Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@hyrnssk

Yere çömelip Jenny'ye sarıldım. Sıcak yaşlar ikimizin de kan dolu yüzünü temizliyordu. Onun ölecek olması hiç aklımın ucundan dahi geçmemişti. Sanki onun değil de benim kalbim kılıçla delinmişti. Yüreğim kanıyordu.

Bugün en mutlu günümüz olacaktı, ölüm günümüz değil!

Hal ve hareketleri ile bugün öleceksiniz diyen adam yüzündeki küstah ifadesiyle bize doğru yaklaşıyordu. Yavaş hareketi ile bizi öldüreceğinden emindi.

Bacaklarım titreye titreye Jenny'den ayrılıp uzun kılıcı elime alıp ayaklandım. Kılıç ona doğru güçsüzlükle savurdum, onun sert darbesiyle kılıç hızla ellerimden savruldu. Diğer darbesi boynumaydı.

Aklım bana olacaklarda değildi ama Jenny'yi arkamda bırakıyor-dum.

Umarım onun sonu sarıldığı o ceset gibi olmazdı.

Biri bana sesleniyordu. Hızla yataktan doğruldum. Gözlerimi açtım ve bir süre bekledim çünkü şuan etrafı karanlık görüyordum. Neyse ki çok beklememe gerek kalmadı.

Az önceki rüyamda neydi? Her yerde ceset vardı. Elimi kalbime koydum.

Odama göz gezdirirken hemen yanı başımda duran ikizimi gördüm. Burnunu tutuyordu. "Neden burnunu tutuyorsun?" dedim uykulu halimle. Bunu söylerken bir yandan tekrar başımı yastığa koymaya başlamıştım. Bunu görünce sinirlenip beni hemen yataktan attı. "Hem benim burnuma tekme at, sonra uyu. Yok, öyle dünya!"

Ne diyordu bu şimdi. Ciddi mi diye yüzüne bakınca gerçekten ciddi olduğunu anladım. Demek ki uyurken ona yine tekme atmıştım. "Sana kaç kere uyurken beni rahatsız etmemeni söylemiştim." Esnedikten sonra tekrar konuştum. "Hem daha vakit erken. Şimdi beni rahat bırak."

Kafamın altındaki yastığı hızlıca çekti. Kafam yatağa çarpınca gözlerimi sinirle açtım. Yastığı yüzüme atıp hemen kaçmaya başladı. Hızlıca onun arkasından gittim. Merdivenlerden aşağı hızlıca iniyordu. Ben de tabii ki arkasından hızlıca gidiyordum. Son basamağı unutup direk yere basınca düşüyordum ki ağabeyim beni tuttu. Ona baktığımda gülümsüyordu. "Biraz dikkatli ol. Bu sinirin başına iş açar benden demesi."

"Beni boş ver şimdi ağabey, o kardeşim olacak hayırsız nerede?"

"Mutfakta annemin arkasında saklanıyor."

     "Onu mahvedeceğim!"

Mutfağa yönelmemle ağabeyim kolumdan tuttu." Babam da içeride ona göre davran. Adamın başı ağrıyor zaten, çok ses çıkarmayın."

Ağabeyime gülümseyerek "Ses mi?" dedim. "O sesin alasını çıkaracağım. O kim beni uyandırıyor." Sonra yüzüne dikkatle bakarak bir şey hatırlamış gibi "İçeride kim olursa olsun, bu davranışlarımı değiştireceğim anlamına gelmiyor."

Hemen koşarak soldaki kapıyı açıp mutfağa girdim. Ağabeyimin dediği gibi annemin arkasında kafasını kollarıyla sarıp korunduğunu zannediyordu Louis. Hemen ona doğru koşmaya başladım. Benim geldiğimi anladığı için hemen anneme yalvarmaya başladı. "Bak kızın geldi beni dövecek. Gönder onu, ben ölmek için çok gencim."

"Onu kafamı yatağa çarpmama neden olup yüzüme yastık fırlatmadan önce düşünecektin Louis," konuşurken aynı zamanda ona doğru koşuyordum. Annemi kalkan gibi kendine siper etmeye başladı. Annemin arkasında dururken vurmak biraz zor oluyordu ama tabii ki pes etmedim. O ise kaçarken aynı zamanda annemi de sürüklüyordu. Kadıncağız bu durumdan sıkılmış olacak ki "Yeter!" diye bağırdı. Onun bağırması üzerine yemek masasına başını koyup uyuklayan babam uyandı.

Babam masada mı uyuyordu?

İkizimle tuhaf bir yaratık görmüş gibi anneme bakmaya başladık. Ben hemen konuşmaya başladım. "Aaa anne! Ne kadar ayıp, ne kadar ayıp!"

"Babamı uyandırdın..."

"Biz kavga ederken uyanmadı..."

"Sen bağırınca uyandı..."

"Adama yazık değil mi?"

"Hastaydı bir de..."

"Ne kadar kötüsün..."

"Elalemin biri olsa bir şey demeyeceğiz..."

"Ama o senin kocan, kocan!"

Louis'le arka arkaya konuşmamızla kafasını iyice karıştırdık. Tezgahtan eline oklava alıp "Sorun çıkarmadan hemen kahvaltınızı yapıyorsunuz. Her sabah sizin bu didişmelerinizden bıktım, usandım."

Hemen alınganlık yaparak "Bir gün senin yanında olmazsak bu lafı söylediğine pişman olacaksın anne," dedim.

Annem elini ağzına götürüp "Kız ağzından yel alsın. O ne biçim laf."

"Bir on yıl sonra evlenip gideceğim. Hep bu evde kalacak değilim ya."

"Biz seni evlendirmeyeceğiz, hep bizim yanımızda kalacaksın," dedi babam başını masadan kaldırıp. Annem de ona katılarak "Zaten bu beceriksizliğinle kimse seni almaz. Bakın şuna erkeğe benziyor."

Üzerime baktım. İkizim Louis'in kıyafetlerini giyiyordum her zaman. Kadınların giydiği uzun yerlere yapışan giysiler ve korse giymiyordum. Onları giydiğimde nefesim daralıyor gibihissediyorum. Onlara sinirle baktım.

"Benimle sorununuz varsa gideyim ben o zaman."

"Yok, kızım hiç öyle şey olur mu? Şaka yapıyoruz biz."

"Sevmem ben öyle şaka. Bir daha yaparsanız bu evi başınıza yıkarım"

"Sen de şakaya gelemiyorsun kızım."

Hıh deyip masaya geçtim. Kahvaltılıkları hızlıca yemeye başladım. Babam biraz yavaş ye boğulacaksın demesine rağmen onu dinlemedim. Arkadaşlarımın yanına gitmek için hızlı davranıyorum şuan. Önümdekiler bitince Louis'e baktım. Yemeği az kalmıştı. "Ben gidip giyineceğim. O zamana kadar yemeğin bitmiş bir şekilde hazır ol."

Kafasını sallamasıyla hemen masadan kalktım. Üst kata çıkıp sağdan ikinci kapıyı açarak odama girdim. Bugün yine her zaman ki gibi hareketli geçeceği için Louis'in eski kıyafetlerinden giyinmeye başladım. Bu çocukla ikiz olmamıza rağmen onun boyu benden daha uzun, hatta baya uzun. Onunla göz göze gelebilmek için kafamı çok yukarı kaldırmam gerekiyor.

Giyindikten sonra çekmecenin içinden küçük aynamı çıkardım. Sarı saçlarım yine her sabah uyandığımda olduğu gibi dağılmıştı. Açtığım çekmecede bulunan tarağımı aldım ve alt kata indim. Annem mutfaktaydı. "Anne dışarı çıkacağım, saçımı tarar mısın?"

"Tamam, gel tarayayım," dedi. Musluğu açıp elini yıkadı ve havluyla kuruladı. Sandalyenin yanına çöküp oturdum. Annem sandalyeye geçip oturdu ve saçlarımı taramaya başladı. İşi bitince tarağı bana geri verdi. Tarağı alıp koşarak odama çıktım. Tarağı yerine koydum. Çekmeceyi kapattım veyine koşarak aşağı kata indim.

Louis giyinmiş ve kapının orada ayakkabısını giyiyordu. Hemen onun yanına gidip ben de ayakkabılarımı giymeye başladım. Kapıyı açıp çıktık. Ağabeyim bahçede yemleri ve oltaları hazırlıyordu. Her zaman olduğu gibi babamla balık tutmaya gidecekti. Bizim aile geçimimizi balıkçılıktan sağlıyoruz, ada da yaşayan diğer insanlar gibi. Buradaki insanlar geçimlerini ya bizim gibi balıkçılıktan ya da beslediği hayvanların etini satarak sağlıyor. Küçük bir kısımda tarımdan geçimlerini sağlıyor ama tarım yapan pek yok. Sadece arkadaşlarımdan biri olan David ve babası yapıyor.

"Kolay gelsin ağabey."

"Sağ ol. Lucy," dedi ağabeyim gülümseyerek.

"Akşam görüşürüz," dedi Louis, ağabeyime.

"Görüşürüz."

Evin önündeki patika yoldan sola doğru dönüp evlerin kalabalıklaştığı yerlere doğru gittik. Bizim evin hemen yanındaki iki katlı evde bulunan Peter ve Tina'yı almak için o evin bahçesine girdik. Peter alt katta, Tina ise üst katta yaşıyor. Onlar amca çocukları oluyor. Bu yüzden biraz birbirlerine benziyorlar. İkisinin de saçı turuncu-kızıl arası bir renk.

"Peter hala hazırlanmadı mı yenge?" dedim bahçede bulunan Peter' ın annesine. Kümeste ki tavuklarla ilgileniyordu. Yüzünü örten kızıl saçlarını toplayıp bana gülümseyerek cevap verdi. "Babası ile kahvaltı yapıyor kızım."

"Sen işine devam et. Biz Peter'ı çağırırız,” dedim. Çünkü eve doğru gitmeye başlamıştı. Biraz kibarlık olsun diye sana yardım edeyim derdim ama işte tavuklarla hiç ilgilenemem. Hep kaçarım onlardan.

"Lucy! Louis!" Gelen sesle kafamı yukarı kaldırdım. Tina pencereden bize doğru bakıyordu. "Efendim!" sesim ona ulaşsın diye biraz bağırdım

"Beni bekleyin diyecektim!"

"Peter'ı almaya gidiyoruz, alt kata gel." Bu sefer bağırmamıştım. Umarım dediğimi duymuştur.

"Tamam!" Dediğimi duymuş. Niye şaşırıyorum ki ?Zaten bu kızın kulağı keskindi.

Tina'nın konuşması bitince biraz çürümüş hafif gıcırtılar çıkaran kapıyı açıp içeri girdik. Hep bildiğimiz koridoru geçerek mutfağa girdik. Peter babasıyla beraber tabakta son kalan domatesleri yiyordu. İyi, en azından çok beklemeyeceğiz.

"Peter! Sen niye geç uyandın bugün? Normalde bizim değil, senin bizi beklemen gerekirdi." dedi Louis.

Peter kafasını kaldırıp hayretle bana ve Louis'e baktı. "Siz uyanıp hazırlanıp bir de üstüne kahvaltı yapıp buraya geldiğinize göre gerçekten çok geç kalmışım." Sonra yalandan bir sinirle babasına baktı. "Beni neden daha geç kaldırmadın? Ne güzel bekleyeceklerdi. Bizim her sabah onları beklerken nasıl hissettiğimizi anlardı." Benim ve Louis'in arkasına bakarak, "Değil mi Tina?"

Arkama baktım. Tina cevap olarak "Evet. Hep biz bekliyoruz. Bu sefer onlar beklerdi."

"Aman sanki ne kadar bekliyordunuz. Abartmayın," dedim.

"Neyse Lucy'yi sinirlendirmeyelim. Daha gidip geri kalanları alacağız."

"İşte Tina gibi akıllı davranın," dedim. Sonra varlığını tamamen unuttuğum Peter'ın babasına baktım. "Size afiyet olsun amca.Biz gidiyoruz." Başını sallayarak "Çok geç kalmayın kızım," dedi. Bir şey demedim çünkü biliyorum her zaman ki gibi hava karardığında geleceğiz. Boşuna tamam diyerek yalan söylememiş oldum.

"Hadi biz gittik sen kendine dikkat et babacığım," diyerek babasının yanağını öptü Peter. Peter'ın ayaklanmasıyla mutfaktan ondan sonra da evden çıktık. "Görüşürüz anneciğim," diyerek Peter annesine el salladı. Annesi hem ona hem de bize el sallayınca bizde annesine el salladık.

"İlk kime gidiyoruz?"

Tina'ya cevap verdim. "İlk önce Jack ve Jenny'yi alalım. David şimdi bu saatte evde değildir. Tarlada babasına yardım ediyordur. Tarla zaten uzakta yakındaki Jack ve Jenny'yi almak daha mantıklı."

Sol taraftan patikaya devam ettik. Patikanın başı bizim evden başlıyor. Bizim ev direk limanın karşısında. Patika bizim evden başlayarak şehrin içine doğru devam ediyor. Patika boyunca da iki tarafta olmak üzere evler var.

"Bize mi geliyorsunuz çocuklar?"

Sesin geldiği yöne baktığımda konuşan kişi Jack ve Jenny'nin ağabeyi James’ti. Galiba sabah erkenden balık tutmaya gitmiş çünkü kıyafetleri ıslanmıştı. "Balıklar oltaya gelmeyince ben onların yanına gidip yakalayayım mı dedin ağabey?" Kıyafetleri dışında kahverengi saçları da ıslaktı.

Yanaklarımı sıktı. "Her zaman ki gibi yine şakacısın Lucy." Dedi sevecen sesiyle. Kız kardeşi Jenny'ye nasıl davranıyorsa bana ve Tina'ya da hep öyle davranıyordu. "Sandal da delik oluştu. Mecburen sandalı ters çevirip yüzdüm. Yüzerken aynı zamanda sandalı taşımak biraz beni yordu. O yüzden hızlıca eve doğru gidelim. Hadi beni takip edin!"

"Sandalı Peter'ın babasına götür. Deliği hemen onarır." diye fikrimi ona söyledim. Peter da beni destekledi. "Babam hemen halleder. Bugün götür sandalı, akşam geri alırsın. Yarın işinden de geri kalmazsın."

"Şimdi yorgunum, biraz uyuduktan sonra götüreceğim zaten."

Ona kafa salladık Peter ‘la. Onu takip edip bizim eve göre biraz daha eski olan ve diğer evlerden ayrı kuytu bir yerde bulunan, duvarlardan aşağı sarkan ağaç dallarıyla dolu evine doğru adımladık. Normalde olsa asla böyle korkunç görünen bir yere adım atmam ama evin neden bu halde olduğunu bildiğim için korkmuyordum.

Jack altı, Jenny dört ve James ağabey on iki yaşındayken anne ve babası beraber bu adadan bir gemiyle ayrılıp şehire doğru yola çıkmışlardı ama korsanlar o gemiye baskın yapıp oradaki herkesi öldürmüştü.

11 yıl önce Lucy beş yaşındayken.

Bugün çok heyecanlıyım. Çünkü ağabeyim ve babamla balık tutmaya gideceğiz. Aslında ilk defa gitmiyoyum onlayla ama beni yanlayında çok az götüyüyorlar. Bu yüzden hey şeferde bu şekilde heyecanlıyım.

"Tut bakayım ağabeyinin elini kızım."

Babamın konuşmasıyla şandaldan bana ellerini uzatan ağabeyimin elleyini hemen tuttum ve sandala atladım.

Babam da iki kürekle beraber şandalı hayeket ettirmeye başladı. "Dikkat edin kendinize. Sandalda iken eğilip suya girmemeye çalışın. Ben ne dedim kızım?"

Babamın şeşlenmesiyle elimi şudan çektim. Babam bana bakıp "kızım her seferinde yapma diyorum niye yapıyorsun öyle."

"Ağabeyim de yapıyoy"

Yandan ağabeyim bana bakarak "Beni mi satıyorsun sen."

"Şen balık mısın? Niye satayım ki?"

"Satmak deyim benim canım kardeşim. Neyseki bunu büyüdüğünde anlayacaksın."

"Şanki sen çok büyükşün." Deyip başımı diğer tayafa çeviydim.

"Tamam, yaşım o kadar büyük değil ama en azından bazı şeyleri senden daha iyi anlıyorum. Sen de benim yaşıma gelince böyle olacaksın."

Yanaklayımı sıkmaya başladı. "Ve yüzünü asma. Bana dön bakayım.” Yüzümü ona dönünce iki yanağımı da öptü.

"İmdat! Yardım edin!"

"Lütfen birileri gelsin!"

"Yardım yollayın!"

"Kimse yok mu?"

"Ahhh!"

Sondaki çığlık şeşiyle babama döndüm. "Kim yaydım istiyoy?" Babam kaşlayını çatıp ciddi bi sesle "bilmiyorum kızım ama gidip bakalım."

"Baba gitmesek," dedi ağabeyim. "Seslere bakılırsa çok kötü bir şey, direk limana yardım gönderilmesini söyleyelim. Yoksa bizim de başımız belaya girecek. Ya bize bir şey olursa?"

"Merak etme oğlum. Ben yanınızdayım, bir şey olmayacak size. Hem bunu kim yapmışsa uzaklaşıyor."

"Nasıl?" Dedik ağabeyimle beyaber. Arkamıza döndüğümüzde sadece çok uzakta bir gemi olduğunu göydüm. Başka da biy şey yoktu.

Babam cevap veymedi. Onun yeyine küyekleri daha hızlı kullanıyoydu. En son gemiye yaklaştık. Güveyte suya yakın olduğu için hemen gemiye geçtik.

Etrafa baktığımda yeyde insanlar yatıyoydu. Etyaflayı kıymızı biy yenkle kaplıydı.

Biy tane kadının yanına yaklaştım. Aykadaşım Jack ve Jenny'nin annesiydi. Yere otuyayak onun kollarına dokundum. Ama kolu elimde kalınca çığlık attım. Midem bulanıyoydu. Ağabeyim de beni bu halde göydü. O da benim gibiydi. Hemen yanıma geldi. Beyaber gemiden çıkıp sandalımıza bindik. Ağabeyim de sıytımı ovalıyoydu.

"Sakin ol, sakinleş. Tamam mı kardeşim?"

"Ağabey oyada bir gemi daha vay. Onlay kim?"

Ağabeyim işayet ettiğim yeye baktı. Büyük biy gemiydi. Gemideki bayyakta kuyu kafa işayeti vaydı. "Korsanlar... Anlamalıydım. Gemide ne kadar değerli şey varsa ortada yoktu. Bunu onlar yaptı..."

Hatırladığım kadarıyla biz sandalla adamızdaki limana gitmiştik. Babam adada bazı insanları toplayıp gemideki Jack'in anne ve babasını getirmiş, gemide geri kalanlar için krallığın askelerine haber vermişlerdi. Jack, Jenny ve James ağabey anne ve babasını o şekilde gördükten uzun bir süre kendilerine gelememişlerdi. Ben de olsam kendime gelemezdim. Kolları ya da elleri kopmuştu. Aklıma geldikçe bir tuhaf oluyorum.

Daha on iki yaşında olmasına rağmen James ağabey, babamdan balıkçılığı öğrenmiş ve hep balık tutup kardeşlerinin karnını doyurmaya çalışmıştı, hala da öyle.

Karşımızdaki evde 11 yıldır bu halde. Aileleri gittikten sonra bu evle pek iyi ilgilenemediler.

"Ağabey, bu halin ne?" Jenny içeriden hızlıca geldi. Arkasından da yine uzun boyuyla Jack onu takip ediyordu. Ha söylemedim. Bizim grupta Peter dışında geri kalan erkekler; yani Jack, David ve Louis'in boyu uzun.

"Önemli bir şey yok. Zaten banyo yapmamıştım, yapmış oldum."

Hepimiz dediklerine gülmeye başladık. "Yemek var mı Jenny. Ben çok açım." Sonra ağabey bize dönerek "çocuklar yemez misiniz?"

"Tabii..." Kolumla Louis'in karnına sertçe vurdum. "Sen hala doymadın. Evde yedin. Peter'lara gittik orada da gizlice yedin. Bir de şimdi mi yemeyi düşünüyorsun!"

"Niye kızıyorsun Lucy," dedi James ağabey. "Karnı açsa gelsin yesin. Sen onu dinleme Louis. Gel içeriye karnını doyur."

Louis'e eğer içeri gidersen seni toprağa gömerim diye baktım. Tabii ki de benden tırsıp içeri girmedi ve cevap verdi. "Gerek yok James. Şimdi ben ölmek için çok gencim biliyor musun? Daha önümde uzun yıllar var."

"Doğru diyor ağabey," diyerek Jack geldiğimizden beridir ilk defa konuşmaya başladı ve konuşurken gülüyordu. "Ben de o bakışları görsem yemekten vazgeçerdim. Yaşamak daha önemli."

Jack'i süzdüm. Gülen yüzü birden soldu. "Bir sorun mu var?" Cevap vermedim. Üzerine kahverengi gömlek ve siyah bir bol kumaş pantolon giymişti. Kahverengi hafif uzun saçlarıyla uyumlu duruyordu. Gülümseyerek "Aferin, hazırlanmışsın. Beklemeye gerek kalmadı."

Bunu dememle o da gülümsedi. "Ben de acaba beni de Louis ile birlikte öldürmek mi istiyor diye düşünmeye başladım. Neyse ki onu düşünmüyormuşsun."

"Haha çok komik. Güleyim de boşa gitmesin."

"Biraz sinirlisin sanki Lucy?"

"Evet, bu Peter'ı bekledim. Bir de beklerken dedikleri vardı sinirlendim."

"Çok mu beklediniz?" Hala gülümsüyordu.

"Abartıyor," diye konuşmaya başladı Peter. "Biz her gün onu bekliyoruz. Alt tarafı bugün biz değil de o bizi bekledi."

"Havuç, sen sussana kardeşim. Geç kalacağız," kafamı Jenny'ye çevirdim. "Hadi hadi çabuk ol". James ağabey konuşarak "Sanki birisi sizi bekliyor gibi geç kalacağız diyorsun Lucy. Yine her zamanki gibi akşama kadar oyun oynar, etrafı gezersiniz."

Ben de cevap verdim. "Yani olabilir, hep öyle yapıyoruz ama oyalanırlarsa bunları yapmaya vaktimiz yetmez." Başımla selam verip "Şimdiden sana afiyet olsun ağabey," diyerek hemen yanındaki Jenny'nin kolunu tutup yanıma çektim. "Biz gidiyoruz, hadi sağlıcakla kal."

Hepimiz evin bahçesinden çıkmaya başlarken James ağabey seslendi. "Geç kalmayın. Akşam sizin evde Lucy, yemek olacak. Herkes geliyor!" Bir dakika, ne? Bizim evde yemek verilecek herkes gelecek? Ve benim haberim yok!

"Nasıl yani herkes ağabey? Açıklar mısın?"

"Bildiğin herkes. Haberin yok muydu?"

     "Yoktu."

"Nasıl yoktu!" Tina ve Peter aynı anda bağırdılar. Tina lafa atlayarak "sen yine unutmuş olmayasın Lucy?" Louis'e baktım. "Bize demişler miydi kardeş?"

O da düşündü ve bir süre sonra bana baktı. "Hayır demediler."

"Şimdi Lucy ve Louis," konuşan Jack'e baktık ikizimle. "Siz zaten normalde ev işlerine yardımcı olmadığınız için annenizin size haber vermemesi normal." Biraz düşününce mantıklı bulduk Louis'le. İkimizde ev işlerine yardımcı olmuyorduk. Daha çok o işi berbat hale getiriyorduk.

     Ne demek efendim vazifemiz.

Jack'in kolundan tutup ilerlemeye başladım. Arkama bakarak "Sana iyi günler ağabey," dedim ve onların evinin önünden sağ patikadan ilerlemeye başladık. Biraz ilerledikten sonra tarlanın önüne geldik. David ve babasının bugün pek işi yok gibiydi sadece tarlayı suluyorlardı ve galiba biraz da tohum ekmişler. Çünkü ikisinin de siyah olan kıyafetlerinde toprak vardı.

"Kolay gelsin," dedi Jack.

"Sağ olasın kardeşim," dedi David. "Bende sizi bekliyordum. Siz gelene kadar babama yardım edeyim dedim." Babasına dönerek, "akşam görüşürüz baba."

"Görüşürüz oğlum."

David'i de yanımıza alarak tarlanın çevresinden dolanıp dağa doğru ilerlemeye başladık. Önümde dağa doğru giden bir yol gördüm. Pek belli olmuyordu yol olduğu.

"Bir şey diyeceğim size," diyerek arkadaşlara baktım. Konuşmamla bana baktılar. "Bu dağa doğru giden bir yol var mıydı?" Benim baktığım yere bakarak David konuştu. Kaşlarını çattı. "Hayır, yoktu. Her gün tarlaya geliyorum ve burada bu yolu hiç görmedim."

"Ben de görmemiştim," diyerek onayladım. Sonra hevesle, "O zaman bakalım yolun sonu nereye gidiyor."

"Bakalım mı desem daha iyi olurdu canım kardeşim. Hep şu emir vermelerinden bıkmadın mı?" diye söylenen Louis'e sinirli bir şekilde baktım. Ben hiç emir verir tonda söylememiştim. Onun yerine heyecanla konuşuyordum.

İçimden bir ses diyor. Hevesini kaçırdı. Onu bir güzel döv.

Diğer seste diyor ki o senin kardeşin yani daha fazla dövebilirsin.

Ortak karar ikizini döv.

Sağımda bana bakan ikizime gülümsedim. Gülümsememle bana tuhaf tuhaf baktı. "Ne oldu? Bir şey mi var yüzümde? Niye gülüyorsun?"

Hızlıca onun yanına gittim ve ayakucumda yükselerek saçını tuttum. Saçını tutmamla o da benim saçımı tuttu. Diğer eliyle de elimi onun saçlarından çıkarmaya çalışıyordu.

İkimiz birden ayrılınca birbirimize baktık, ondan sonra da bizi ayıran kişiye. David'ti.

"Niye ayırıyorsun? Ne güzel kavga izleyecektirk," dedi Peter hüzünlü bir sesle.

"Havuç, istersen gel beraber kavga edelim. Ne diyorsun?" dedim. Hemen ellerini havaya teslim olurcasına kaldırarak, "Ben kavganın içinde olmayı değil, izlemeyi seviyorum. Sakin ol."

Ben de izlemeyi seviyorum ama aynı zamanda da izlenmeyi sevmiyorum.

Bunu boş verip yola kafamı odakladım. "Hadi yolu takip edelim.” Onlarda beni onaylayınca yol olduğu bile belli olmayan izleri takip etmeye başladık. Arada tamamen yolun nereye gittiği belli olmadığı için eğilmiş halde başımızı yerden ayırmadan gidiyorduk.

Kafamın yere yapışmasıyla bana çarpan kişinin kim olduğuna baktım. Gıcık ikizim karşımda duruyordu. O da benim gibi yerdeydi ve bana bakıp sırıtıyordu. "Eğilmişsin görmedim seni," dedi hala sırıtırken.

"Kör müsün benim canım kardeşim?"

"Değilim, benim canım kardeşim."

"Hadi kalk Lucy," diyerek elini uzattı Tina. Hemen onun elini tuttum. Jack'te Louis'e ellerini uzatmıştı. O da onun elini tuttu.

"Bir şey diyeceğim," diye konuşmaya başladı Peter. "Bu yol dağa doğru yükselerek gidiyor."

"Dağa mı?" diye sordu Louis.

"Kör olduğun ya da etrafa bakmadığın belli oldu." dedim Louis'e.

Yolu takip edipte dağa gittiğini fark etmeyen benim dışında ortada bir sorun yok.

"Sence dağda mağara mı var? Yol oraya mı gidiyor?" diyen Jenny'ye hak verdim. Bu neden benim daha önce aklıma gelmedi.

"Olabilir. Gidip görelim," diyerek yolu izlemeye tekrar başladım. Yavaş yavaş beraberce dikkatli olmaya özen göstererek ilerlemeye başladık. Çok dikkatli olmamız gerekiyordu çünkü yolun sol tarafı uçurum şeklindeydi. Eğer ayağımız tökezlerse uçurumdan aşağıya boylardık. Yol zaten küçücük daracık bir yer olduğu için tek sıra halinde yavaş yavaş ilerliyorduk.

Ve tabii ki sıranın en önünde ben ilerliyorum. Çünkü en cesurları benim.

Benim arkamda sırasıyla David, Peter, Jenny, Tina, Louis ve Jack vardı. David, ben ve Louis sürekli kavga ettiğimiz için ve bu yolda ilerlerken kavga edip uçurumdan düşme ihtimalimiz olduğu için ikimizi birbirimizden uzak kalmamızın daha iyi olacağını söyledi. Ben de bu fikri kabul ettim.

"Ne var ileride Lucy?" diye sordu David.

"Yani aslanım gördüğün gibi yol devam ediyor. Niye soruyorsun?" dedim huysuz bir sesle. "Yani boyum görmene engel oluyordur, ondan soruyorsun diyeceğim de; senin boyun benden daha uzun." Uzun bir süredir dağın çevresinden yukarı doğru ilerlemeye devam ediyorduk ve ben sıkılmıştım. Hatta pişmanlık bile hissetmeye başladım. Aslında pişmanlık duymam çok normaldi. Nereye gittiği belli olmayan bir yolu takip edip hiç, aynı zamanda yan taraftaki uçuruma düşme ihtimalimiz olduğu için hiç gelmemeliydik. Birimize bir şey olursa cidden kendimi öldürebilirdim.

"Bu arada anlaşalım. Geri döndüğümüzde ailemize bir şey söylemek yok. Kötü bir şey olursa ben zaten kendim söylerim ama bir şey olmamış ise ailemiz neredeydiniz diye sorarlarsa; oyun oynuyorduk diyeceğiz. Anlaşıldı mı?" Başımıza bir şey gelmese bile böyle bir işe kalkıştığım için çok büyük bir azar işiteceğim kesin.

"Tamam," dedi Jack. "Zaten benim ağabeyim duyarsa büyük bir azar işitiriz Jenny'le."

"Bizde ailemizden," dedi Peter ve Tina.

"Benim de babam çok ama çok kızar," dedi David. Babası aile olarak tek oğlu David olduğu için David'e çok düşkündür, David de aynı şekilde babasına çok düşkün. Ben de konuşacaktım ama önümde karanlık bir yer görünce durdum. Gerçekten bir mağara vardı ama içerisi çok karanlık olduğu için görünmüyordu ve benden biraz uzakta olduğu için.

"Bir şey mi oldu Lucy?" Niye durdun?" David tam arkamda değildi. Peter'la konuşabilmek için biraz gerimde kalmıştı. O yüzden mağarayı daha tam görmemişti. "Yanıma gelsene," dememle bana yaklaştı. Arkamda durup ileriye baktı. "Mağaranın içini görebilecek miyiz? İçerisi çok karanlık görünüyor."

"Bilmiyorum ama umarım içerisine bir yerden ışık vuruyordur. Buraya kadar boşuna gelmiş olmak istemiyorum." Yavaş yavaş ilerlemeye devam ettim. Mağaranın ağzı örümcek ağıyla kaplıydı ve etrafı toz doluydu.

Acaba ben değil de ilk olarak David mi girse? Örümcek ağları bana değil de ona yapışır, kirlenmemiş olurum.

"Sen ilk girsene David."

"Neden? Korktun diyeceğim ama hiç ihtimal vermiyorum."

"Korkmuyorum. İlk ben girersem bu ağlar bana..."

"Korkuyor musun Lucy?" diye hayretle konuşmaya başladı Peter. Sözümü kestiği için ona sinirli sinirli baktım. Korkmuyorum ama öyle düşünmelerini istemediğim için elimle ağları iki yana doğru çekiştirerek önümü açmaya çalıştım. O şekilde ağları önümden çeke çeke boş bir alana geldim. Umduğum gibi mağaraya ışık vuruyordu, tepe kısmından. Üzerime yapışan ağları atmaya çalıştım ama daha çok elime yapışıyordu. En kötüsü saçlarımda da örümcek ağı vardı.

"Burada sandık var," dedi Louis ve hapşırdı. Burası toz dolu olduğu için hapşırıyordu. Benim de hapşırmam geliyordu ama hapşıramadığım için burnumun ucunda tuhaf bir his acı vardı. Muhtemelen yeterince toza mağdur kaldıktan sonra güneşe çıktığımda hapşıracaktım. O zamana kadar burnumun acımasına dayanabilirdim.

Etrafa göz gezdirdim sandık nerede diye. Mağaranın ağzının sol tarafında duvarın yanında bir sandık vardı ve Jack ile Louis sandığı açmaya çalışıyordu. "O öyle mi açılır? Çekilin ben açacağım," dememle Louis ve Jack gülmeye başladı. Sinirle onlara baktım. "Ne gülüyorsunuz? Komik bir şey demedim."

"Aksine çok komik bir şey söyledin Lucy. Burada güçlü iki erkek var ve bir olup yapamıyorlar. Sen gelip tek başına yapabileceğini söylüyorsun. Haha! Çok komik."

"Sen hep sırtında bir sopa taşıyorsun, ver onu bana" diyerek elimi uzattım. Elini sırtına götürüp kısa bir sopa çıkardı ve elime verdi. Diğer elimle uzaklaşmalarını işaret ettim.

Onlar kalkınca yere çömeldim. Elimdeki sopayı yere koydum. İki elimle sandığın ufakta olsa kapağında bir boşluk oluyor mu diye baktım. Ufacıkta olsa bir boşluk oluyordu ama bunu yaparken bile çok güç harcamak gerekiyordu. Tam olarak yere oturdum. Sol ayağımı sandalın kapağına doğru uzattım ve kapağı yukarı doğru itmeye başladım. Yere bıraktığım sopayı açılan ufak boşluğun içind doğru ittirdim. Neredeyse yarısı içine girince sandıktan ses geldi. Sopanın geri kalanını yukarı doğru kuvvetlice ittirdim. Sandık açıldı.

İkizime ve Jack'e baktım. "Gücün yanında akıl da önemlidir ama maalesef o siz de yok." Peter, Tina ve Jenny alkışlamaya başladı.

"Çok iyi vurdu lafı, " dedi Peter ve ıslık çalmaya çalıştı ama beceremedi. Onun yerine ıslığı Tina çaldı.

Jenny'nin alkışladığını gören Jack konuşmaya başladı. "Ağabeyin küçük düştü burada. Alkışlıyor musun bir de." Jenny alkışlamayı bırakıp gülen yüzünü kapattı ama hala gülmeye devam ediyordu. Bizim ona baktığımızı fark edince elleriyle direk yüzünü kapatıp arkasına döndü utançla. Onun bu haline kahkaha attık.

Önüme döndüm ve sandığın içine baktım.

O da ne altın mı?

"Lucy aşkla sandığa baktığına göre değerli bir şey var," dedi ikizim. Zaten yakınlarımda olduğu için hemen yanıma geldi. İçine bakınca ıslık çaldı. "Burada hazine var."

Diğerleri de yanımıza geldiğinde Louis'le aynı tepkiyi verdiler. Ben elimi sandığın içine attım. Bir tane altın para aldım. Üzerinde güzel bir kızın resmi vardı. Bu yüz bir yerlerden aklıma geliyor ama tam çıkaramadım. Paranın diğer yüzüne baktım. Burada da bir erkek resmi vardı. Ama bu kişiyi hiç çıkaramadım. Tanıyor ya da biliyormuş gibi de hissetmedim. Sandığın geri kalanı da altın parayla doluydu.

"Şimdi karar verelim," diyerek başladım sözüme. "Bu sandıktakileri boşaltıp hepimize eşit olacak şekilde bölüştürdükten sonra hemen eve mi gidiyoruz?"

"Evet, hemen bölüştürelim." Dedi Louis.

"Bence sandık burada dursun. Bugün bölüştürmeyelim," dedi David. "Hem birazdan hava kararacak. Biz bölüştürene kadar hava tam karanlık olacak ve biz buradan çıkamayacağız. Zaten dönüş yolu yokuş aşağı olduğu için önümüzü aydınlatan bir ışık olmazsa hepimiz uçurumdan düşebiliriz ve ayrıca zaten..."

"Altınları bölüştürdükten sonra yanımızda onları taşıyacak bir torba falan yok," diyerek David'in dediklerini tamamladım. O da başını salladı. Mağaranın ağzına doğru gittim ve gökyüzüne baktım. Akşam olmak üzereydi. Güneş batmaya başlamıştı. Yani inebilmek için çok az zamanımız vardı. "Yavaş yavaş ineceğiz. Yine en önden ben gidiyorum. Siz de karda yürüyormuş gibi yavaş adımlar atın."

Hadi umarım sağ selamet inebiliriz.

__________

"Yavaş olmaktan ne anlıyorsun Pet?" dedi Tina. "Senin yüzünden düşecektim az kalsın."

"Ne var yani bir kere oldu hem. Bak düşmedin ya," diye savunmaya geçti Peter.

"Bir kere mi!" Tina'nın bu kadar sinirli olduğunu hiç görmemiştim desem yalan olur. Ben onunla uzun bir süre uğraşınca da bu tepkiyi veriyordu. "Bu üçüncü bana çarpışındı Pet!"

Tina bir, havuç sıfır.

Bu şekilde tartışırlarsa ikisi de bize çarpacaktı. Zaten akşam iyice çökmüştü. Şuan sadece ayın ışığında yolumuzu görüyorduk. Ve bu lanet yol hala bitmedi! Uzun bir süredir yürüyorum!

"Havuç sen de daha dikkatli ol. Akşam oldu zaten. Önümüzü zor görüyoruz. Bir sıkıntı çıkmasın."

"Tamam, Lucy. Dikkat ediyorum zaten. Daha da dikkat edeceğim ve bana havuç demeyi bırak artık!" Şimdi inadına yine havuç derdim ama dediğim an sinirle hızlı hareket ederse düşme ihtimalimiz olduğu için demedim.

İlerlemeye devam ettim. Ayağım bir taşa değdi ve ayağım kaymaya başlamasıyla çığlık attım. Arkamdan David hemen beni tuttu. Ona baktım. "Umarım baban, benim çığlığımı duymamıştır." Zaten dağ tarlanın yakınlarında olduğu için ve benim çığlığım burada büyük bir yankı yaptığı için bizi duymuş olabilirdi. "Baban umarım bu vakitte eve gidiyordur?"

"Sizin eve gidecekti. Muhtemelen burada değildir."

"O da mı bize geliyor? Niye?"

     "Bilmiyorum."

"Devam etsenize artık. Çok geç kaldık azar işiteceğiz yine," dedi Peter.

"Senin annen ile baban sana çok kızamazlar. Sana kıyamıyorlar," diye cevap verdim.

Yavaş yavaş adım atmaya başladım. Yol sonunda bitiyordu. Hızlıca koştum. Arkamdan diğerleri de koşarak geliyordu. Tarlanın yanından koşarak geçtik. Jack'in evini de geçtik. Galiba kasabada ki herkes bizim eve gitmişti. Normalde pazar bu vakte kadar hala açık oluyordu ama şuan sokaklar bomboştu. Bütün evleri bitirince en son bizim evin önüne geldik.

Nefesim daralıyor be.

Çit kapıyı ittim. Bahçeye girmemle çıkmak istemem bir oldu.

Evin önünde çok fazla ayakkabı var.

"Geri mi dönsek acaba canım kardeşim?"

"Tamda benim düşündüğümü söyledin canım kardeşim." Ona baktım ve bahçe kapısına yöneldim. "Hemen gidelim!" Arkamdan gelen kapı gıcırtısı ve ondan sonra gelen annemin sesiyle büyük bir hüsrana uğradım. "Nereye gidiyorsunuz?" Ben ve Louis birbirimize üzgün bir şekilde bakarken diğerleri bu halimize kahkaha atıyordu. "Hem bu saate kadar neredeydiniz?!" Evet, işte beklediğimiz o soru.

Yüzüme bir gülümseme ekleyerek arkama anneme döndüm. "Oyun oynuyorduk her zamanki gibi ve nereye gideceğimize gelirsek: bu ev çok kalabalık asla burada kalamam. İçeri girersem o insanların arasında boğulurum, nefessiz kalırım, bana daralma gelir, yere bayılırım. O yüzden en sağlıklı kararı verip o ev dışında her yere gidebilirim şuan."

"Eğer bugün eve gelmezsen çok önemli bir şeyi kaçıracaksın ama, haberin olsun tatlım. İstediğin yere gidebilirsin şimdi."

Lanet olsun! Beni nasıl içeri getireceğini çok iyi biliyor. Şimdi ben meraktan başka bir yere de gidemem.

"Ne imiş o önemli olan şey?"

Annem bana gülümseyerek "Söyleyeceğimi mi sandın Lucy. Öğrenmek istiyorsan eve gel," diyerek kapıdan çekildi ve eliyle içeri girmemi işareti etti.

Biliyor kadın eve nasıl gireceğimi.

Somurtarak kapıya doğru ilerledim. Ayakkabımı çıkararak kapıdan içeri girdim. Arkadaşlar da arkamdan geliyordu.

Salona girdiğimde içeridekilerin hepsinin yan yana bitişik bir şekilde oturduğunu gördüm. Burada o kadar kişi vardı ki koltuklara oturamayanlar yerde bacaklarını kendine çekerek oturuyorlardı. Yüzümü somurttum. Hem burası çok kalabalıktı hem de oturacak yerim yoktu.

"Kızım gel otur şuraya." Babamın gösterdiği yere baktım. Koltuğun kenarına oturmamı söylüyordu. Memnun olmayan bir ifadeyle oraya ilerledim ve oturdum. Buraya oturana kadar burada yerde oturan çoğu kişinin ayağına ve bacağına bastım.

Etrafımdakilere baktım. Herkes gelecek demişlerdi. Burada sadece kasabanın erkekleri vardı. Kadın olarak sadece annem, Tine ve Peter'ın anneleri vardı.

"Kızım, Tina ve Jenny! Yanımıza gelin de bize yardım edin," diyen anneme sinirli sinirli baktım. Onun yanına giderken yine çoğu kişiye çarptım ve onlardan özür dilemedim.

Gelmeselerdi banane!

Annemin yanına gelince, "Niye oturmadan önce çağırmıyorsun beni?! Zaten zar zor ortaya oturmuştum!" O beni hiç dinlemeden mutfağa gitti. Ben de oflayarak hemen salonun karşısında bulunan mutfağımıza doğru adım attım ve içeri girdim.

Burada çok yemek var, ben taşımam. Kaçsam mı acaba?

"Kızım hadi götürün tabakları."

"Nereye götüreceğim ben? İçeri mi? İçeri de yer yok!"

"Ağabeyin kardeşinle beraber dışarıya masaları koydular. Oraya götürün tabakları." İki tane tabak aldım ve mutfaktan çıkıp bahçeye girdim. Masaları daha yeni getiriyorlardı.

Anne neden masaları koydular diyorsun.

Masayı kurmalarını bekledim kaşlarımı çatarak. Kurduklarında hemen tabakları masaya koydum. Sonra aklıma neden tabakları benim getirdiğim geldi. Louis'e bakıp sırıttım. Sırt bana dönük olduğu için yüzümü görmedi. Ağabeyim bana baktığında aklımdan bir şey geçtiğini anlamıştı. O yüzden gülüyordu.

"Louis." Hmm diye ses çıkardı. Tekrar seslendim, hmm dedi. "Louis!" Bağırmamla arkasına döndü hemen. "Ne oldu?"

"Annem seni ve diğerlerini çağırıyor," dedim Jack, Peter ve David'i de işaret ederek. "Gelsinler bana yardım etsin diyor."

"Ben niye yardım edeyim? Zaten misafirleri sevmiyorum. Bir de onlara hizmet mi edeceğim?"

"Ya gidersin ya da yarın kokuşmuş balıklarla yatağında uyanırsın."

"İğrençsin!"

"Sağol kardeşim iltifatın için." Sinirli bir şekilde diğer erkekleri alarak eve girdi. Ağabeyim bana baktı. "Annem onları çağırmadı değil mi?" Gülerek başımı salladım. Sonra ağabeyimle Peter'ların bahçesinde bunulan bir masayı aldık. Bizim evde iki masa vardı ama yetmeyecek gibiydi. O yüzden Peter'lardan da aldık. Umarım üç tane büyük masa içeridekilere yeterdi.

Bütün yemekler masaya yerleştirilince annem benden misafirleri çağırmamı istedi. Eve girip hemen sol tarafta bulunan odaya girdim. Direk kapının karşısında bulunan babama baktım. "Sofra hazır, gelin." Cevaplarını beklemeden hemen kapıyı kapatıp çıktım ve bahçeye geldim.

Annem benden cevap bekliyordu. "Geliyorlar... Herhalde." Annem bir kaşını kaldırdığında ofladım. "Söyledim yemeğin hazır olduğunu. Sonra hemen çıktım. Beklemedim onları." Annem bana bir şey diyecekti ama bahçeye gelen misafirleri görünce sustu.

Herkes masaya oturmaya başlayınca annemin yanında duran Tina ve Jenny'yi kollarından çekiştirip onlarla beraber yan yana sandalyelere oturdum.

Tabii ki ortalarında ben varım.

Babam en baştaki sandalyesinde herkese hitaben konuştu. Hepinize afiyet olsun." Ben hızlıca yemeğimi yedim. Ben yemeği bitirince çoğu kişinin tabağınım yarısının dolu olduğunu gördüm.

Babamın hemen sağında duran anneme seslendim. "Benim tabağımı doldur." Yanıma gelip tabağımı doldurdu ve bana geri verdi. Bana geri vermesiyle karşımda ki Louis'te tabağını uzattı, annem ona da doldurdu. "Size de doldurayım mı kızlar?" Tina ve Jenny gerek olmadığını söyleyip teşekkür ettiler.

Herkes yemeği bitirince çocuklar olarak ben, Louis, Tina, Jenny, Jack, Peter ve David masadaki her şeyi toplayıp kaldırmaya başladık. Annem arkamızdan bizimle gelmediğine göre bulaşıkları yarın sabah yıkayacak.

Masaya gittik ve oturduk. Babam konuşuyordu. "Meydan da yaparız düğünü."

"Ne düğünü?" diye sordum. Babam bana baktı. "James ağabeyini evlendiriyoruz ya kızım."

"Nasıl evlendiriyoruz? Benim niye James ağabeyin evleneceğinden haberim yok?"

     "Haberin yok mu?"

     "Evet, yok."

"Ben size söyledim ya. Aaa... Ben sadece annenize ve ağabeyinize söyledim. Size söylemeyi unutmuşum." Göz devirdim. Böyle önemli bir şeyi nasıl bana söylemezdi. Sağımda duran Jenny'nin kolunu çimdikledim. "Peki ya sen? Sabahtan beridir yanımdasın niye ağabeyim evleniyor, demiyorsun?"

Bana gülümsedi. "Duyunca yüzünün alacağı hâli merak ettim."

James ağabey bana baktı. "Kiminle evleneceğimi sormayacak mısın?" Gülümsedim. "Hekim kızla evleneceksin işte," dediğimde donup kaldı buradaki herkes gibi.

"Eee sen evleneceğimi bilmiyordun?"

"Evleneceğini bilmiyordum zaten ama ondan hoşlandığını biliyordum. Fark etmemek elde değildi." James ağabeyin yanakları kızarınca güldüm. Jenny'nin kime çektiği belli oldu. Babama baktım. "Ne zaman yapıyoruz düğünü?"

"Yarın," yüzümü hayret alınca güldü. "Yarından sonra ki gün."

"Yani iki gün sonra?" Başını sallayıp onayladı. "O zaman niye diyorsun yarın!" Babam yine güldü. "Peki bu akşam niye toplandık?"

"Kim hangi hazırlığı yapacak onu tartışmak için."

"Anladım." James ağabeyin bir yakını akrabası olmadığı için bütün kasaba onun düğünü ile ilgilenecek anlaşılan.

"Biz yiyecek ve içecekleri hallederiz." Konuşan Tina'nın babasıydı.

"Ben meydanı süslerim masaları falan hallederim," dedi Peter'ın babası. "Bunun dışında," James ağabeye baktı. "Sizin ev ile de ilgilenirim. Kırık eşya varsa bana söylersin. Sizin evde yeni eşyalar da yaparım, birazını yaptım da zaten masa sandalye hazır. Tabak çatal kaşık da var fazla. Onu da sana veririz."

James ağabey mahcup bir ifadeyle başını eğdi.

"Sen tek başına halledemezsin hepsini Peter. Kasabanın çoğu meydan hazırlığıyla ilgilenecek. Meydan hazırlığını sen boşver. Zaten senin yapacağın eşyalar mahir işidir, vakit süre ister. Kasabada ki tek marangozcu da sensin. Sade onlarla ilgilenmen kâfidir." Konuşan kişiyi tanımıyorum pek. Bir tek babamın arkadaşı olduğunu biliyorum.

Annem James ağabeye baktı. "Senin ve gelin kızın kıyafetlerini, çeyizini ben yapmaya başladım. Düğün kıyafetlerinizi de bana nasıl istediğinizi söylerseniz yarın onu da hemen yaparım." Annem bu kasabada bulunan tek terziydi. Bu işleri bir tek o yapıyordu.

James ağabey gülümsedi. "Teşekkür ederim."

"Ben de James'in kaldığı evi temizlerim yarın," dedi yengem sinsice. Annem hemen araya girdi. "Onu yapmana gerek yok. Çocuklar halleder."

Kabul etmeyip itiraz ederdim ama annemin neden bizim yapmamızı istediğini anladığım için karşı çıkmadım. Yengemin amacı o evde değerli bir şey varsa çalmaktı. Bir zamanlar bizim eve yardıma diye gelip eşyalarımızı çaldığı gibi.

"Evet, biz hallederiz." Diye onayladım annemi. Yengem bana nefretle bakıp üzerimdeki Louis'in kıyafetini süzdü. Kendince beni aşağılamaya çalışıyordu. Kaşımı kaldırıp aynı şekilde ben de onu süzdüm. Başka yöne bakmaya başladı.

Onlar bir süre daha konuştular ondan sonra herkes kendi evine gitti. Ben, Louis ve babam kendi odalarımıza gidip uyuduk. Ağabeyim de anneme bulaşıkları yıkamasına yardım etmeye mutfağa gitti.


__________


"Louis! Daha yukarıyı temizleyeceksin, düzgün yap. Peter! Merdiveni düzgün tut! Louis'in düşmesini mi istiyorsun? Jack ve David! Koltukları biraz daha kenara çekin! Jenny! Gel şu kovadaki suyu temizle. Tina! Çarşafları pencerede silkele."

Emir vermek ne kadar da zormuş. Çok yoruldum, dinleneyim bari.

Jack ve David'in çektiği koltuklardan en büyüğüne boylu boyunca uzandım. Gözlerimi kapadım. Uyursam beni uyandırmazlardı bence.

Yüzüme su dökülmesiyle uyandım. Ben beni uyandırmazlar demiştim, o lafı geri alıyorum.

Louis karşıma elindeki yarısı dolu bardakla sırıtıyordu. Kolumla yüzümü sildim. Sinirli bir şekilde ona baktım. "Ben seni hiç böyle uyandırıyor muyum?!"

"Evet." Daha da gülerek "Hem de ne zaman benden önce uyanırsan yapıyorsun."

"Louis! Ben sana kızı uyandırma demiştim!" Konuşan James ağabeydi. Onu tam görmek için koltukta doğruldum. Kollarını sıvamış, Louis'in yapması gereken duvarı silme işini o yapıyordu. David'de onun üzerinde bulunduğu merdiveni tutuyordu.

Damat adama da iş yaptırmazsınız.

Diğerleri ne yapıyor diye salona göz gezdirdim. Ağabeyim de, James ağabey gibi bir merdivenin üzerine çıkmış başka bir duvarı siliyordu. Jack'te onun merdivenini tutuyordu. Yerler temizdi. Dış kapının yanında bulunan süpürgeden anladığım kadarıyla buradaki tozları süpürmüşlerdi.

Peter, Tina ve Jenny ortalarda yoktu. Diye düşünmemle Jenny üst kattan aşağı doğru geldi. Buradaki herkese hitaben "İki havuç nerede?" Ağabeyim cevap verdi. "Yukarı katı temizlemeye gönderdim yoksa işler bir türlü bitmeyecekti."

"Sizin aklınıza buraya gelmek nereden esti?"

Güldü. "Annemden," James ağabeye bakarak "Aslında James'e gitme burada kal, kıyafet için senden ölçü alacağım senden dedi..."

James ağabey devam etti. "Ben de gençler evi tek başına temizleyemezler, ben de gidip yardım edeyim. Hem bazı eşyalar kesinlikle atılmaması, yerinden dahi oynatılmaması gerekiyor. Onlar bilmiyor. Gidip söylerim de dedim. Ölçüyü de Lucius'tan alırsın. Onunla aynı boydayız, birbirimize vücut olarak benziyoruz dedim."

Ağabeyim ve James ağabey birbirlerinin resmen aynısılar. Tek fark ağabeyim sarışın, aynı bizim akrabalarda ki herkes gibi, James ağabey ise kahverengi saça sahip. Aynı Louis ve Jack gibi.

Ağabeyim de söze girdi tekrar. "Sırf bu işi bana bıraktığı için yolda biraz tartıştık."

"Daha çok şakalaştınız gibi geldi bana. Neyse," onlar hiç tartışmazdı. Bir kere bile birbirlerini ittiklerini görmedim. Yukarı kata baktım. "Ben havuçlara yardım etmeye gidiyorum. Siz de buraları halledin. Yoksa akşam yemek yiyemezsiniz ona göre."

"Emir verdiği yetmezmiş gibi bir de tehdit ediyor," diye söylenmeye başladı her zamanki gibi Louis. Louis'i takmadan evin ortasında bulunan merdivenlerden yukarı çıktım.

Off! Şimdi Pet ile Tina'nın nerede olduğunu bulacağım.

Sırayla altı tane kapı vardı. İlk kapıyı açtım. Burada büyük bir yatak, komodin ve bir koltuk vardı. Burası anladığım kadarıyla Jack'in ve Jenny'nin anne babasının odasıydı. Kapıyı hemen kapatıp çıktım. Annem evdeyken bu odaya girmememizi söylemişti. Nitekim Tina ve Peter'da girmemişti çünkü içerisi toz doluydu ve ayak izi yoktu.

İkinci kapıyı açtım. Burada hiçbir şey yoktu. Pencere açıktı. Herhalde burayı havalandırmak içini. Yere eğildim. Yerde toz yoktu, tertemizdi.

Çok iyi temizlemişler, aferin.

Tek tek diğer odalara da girdim. Son kapıyı açacakken kapıya ben dokunmadan kapı açıldı. Peter bana bakıyordu. "Ooo uyanmışsın ama biraz erken uyanmadın mı? Biz her yeri temizleyip bitirdik."

"Bitirdiyseniz madem aşağı inelim. Ben çok açım hemen evime gitmek istiyorum."

Tina da odadan çıkınca merdivenlerin başına geldik ve aşağı indik. Ağabeyim ve James ağabeyim koltukları eski yerine koymuş; Jenny, Jack ve Louis'le beraber oturuyorlardı. Bizi görünce James ağabey konuştu. "Yardım ettiğiniz için teşekkürler gençler."

Sanki buradaki her şeyi ben yapmışım gibi cevap verdim. "Yorulduk ama değdi. Sonuçta bir ağabeyim evleniyor tabii ki yardım edeceğim."

"Dedi aslında hiç yardım etmeyen Lucy," Louis'e göz devirdim. "Zaten dün oradan aşağı inebilmek için o kadar uğraştım. Eve de koşarak gittim. Misafirler yüzünden bir de geç uyudum. Çok yorgundum o yüzden. Biraz kestiriyim dedim. Bana demediğini bırakmadınız. Hepiniz üstüme geliyorsunuz. Konuşmuyorum sizinle. Bana ağabeylerim yeter," diyerek ağabeyim ve James ağabeyin arasına oturdum. İkisi de kollarıyla beni sarmaladılar ve başımın üstüne öpücük kondurdular.

Bir süre daha oturup dinlendikten sonra evden çıktık. David kendi evine gitti. Benim evin yakınlarına gelince Peter ve Tina da hemen yanımızda bulunan evlerine gittiler. James ağabey, Jack ve Jenny bizimleydi. Bugün de biz de kalacaklar.

Kapıyı çaldığımızda annem güler yüzüyle kapıyı açtı. James ağabey, Jack ve Jenny'ye bakarak "Hoşgeldiniz," dedi tüm neşesiyle. İkizim kolumu çimdikleyerek "Biz evlatlıktan reddedildik galiba canım kardeşim."

"Ben de öyle düşünüyorum canım kardeşim." Anneme baktım. "Bir kere bile bize kapıyı böyle açmadın." diyerek ayıpladım onu.

"Şimdi de size söyleyeceğim," dedi ve gülümsemeye başladı. "Hoşgeldiniz!"

"Bu ne şimdi? Evcil hayvanını sevindirmeye çalışır gibi."

"Bir nevi öylesiniz zaten," diyerek annem Louis'e cevap verdi. Louis'e baktım. "Bizi hayvan olarak görüyor canım kardeşim."

"Fark ettim canım kardeşim."

Bizim konuşmamızı geri kalanlar gülerek dinliyordu. Jack ve Jenny'yi iki yana ittim. Annemle karşı karşıya geldim. Onu da hafiften ittim. "Beni benden daha çok seven canım babam nerede?" Bunu dememle salonun kapısı açıldı hemen. "Buradayım kızım!" Babam direk koşup bana sarıldı ve etrafında döndürmeye başladı.

Anneme baktım. "Kıskan, kocanı çalıyorum." Babam güldü. Kolunu omzuma attı ve beraber mutfağa girip yan yana oturduk. Kolu hala omzumdaydı.

"Ben ne oluyorum bu evde. Hadi bu kızı babam seviyor. Beni kim seviyor bu evde, kimse!"

"Oğlum yerlerde sürünme!" Annemin söylediğiyle ben ve babam kahkaha attık. Demek ki Louis o lafları söyledikten sonra kendini yere atmıştı.

"Abartma Louis. Bak, ben de seninle aynı durumdayım." diyen ağabeyimle daha büyük bir kahkaha attım. İçeri yanımız geldiklerinde Louis bana ve babama bakıp hıh dedi. Trip atıyor bir de aslanımız.

Akşam yemeğimiz benim ve Louis'in atışmaları. Bu atışmalarda babamın benim tarafımı tutması, annemin de Louis'in tarafını tutmasıyla geçmişti. Ağabeyim bizlere bakıp sadece gülüyordu. Atışmalarımızda ona sorduğumuz hangimiz haklı sorularına cevap vermeyip James ağabeyle sohbet etmeye başlamıştı.

Onların tarafına bakınca Jack'in ve Jenny'nin bize burukça baktığını gördüm. James ağabey belli etmemeye çalışsa da o da o şekilde bakıyordu. Bizim aileyi izleyince akıllarına kendi anne babaları geliyor olmalıydı. Bir kere biz yine ailecek bir şey tartıştıktan sonra Jenny'nin dedikleri geldi.

"Annem ve babam yaşasaydı biz de sizin gibi mi olacaktık?"

Bana bunu dediğinde o galiba sekiz ben on yaşlarındaydım.

Babam da onların durumunu fark etmişti. Jenny'ye seslendi. "Kızım sen niye yemeğini yemiyorsun? Zayıf kalmışsın zaten. Bunlardan da ye," diyerek tabağına biraz daha yemek koydu. Jenny'nin başını okşadı. "Bu yemekler bitecek ona göre."

Jenny'nin o anki gülümseyen yüzü bir ömre bedeldi. Bana baktı. "Bana ne bakıyorsun kız kardeşim. Babam doğru diyor, o yemekler bitecek."

__________


Düğün günü gelmişti. Şuan James ağabeyin yanındaydım. Beyefendi çok heyecanlı. Ayakta sürekli tur atıyordu. Bu arada söylemeyi unuttum. Şuan onun evindeyiz.

Bu sabah buraya geldiğimizde James ağabeyin, biricik müstakbel eşi Clara için çilekli bir pasta yaptığını öğrendim. Clara, Peter ve Tina'nın akrabasıydı ve aynı Pet ve Tina gibi o da havuçtu. Ama saç rengi daha çok kızıla yakındı.

Jenny'nin kolunu tuttum ve kendime doğru çektim. Kulağına fısıldayarak "Pasta niye çilekli?"

Jenny gülümsedi. "Ağabeyim onun kızıl saçlarına ve yüzündeki çillerden dolayı hep ona çileğim diye hitap ediyor." Kıkırdadı. "O yüzden pasta çilekli. Anlamlı olur diye düşünmüş galiba." Aklına bir şey gelmiş gibi bir ifadeye büründü. Dudaklarını büzdü. "Bugün hiç birimizin o pastayı tatmamıza izin vermedi. İlk dilimi ikisi beraber yiyecekmiş."

"Ay ne kadar romantik!" dedi Tina hoşlanmayan bir sesle. O bu tür şeylerden nefret ederdi.

Jack yanımıza yaklaştığında Tina ve mutfakta bir şeyler yiyen Peter'a hitaben konuştu. "Siz gelin tarafı değil misiniz? Burada ne yapıyorsunuz?"

Mutfaktan yemek yiyen Peter "Orkodoşomuz dogulmusun" Ağzı doluyken konuşuyordu. Bu çocuk bana çekmeye başladı.

Jack'in anlamaz suratına kahkaha attım, çok komik duruyordu. Çevirmeye başladım. "Diyor ki arkadaşımız değil misin?" Sonra düşündüm. "Başka bir şey demedi. Bence bir şeyler daha demesi gerekiyordu? Öyle değil mi Tina?"

"Arkadaşlarıyla kalmayı akrabaların yanında kalmaya tercih ediyor."

"Anladım," dedi Jack.

Annem yanımıza geldi. "Çocuklar hadi meydana gidiyoruz. Düğünü başlatacağız." Bizimkiler kafa sallayıp tamam dediler. Annem bana baktı. "Sen de Jenny'yi al. Siz James ile en önde gidin. Jack ve Louis! Siz de onlarlasınız. Hadi herkes James'i ve kardeşlerini görsün. Hadi!"

"Beni görmelerine gerek yoktu bence," diyen Louis'e annem dış kapıyı gösterdi. Louis'in yanına gittim. "Üzüldün mü?" Gülerek söylememle hıh deyip gitti.

Hepimiz atlara binip meydana doğru ilerlemeye başladık. Zaten meydan yakın olduğu için kısa bir sürede vardık.

Meydana varınca Kraliçe Meyda'nın heykelinin yanından geçtik. Her zamanki gibi yine heykele bakmaya başladım. Çok güzel bir kızdı. Kız diyorum çünkü yaşı çok küçük duruyordu. Uzun saçları ve kanatları var. Evet, kanatları var. Bunun dışında heykelde bir tuhaflık daha vardı. Kraliçenin kulağı sivriydi ama sadece sol kulağı. Sağ kulağı bizim gibi normaldi. Bunu fark ettiğimde babama sormuştum.

'Baba! Bu heykeli kim yaptı?'

'Neden sordun kızım?'

'Çünkü kim yapmışsa yanlış yapmış. Sol kulağı sivri, diğer kulağı ile aynı değil' dedim küçük çocuksu sesimle.

Babam bana bakıp gülümsedi. 'Yanlış değil kızım. Meyda bir melezdi. Kulakları onun iki ırkı da temsil ettiğini gösteriyor'

'Onun hakkında çok şey biliyorsun. Bana onun görünümünden bahseder misin? Çok güzel olduğu belli ama ben saç rengini, göz rengini merak ediyorum'

Babam bana gülümsemeye devam etti ve anlatmaya başladı. 'Simsiyah upuzun saçları vardı. Gözleri maviydi. Gözlerine bakanlar onun gözlerinde kayboluyordu. Teni bembeyazdı. Yaşıtlarına göre boyu uzundu. Etrafındakilere karşı çok saygılıydı. Çoğu varlıktan daha akıllıydı. Bitkileri iyileştirme gücü vardı. Ormana bayılırdı, orada hayat bulduğunu söylerdi.'

'Heykelde önemli bir savaşı kazandığı yazıyor. Ne savaşı? Orada ne yaptı?'

Babam hemen büyük bir hevesle anlatmaya başladı. 'O zamanlar iki taraf vardı; aydınlık taraf ve karanlık taraf. Anlayacağın üzerine karanlık taraf çok kötüydü. Çok kötü emelleri vardı, bütün ırklara hükmetmek istiyordu ama bu emelini durdurmaya çalışan bir grup vardı, aydınlık taraf. Meyda aydınlık taraftaydı. Meyda bir gün ormana gitti. Orada neler olunduğu tam olarak bilinmez ama ona orada kanatlar bahşedilmişti. Bundan kimseye bahsetmedi zaten ka-natları istediği zaman vücudunun içinde kayboluyordu bu sayede kanatları bir süre saklayabilmişti.

'Karanlık taraf hiç boş durmuyordu. Sürekli etrafındaki ırklara saldırmaya, onları öldürmeye başlamıştı. Bu olayların sonunda Aydınlık taraf ile Karanlık taraf savaşmaya başladı. Karanlık tarafın kazanmasına yaklaşılmışken Meyda kanatlarıyla oraya gelmişti ama tek başına değil. Savaşmayacağız denilen ırkları ikna etmiş ve savaşa katılmaya ikna etmişti. Savaşı asıl bitirecek olayı kardeşi ile birlikte yapmıştı. Karanlık tarafın başını öldürmüş ve ona yardım edenleri cezalandırmıştı.'

Babama Kraliçenin başındaki tacı işaret ettim. O da işaret ettiğim yere baktığında ne soracağımı anlamıştı. Hemen anlatmaya başladı. ' O taç, savaşı kazandığında bütün ırkları temsil ettiğini göstermek amacıyla verildi'

Babam ondan o şekilde bahsettikten sonra ona hayran kalmıştım. Babam onun kılıç kullandığını söylediğinde sonraki gün kılıç öğrenmeye başlamıştım. Babamdan sonra örnek aldığım ilk kişi olmuştu.

Tam bizim karşı tarafımızda Clara ve onun kardeşleri atla geliyordu. Anne ve babalar en arkada.

James ağabeyin koluna girdik ben ve Jenny. Clara nın da koluna bir erkek kardeşi girmişti. İkinci bir erkek kardeşi yoktu. Clara nın annesi Peter'ı yanlarına çağırdı. Peter yanlarına gidince Clara nın boşta kalan koluna o doladı kolunu.

Hepimiz aynanda meydanın ortasında duran masaya doğru ilerledik. Ben ve Jenny, James ağabeyi oturttuk. Clara da yanına geçti. İkisine bakıp gülümsedim.

James ağabey zaten küçük yaşlardan itibaren zorluk çekiyordu, sevdiklerini de kaybetmişti. En azından şimdi Clara nın yanında çok mutlu görünüyordu.

Damat ve gelin tarafının kardeşleri masadan uzaklaştık.

Biz eğlenirken denize doğru baktım. Çok uzakta bir gemi vardı ama buraya yaklaşıyordu. Kasabadan kimse bir yere gitmeyecekti. Bu gemi niye buraya yaklaşıyor. Gözlerimi kısıp geminin kimlere ait olduğuna bakmaya başladım. Dalgalan bayrakta gördüğüm kuru kafa işaretiyle içimde bir korku oluştu. James ağabeye baktım. Hala hiçbir şeyden haberi yoktu. Geminin daha da yaklaştığını görünce etraftakilere bağırdım.

     "Korsanlar geliyor!"


Loading...
0%