu bu yüzden hemen kabul edip peşime takıldı. Evin önüne çıkıp biraz sohbet ettiğimiz sırada bahçeye giren arabalarla ikimiz de ürkmüştük." Gözlerini sımsıkı kapatıp o anları yeniden yaşarmışçasına başını öne eğdi. "Devam et!" Gür çıkan sesimi duyar duymaz toparlanıp devam etti. "Ahmet abi Hafsa'yı odasına sürüklerken içimi bir panik dalgası sardı. O kız benim kardeşimdi, hiç tanımasam da öyleydi. Anlıyor musun!?" Beni değil de kendini ikna etmeye çalışır gibi bir hali vardı. "Sonrasında içeri Orhan Bey girdi." İşte şimdi ikimizin de gözünü kan bürümüştü. Orhan itini tanırdım. Konseyin güçlü üyelerindendi ve pis bir adamdı. Bir kaza sonucu ölmesiyle herkes şok olmuştu ama belli ki kaza değildi. "O adam..." Mehmet'in birden ağlamaya başlamasıyla yüzümü kapattım. Çok ağırdı, on sekiz yaşındaki bir kız çocuğu için çok ağırdı. "O gece Hafsa'ya..." hıçkırıkları arasında cümle kurmaya çalışırken acı içinde kavranıyordu. Hızla ayağa kalkıp yakalarından tuttuğum gibi onu da kaldırdım. Başımı hızla yüzüne gömerken burnundan kan gelmeye başladı. "Siz neredeydiniz lan!?" Yere düşen adamın üzerine çıkıp deli gibi yumruklarımı savuruyordum. "Küçücük kız orada onları yaşarken neredeydiniz lan!? Adam mısınız siz? Kendinize adam mı diyorsunuz!?" Artık kendimi kaybetmiştim. Mehmet'in yüzü kan içinde kalırken birkaç kişi zorlukla beni üzerinden kaldırıp kenara savurdu. "Abi adamı öldürmek mi niyetin!?" Arkamı döndüm, öfkeden ne yapacağımı şaşırmıştım. Hızla başımı duvara vururken kendimden geçmeye başladım. "Koruyamadım! Koruyamadım lan! Yanında olamadım!" Sonunda beynimin içine işleyen ağrıyla dizlerimin üzerine çöktüm. Herkes şok içerisinde bana bakakalırken Mehmet de yerde oturur hale gelmişti. "Hepiniz çıkın!" Herkes emrimi yerine getirirken Toprak tereddüt etse de o da çıkmıştı. "Devam et şerefsiz! Ölmek istemiyorsan devam et!" Mehmet burnundaki eli çekip geriye yaslandı. "O gece Hafsa, Orhan pisliğini öldürdü. Bunu gözünü bile kırpmadan yaptı. Herkesin eli ayağına dolaşmıştı. Sadece Ziya iti yukarıda olanları biliyordu, sözde Hafsa'yı ona mecbur bırakıp konseydeki en güçlü kişi olacaktı. Amacı sadece başkan olmaktı ama oyunu, Hafsa bozdu. O gece bileklerini kesmiş, bunu duyar duyamaz hastaneye koştuk ama amcamın köpekleri içeri girmemize bile müsaade etmediler." Öksürüp derince nefes aldı. "Hafsa'yıeğittiğini duydum. Onu oradan çıkarmak istesek bile başaramadık. Yıllarca görmedim ta ki Mariana ölene kadar. O öldükten sonra Hafsa ipleri eline aldı, ben de onunla çalışmaya başladım." Ölmek istemişti, o gün de ölmek istemişti. Ona olan ihanetim de Orhan piçinin hissettirdiklerini mi yaşattı ki yeniden ölmek istedi? Bu suçlulukla nasıl nefes alabilirdim? "Ne demek onunla çalışmaya başladım? Siz görüşüyor muydunuz?" İstihbaratta çalışıyordum ama bir kez bile bu bilgiye erişememiştim. Başını sallayıp gözlerini kapattı. "Onun dönüm noktası o karanlık gece değildi Asil, Mariana'nın ölümüydü." "Mariana Castro; Alberto Castro'nun kızı ve Pote'ninkardeşi, Ziya itinin tek kurşunuyla ölen o kız? " Tek kaşımı kaldırarak yönelttiğim soruya histerik bir kahkaha attı. "Çok şey biliyorsun Asil ve Hafsa hepsinin farkındaydı." Kaşlarım çatılırken yeniden öfkelenmeye başladım. "Hafsa isteseydi kim olduğunu saniyesinde bulurdu ama sana güvenmek istedi ve bir kez bile seni araştırmamıza izin vermedi. Evine dahi elini kolunu sallayarak girebilecek tek kişi sendin." Kalbimde hissettiğim ağrıyla elimi sertçe bastırdım. "Mariana öldükten sonra Hafsa da kendini kaybetti. Gözünü intikam hırsı bürüdü ve sonunda kendine yazık etti." Son cümlesini gözlerini kaçırarak söylemişti. "Toprak!" Diye kükrememle eş zamanlı içeriye girdi. "Alın götürün bunu." Deyip ayaklandım. Mehmet de güçlükle ayağa kalkıp karşımda durdu. "Yazık ettin Asil Arslan, kendine de kardeşime de çok yazık ettin. O gece Hafsa, Ziya itini öldürüp geleceğim demişti. O her zaman doğruları söylerdi ama doğrunun tamamını da söylemezdi. İspanya'ya dönmesine döndü de cesedinin geleceğini tahmin edemezdik." Acımasızca kurduğu cümleler beni yerime çivilerken tek kelime konuşamadım. Hafsa'nın öldüğüne inanmıyordum çünkü çıkan cesetler tanınmayacak bir haldeydi. Otopsi yapılırken İspanya hükümeti işe el koymuş, onun cesedine bile dokunmamıza izin vermeden İspanya'ya götürmüşlerdi. O günden beri onun etrafındaki tek kişiyi bile bulamamıştık. Otopsi sonuçları bize iletildiğinde ölen kadının Aurelia Mendezolduğunu okumak nefesimi kesmişti. O günden sonra iki konseyi de yerle bir etmiş, hepsinin hapse girmesini sağlamıştım. Hafsa'yı ise her şeyden aklamayı başararak bütün suçu Ziya'nın üzerine yıkmıştım. Şimdi Hafsa, babasının eziyetine maruz kalmış genç bir kadın ve istihbarata köstebeklik yapmış cesur bir kahramandı herkesin gözünde. Olması gerektiği gibi en tepedeydi. Hafsa öldükten sonra, kurmuş olduğu kadınlara yardım dernekleri ve el uzattığı her bir kadın iki ülkede de ifade vermeye gitmişler bununla birlikte büyük bir izdiham da yaratmışlardı. Bu sahne göğsümü kabartırken Hafsa'nında bir yerlerden olanları izleyip mutlu olduğunu düşünmek istemiştim. Hafsa Soykan bir kahramandı ve güçlü bir kadındı. İspanya'da gerçekleşen cenaze töreninde bile tabutuna tek bir erkeğin dokunulmasına izin verilmeden yardım ettiği kadınların sırtında taşınmıştı. Artık Hafsa, dünyadaki bütün kadınların ve benim yüreğimin Patronasıydı. Tuhaf olan ise Pote dahil hiçbir yakınının ortalıkta hatta cenazesinde bile olmamasıydı. Belki de bunun sayesinde yaşadığına inanıyordum. Araz abim, Mihre ve yeğenim İnci ise hala İspanya'da Hafsa'nın evinde yaşıyorlardı, belki bir gün o evine gelir umuduyla dönmelerine izin vermemiştim. Bir koruma ordusu, ömürlük maaşlarının ödendiğini söyleyerek o evi koruyordu ama ne Hafsa hakkında ne de Albertohakkında tek kelime etmiyorlardı. Alberto Bey ise tuhaf bir şekilde o gece ortadan kaybolmuştu. Mehmet'in boğazını temizlemesiyle düşüncelerimden sıyrılıp ona odaklandım. "Ha bu arada Asil Arslan, kendimi tam olarak tanıtamadım." Gülümseyip elini uzattı. "Ben, Simurg." Gözlerim şok içerisinde açılırken geriye doğru sendeledim. Hafsa'nın sağ kolu, onun bütün pis işlerini arkasından temizleyen kişi tam karşımdaydı. Bütün istihbaratın peşinde olup yakalayamadığı adam, Hafsa'nın her şeyini bilen Simurg, onun kuzeniydi. Şimdi, kadınımın nerede olduğunu söylettirme zamanıydı. İsviçre 2025 İki yıldır neredeyse her gün girdiğim odaya doğru adımladım. Kapının önünde durup iki kez tıklattıktan sonra onay verilmesiyle içeriye girdim. Orta yaşın üzerinde, ufak tefek bir kadın olan Dennishanım gülümseyerek karşıladı beni. Nazikçe elini uzattığında vakit kaybetmeden sıktım. İkimizin de tebessümü genişlerken ondan ayrılıp aşina olduğum koltuğa yerleştim. Dennis hanım da masasının arkasındaki sandalyeye otururken yüzünde oldukça memnun bir ifade vardı. "Nasılsın Aurelia?" Pürüzlü sesi çok neşeliydi. "Gayet iyiyim Dennis hanım, siz nasılsınız?" "Senin iyi olduğunu gördükçe ben de keyifli hissediyorum." Geriye doğru yaslanıp saçlarıma odaklandı. "Rengini değiştirmişsin hatta biraz da kısalmış." Dennis hanım oldukça dikkatli biriydi, en sevdiğim özelliği de buydu. "Biraz değişiklik olsun istedim. Yakışmış mı?" "Hemde çok yakışmış." Önündeki defteri açarak not almaya hazırlandı. "Geçen hafta seni taburcu ettik, evde durumlar nasıl? Alışabildin mi?" İki yıldır bu klinikte tedavi görüyordum ve sonunda eve dönebilmiştim. Başımı hafifçe sallayıp gülümsedim. "Açıkçası evde daha rahat hissettim. Buraya biraz uzak olsa da kaldığım yer oldukça huzurlu ve bana iyi geliyor." Notlarını almaya başladı. "Kendin mi geldin yoksa buraya?" "Pote getirdi beni." Sesim oldukça keyifli çıkarken içimdeki ferahlıktan çok memnundum. "O halde aranız düzeldi diyebilir miyiz?" Gülüşüm hafifçe solarken bakışlarımı yere indirdim. "Hala bana kızgın ama buzların eridiğini hissediyorum. Mesela artık geceleri benimle film seyretmeyi kabul ediyor. Bu da bir şey, değil mi?" Dennis hanım gözlüklerini çıkararak buruk bir şekilde yüzüme baktı. "Pote'nin yaşadıkları da çok zordu Aurelia. Kardeşi yerine koyduğu kişiyi kaybettiğini düşündü. Onunla ilk görüşmemizde inan bana kendinde değildi ama hemen yüzünü düşürme, sana kırgın kalamayacak kadar değer veriyor." Yüzüm yeniden mutlu bir hale büründü. "O da benim için çok kıymetli. İyileşmek için en büyük motivasyonum oydu. Ailemle mutlu ve huzurlu yaşamak istiyorum artık." "İşimizin çoğu bitti azı kaldı. Hayata dört elle sarıldığını bizzat ben gördüm. Şimdi müsaadenle klasik sorularıma geçmek istiyorum." Başımı sallayıp geriye yaslandım. "Mariana Castro'yu sen mi öldürdün?" Avuç içlerim terlerken derin bir nefes verdim. "Hayır, babam yüzünden öldü. Ben ölümünü durduramazdım. Bu konuda artık kendimi suçlamıyorum." "Peki, babanın ölümü hakkında ne düşünüyorsun?" Ellerim hafifçe titrerken saklama zahmetine bile girmedim. "Hak etti ve öldü. Onu ben öldürdüm." Yüzümde tebessümün esamesi kalmamıştı. "Neden hak ettiğini düşünüyorsun? Bir insanın canını alabileceğini sana düşündüren nedir?" En sevmediğim soru da buydu. "Onun ölmesi yaşamasından daha iyiydi. Eğer yaşasaydı onlarca can alacaktı. O adam, kendi kızına bile acımayan cani biriydi. Onu öldürdüğüm için pişman değilim ve olmayacağım." Öfkeyle kurduğum cümleler Dennishanımın yüzünü düşürdü. "Bu konuyu bir türlü aşamıyoruz Aurelia. İnsanların yaşayıp ölmesine biz faniler karar veremeyiz." "O adam insan değildi!" Yeniden notunu alıp bana döndü. "Pekala, bu konuyu yeniden konuşacağız. İlaçlarını düzenli alıyorsun değil mi?" "Alıyorum ama çok halsizlik yapıyor, çoğunlukla uyumak istesem de direniyorum." Gerçekten beni mala çeviriyordu. "Dozunu azaltacağım ama yine de düzenli kullanmanı istiyorum." Yeniden tebessüm ederek sohbet havasında konuşmaya devam etti. "Yeni bir iş yeri kurduğunuzu söylemiştin. Ondan bahsetmek ister misin?" Heyecanlanmıştım. "Evet, çok güzel bir restoran açtık. Yani daha doğrusu bizim çocuklar açmışlar bana da sürpriz oldu. Bir gün sizi de bekleriz." "Memnuniyetle gelirim. Peki sen orada neler yapıyorsun?" "Mutfağa yardımcı oluyorum desem yalan olur. Birkaç kez denedim ama yangın tüpüyle müdahale ettiler." İkimiz de gür bir kahkaha attık. "İki kez piyano çaldım. Herkes çok keyif aldığını söyledi." "Bu çok güzel bir gelişme Aurelia. Temas problemini aştığımız için insan içine karışman oldukça keyif veriyor olmalı." "Evet, özlemişim." "Peki Asil? Onun hakkında ne düşünüyorsun." Gülüşüm yerinde donarken hafifçe gözlerim nemlendi. "Onu özlüyorum ama geçmişimden başka kimseyi istemiyorum. Burada hayatıma sıfırdan başladım, ailemle. Daha fazlasını kaldıramam." "Seni sevdiğini söylemiştin. Aldığın haberlere göre de seni iki ülkede aklamış. Öldüğüne de inanmıyormuş, bütün bunlar sana ne hissettiriyor?" "Yaptıkları için minnettarım ama yine de onu hayatıma alamam. Sevmek her şey değilmiş." Başını sallayıp daha da ciddi bir ifadeye büründü. "Peki deden? Onunla aranızdaki ilişki ne durumda?" Bütün bedenim buz keserken cümlelerimi toparlamaya çalıştım ama zordu hemde çok zor. |
0% |