Yeni Üyelik
39.
Bölüm

38.Bölüm

@hypnoticdark

İsviçre 2025

Çiçeklerin kokusu bile farklı gelir mi insana? Yıllar önce de bu kadar güzeller miydi acaba?

Sanki gözlerimin önündeki karanlık perde kalkmış da dünyanın en canlı renklerini seyre dalmışım gibi bir his yeşerdi yüreğimde.

Evimin en sevdiğim köşesine kaçtım yine. Ormanın en kuytu ama keşfedilmesi gereken, çiçeklerle donatılmış cennetindeydim.

Elimdeki kitabı iki yıl içinde kaç kez okudum bilmiyorum ama buradaki huzur, bana her okuduğumda farklı tatlar yaşatıyordu.

Arkamdaki seslerden, birinin bana yaklaştığını hissettim. Omzumun üzerinden geriye baktığımda Pote, yüzünde saklamaya çalıştığı gülüşüyle yanıma geldi ve yere oturdu.

"Yine buraya saklanmışsın." Kitabımı kapatıp yanımdaki küçük masaya koydum.

"Burası çok güzel Pote, çok eşsiz."

Yüzündeki gülümsemeyi çekinmeden sundu bu kez. "İnsan kendine benzeyen şeyleri severmiş Patrona." Başımı geriye atıp gökyüzüne baktım. Ağaçların arasından sızan sinsi bir günışığı gözlerime değdi.

"Affettin mi beni artık?" Yüzüne bakmaya cesaret edemedim.

"Yaptığını asla affedemem. Belki bana kızıyorsun ama eğer birgün kardeşini alevler içinde görürsen empatikurabilirsin." Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım.

"Öyle bir şey olmayacak." Sinirle sakallarını sıvazladı.

"Sen yaptın ama! Bana bunu yaşattın!" Mahçupolmuştum. Haklıydı, ölümün en kötüsünü seçmiştim ve buna tanık olmak zorunda kalmıştı.

O gece babamın çığlıkları ve çaldığım melodi kulaklarımı doldururken kapının kırılmasını beklemiyordum ama bundan daha imkansız olan ise karşımda dedem ve Pote'yigörmemdi.

Öldüğünü düşündüğüm, ölmediyse bile onu ölüme terk ettiğim adam, kanlı canlı karşımda beni kurtarmak için duruyordu.

Yaşlanmıştı, yaralanmıştı ama hala dimdik ayakta duruyordu. Pote'yi göndereceğim uçak gitmemiş, dedem kendini Simurg sayesinde babamın adamlarından kurtarmıştı.

O dönem aklım öyle bulanıktı ki etrafımdaki olayları takip etmeyi bile bırakmıştım. Dedem ise düşündüğüm gibi acımasız ve katıydı. Kendimi öldürmek istediğimi öğrenince gözü dönmüş, konseyleri ifşa etmemle adeta çıldırmıştı.

Yine de iyileşmem için bana zaman tanıyarak yanımda olmuştu ama hala İspanya'ya dönmek ve işleri yeniden kurmak için ısrar ediyordu. Alıştığı ve özlemini çektiği o karanlık hayatı istiyordu ancak o hayat artık bana çok uzaktı.

"Özür dilerim Pote. Kurtulurum sandım, Mariana'ya kavuşurum sandım. Hata yaptım." Gözleri nemlenirken benden kaçırdı.

"Bir daha bana bunu yaşatırsan seni asla affetmem." Ayağa kalktım, elinden tutup onu tam karşıma aldım.

"Söz veriyorum. Bir daha ne senden ne de hayatımdan asla vazgeçmeyeceğim." Kollarının arasına aldı beni. Kaybetmek istemezcesine sımsıkı sardı.

Yerlerimize geçerken çantamdaki limonatayı ve sandviçi ona uzattım. Sen iflah olmazsın dercesine başını sallayıp gür bir kahkaha attı.

"Akşam restoranda güzel bir kutlama olacak. Bir şeyler çalmak ister misin?"

Limonatadan bir yudum aldım. Fazla şekerli olsa da içilebilirdi. "İsterim." Deyip kitabıma yöneldim. Pote de çimlere uzanıp günün en güzel saatlerini benimle geçirdi. Ruhum iyileşiyordu, bedenimdeki izlere inat.

*
*
*

Üzerime buz mavisi, yer yer lacivert çiçeklerin olduğu elbiseyi giydim. Siyah saçlarımı hafif salaş bir örgü yapıp tek omzuma aldım.

Odadan çıkarken Furkan ve Cenk'in kahkahaları yankılandı salonda. Buruk bir tebessüm ettim. Mutluydum ama eksiktim. Kalbimdeki ince sızı sanki hiç geçmeyecek gibiydi.

İçeri girdiğimde Beyza'nın ıslığıyla bütün gözler üzerime döndü. "Patrona ateş ediyorsun." Kolundan tutup kendime çekerek sarıldım. İrkilse de hemen toparlandı. Hala evdekiler dokunuşlarıma alışamamıştı.

"Sen de mükemmel görünüyorsun." Gülümseyerek diğerlerine baktım. "Hazırsanız çıkalım mı?"

Merdivenlerden dedemin inişiyle herkes ciddi bir ifadeye büründü. "Ne zaman İspanya'ya döneceğiz? Bitmedi mi tedavi?" Sertti, acımasızdı ama onu anlıyordum. Yıllarca tutsak kalmış, sonunda eski günlerine dönmenin umuduyla yaşamıştı.

İfadesiz yüzümle kara gözlerine baktım. Yüzündeki derin yara izi onda daha ürkütücü bir mizaç yaratıyordu. "Gelmeyeceğimi söylemiştim, gidersen sana engel olmayacağımı da."

Gözlerinin beyazı öfkeden kızarmaya başladı. "Sen benim son evladım, veliahtımsın. Boşuna inat ediyorsun, o masaya benimle oturacak ve işleri yürüteceksin."

Kahkaha attım ama mutluluktan yoksundu. "Biz o noktayı çoktan geçtik. Yıktığım masaya asla oturmam, o pis dünyaya bir daha adım atmayacağım."

Yanıma yaklaştı, iri eliyle hafifçe yüzümü okşadı. "Oturacaksın kızım ve bunu kendi isteğinle yapacaksın." Yüzümü ellerinden kurtarıp arkamı döndüm.

"Ben kendi babamı canlı canlı yakmış bir kadınım. Soy bağına çok da önem vermediğimi anlamışsındır. İçimdeki canavarı sakın uyandırmayın." Kapıdan bir hışımla çıktım. Böyle biri olmak istemiyordum ama mecbur kalırsam yapabileceklerimi de az çok biliyordum.

Restorana geldiğimizde tıklım tıklım doluydu. Pote ve ihtiyar canla başla çalışıyorlardı. Furkan, Cenk ve Beyza da koşarak onlara katılırken yavaş yavaş piste yürüdüm.

Kalabalık hala beni tedirgin etse de alışmaya başlamıştım. İyileşmem için insan içine karışmak zorunda olduğumu biliyordum.

Piyanonun başına oturup birkaç kez tuşlara bastığımda herkesin dikkati bana yöneldi. Bakışlardan rahatsız olmamak için gözlerimi kapattım ve ruhumdan kopan müziğin ellerimden akmasına izin verdim.

Bu kez şarkıyı da söylemek istemiştim. Sesim güzeldi ama uzun zamandır söylememiştim. Derin bir nefes alıp cesareti bütün damarlarıma yaydım. Dilimden dökülenler ise sadece yüreğimin yansımasıydı.

Akarım sonsuza deli sel gibi
Tut çevrele, tut gölün olayım
Çarparım ne varsa deli yel gibi
Tut kollarımdan, tut ki durayım

Tüm yaşananlar bir bir
Günaha dönüşüyor ah zamanla uğraşma
Sen öyle bela deli sev ki beni
Bütün yasakları yasakla

Her soluğunda baştan ayağa
Çek beni içine orda kalayım
Her soluğunda baştan ayağa
Çek beni içine orda kalayım

Zaten aşklar hep yalan dolan
Sonu hep sızı hüsran
Geriye kalan ardından
Yalnızlık olsa da sana değer

Şarkı bittiğinde insanların alkışları doldurdu kulaklarımı. Gözümden akan bir damla yaşa inat gülümsedim.

"Sonunda yalnız kalmış olsam da sana değerdi Asil..." dudaklarımdan dökülenleri kimse duymasa da biri anlamıştı.

Gözlerim o noktaya sabitlendi. Bedenim felç olmuşçasına kaskatı kalırken kalbimin hızı, yaşadığımı hissettiren tek şeydi.

Yüzünde gülümsemesiyle bana bakan adamın gözlerinde zaman durdu. Ellerini ceplerine koymuş, kapıya yaslanmış hayranlıkla beni seyrediyordu ama o gözlerde bambaşka bir şey daha vardı. Özlem.

Yerimden zorlukla kalktım. Gözlerimi ondan çekip insanlara baktım, herkes kendi haline dönmüştü bile. Poteile göz göze geldiğimde 'ona git' dercesine başını salladı.

Ayaklarım benden bağımsız ona doğru koşmaya başladı, durduramadım. Beni kollarına alıp etrafında dönmeye başladı. Artık burada insanlar yoktu, o vardı. Sadece o ve bana aşkla bakan gözleri kaldı.

Yere bastığım an yüzümü avuçlarının arasına aldı. Ellerine düşen ıslaklıkla ağladığımı bile yeni fark ediyordum. Hasretle dudaklarımız buluştu, yüreğimdeki çatlak doldu.

Geriye çekileceği sırada ensesinden tutup kendime bastırdım. Özlemle ve aşkla karşıladı beni. Sonunda birbirimizden ayrıldığımızda soluk soluğa kaldık.

"Ay tenli kadınım." Alnımı alnına yasladım. Nefeslerimiz birbirine karıştı.

"Ela gözlü heykelim." Ellerimi sakallarında gezdirdim. Gözyaşlarımı öptü tek tek.

Bir an kendime geldiğimde geriye çekildim. "Sen beni nasıl buldun?" Yüzünden binlerce ifade geçti ama en kötüsü acı çekiyordu.

"Beni nasıl sensiz bırakabildin? Sensiz nefes alacağımı nasıl düşündün? Eğer öldüğüne bir gün bile ihtimal verseydim o an keserdim bu anlamsız nefesimi." Sımsıkı sardım kollarımı beline. Başımı göğsüne koyup kalp atışlarını dinledim.

"Bensiz daha iyi yaşayacağını düşündüm." Fısıltıdan farksızdı sesim.

"Sen benim yaşam sebebimken, sensizlikle her gün imtihan edildim kadınım." Nerede olduğumuzu sonunda fark edip ondan ayrıldım. Herkesin bizi izlediğini gördüğüm an yüzüm alev alev yanmaya başladı. "Buradan gidelim." Asil elimi tutup beni dışarıya çıkarırken onun adımlarını takip ettim.

Arabanın yanına ulaştığımızda gördüğüm manzarayla gözlerim şok içerisinde açıldı. Arabaya yaslanmış beni seyreden Mehmet'i baştan aşağı süzdüm. Her yeri yara bere içindeydi.

"Senin ne işin var burada? Bu ne hal?" Asil sıkıntıyla nefes verse de sessiz kaldı.

"Senin bu sevgilin olacak adamın marifeti." İkisi de birbirine öldürecek gibi bakıyordu.

"Sen mi söyledin Asil'e burada olduğumu?" Yükselen sesimle Asil'in ölümcül bakışlarının yönü bana döndü.

"Söylemese miydi?" Gür sesiyle hafiften irkilsem de belli etmedim.

"Söylememesi gerekiyordu!"

Mehmet'in kahkahasıyla ona baktım. "Bir de gülüyor musun? Verdiğim işi eline yüzüne bulaştırmışsın! Benim emrime ne zamandır itaat edilmiyor!?"

"Valla kusura bakma Patrona. Kaç gün bu deli herifin işkencelerine katlandım ama hadım olmaya da niyetim yoktu." Gözlerim olabildiğinde açıldı.

"Yine de artık çocuğun olacağından emin değilim." Diyen Asil'in sözleriyle şok üstüne şok yaşıyordum.

"Kafayı mı yedin sen? Nasıl Mehmet'e bunları yaparsın?" Alayla süzdü gözlerimi.

"Kafa mı bıraktın kızım bende? Bu piç de hala nefes aldığına dua etsin." Elimi sımsıkı kavrayarak yürümeye çalıştı ama yerimden kıpırdamadım.

"Mehmet sen Türkiye'ye dön. Simurg olarak görevlerin olduğunu unutma." Onaylayınca yürümeye başladım. "Gerçi becerebilir misin orası muamma." Deyip arabaya bindim. Mehmet'in sabır dileklerini göz ardı ederek gülümsedim.

Asil arabayı çalıştırdığında Simurg da ardımızda kaldı. "Nereye gidiyoruz?" İçimdeki bu utanç hissi de neydi böyle?

"Konuşacaklarımız var, bana vereceğin hesaplar çok birikti."

"Bana ihanet eden sensin, hesap vermesi gereken ben miyim?" Gözlerimi dışarıya çevirdim ama onun bakışları üzerimdeydi.

"Ben sana ihanet etmedim, kim olduğunu öğrendiğim günden beri seni korumaya çalışıyorum." Doğruydu ama hazmedemediğim şeyler vardı.

"Bunu babamı benden koruyarak mı yapacaktın?" Sakin görünsem de içimde bir fırtına kopmaya başladı.

"Onu öldürdüğün an sorgulanamayacaktı ama gözlerinden anlamıştım yapacağını. O adam yaptıklarının cezasını çekmeden gitti bu dünyadan." Acımasızdı sözleri ama bir yandan da haklıydı.

"O kendine aşık bir adamdı Asil. Yaşamak, bu hayatta en sevdiği şeydi hatta kızından bile kıymetliydi. Ben ondan bunu aldım."

"Cezaevinde bir ömür o hayattan mahrum kalacaktı. Bu daha ağır olmaz mıydı?"

Öfkeyle yüzüne baktım. "Olan oldu Asil! Sen de babasının katili olan bir kadına geldin! Emin misin? Bence yeniden düşün." Sinirden ağzımdan çıkanları bile duymuyordum. Ani frenle öne doğru savruldum.

"Beni bir daha sensizlikle sınama! Ne yaptığın, kim olduğun umrumda değil! Sen benimsin! Aşık olduğum kadınsın ve bir ömür seni bırakmayacağım!" Ellerini yumruk yapıp direksiyona vurdu. "Bir daha bunu yaşamayacağım! Duydun mu beni!?"

"Sakinleş benim canımı sıkma." Gözlerini kapattı. Sakinleşmeye çalışsa da elleri hala titriyordu.

"Aç mısın?" Sinirlerim bozulmuştu sonunda kendimden bile beklemediğim bir kahkaha attım. İkimizin de gözlerinden yaşlar gelene kadar güldük. Bu adam benim sonsuzluğum olacaktı.

Nefes alabildiğimde, "Açım." Deyiverdim.

Küçük ama sevimli bir restorana geldik. Kaybettiğimiz yılların acısını çıkarırcasına sohbet ettik. Onun yokluğunda yaşadığım şeyleri en ince detayına kadar anlattım. Ondan dinlediklerim ise yaptıklarıma binlerce kez lanet ettirdi. Bu adam, ben yokken kendini kaybetmişti. Tıpkı Mariana öldüğünde benim yok olduğum gibi savrulmuştu.

Saatler birbirini kovalarken şehrin her bir köşesini gezdik. El ele ruhumuza işleye işleye hasret giderdik. Gözlerine her baktığımda yeniden aşık oldum. Benim ilacım da yaşamımı güzelleştiren de bu adamın bakışlarıydı.

Onu ormandaki gizli köşeme götürdüm. Günün ilk ışıklarını sarmaş dolaş seyrettik. Zaman zaman göğsünde uyudum uyandım. Kokusunu doya doya ciğerlerime doldurdum.

Güneş tepeye ilerlerken ayaklandım ama izin vermeden beni kucağına çekti. Kollarım boynuna dolandığında gözlerine baktım.

"Nereye kaçıyorsun sonsuzum?" Tebessüm ettim.

"Kahvaltı edelim sonrasında doktora gitmem gerekiyor."

"Dışarıda ederiz, sonra seni ben götürürüm olur mu?" Başımı salladım. Bir insanın varlığı bile huzur olabilir miydi? "Güzelliğine güzellik katmışsın. Gözlerindeki bu parlamaya doymak için bir ömür yetecek mi?"

"Utanıyorum Asil." Kaşlarını kaldırdı.

"Koskoca Patrona'ya bak sen." Başını boynuma koyup derince öptü. Bedenim baştan aşağı titrerken yerimde kıpırdanıp ayağa kalktım.

"Gidelim yoksa açlıktan öleceğim." Vücudum resmen yanıyordu.

"Tamam güzelim, ona da tamam." Haince sırıtmasıyla gözlerimi devirip yürümeye başladım.

*
*
*

Kliniğin yakınlarında güzel bir kahvaltı ettikten sonra Asil beni kapıya kadar bıraktı.

"Bekleyeceğim." Gülümseyip başımı salladım.

Odanın kapısını çalıp Dennis hanımın onayıyla içeriye girdim.

"Hoş geldin Aurelia." Tokalaştıktan sonra her zamanki yerime geçtim.

"Hoş buldum Dennis hanım, nasılsınız?"

"Ben iyiyim ama sen daha iyi görünüyorsun." Yüzümdeki gülümseme şimdiden genişlemeye başladı.

"Asil geldi, aramızdaki konuları hallettik."

Gözlüğünü masaya koyup bana odaklandı. "Buna çok sevindim Aurelia. Bundan sonraki planlarınız nedir?" Gülüşüm solarken düşünmeye başladım. Gerçekten planımız var mıydı? Bundan sonra ne olacaktı ki?

"Yani bilmiyorum, bir planımız yok."

"Birbirinizi daha fazla tanımak mı istiyorsunuz yoksa aile olmak mı?" Kaşlarım çatıldı.

"Ben onunla aile kuramam Dennis hanım, biliyorsunuz."

"Bu konuyu daha önce konuşmuştuk ama fikrin değişmiştir diye düşünüyordum. İnsan aşık olduğu adamla aile kurmak ister." Aile olmak, anne olmak. Bu benim korkulu rüyamdı.

"Dennis hanım, aile kurmak yani bir çocuk sahibi olmak benim için imkansız."

"Peki Asil bu konuda ne düşünüyor?" İçimi bir sıkıntı kaplamıştı.

"Bu konuyu konuşmadık ama bana saygı duyacağını düşünüyorum."

"Aurelia, bu konuyu açmamın sebebi korkularını yenmene yardımcı olmak. Elbette bu sizin kararınız ve kararınızı verdiğiniz takdirde kimseyi ilgilendirmez. Ben sadece en derinlerinde sakladığın korkuları yüzeye çıkarıp aşman için adım atmana yardımcı olmak istiyorum."

"Dennis hanım, ben hayatım boyunca bir anne figürü görmedim. Çok küçükken Pote'nin annesi ilgilenirdi benimle ama kanserden vefat ettiği dönemi bile hayal meyal hatırlıyorum. Benim zaten bir annem yoktu, sonrasında bakıcılarla büyüsem bile annelik hissi hakkında en ufak bir fikrim yok." Şakaklarıma bastırdım sertçe. "Hem benden nasıl anne olsun? Babasını öldürmüş, eli tanımadığı insanların kanıyla kaplı bir kadın nasıl bir çocuk dünyaya getirebilir?"

"Annelik hissi yaşamadan anlaşılmaz Aurelia. Çok gençsin, hayatının baharındasın henüz ve-." Hüzünle sözünü kestim.

"Genç görünsem de içim darmadağın. Benim yaşadığım yıllar sadece sayıdan ibaret. Yüzüm gülse de kendimi iyileştirmeye çalışsam da karşınızda sadece bir enkaz duruyor Dennis hanım. Yaşayacaklarım, yaşadıklarımı silmeyecek."

"Bundan sonrasını değiştirebilirsin. Yaşadıklarının birçoğu senin seçimin değildi. Kimse sana cenneti vadedemez Aurelia, bu hayatta cenneti kendin yaratmak zorundasın."

Loading...
0%