Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9.Bölüm

@hypnoticdark

Gözlerimi araladığımda kendi odamdaydım. Perdeler tamamen açılmış, içeriye giren puslu gün ışığına dikmiştim gözlerimi. Kar yağıyordu ve normalde nefret ederdim. Tam bir yaz insanıydım, güneşin tenimi ısıtması beni huzur dolu anlara sürüklerdi. Şimdi ise bu puslu hava, ben olmuştum. Karın bana huzur vermesi ne hoştu. Cehennem ateşine bir parça su dökmek gibi geliyordu yüreğime.

Celladımın üzerimden tır misali geçmesinin üzerinden ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama vücudumdaki sargılara ve dinmeyen acılarına bakılırsa çok uzun zaman geçmiş olması muhtemel değildi.

Hafifçe doğrulmaya yeltendiysem de keskin bir acı göğüs kafesimi delercesine nefesimi kesti. Ağzımdan keskin bir inilti yükseldi. Ağzımı açmamla Pote ve ihtiyarın odaya dalması bir oldu. Ahmet bey tok sesiyle söze girdiğinde hala odak problemi yaşadığımı fark ettim. Bulanık görüyordum.

"Hareket etmemeye çalış. Kaburganda kırık var, kaynaması gerekiyor." Problemin sadece kaburgamda olmadığını anlamak için müneccim olmama gerek yoktu. Kafamı sallamakla yetindim. Ardından endişe dolu kızaran gözleriyle Pote söze girdi.

"Patrona, iyileş sonrasında hemen seni alıp gideceğim buradan." dediğinde bıkkın bir yüz ifadesi takınıp gözlerimi devirdim. "Ayrıca tartışmaya da kapalı." diye belirtmeyi de ihmal etmedi. İçinde bulunduğumuz durumu anlayamıyor mu anlamak mı istemiyor kararsızdım ama mücadele edecek gücüm yoktu. Yine kafamı sallayıp gözlerimi yumdum. O karanlık, beni yine sarmalarken ona teslim oldum.

*

*

*

Yaşadığım işkencenin ardından üç hafta geçmişti ve ben hala tedavi görüyordum. Gerçekten de bacağımdan vurmuştu o manyak beni. Kaburgalarımda kırıklar da vardı. Vücudumdaki ve yüzümdeki morluklardan bahsetmek bile istemiyorum. Sırtımda celladımın, kendini kaybedercesine beni kemerle dövmesinin izleri de geçecek gibi durmuyordu. Asıl izleri yüreğime bırakmışlardı, bunlar vız gelir tırıs gider mantığıyla düşünürken iyice alaycı bir insana dönüşüyordum. Psikolojik tedavim sürerken ilerleme kat ettiğimizi düşündük ama vücudumda normalin üzerinde adrenalin salgılandığında bu durumumla savaştığım, o an bana dokunulduğunda bilincimi yitirmemek için saldırıya geçtiğim kanısına varmıştık. Yani birilerine dokunmak için muhtemelen ya dayak yemem ya da karşı atağa geçmem gerekiyor dediğimde psikoloğun yüz ifadesi, görülmeye değerdi.

Celladım da henüz hazır olmadığım sonucuna varmış olacak ki yeniden Trabzon'daki işlerinin başına dönmüş, defolup gitmişti ki bu işime gelirdi. Psikopatlığının en hafif derecesine şahit olmuş, bir kurşun yarası ve onlarca kırıktan sonra zorlukla ayağa kalkabilmiştim. Ahmet beyde bu durumun, beni motive edeceğinden dolayı oldukça memnundu. Kısaca hepimiz aklımızı yitirmiş gibi davranıyorduk.

Bir de Pote'yi ikna etme çabalarımız gerçekten çok zorlu bir süreçti. Çektiğim acılar yetmiyormuş gibi bir de onu rahatlatmaya, bu davadan asla vazgeçmeyeceğime inandırmaya çalıştım. En sonunda gidebileceğini söylediğimde ise sinir krizi geçirdi. Beni asla bırakmayacağını söyleyerek, bu davada ellerini her türlü kirleteceğine kendini de bizi de ikna etmiş bir şekilde yavaş yavaş o da aklını yitiriyordu.

*

*

*

Vücudumdaki yaralar kapanmış ama izleri kalmıştı. Sırtımdaki izleri görmek nefretimi katlıyordu. Kırıklarım iyileştiği anda ihtiyar, bize nefes alma şansı sunmadan eğitimlere devam etti.

Gün geçtikçe kas oranım artıyor, nişancılığım kusursuz hale gelmeye başlıyordu. Bunlar ihtiyarı tatmin etmeye başladıkça da dersleri ağırlaştırıyordu. Bıçakla kendimi savunmayı da öğretmeyi ihmal etmiyordu. İnsan üstü bir şekilde her gün sabah akşam çalışmaya devam ederken yavaş yavaş da Türkiye'nin konseyindeki ailelerden bahsediyor. Beni kusursuz bir silaha dönüştürmek için ilmek ilmek işliyordu.

Her akşam teorik dersler yapmaya başladık. Aileler ve bağlantıları, yaptıkları işler ve düşmanları, kime yakın kime uzak olmamız gerektiği hakkında uzunca nutuklar çekiyordu.

"Peki, bu aileler yani konseyin üyeleri, anladığım kadarıyla seçtikleri başkanın sözünden çıkmıyorlar ve izin verilmediği sürece birbirlerine dokunamıyorlar. Kısaca belirli kurallar çerçevesinde barış içinde yaşıyorlar. O zaman biz kime karşı savaşıyoruz?" dediğimde ihtiyar, bana ciddi olmadığıma inanmak istercesine bakıyordu.

"Hepsi birbirinin düşmanı Hafsa, sen de onların onlar da senin ama en büyük düşmanının baban olduğunu hatırlatmama da gerek yoktur umarım." derken davamızdan asla sapmamıza da izin vermiyordu.

"Bütün aileler kendi çıkarları için birbirlerini kullanır ve çıkarları bittiği an karşısındakini de bitirirler. Sen onların, onlar da senin iş yaptığın kişilerle iş yapamazlar. Anlaşmalara sadık olmak zorundalar. Eğer bir aile anlaşmayı bozarsa, onun ipini konseyin başkanı çeker ve kan dökülmesine müsaade eder."

"Her zaman güçlü olmak ve yönetmek zorundasın. Tökezleme, hata yapma şansın sıfır. O masada oturan insanların hiç biri masum değil ve aileleri söz konusu olduğunda acımazlar. Senin ipini çekmeleri çok zor çünkü sen İspanya ile bağlantılısın. Bu büyük bir güç ve konsey bu gücü kaybetmeyi göze alamaz. Soyadın, seni hepsinden bir adım öne taşıyor. Uyuşturucu ticareti için İspanya kartellerine mahkumlar ve sen en güçlü kartelin torunusun. Böyle bir gücü hem ellerinde tutmak hem de kontrol etmek isteyecekler. Şu an senin burada olduğundan habersiz olsalar da Ziya Bey'in büyük bir kartelin damadı ve varisin babası olduğunu bildiklerinden ona dokunamıyorlar. Oyuna sen girdiğinde kartlar tekrar dağıtılacak. Babanla husumetin olma ihtimalini sezenler, senin tarafında yer almak için birbirlerini ezip geçecekler."

"Sen tarafsız kalacaksın. Babanla olan husumetini belli etmeden, dostunu düşmanını ayıracak, ufak tüyolarla onları yavaş yavaş kendine çekeceksin. Uyuşturucu işinde olan para, ne kadın ticaretinde ne silah ticaretinde var. Arslan ailesi haricinde bütün aileler bu işi senin referansınla yapmak isteyecekler."

"Arslan ailesi haricinde dedin. Onlar bu işin içinde yoklar mı?" dediğimde gözlerinde karanlık bir ışık parladı. Tekli koltuğun arkasına yaslanıp derin bir iç çekti.

"Arslan ailesi doğu tarafından sorumlu ve sadece silah işinde varlar." dediğinde karanlık gözlerine bir hüzün perdesi oturdu.

"Bu kadar kazanç sağlayacak bir işe neden girmediler peki?" sorumu yavaş yavaş sindirdi ve derin bir konuşmaya başladı.

"Ailenin başı, Hikmet Arslan. İki oğlu bir de kızı var. Çok saygın, çok köklü bir ailedir Arslanlar. Ellerinin uzanamayacağı hiç bir yer yoktur. Konsey başkanının da en yakın arkadaşıydı Hikmet Bey. Birkaç yıl önce rahmetli oldu. Şimdi işleri, büyük oğlu Araz devraldı. Konseyde iki oğlu var. Silah kaçakçılığında kurduğu bağlantılara henüz kimse erişemedi ama baban konseye ilk bu İspanya işini soktuğunda, yeni bir kan gelmiş gibi herkes bu işe saldırdı. Babanla ortak işlere başladılar. Hikmet Bey de babana güvenenler arasındaydı." derin bir iç çekti ve cebinden çıkardığı sigarayı aceleyle yaktı. İhtiyar, oldukça sağlıklı beslenen ve dinç bir adamdı. İhtiyar dediğime bakmayın. Yaşanmışlıkları üzerine yük olmuş, bunların altında ezilmiş, kırk dört yaşında bir adamdı. İlk kez sigara içtiğine şahit oluyordum.

"Hikmet Bey'in bir yanlışı vardı. Raconda, sattığın malı kullanmak yoktur. Konsey, Hikmet Bey'in uyuşturucu kullandığını öğrendiğinde, konseyin başkanı Gürkan Bey ona tavizler verdi ve uyardı ama onu kurtaramadı. Konsey başkanının verdiği tavizlerden dolayı diğer aileler onu indirmek istediler. Babanın da işine geldi. Hikmet Bey'e oldukça sağlam mallar gönderdi. Hata üstüne hata yapmasına sebep oldu. Her ne kadar yakın arkadaş da olsalar, Gürkan bey artık onu koruyamaz hale geldi ve ölüm emrini verdi. Öldükten sonra da Hikmet Bey'in koltuğunu baban aldı ve konsey başkanının sağ kolu oldu."

"Ne yani? Adam uyuşturucu kullanıyor diye öldürdüler mi?" dedim. Şaşkınlığımı bastıramamıştım.

"Artık kendinde olmuyordu çoğu zaman. Yaptıklarının sonuçlarını düşünmüyor, işlerle ilgilenmiyordu. Çok yanlış bağlantılar kurdu ve sonucunda konseyin gizli sırlarının bazılarını ifşa etti. Bu artık affedilmezdi. Hain görüldü ve hesabı kesildi. Bundan sonra da büyük oğlu Araz bu işlere girmedi. Kesin bir dille uyuşturucu işini reddettiler. O zamandan beri sadece büyük silah sevkiyatlarıyla ilgilenirler."

"Peki konsey bu kadar kalabalık mı? Sonuçta gizli işler dönüyor. İki oğlu var demiştin. İsteyen herkes aileden olmak şartıyla toplantılara katılabiliyor mu?"

"Her aileden sadece iki kişi bulunur. Baş ve varis. Yanında kimi getirirsen, öldüğümde yerime oturacak olandır demek oluyor. Baban bu zamana kadar hep yalnız geldi ama varisi olduğu ve İspanya'dan işlere yardımcı olduğu bilindiğinden kimse bir şey demedi. Hazır olduğunda seni de konseye tanıtacaktır. Başka çaresi yok." dediğinde ikinci sigarasını keyifle içiyordu.

"Bu toplantılar sürekli oluyor mu? Aileler bölgeleri temsil eder demiştin. Her toplantı için kalkıp İstanbul'a mı geliyorlar ? Toplantılar her şehirde oluyor mu?"

"Her aile İstanbul'da yaşamak zorunda. Konsey başkanı burayı yönetiyor. Başlar hep burada. Her ay toplantı gerçekleşir. Bazen ayda birkaç kez olduğu da olur. Haberi gelir."

"Babam neredeyse iki yıldır Trabzon'da. Toplantı için geliyor mu?" şaşırmıştım çünkü iki yılda iki kez görmüştüm sadece.

"Her toplantıya gelip gidiyor. Yakında temelli döner zaten. Oradaki işleri toparlamış." bunu duyduğum an karanlık, tüm hücrelerime nüfus etti. İhtiyar kalkıp gittiğinde tepki vermeden orada kalakaldım.

Celladım gelecek ve bir daha hiç gitmeyecek...

Loading...
0%