Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.Bölüm

@hypnoticdark

31 Ocak 2014

Ruhumu öldürdüğü gün yine karşımdaydı işte. Beni yıkık dökük bıraktıktan sonra yüzünde görmeyi dilediğim pişmanlık yerine kocaman bir memnuniyet ve utanmazlıkla yıkılmaz sandığı heybetiyle karşımda dimdik duruyordu. Onu yıkacak, zerresi bile bulunmayacak parçalara ayıracaktım. Ne kadar sürerse sürsün nefesini kesmeden bu dünyadan gitmemek için her şeyi göze alacaktım.

Onu görmek beni motive etmişti. İçimde büyüttüğüm karanlık öfke, şimdi kaynıyordu. Bedenim cayır cayıryanarken buz gibi gözlerimle kaya gibi karşısına dikildiğimde şaşkınlıkla karışık memnuniyeti midemi ağzıma getirmeye yetmişti. Henüz dönüşmek istediğim kişiden çok uzaktaydım ama onu görmek hırsımı da nefretimi de kamçılıyordu.

Koca cüssesiyle bana doğru yaklaştı. İki kolunu açarak bana sarılacağını anladığım an iki adım geriledim.

"Dokunma." Ağzımdan fısıltı gibi çıkan tek kelime onu yerine çiviledi. Her hafta psikolojik tedavi görüyor ama en ufak ilerleme kaydedemiyordum. Kimsenin bana dokunmasına tahammül edemiyor, kaldıramıyordum. Bu da benim zayıflığım olacaktı. Aşmam gereken en yüksek engelim.

"Şu mesele, peki madem." Ağzından iğrenerek çıkan kelimeler midemi tekrar ağzıma getirmişti.

"Sofra hazır Ziya bey." İhtiyarın odada olduğunu bile yeni fark etmiştim.

"Hadi geçelim sonuçta bugün canım kızım doğdu. Kutlamak icap eder." Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrıyordu. Yüzsüzlüğün, utanmazlığın vücut bulmuş haliydi kendileri.

Sofrada sadece ikimiz vardık. Yanına oturmaktansa masanın karşısına oturduğumda mavi gözleri tutuşmaya başlamıştı. Daha dur bu ne ki? dercesine kaşlarımı havaya kaldırdığımda artık gözlerinden alev çıkıyordu.

"Ne o ? Ahmet sana yumuşak davranıyor herhalde. Hala oldukça çelimsiz duruyorsun." dediğinde omuz silkmekle yetindim.

"Neyse, test ederiz bakalım." diye devam ettiği an kalbimin korkuyla hızlanması güçsüzlüğümü bana tekrar kanıtlamıştı.

İştahımın yerinde yeller eserken yemeğimi ezmekten püre kıvamına getirmiştim artık. Bu surat, insanda sadece öldürme isteği uyandırıyordu. Kan görmek, vahşet yaratmak istiyordum. Bunu düşündüğüme inanamazken ağzımdan bir kıkırtı kaçtı.

"Doydun sen belli ki. Kalk hadi odana hediyeni bıraktım. Hazırlan ve gel." Dalga mı geçiyordu yoksa beni mi test ediyordu bu herif?

"Senin hediyeni istemiyorum. Geçen sene verdiklerin yetti de arttı. Etkisi de ömür boyu sürecek. Kalsın." dediğimde hışımla ayağa kalktı. Sandalye bir tarafa fırladığında masayı olduğu gibi yere devirdi. Her yerde bin parçaya ayrılmış cam kırıkları vardı. Histerik bir şekilde kahkaha atmaya başladığımda sinirden köpürüyordu.

"Kalk dedim sana kalk! Kendini öldürtme bana!" diye resmen haykırıyordu ama bu daha da gülmeme sebep oldu. Kahkahalarımı bastıramıyordum artık.

Yanıma koşar adımlarla gelmesi bir kaç saniyesini almıştı. Öyle bir tokat yedim ki sandalyemle beraber yere yuvarlandığımda artık gülmekten karnıma ağrılar giriyordu. Saçlarımın tümünü tek eliyle kavradığında saç tellerim derimle beraber geriye savruldu. Hayret, biri bana dokunmuştu ama hala kendimdeydim. Beni sürükleyerek merdivenlerden çıkarırken hala kahkaha atıyordum.

Beni, karanlık yatağın olduğu odaya fırlattığında bir yıldır girmediğim hatta önünden bile geçmediğim odada burnuma kan kokusu doldu. İyice deliriyordum belli ki.

"Hazırlan, aşağıdayım!" deyip odadan çıktı.

Geçen sene beni öldürdüğü odaya tekrar o iğrenç elleriyle bırakmıştı. Ayağa kalktım. Yatağın üzerinde duran kocaman kutuyu açtım. Yine elbise almıştı. Beyaz, uçuş uçuş tüller içindeki elbise, o gece aldığının bir başka çeşidiydi. Beni çıldırtmaya çalışıyordu ama çoktan çıldırdığımın farkında değildi.

Dışarıdan bir bağırış koptu. Camdan baktığımda Ahmet bey Pote'yi tutmaya çalışıyor, bunu yaparken de ciddi bir güç uyguluyordu. Terasa çıktığımızda gözlerimiz buluştu. Sadece elimi kaldırıp dur dediğim an gürültü yerini ızdırap dolu bir sessizliğe bıraktı. O sessizlikte gömülmeye gönüllü olduğumu gördüğü an arkasını dönüp uzaklaştı.

Doğrusu da buydu. Günlerce bu konuda konuşmuştuk. Amacımız için ruhumuzu çoktan feda etmiş, bedenimize gelen hasarları görmezden gelmeye de mecbur olduğumuz konusunda anlaşmıştık ama elbette zordu hem de çok zor. Ahmet bey de peşinden gidip uzaklaştığında celladımla aynı evde yapayalnızdım.

Komodinin çekmecesinden aldığım makasla elbiseyi paramparça etmiş, giyilmeyecek hale sokmuştum. Ölüm fermanımı elimle yazıyordum. Daha da damarına basacaktım ki ne kadar ileri gittiğini görüp ona göre hazırlıklarımı daha da sertleştireyim. Beni öldüremezdi çünkü bana ihtiyacı vardı. Ölüp ölmemek umurumda değildi ama onu gebertmeden de ölemezdim ve hızlı bir ölüm gibi kocaman bir hediyeyi ona sunacak değildim.

Yüzümdeki gülümsemeyle aşağı indiğimde baştan aşağı çelik gözleriyle beni süzmüştü. Karşımda fokur fokurkanarken yanımda bitti. Kulağıma eğildi. "Bazı atlar ehlileştirilemez Hafsa, sırtına sertçe binmek gerekir ki yola gelsinler. Bu yolu sen seçtin." dediğinde gülümsemem hala yüzümdeydi.

Saçlarımı yeniden eline doladığında beni arka kapıdan çıkartmış, depoların olduğu alana gittiğimizde bir kapıdan içeriye sokmuştu. Hızlı adımlarına ayak uyduruyordum. Uydurmasam da sürüyerek götürecekti ki vakit kaybedesim hiç yoktu. Kapı ayrı bir odaya açıldı. Ortada iki sandalye olan depoda başka hiçbir şey yoktu. Beni odanın zeminine savurduğunda annemi de mi buraya getiriyordu diye düşünmeme engel olamadım. Bu düşünce öfkemi daha da tetiklemişti.

"Ayağa kalk!" dediğini yaptım ve karşısında durdum. Gözlerimi bir an olsun kırpmadan dimdik bakmaya devam ettim.

"Benimle beraber say!" dediğinde anlamaz gözlerle bakarken çoktan ilk tokadımı yiyip yere yapışmıştım. "Bir!" dedi.

"Bir." Sakindim. Tekrar ayağa kalktım.

"İki!"

"İki."

"Üç!" Yanağım sızlamaya başlamış yüzüm alev alıyordu. Yere düştükçe soğuk zemin beni sarıp sarmalıyordu. "Üç."

"Karşımda dimdik durana kadar devam edecek! Ölsen bile durmayacağım! Dört!" Haykırışı odada tokat sesiyle uyum yakalamıştı. Yankısı beynimin içinde dönüyor ve hala sırıtıyordum.

"Dört." deyip gülümsediğimde öyle bir yumruk yedim ki kafamın şiddetle çarpmasıyla gözlerim kararmış kulaklarım çınlamaya başlamıştı. Ağzımın içine dolan kanı tükürüp yerden zorlukla kalkmaya çalıştığımda yer ayağımın altından çekilmişçesine olduğum yere tekrar kapaklandım ama celladım durmuyordu. Saçlarımdan kavrayıp kaldırdı. Tekrar bir yumruk yediğimde artık sol gözümü açamıyordum. Bütün bedenim uyuşmuş, kılımı kıpırdatamıyordum.

Celladım kendinden geçerken artık yerden kalkmamı beklemeden tekmeleriyle yumruklarıyla üstüme hücum ediyordu. Nefes nefese kalmıştı. Ceketini sakince çıkardı. Gömleğinin kollarını katlarken tek gözümle hayal meyal izleyebiliyordum. Bir süre sandalyede oturdu.

"Düşmeyeceksin. Sen benim kızımsın. Düşmeyeceksin!" diye bağırırken tekrar ayağa kaldırdı beni. Zorlukla ayakta duruyordum. Yüzümü duvara çevirdi. Kemerinin tokasının yere çarpma sesini duydum. Kemerini sırtıma öyle bir hışımla geçirdi ki inleyerek yerde iki büklüm kaldım.

"Bir!" diye haykırıyordu. Tek kelime edecek mecalim kalmamış, görüşüm tamamen bulanıklaşmıştı. Sözleri havaya karışıyor kulağımda sadece uğultu bırakıyordu. İşkence kaç saat sürdü bilmiyorum. Onlarca kez kendimden geçmiştim. Yüzümde buz gibi bir serinlik ve ıslaklık hissettiğimde gözlerim hafifçe aralandı. Buz gibi suyu tepemden geçirmişti. Vücudum kasılıyor, tir tir titriyordum. Tek gözümü zorlukla açıp elimi yakasına götürüp kendime çektim.

"Sen beni öldüremezsin Ziya bey, ben zaten ölüyüm." deyip histerik bir gülme krizi yaşadığım an odada kulakları sağır edecek bir gürültü koptu. Bacağımdan sımsıcak bir kan süzülüyordu. Bacağımdan mı vurmuştu beni? Acı diz kapağımdan bedenime yayılırken artık vücudum alevler içinde kavruluyordu. Her yanım kanıyor ama yaralarımın yerini hissedemiyordum.

Kulaklarım çınlıyor, görüşüm tamamen kapanıyordu. Kapının çarparak kapanıp da celladımın gittiğini gördüğüm an gözümden sıcak bir yaş yanaklarımdan beni sarıp sarmalayan zemine düştü.

Zayıflığımdan nefret ediyordum. Karşısında duramamış daha ilk tokadında yeri boylamıştım. İhtiyar haklıydı. Hantaldım. Bugün eğer bu odadan sağ çıkarsam, bana yaşattıklarının aynısını celladıma yapmaktan yoğun bir zevk alacaktım.

Annemin karnında beni taşırken bunları yaşamış olma ihtimali bile beni delirtiyordu. Karnını tutmuş muydu? Bu zeminde beni sarıp sarmalamış mıydı? Ondan mı yere kapaklandığımda bu kadar acı çekmiyor da zeminde huzur buluyordum?

Beni bugün ölümle korkuttuğunu mu sanıyordu? Ben en büyük acımı hayallerimi ve ruhumu öldürdüğü o karanlık gecede yaşamıştım. Bu yaptığı işkenceler beni üzemez, acıtamazdı. Gülümseyerek gözümü kapattığımda kendimi karanlığa teslim ettim.

Loading...
0%