@hypnoticdark
|
Klinikten çıktıktan sonra aklım yerinde değil gibiydi ama Asil'e de belli etmemeye çalışıyordum. Arabanın içindeki uzun sessizliği bozan sevdiğim adam oldu. "Nasıl geçti? Yüzün biraz solgun görünüyor." Elini çeneme koyup usul usul okşamaya başladı. "Bir problem yok, değil mi?" Gülümsemeye çalıştım. "İlaçlarımın dozunu azaltacaktık ama erken olduğuna karar verdik. Ona biraz canım sıkıldı." "Doktorun en iyisini bilir güzelim, yüzünü güldürmek için ne yapabilirim?" Dolan gözlerimi dışarıya çevirdim. "Yorgunum aslında dün de pek uyuyamadım, eve gitsem olur mu?" "Sen nasıl istersen." Ses tonu düşünce benim de canım yandı. "Kalacak yerin var mı? Yoksa bize geçelim." "Aslında burada bir ev bakıyorum, beğenirsem alacağım. Onu görmeye gidecektim, gelmek ister misin?" Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. "Buraya mı yerleşeceksin?" Başını onaylarcasına salladığı an kalbim hızlanmaya başladı, beni bırakmayacaktı. "Sadece ben değil, ailem de gelecek." "Nasıl gelecekler, herkes mi?" Hafifçe tebessüm etti. "Herkes gelecek güzelim, senin olmadığın yerde benim işim yok. Burası da oldukça sakin ve güvenli bir ülke, ailem için de iyi olur. Zaten herkes dört bir yana dağıldı, toparlanmamız gerekiyor. En kısa zamanda kendi işimi de kuracağım." "O zaman gidip eve bakalım." Saçımın ucunu elinin arasına alarak hafifçe öptü. Bu hareketi içime bir sıcaklık yayarken yanaklarım da kızarmaya başladı. Sanki bu duyguları ilk kez yaşıyormuş gibiydim. Yarım saatlik yolculuğun ardından bir köşkün önünde durduk. O kadar ihtişamlı görünüyordu ki adeta bir saraydan farksızdı. Ben evin güzelliğiyle büyülenirken Asil kapımı açarak inmem için elini uzattı. Evin bahçesi de kendisi kadar güzeldi, ağaçlar binanın etrafını kaplarken gözüm kış bahçesine takıldı. Etrafımızda çocukların koşturduğu ve keyifle kahvaltı ettiğimiz bir an canlandı gözümde. Hızla silkinerek kendime gelip Asil'in adımlarını takip etmeye başladım. "Evi bize gezdirecek kimse yok mu?" Kolunu çekiştirmemle durup gözlerime baktı. Gülümsüyordu, hem de insanı büyüleyecek cinsten. "Aslında anahtar bende var." Gözünü kırpmasıyla kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Bugün de ölmezsem bir daha ölmezdim. Elindeki anahtarla büyük ahşap kapıyı açarken içeri girmeme izin vermeden yüzümü ellerinin arasına aldı. "Senden bir şey istesem ve itiraz etmeden yapsan olur mu?" Şaşırmıştım çünkü bu iş tuhaf bir hal alıyordu. Yine de itiraz etmeden onayladım. "Üst katta tam karşıda bir oda var, dolaptaki elbiseyi giyip aşağı iner misin?" Hiçbir şey anlamıyordum ama merak duygum daha baskın olduğu için itiraz etmeden ahşap merdivenleri çıkmaya başladım. Ev rustik bir tarzda döşenmişti ve insan ahşap kokusuyla bile huzur buluyordu. Ev boş olmasına rağmen sanki içinde yaşam enerjisi vardı. Kapı kolları bile öyle otantikti ki insan burada kendini kraliçe gibi hissediyordu. Karşıdaki büyük kapıyı açıp odaya girdiğimde adeta büyülendim. Ortada büyük bir yatak beni karşılarken üstünden yerlere kadar tüller iniyordu. Odanın tam karşısında şık ama eskitme bir makyaj masası ve hayatımda gördüğüm en güzel boy aynası vardı, etrafındaki işlemeler bile eski çağdan kalmaydı. Odanın küçük balkonuna çıktım, ön bahçenin her yanını görüyordu. Ortada yuvarlak bir sehpa ve antika sandalyelerle döşenmişti. Odaya tekrar girdiğimde kıyafet dolabının üzerine yapıştırılmış nota baktım. 'Bu elbiseyi benim için giyer misin?' Bir anda ürperdim, babamın her yıl gönderdiği elbiseler geldi aklıma ama bu kez sevdiğim adamdan gelmişti ve bunu da aşmam gerekiyordu. Dolabın iki kapağını da açtığımda içinde tek bir elbise askıda duruyordu. Yerlere kadar bembeyaz tül bir elbiseydi, gelinliği andırıyordu. Elbiseyi elime alıp her yerini inceledim, tek bir işlemesi bile yoktu. Öyle duru ve sadeydi. Elbiseyi üzerime geçirip boy aynasında kendime baktım. Bu gerçekten ben miydim? Karşımda sanki yıllar önceki o kız duruyordu. Elbise o kadar kusursuzdu ki bu kusurlu bedeni bile kendine benzetmişti. Saçlarımı açıp omuzlarımdan dökülmesine izin verdim. Odadan çıkıp merdivenleri inmeye başlarken geldiğimi haber veren gıcırtılar Asil'in de dikkatini çekmiş olacak ki hemen yanıma geldi. Asil'i gördüğüm an yerimde donakaldım. Üzerinde siyah takım elbisesi ve elinde anlam veremediğim bir taçla beni bekliyordu. Yavaş yavaş yanına ulaştım. "Bu ne güzellik? Yeryüzüne inmiş bir melek gibisin, ben seni hak edecek ne yaptım Hafsa'm?" Gözleri bana mıhlanmış gibi hayranlıkla her detayımı süzüyordu. "Asil neler oluyor?" Kaşlarımı çattığımı görünce erkeksi bir kahkaha savurdu. "İşler kontrolünde olmayınca nasıl da Patrona oluyorsun." Bir adım geri gidecekken elimi tutup nazikçe öptü. Elindeki papatyalarla çevrili tacı başıma iliştirdi. "Şimdi tam bir prenses oldun." "Burada neler döndüğünü anlatacak mısın?" Geriliyordum ve bunun farkındaydı. Elimi tutup tek kelime etmeden bahçe kapısının önüne çıktık. Verandanın altında durduğumuz an Asil, dizinin üzerine çöküp aşık olduğum gözlerini yüzüme çevirdi. Şaşkınlıktan yerimden kıpırdayamaz olmuştum. Ceketinin iç cebinden siyah kadife bir kutu çıkarıp açtı. Safir yüzüğü bana doğrultup tek elimi tuttu. "Yokluğunda bütün dünyada seni aradım, ölmediğine emindim. Belki bedenim farkında değildi ama kalbim bir gün bile onu terk ettiğine inanmadı. Aşık olduğum gözlerini bir kez daha görebilmek için her şeyden vazgeçtim. Bana bir fotoğrafın bile kalmamıştı geride ama gözlerinin beni büyüleyen rengini beynime işlemiştim." Yüzüğü göstererek konuşmaya devam etti. "Bu yüzük gözlerinin mavisine en yakın olandı. Bulduğum an saatlerce ağladım. Erkek adam ağlamaz derler değil mi? Bu işte dünyanın en büyük yalanı. Aşık adam, kadınına baktığı an içi titrer. Onu özlediğinde ise kendinden vazgeçer." Gözlerim sulanmış, adeta nutkum tutulmuştu. "Benimle bir hayat sürmeye, bir daha sensiz bırakmamaya var mısın? Benimle evlenir misin Patrona'm?" Elini tutan elim zangır zangır titremeye başladı. Gözlerimden engelleyemediğim yaşlar yılların acısını çıkarırcasına sicim gibi akıyordu. "Asil ben-." Sesimi bile bulamıyordum artık. "Senden sadece seni istiyorum, bana aile ol yüreğimin tahtına otur istiyorum. Bana sen yetersin kadınım." Anlamıştı, bu adam konuşamadıklarımı bile anlamıştı. "Evet. Seninle bir ömür geçiririm Asil." Yüzünde derin bir gülümseme oluşurken hayran kaldığım gamzelerini de bana sundu. Ayağa kalkıp yüzüğü parmağıma geçirdi, sanki benim için yapılmıştı. Dudaklarımız birleştiği an tepemden beyaz gül yaprakları dökülmeye başladı. Bir süre sonra zorlukla ondan ayrıldığımda bahçe göz alabildiğine gül yapraklarıyla dolmuştu. "İçeri geçip evlenelim o halde." Şaşkınlıkla kolunu çektim. "Nasıl yani? Hemen mi!?" "Yeterince vakit kaybettik, sensizliğe bir gün daha tahammül edemem. Benimle bu çılgınlığı da yapar mısın?" Sesli bir şekilde güldüm. "Çılgınlık nerede ben orada, soruyor musun?" Memnun bir ifadeyle beni yeniden içeriye sürükledi. Bu adam, benim siyahlığıma inat her yeri bembeyaz yapmıştı. Bu adam, karanlığımın aydınlık yanıydı. Büyük salona girdiğimizde artık şaşırmaktan yorulduğumu fark ettim. Karşımda Pote, Araz ve küçük ellerinde beyaz gül buketi tutan İnci duruyordu. "Dokunulmaz prenses!" Diye bağırıp bana doğru koştu ama dokunmadan iki adım ötemde durdu. Eğilip boylarımızı eşitledim. "Senin ne işin var burada küçük prensesim?" "Amcam artık senin yeni şatonda, seninle birlikte yaşayacağımızı söyledi. Hem artık kraliçe olmuşsun." Yüzündeki güzel gülümsemeye dayanamayarak tutup kendime çektim, yanaklarından kocaman öptüm. "Eyvah! Kurbağa olacaksın!" Diye bağırıp benden kurtulmaya çalışan İnci'ye gülümsedim. "Kraliçe olmam için prensim beni öptü ve artık dokunulmaz değilim, küçük hanım." Cümlemi bitirdiğim saniye boynuma atlayıp sımsıkı sarıldı. Birbirimizden ayrıldığımızda elindeki buketi bana verip arkama geçti. Elbisemin kuyruğunu kaldırdı ve masaya doğru yürümeye başladık. Pote ve Araz da ayaklanıp önüme geçtiler, ikisiyle de tek tek sarıldım. Araz afallasa bile çok geçmeden karşılık verdi. Türk konsolosluğunun tahsis ettiği nikahmemurunun gelmesiyle yerlerimize oturduk, heyecandan bacaklarım titriyordu. "Siz Hafsa Soykan, Asil Arslan'ı eş olarak kabul ediyor musunuz?" Söylediği onca cümlenin içinde algılayabildiğim tek kısım buydu. "Evet!" Kendimden emin bir sesle dile getirdikten sonra alkış sesleri yankılandı. "Siz Asil Arslan, Hafsa Soykan'ı eş olarak kabul ediyor musunuz?" Benden daha gür bir sesle, "Evet!" Diye bağırdığında kocaman gülümsedim. Şahitlere sorulduğunda Pote, Asil'i kızdırmaya çalışsa da Araz'ın ölümcül bakışlarından sonra vazgeçti. Nikah akdimiz tamamlanmış, Asil'in alnıma kondurduğu öpücükle de mühürlenmişti. Araz bu kareyi ölümsüzleştirdiğinde fotoğrafımıza hayran kaldım. Herkes gittiğinde Asil ile yalnız kaldık. Salondaki kanepelere oturup ellerimi avucunun arasına alıp tek tek öptü. "Aceleye geldiğinin farkındayım ama haftaya güzel bir düğün planladım. Bütün sevdiklerimiz de yanımızda olacak, bu evin bahçesinde. Ne dersin?" Bu adam resmen beni mutlu etmek için yaratılmıştı. "Bence gerek yok Asil, bana bu kadarı da yeterli." İstemez yan cebime koy moduna girdiğimin o da farkında olacak ki en çekici gülümsemesiyle boynuma, bütün vücudumu titretecek bir öpücük kondurdu. "Olmaz öyle, hiçbir şey eksik kalmayacak. Sen her şeyin en güzelini hak ediyorsun, karıcığım." Yüzümün şu an kırmızı olduğuna o kadar emindim ki. "Şey o zaman önce dedemle konuşsak, durumları biliyorsun." Kelimeleri bir araya getirebildiğime bile şükrettim. "Tamam, sen üzerini değiştir de hemen çıkalım. Akşam evimizde kalacağız." "Burada mı yani?" "Evet güzelim, bu evi seni bulduğum an almıştım zaten. Biliyorsun ailem de buraya yerleşecek ama rahat edemezsen onlara başka bir ev alabilirim veya burayı beğenmediysen kendimize bakarız." İtiraz edercesine başımı salladım. "Hayır, ailenle yaşamak beni çok mutlu eder. Hem bu eve de hayran kaldım." "Evimize hoşgeldin o zaman güzel karım." Gülümseyip başımı yere eğdim ama çenemden tutup hemen kaldırdı. "Sen, iki ülkeyi dize getirmiş koskoca Patrona bir daha asla başını yere eğme. Utançtan bile olsa bunu yapma. Sen ömrümde görüp görebileceğim en güçlü, başı dik kadınsın." Gülümseyip çenemi dikleştirdim. "İşte böyle daha güzel. Sen üzerini değiştir, burada bekliyorum. Gidip konuşalım bakalım büyük Mendez ile." Odaya geçip çıkardığım kıyafetleri giydim. Elbisemi de tekrar askısına asıp dolabın içine koydum. Kapıdan çıkarken dönüp odama tekrar baktım. Burası artık aşıkolduğum adam ile benim yuvamızdı. * Eve ulaştığımızda güneş batmak üzereydi. İçeri geçtiğimiz an dedem ve Alberto amca yoğun bir konuşma içerisindeydiler. Boğazımı temizleyip dikkatleri üzerimize çektim. Dedem önce Asil'e sonra kenetlenen ellerimize bakıp dişlerini sıktı. "Ne işi var bu Türk soyunun benim evimde!?" Gürlemesiyle sinirlerim çoktan şaha kalkmıştı. "Ben de Türk kanı taşıyor ve bununla gurur duyuyorum. Cümlelerine dikkat et!" Alberto amca ayaklanıp yanıma geçti. "Aurelia, hazırlan kızım İspanya'ya dönüyoruz." Kaşlarımı çatıp başımı ona çevirdim. "Ben gelmiyorum! Kaç kez söyleyeceğim?" Dedem ayaklanıp önümde durdu. "Bugün gideceğiz, acele et!" Asil'in gerildiğini hissedip elimi koluna doğru çıkarıp sakinleşmesi için hafifçe okşadım. "Biz evlendik, haftaya da düğünümüz var." Ortaya attığım bombayla ikisi de şok içerisinde bana baktılar. "Annenin kaderini yaşayacaksın ve bunu izleyecek değilim. Madem bundan böyle benim soyadımı taşımıyorsun, benimle de alakan kalmadı. Bu akşam İspanya'ya dönüyorum. Bu adamı boşayıp yeniden benim soyum olarak kapıma gelirsen, o kapı sana her daim açıktır." Sarf ettiği cümleler bedenimde soğuk duş etkisi yaratsa da tepki vermedim. Yanımdan geçip gitmesini öylece seyrettim. Alberto amca bana dönüp baba şefkatiyle kollarını sardı. "Tebrik ederim güzel kızım, umarım bir ömür mutlu olursun." "Sen gitmek zorunda mısın Alberto amca?" "Mecburum kızım ama sizi ziyarete geleceğim." Başımı sallayıp ondan ayrıldım. Hüzünle dedemin peşinden o da odadan çıktı. Gözümdeki yaşları geri gönderip gülümseyerek Asil'e döndüm. "Her şey güzel olacak." Alnımdan öpüp geri çekildi. "Biz bize yeteriz. Ben senin ailenim, hiç için burulmasın." Konuyu değiştirmeye çalışarak, "Bizim çocukları da alıp güzel bir yemek yiyelim mi? Düğünü de planlarız hem kutlama da olur." Dedim. "Benim bu gece için daha farklı planlarım vardı aslında." Elini boynumdan enseme doğru yönlendirirken yutkunmayı unutup öksürük krizine girdim. Asil hafifçe sırtıma vururken haince gülüyordu. "Ne gülüyorsun? Ölüyordum burada!" "Ölme, sen bana lazımsın." Göz kırpmasıyla yumruğumu omzuna geçirdim. Omzunu tutarak inlediğinde çoktan pişman olmuştum. "Özür dilerim! Kontrol edemedim, el alışkanlığı!" "Bu nasıl alışkanlık kızım kolumu hissetmiyorum." "Gerçekten özür dilerim, bakayım neyin var?" Eğilip yüzüne baktığım an gülüşünü görmemle diğer koluna daha sert bir yumruk attım ve bu kez çığlığının gerçek olduğuna emindim. "Yok ben senin elinde kalacağım, şimdiden anladım bunu. Bu geceyi ertelesek mi?" "Edepsiz!" Deyip odadan çıktığımda kahkahası arkamdan yükseliyordu. "Sanki ilk kez elimde kalacak da!" "Duydum seni!" "Duy diye söyledim zaten." Mutfağa girdiğimde herkes ağzını kapatıp gülüşünü saklamaya çalışıyordu. Cenk ve Beyza gülmemek için çoktan kıpkırmızı olmuşlardı bile. "Tek kelime edeni diri diri yakarım, bilirsiniz şakam yoktur!" |
0% |