Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@hyrnssk

Annemin, yanında bulunan kadın ve çocukları bir yere doğru götürdüğünü gördüm. Aynı zamanda etrafına bakıyordu sürekli. Beni görünce hemen bağırdı. "Kardeşini, arkadaşlarını ve geri kalan çocuk yaşlı kim varsa sığınağa götür. Hızlı ve dikkatli olun. Çabuk!"

Hemen etrafıma baktım. Louis ve Jack'i görünce annemin söylediklerini onlara ilettim. Etrafta bulunan kadın ve çocuklara seslendim. "Beni takip edin! Sığınağa gidiyoruz!"

Ağabeyimin ve James ağabeyin, birkaç gençle birlikte ellerinde kılıç olduğunu gördüm. "Siz ne yapacaksınız?" Savaşacaklarını biliyordum ama onların savaşmasını istemiyorum. Zarar göreceklerdi.

Ağabeyim bana bakarak konuştu. "Savaşmamız lazım." Benim mutsuz yüzümü görünce tekrar konuştu. "Eğer savaşmazsak korsanlar burayı kendilerine alırlar. Ya da bizi sömürürler. Bunun olmasını istemeyiz değil mi kardeşim?"

"Evet ağabey," James ağabeye bakınca içimi bir huzursuzluk kapladı.

Yaşlılar, kadınlar ve çocukların benim etrafımda toplanmalarıyla hızlıca meydandan evlerin arasına girdim. Pazarın bulunduğu caddeye vardığımızda iki harabe kullanılmayan evin ara sokağına girdim. İlerleyip sokağın sonuna geldim.

Duvarın hemen bitişiğinde yerde ters duran masayı aldım ve kapak görünmeye başladı. Kapağı hemen açtım. Aşağı doğru inen bir merdiven ve merdivenin bittiği yerde yanan bir meşale vardı. Annem bırakmış olmalıydı. Orası karanlık olduğu için daha rahat ilerleyebiliriz diye.

Aşağı doğru inen merdivenlere adım atmadan önce "Louis ve Jack, siz en arkadan gelin kapağı kapatın." İlerlemeye başladım. Aşağı indiğimde meşaleyi aldım.

"Tek tek, hızlı ve dikkatli aşağı inin. Birbirinize çarpmayın. Louis ve Jack, korsanlar yaklaşırsa haber verin."

Aşağı inmeye başladıklarında tekrar onlara seslendim. "Meşalenin ışığını takip edin. Çok arkada kalmayın."

Buradaki yol çok dardı. İki yanımda duvarlar vardı ve bana çok yakındı. Önümde zifiri karanlıktı. Elimdeki meşale sadece iki adım ötemi aydınlatıyordu, geri kalan yerlerde zifiri karanlıktı. Burada boğuluyor gibi hissediyorum.

Yavaş ve temkinli adımlarla yürümeye devam ettim. Bu yolun üstünde çok çukur vardı. Ayağım sürekli çukurlara giriyordu. Ya da ağaç köküne falan çarpıyordu.

En sonunda yere düşmemek için duvara tutunmaya karar verdim. Sol elimi yana uzattım. Duvara değmesiyle iyice duvar kenarına geçtim. Sağ elimde meşaleyle önümü aydınlatmaya çalışıyorum ama, az önce de dediğim gibi iki adım ötemi geçmiyordu aydınlattığı yer.

İyice ilerleyince karşımda aydınlık bir yer gördüm. Sığınağın asıl yerine gelmiştim. Hızlandım ve iki sütunun arasından geçerek yuvarlak ve etrafı aydınlatan ondan fazla meşale bulunan odaya giriş yaptım.

Yerde oturmuş birbirine sarılıp ağlayan birçok kadın vardı. Yaşlı amcalar, ağlayan eşlerine sarılıyordu. Sonuçta o kadınların çocukları yukarda savaşıyordu ve ne durumda olduklarını bilmiyorlardı, ağlamak onların hakkı.

Babam gibi orta yaşlı olanlar ayakta durup birbirlerine bir şey diyorlardı. Onlara dikkatlice baktım. Babam bizim iki turunçcun babalarının ortasındaydı. Babam kafasını kaldırdığında beni gördü. "Kızım!"

Yanındakileri biraz kenara iterek bana doğru koştu. Yanıma gelince iki kolumun altından tutup beni etrafında çevirdi. Tekrar yere bıraktığında hala bana sımsıkı sarılıyordu. Ben de ona sarıldım.

“Kızım! Canım kızım! Siz geç gelince ne kadar korktuğumuzu bilemezsin." Annem ne ara geldi bilmiyorum. Arkamdan bana sarılmıştı. Babam ve annem benimle sarılmayı bırakıp üzerimi süzdüler. Bana bir zarar gelmemiş olduğunu görünce ikisi de rahatladı ama hemen yüzleri yine endişeli bir hal aldı.

"Kardeşin nerede? Louis'im nerede?" İkizim en arkadan geldiği için onu daha görmemişti demek ki annem. Az vakit önce geçtiğim o iki sütuna baktım arkama dönerek. İkizim ve Jack daha yeni gelmişlerdi bu odaya. Annemi arkasına döndürdüm ve ikizimi işaret ettim. Annem ve babam koşup ona sarıldı. Sarıldıktan sonra bana yaptığı gibi ona da zarar gelmiş mi diye baktılar.

Babam hemen yanındaki Jack'e sarıldı. Babamdan sonra annem de sarıldı. "Oğlum! Sen iyi misin? Bir şeyin var mı?" Jack kafasını iki yana sallayarak bir sorunu olmadığını belirtti. Babam etrafına baktı. "Jenny? Kızım neredesin?"

Babama seslendim. "Jenny burada baba," diyerek aramızda iki üç kişi olan Jenny'yi gösterdim. Babam Jenny'nin yanına geldi. Ona sımsıkı sarıldı. Bana eliyle gel diye işaret etti. Yanına yaklaştığımda kolunu açtı. Hemen gidip sarıldım ona. Babam hem bana hem Jenny'ye sarılıyordu. Jenny'ye bakıp gülümsedim. Babamın onu merak ettiğini görünce mutlu olmuştu, gülümsüyordu.

Babam bizden ayrılınca ikimizin de alnından öptü. "Siz gidin oturun ya da... en iyisi uyuyun. Zaten yorgunsunuzdur." Kaşlarımı çattım. "Ağabeyim yukarıda savaşırken nasıl hiçbir şey yokmuş gibi uyurum?"

"Doğru diyorsun kızım ama uykusuz mu kalacaksın? Sabahtan beri uyanıksın. Hem burada dururken ağabeyine de yardım edemezsin. Siz dinlenin. Ben bir şey olmayacağından eminim. Korsanlar buraya zarar vermeden gideceklerdir. Ağabeyin ve diğerleri de ufak sıyrıklarla buraya gelecekler. Ağabeyin geldiğinde seni bu halde görmesin." Sonra başımı okşayıp ben geldiğimde ayrıldığı arkadaşları Peter ve Tina'nın babasının yanına gitti.

Jenny'ye döndüm. "Ne varmış halimde?"

"Biraz yorgun görünüyorsun. Baban haklı dinlensen daha iyi. Meydanda ki insanları toplarken çok yoruldun."

Başımı salladım. Jenny beni kolumdan tuttu. Çoğu kişi duvar kenarında oturduğu için odanın ortasında boş bir yere götürdü. Beraber oturduk. Louis, Jack, Tina, Peter ve David'de yanımıza gelip oturdular. Tina eliyle bacağına vurdu. Uzanıp kafamı onun bacaklarına koydum. Babama söylemedim ama gerçekten yorgundum. Sabah düğün için şafak vaktinde uyanmıştım. Meydan da zaten korsanların geldiğini görünce annemin dediğine uyup kasabada ki insanları toplayıp buraya getirmiştim zorlukla. Onlar korkudan bir yere kaçarken toplamak gerçekten zordu.

Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Arkadaşlarıyla konuşan babama baktım. Neden bizden bir şey saklıyor gibi hissediyorum.

__________

Louis'in ağzından

Çoktandır bu tozlu, eski, küf kokan, benim hasta olmam için mükemmel (!) bir yer olan eskiden ve şimdi olduğu gibi savaşlarda halkın kaçıp kendilerini koruması için yapılan bu bizimkilerin toplanma yeri dediği eskilerin bazen lağım bazen de tünel dedikleri bu yerde kalıyordum.

Ağabeyim yukarıda gençlerle beraber savaşıyor ama ben burada oturmuş hiçbir şey yapmıyorum. Ben de kılıç kullanmayı biliyorum. Aynı zamanda Solque'de* benden daha iyi ok kullanan kimse yoktu. Onlara çok yardımım olurdu. Ama neymiş! Buradakileri korumam gerekiyormuş!

Korsanlar burayı bilmiyorlardı, gelemezlerdi. Hadi diyelim geldiler; burada babam gibi tüm erkekler kılıç kullanabiliyordu, annem ve bazı kadınlarda yay, kılıç kullanabiliyorlardı. Onları geçtim kardeşim Lucy bile onları tek başına koruyabilir. Onun kılıç kullanma yeteneği beni, ve bazı güçlü erkeleri bile geçiyordu.

Kardeşim diye demiyorum ama buradaki herkesten daha cesur ve güçlüdür.

·Solque karakterlerin yaşadığı adanın ismidir.

Hadi Lucy'ye tüm yükü yıkmayayım. Bizim arkadaş grubumuzda herkes kılıç kullanıyordu. Onlara altı muhafız gibi genç yeterdi. Aslında hala Lucy onlara yeter. Lucy burada kırk elli yıl yaşayanlardan daha iyi Solque'deki tünelleri, lağımları, nerede kimin korunabileceğini iyi biliyordu. Annem ve babam sağ olsun. Ona Solque hakkında bir sürü bilgi veriyorlardı, bana vermedikleri bilgileri.

"Herkes sessiz olsun!" Babamın kısık ama bir o kadar itiraz istemeyen tonda konuşmasıyla ona baktım. Bizim buraya geldiğimiz girişe doğru bakıyordu.

Lucy'ye baktım, uyuyordu. Ayağa kalktım. Girdiğimiz girişe doğru ilerledim. Birden kolumdan çekildim.

Çeken kişiye baktığımda bu babamdı ve bana sinirle bakıyordu. "Gitme oraya!" Sesini hala kısık tutuyordu. Beni arkasına aldı. Buradaki diğer herkese hitaben "Diğer çıkışa yakın durun sorun olursa hemen kaçarsınız."

Karanlık girişten gelen hızlı ayak adımlarıyla babamın neden endişelendiğini anlamış oldum. Babam elini omzuma koydu. Kulağıma fısıldadı. "Yayını hazır tut. Bir şey olursa sana güveniyorum, bizi korursun."

Babama başımı salladım. Omzuma astığım yayımı aldım. Belime bağladığım sadakımdan* bir ok aldım ve yayın girişine sokup yayı gerdim. Beklemeye başladım.

Karanlığın içinden üstü başı kan olan biri girdi. Yüzüne baktığımda tanıdık geliyordu.

Aman tanrım, bu benim ağabeyimin arkadaşıydı!

Babam hala kaşları çatıktı ve içeriye giren adama sinirli bakıyordu. Babam elini arkadan buraya gelenlere doğrulttu. Yaklaşmayın dercesine. Ben yayı geri koyacakken beni durdurdu. Adama yayı doğrultmaya devam ettim. Babam ona hala sinirle bakıyordu.

·İçine ok konulan, torba ya da kutu biçiminde kılıf.

"Niye geldin buraya? Ya korsanlar arkandan geliyorsa! Hiç düşünmedin mi?! Buradakileri nasıl tehlikeye atarsın!"

Aslında babam haklıydı. Korsanlardan biri onun bir yere gittiğini fark edip onu takip etmeye başlamış olabilirdi. Ama haklı olmayan bir tarafı daha var babamın. Ağabeyimin arkadaşı yaralıydı. Göğsünde kendine saplı duran bir hançer vardı. Hançerin çevresinde kan vardı. Muhtemelen kapağı açmaya çalışırken hançer yerinden oynamış içinde toplanmış olan kanlar kendini gün yüzüne çıkarmış olmalıydı. Bunun dışında karın bölgesinden yere kanlar damlayıp ufak bir gölet oluşturmuştu. Muhtemelen çok büyük bir acı çekiyordu. Buraya gelmese daha az acı çekerdi. Buraya kadar kendini yıprattığına göre önemli bir şey söyleyecekti.

Kasılmış yüzüyle babama cevap verdi. "Kimse... Beni... Takip... Etmedi... Luther... Amca... Bu... Bundan... Eminim. Lucius..." ağabeyimin adını duymamla kalbime bir acı saplandı. Babama baktım endişeyle. O da endişelenmişti ama bana fark ettirmemeye çalışıyordu. Sürekli acıyla nefeslenen adam konuşmaya devam edince ona baktım. "Lucius...yaralanmıştı...O o ve...birkaç…kişi... dı-dışında... kimse hayatta...değil... ve korsanlar... her yeri işgal...etti."

Babama baktım. Sonra geriye dönüp Tina'nın dizinde uyuyan Lucy'ye baktım. Kaşları çatıktı ve elini kalbine koymuştu. Hissetmişti canım kardeşim, hissetmişti ağabeyime bir şey olduğunu... Arkadaşlarıma baktım. Halk ile beraber odanın karşı tarafında bulunan çıkışa doğru ilerledikleri için uzaktılar biraz bizden. Ne olduğunu bilmedikleri için merakla bana bakıyorlardı.

Umarım hayatları hep yolunda giderdi.

Lucy'ye tekrar baktım, onu bir daha görememe ihtimaline karşı.

Tekrar babama baktım. "Kız kardeşim ve arkadaşlarım sana emanet baba. Ben gidiyorum, bu saatten sonra beni tutamazsın. Yerim yaralı ağabeyimin yanı."

Bir hışımla gelen adamın arkasından girişe doğru koştum. Yol kapkaranlık olmasına, bir yere takılıp düşmeme aldırmadan koşmaya devam ettim. Normal zamanda uzun yol, koştuğum için bana kısa gelmişti. Önümde duran merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım. Gelen adam kapağı kapattığı için yayımla birkaç sert vuruşla kapağı yukarı doğru itmeyi başardım.

Yukarı çıktığımda yere bastım. Burası durgun ve sakindi. Kimse yoktu. Demek ki korsanlar daha buraya gelmemiş. Hemen sokağın başına doğru koştum.

__________

Lucy'nin anlatımıyla

Ağlama sesleriyle uyandım. Gözlerimi açtığımda Tina yanı başımda değildi. Arkadaşlarımın hiçbiri yoktu, ikizim de dahi.

Ağlayan kişilere baktığımda arkadaşlarımın anne babasıydı. Benim annem de ağlıyordu. Elimi kalbime koydum. Bir şey olmuştu. Rüyamda da ağabeyimi görmüştüm, yerde yatıyordu ve üstü başı kan içindeydi. Hatırladıkça kalbimdeki ağrı büyüyordu.

Etrafıma baktım. Herkes yere bakıyordu düşünceliydiler. Ayağa kalktım. Kimse beni fark etmedi. Babam yanında yaralı bir gençle beraber buradaki erkeklerle konuşuyordu.

O gencin burada ne işi vardı? Yukarıda olması gerekiyordu.

Babama doğru yürüdüm. Annem de onun yanındaydı ve oradaki herkesin sırtı bana dönüktü. O yüzden ben, tam arkalarına geldiğimde bile beni fark etmediler.

Ne konuştuklarını dinlemeye başladım.

"Burada daha fazla kalamayız," konuşan babamın bir arkadaşıydı. "Bu ada dan gitmemiz lazım."

Annem hemen atladı. "Olmaz! Olamaz! Benim iki oğlumda yukarıda! Emanetlerim Jack ve Jenny de orada! Yukarı gidenlerin hepsi çocuk! Onları bırakamayız. Olmaz! Siz isterseniz gidin ama ben onları bırakmayacağım, onları gidip alacağım!"

Louis yukarıda mı? Kalbimdeki ağrı büyüyordu. Onun Jenny'nin, Jack'in orada ne işi vardı?

Annemin girişe doğru hareket etmesiyle babam onu tuttu. "Saçmalama istersen Lily. Yukarı gidemeyiz. Hala savaş devam ediyor. Ben bir yolunu bulacağım."

"O nasıl olacak Luther? Benim oğlumda orada. Ve ikimizde biliyoruz ki korsanlar oradan çıkmadan biz yukarı gidemeyiz!" Konuşan Douglas amcaydı, David'in babası. Demek David te yukarıdaydı ama niye?

Dinlemekten bıktım. "Benim ikizim ve arkadaşlarım neden yukarıda? Bana cevap verin hem de hemen!" Hepsi aynandan arkasına döndü ve beni gördüler. Bağırmam ile başını yere eğip düşünen kişilerde bana bakmıştı.

Karşımda olan babama baktım. Yüzü çökmüştü. Olduğundan en az yirmi yaş daha fazla gözüküyordu. Annemin gözleri hala yaş doluydu. Yüzü yaşlarından dolayı sırılsıklamdı. O gence baktım. İnanamıyorum, ağabeyimin en yakın arkadaşlarından biriydi o! Giydiği beyaz gömlek kırmızıya dönmüştü. O bu halde ise yukarıdakileri düşünemiyorum!

Babam bana cevap vermedi. Annem cevap vermeye çalışıyordu ama hıçkırıklarından dolayı ne dediğini bir türlü anlayamadım. Tekrar babama baktım. Gerçekten şuan cevap almalıydım. Her ne kadar az önce konuşulanların doğru olduğundan emin olsam da Louis'in ve arkadaşlarımın orada olmadığını söylemesine ihtiyacım vardı. "Bana cevap vermeyecek misin baba?!"

Babam sadece bana baktı. Az önce konuşan o olmasaydı, dilinin lal olduğundan şüphe ederdim.

David'in babası Douglas amcaya baktım. Gözleriyle yalvarıyordu resmen, bana sorma dercesine. O da biliyordu. Sorarsam kesinlikle doğru olan şeyi söylecekti her ne kadar istemese de. "Douglas amca! Kardeşim, arkadaşlarım ve senin oğlun David neden yukarıya çıktılar?"

Yutkunup babama baktı. "Üzgünüm Luther, ama doğru olan şeyi söyleyeceğim." Tekrar bana baktı. "Bu genç buraya korsanların çok kalabalık olduğunu. Birkaç kişi dışında kimsenin hayatta kalmadığını ve senin ağabeyinin yaralandığını söyledi..." Durdu. Biraz nefes aldıktan sonra tekrar konuştu. "İkizin bunu duyduğunda hemen yukarı gitti. Onun gittiğini gören oğlum ve geri kalan arkadaşlarınız Louis'in arkasından gitti."

Duyduklarımla girişe doğru hareket ettim ama karın bölgemdeki kollar buna engel oldu. Babam beni sıkıca tutuyordu. "Sen de gidemezsin Lucy. Louis'in bana emanet bıraktıklarından bir sen kaldın, gidemezsin." Sesi titreyerek konuşması beni zerre etkilememişti. Yukarı gidecektim. Beni daha sıkı tuttu. Çırpınmamla konuşmaya devam etti. "Öleceksin neyini anlamıyorsun. Evlat acısı ne kadar zor bunu en iyi ben bilirim!"

"İkizimle beraber bu dünyaya geldim. Gerekirse onunla beraber bu dünyadan giderim!" Koluna sertçe vurdum. Elleri uzaklaştığında hemen girişe doğru koştum. İki sütunun arasından geçip koşmaya devam ettim.

Yere düştüğümde hemen ayağa kalktım.

Gözlerim de yaş vardı. Ya ağabeyime, ikizime ve arkadaşlarıma bir şey olursa... Daha hızlı koştum. Karanlık olduğu için tekrar yere düştüm ve yine ayağa kalktım. Önümde merdiven ve ışık hüzmesi görünce hızlandım.

Merdivenlerden hemen yukarı çıktım. Kapağı açık bırakmışlardı. Korsanlar burayı görse merdivenlerden inip aşağıdakilere zarar verebilirdi.

Kapağı kapattım. Masayı tekrar koyacak zamanım yoktu. O yüzden yerde bulunan eski bir kilimi üzerine koydum. Sokağın başına doğru koştum. Sol tarafta kimse yoktu. Evlere zarar da verilmemişti. O yüzden sağ tarafa döndüm. Arkadaşlarım ve ikizim o tarafa gitmiş olmalılar.

Hemen koştum. Yerde bir sürü ölü beden vardı. Bazılarının kolları bazılarının bacakları yerinde değildi. Başımı çevirdim ve onlara bakmamaya çalıştım ama bir yandan bakma gereksinimi de duyuyordum. Sonuçta ağabeyim yaralanmıştı ve nasıl yaralandığını da bilmiyordum. Aralarından biri ağabeyim olabilirdi.

"Hey sen küçük!"

Başımı çevirdiğim de üzeri pis olan ve o pis kıyafetinde kan olan saçları örgülü bir adam gördüm. Kuvvetli duruşundan anladığım kadarıyla kıyafetlerinde ki kan kendisinin değil bu ada da yaşayan birine ya da birkaçına ait olduğundan emin oldum.

Yüzümü buruşturdum. Bana bakıp beni süzüyordu. "Bu güzelliğe yazık olacak desene." Bana doğru koşmasıyla yere eğildim ve ölen birinin kılıcını aldım.

Boynumun sol tarafına doğru hamlesiyle hızlıca sağa birkaç adım attım. Kılıcı direk sırtına sapladım ve hızlıca çıkardım. Tekrar saplayıp çıkardım. Onun ellerinden kayan kılıcı sol elimle hemen kaptım. Adam yerdeydi.

Sırtımda büyük bir acıyla birkaç adım sendeledim ama yere düşmedim. Arkama döndüğümde başka bir korsan vardı. Sırtıma kılıçla vurmak yerine tekme atmıştı.

Ona sinirle baktım. Arkasından biri daha geliyordu. Kılıcıyla bana vuracakken sağ elimde ki kılıçla engel oldum. Sol elimdeki kılıcı da onun karnına sapladım. İki kılıcı mı da ondan çektim. Arkasından gelen adama vurmaya çalıştım ama bu diğer ikisine göre daha güçlüydü.

Ben pazar yerinde bulunuyordum. Buradaki tezgahları kendime avantaj haline getirmeyi düşündüm.

Geri geri gitmeye başladım. Adam bunu görünce sırıttı. Tezgah ile aramda bir adım kalınca durdum. Adam hızlıca bana kılıç savurmaya başlamasıyla tezgahın önünden çekildim. Adamın vücudu tezgahın üstünde durunca ilk önce kılıç tutan eline vurdum. Sonra sırtına birkaç defa kılıcı sapladım.

Adam ölünce oradan gittim koşarak pazar yerini geçtim. Geçmem ile etrafta bir sürü korsan görmem bir oldu. Beni gören üç korsan aynı anda bana doğru geldi. En öndekiyle mücadele ederken diğer ikisinden biri sırtıma diğeri dizime tekme attı. Yeri boylamamla ilk mücadele ettiğim kişi kılıcını karnıma doğru vuracakken elindeki kılıç uçtu. Yüzüme o adamın kanı bulaştı.

Ayağa kalktım. Az kalsın beni öldürecek olan kişiyi öldüren James ağabeydi. Şimdi de buradaki iki korsandan birine vuruyordu. Boşta kalan korsana da ben vurmaya başladım. Az önce yere düşmemle bir kılıcım da elimden düşmüştü. O yüzden tek kılıç kullanıyorum. Adam bana vurmadan ben onun boynuna kılıçla vurdum. Adam yere serildi. James ağabeye baktığımda onun da önündeki adamı yere serdiğini gördüm benim gibi. Ama benden farkı o da karşısındaki gibi yere düştü.

Yere düşmesiyle hemen onun yanına gittim ve yere eğildim. "Ağabey, ağabey!" Karnına baktığımda kan vardı, hem de çok fazla. Kahverengi saçlarına elimi koydum. Başını hafif salladım. Arada gözleri kayıyordu.

Başını tekrar sallamamla bana baktı. Gülümsedi. Konuşmaya çalışınca ağzından kan geldi. "Ağabey!" Korkuyla söylememle elimi tuttu.

"Ben... hissediyorum...öleceğim. En azından...kardeşim o-olarak seni gördüm." Başını başka yöne çevirip tükürdü. Tükürdüğü yer kan olmuştu. Tekrar bana baktı ama gözleri kararıyordu. "Jack...ve...Jenny... Sana... emanetler... Onları...koru... canım kardeşim." Kalan son gücüyle bana sarıldı.

"Ağabey!!!" Bu feryat tek benden çıkmamıştı. Kenara itilmemle Jenny ona sarılıyordu.

Yere çömelip Jenny'ye sarıldım. Sıcak yaşlar ikimizin de kan dolu yüzünü temizliyordu. Onun ölecek olması hiç aklımın ucundan dahi geçmemişti. Sanki onun değil de benim kalbim kılıçla delinmişti. Yüreğim kanıyordu.

Bugün en mutlu günümüz olacaktı, ölüm günümüz değil!

Hal ve hareketleri ile bugün öleceksiniz diyen adam yüzündeki küstah ifadesiyle bize doğru yaklaşıyordu. Yavaş hareketi ile bizi öldüreceğinden emindi.

Bacaklarım titreye titreye Jenny'den ayrılıp uzun kılıcı elime alıp ayaklandım. Kılıç ona doğru güçsüzlükle savurdum, onun sert darbesiyle kılıç hızla ellerimden savruldu. Diğer darbesi boynumaydı.

Aklım bana olacaklarda değildi ama Jenny'yi arkamda bırakıyordum.

Umarım onun sonu sarıldığı o ceset gibi olmazdı.

Etrafımda başka kılıç olmadığı için öleceğimden emindim. Kılıcın boynumu delmesini bekliyordum ama kılıç asla boynuma değmedi. Önümdeki adam birden üzerime yığıldı. Onunla beraber ben de yere düştüm. Onu üzerimden sola doğru ittim. Beni kurtaran kişi Jack'ti. Elini bana uzattı. Elini tutmamla beni ayağa kaldırdı.

Tam olarak ayağa kalktığımda "Teşekkür ederim Jack. Beni ölmekten kıl payı kurtardın."

Ondan cevap beklerken ses işitmeyince yüzüne baktım. James ağabeye bakıyordu. Yutkundu. Başını bana çevirdi. Kahverengi gözlerinde akmayı bekleyen yaşlar vardı. Ona bakınca üzerindeki yaşları kurumuş olan yanağım tekrardan ıslanmaya başladı. Hala bana bakıyordu. Ağlamak istiyor ama ağlamıyordu.

Gökyüzünden gelen ses ve ardından bizi ıslatmaya başlayan yağmurlarla gözlerindeki yaşları akmıştı. Gidip ona sarıldım. O da kollarını hemen bana doladı. ayak ucumdan yükselerek kulağına fısıldadım.

"Ağlama ya da üzülme demeyeceğim. Bunu yapman içindeki acıyı söndürmen gerekiyor ama bunu şimdi yapamazsın." Etrafı gösterdim. "Savaştayız. Birbirimizi korumamız gerekiyor." Jenny'yi gösterdim. "Onun aklı şuan sadece yaşadığı acıda ve başka hiçbir şeyi anlamıyor. Senin aklın ona göre daha yerinde. Jenny bu durumdayken etrafında olup biteni fark etmiyor. Korsanlar gelince yine fark etmeyecek. Onu korumamız lazım."

Gözlerindeki yaşlarla beni onayladı.

Jack'in arkasından gelen korsanla hemen ondan ayrıldım. Yere düşmüş kılıcımı aldım. Daha önceden düşen diğer kılıcı da aldım. Jack'in arkasında duran korsana doğru koştum.

Benim geldiğimi görünce zaten iki eliyle de kılıcı sert bir şekilde tutmaya başladı. Ona doğru yaklaşırken o da bana doğru koştu. Sol elimde ki kılıçla onun hamlesini savuşturmaya başladım. Sağ elimdeki kılıçla da onun baldırına vurdum. Acıdan eli kasılıp kılıcı tam tutamadığını fark ettiğimde sağ elimdeki kılıçla kılıcına vurdum ve kılıcın bizden uzak bir yere savrulmasını sağladım. Son olarak ta iki kılıcımla onun göğsünü deldim.

Arkamı döndüğümde Jack'in de Jenny'nin arkasında onu korumak amacıyla iki korsanla mücadele ettiğini gördüm. Elimdeki kılıçlardan birini Jack'in solundaki adama fırlattım. Kılıç vücudunu delmişti. Adam acıdan büyük bir çığlık atıp yere düşmüştü. Yerde biraz çırpındıktan sonra hayata veda etmişti.

Ben o şekilde ölen korsana bakıp dalmışken sol kolumda hissettiğim büyük bir acıyla arkama döndüm. Burnumun dibinde bir korsan vardı ama bunun elinde diğerlerinin aksine hançer vardı.

Onu yanımdan uzaklaştırmak için erkekliğine tekme attım. Geriye doğru bir iki adım atınca hemen karnına kılıcı sapladım. Kılıcı çıkarıp omzuna saplayıp çıkardım. Bu sefer diğer omzuna kılıcı geçirecekken Jack yanıma gelip kolumu tuttu. "Adam ilk vuruşunda ölmüştü zaten. Boşuna yorma kendini, burada daha bunlardan çok var." Etrafına baktı. "Burada korsan kalmadı. Gel arkadaşlarımızı bulalım."

Yüzüne baktım. James ağabeyi ilk gördüğü zamanki hali yoktu. Korsanlar bu adaya gelmeden önce nasılsa öyle davranıyordu.

"Bana öyle bakma Lucy," yalvarır gibi çıkan sesiyle tekrar yüzüne baktım. Yüzünde acı bir ifade vardı. "Acır gibi bakıyorsun." İnkar edecekken tekrar konuştu. "Sen de benimle aynı acıyı paylaşıyorsun biliyorum, ağabeyimi kendi öz ağabeyinden ayrı tutmazdın. Ama sen de biliyorsun. Sen dedin acımızı şimdi yaşayamayız. Hem..." Arkaya baktı. Ben de onun arkasına baktım. Jenny hala ağlıyordu, ağabeyine sarılarak. Titriyordu... Hem ağlamaktan, hem de yağan bu yağmurdan dolayı. "Jenny benim ağladığımı görürse daha kötü olur."

Onu anlıyordum. Üstelik Jenny aramızda yaşça en küçüğümüzdü. Benden iki ya da üç yaş küçüktü. Şuan onu sakinleştirecek, onu teskin edecek kişilere ihtiyacı vardı. Üstelik aramızda en duygusalımız o olduğu için yanında güçlü duran birine ihtiyacı vardı. Bunun dışında Jack'in bahsetmekten nefret ettiği bir konu vardı.

Jenny'nin kendi canına kıyması

Jack, anne ve babasının cenazesinden birkaç gün sonra su içmek için mutfağa gittiğinde kardeşi Jenny'nin keskin bir bıçağı alıp bileğini kesmeye çalıştığını görünce o küçük haliyle Jenny'nin elinden zar zor o bıçağı almıştı. Hatta almaya çalışırken elinde bir kesik olmuştu. O zamandan beri Jenny'yi asla yanından ayırmıyordu.

Ve yine aynı şeyin olmasından, Jenny'nin onu bırakmasından korkuyordu. Bu korkuyu yüzüne bakınca hemen anlayabiliyorsunuz.

"Doğru diyorsun, Jenny seni o halde görmese daha iyi olur." Kolundan tuttum. "Gidip onu ayağa kaldıralım. Sonra da bizimkileri ararız."

O da başıyla beni onayladı. Benim önümden ilerlemeye, Jenny'nin yanına gitmeye başladı. Ben de arkasından yavaş yavaş ilerlemeye başladım.

Sol kolumdaki acıyla elimi hemen yaraya attım. Elime baktığımda baya kan vardı. Yağan yağmurla kan gitmeye başlıyordu ama yarama değen her damlada keskin bir acı hissediyorum. Yarama dikkatlice baktım. Kesiğin iki yanına kan toplanmıştı. Yaranın üstünde de kanlar pıhtılaştığı için yaranın ne kadar derin olduğunu anlamadım.

"Lucy!" Sesin geldiği yöne baktığımda Jack, Jenny'nin yanından bana endişeyle bakıyordu. Konuşurken aynı zamanda aceleyle benim yanıma geliyordu. "Neden yaralandığını söylemedin?!"

Yaraya iyice bakmak için kolumu biraz çevirince ağzımdan bir inilti çıktı. Hemen kolumu bıraktı. "Özür dilerim...Özür dilerim..." Tekrar eliyle kolumu tuttuğunda o kadar hafif tutuyordu ki ona bakmasam koluma dokunduğunu anlamazdım. "Ne kadar derin olduğu belli değil. Yengemin evine gidelim. Hem orada yaranı temizleyecek bir şeyler buluruz." Arkaya baktığına "Umarım korsanlarla karşılaşmayız."

"Yarayı boş ver. Diğerlerini bulalım, daha ne halde olduklarını bilmiyoruz." Jack sinirli bir şekilde bana baktı. "Saçmalama Lucy! Kan kaybediyorsun. Yarayı temizlemek lazım."

"Sen de bizi bı-bırakmazsın değil mi Lucy?" Jenny'nin titreyen sesiyle ona baktım. Ona gülümsedim. "Hayır, küçük bir kesik beni sizden ayıramaz."

Jack kulağıma fısıldadı. "Daha yaranın küçük olup olmadığını bilmiyoruz. Kıza yalan söyleme." Ona ters bir bakış attım. "Kız zaten üzgün bir de acımdan geberiyorum şuan mı diyeyim?" dedim fısıldayarak.

Sağlam kolumdan tuttu. "Bak itiraf ettin. Acıyormuş niye söylemiyorsun? Ben de senin kardeşin sayılmaz mıyım niye bana söylemiyorsun?" Jenny'nin yanına gidince onun kolundan da tuttu. "Kalk gidiyoruz."

Jenny ağlayarak konuşuyordu. "Ama ağabeyim..."

"O öldü. Artık bir şey yapamayız. Şuan yapabileceğimiz tek şey aramızdan birini daha kaybetmemek. Ağabeyim için yapabileceğimiz tek şey; korsanları buradan gönderdikten sonra onu gömmek."

Jenny'yi bir kolundan benim gibi sürükleyerek James ağabey ölmese Jack'in yengesi olacak olan Clara'nın evine götürmeye çalışıyordu. Çünkü o bir hekim.

Pazar yerini arkamızda bırakarak limana doğru ilerlemeye başladık. Bir yandan da korsanlar burada mı diye bakıyorduk. Karşımızda denizi görünce hemen soldaki ilk eve yöneldik. Jack, ikimizin kolunu bırakarak kapının önüne geldi. Kapının kolunu aşağı indirdiğinde kapı hemen açıldı. Şaşkınca arkasına dönerek bize baktı. "Kilitli olması gerekmiyor mu?"

"Korsanlar evin içine girmeye çalışınca açık kalmış olmalı," dedim. Kafasını salladı. "Olabilir." Kapıyı açtığında bize seslendi, sesini kısaltarak. "Hadi, içeri gelin."

Başımı salladım, onun görmeyeceğini bilmeme rağmen. Jenny'nin kolundan tuttum. Sırtına vurarak geçmesi gerektiğini ifade ettim. O da beni ikiletmeden hemen içeri girdi. Yavaş yavaş basamakları çıkıp açık kapıdan girdim. Girer girmez kapıyı kapattım.

Akşam olduğu için içerisi karanlıktı. İki adım attım. Koridor bir sağa bir de sola gidiyordu ve de dümdüz ilerleyip bir odaya gidiyordu. Jack tek tek kapıları açmaya çalışacağını anladığımda hemen konuştum. "Soldan ilerleyeceğiz. Orada iki kapı olacak, sağdakine gir." Ben hep düştüğümde veya başka bir nedenden dolayı yaralandığım her an buraya gelirdim. O yüzden yolu biliyordum.

Jack başıyla beni onayladı. Jenny'nin elinden tutup ilerlemeye başladı. Ben de arkalarından hızlıca ilerlemeye başladım. Hızlı gidiyorum çünkü bu işin hemen bitmesi gerekiyordu. Bir an önce Louis ve geri kalanları bulmam gerekiyordu. Ağabeyim de yaralıydı. Yine aklıma onun gelmesiyle elimi kalbime koydum.

Tarif ettiğim odaya giriş yaptım. İçeride iki sedye vardı. Üst rafta durması gereken ilaçlar ve merhemler yerdeydi. Önceden düşündüğüm şey doğru çıkmıştı, korsanlar buraya gelmişti.

Herhangi bir ilacın kutusuna basıp kırmamak için ayakucumda yürüyordum. Zaten çoğu ilaç ve merhemin kutuları kırılmış ve yere yapışmışlardı. Tek gayem zarar kalan ilaç ve merhemlere de zarar vermemekti. Korsanlar gittikten sonra yaralanan kişilerin ihtiyacı olacaktı.

"Sen şuraya otur Lucy. Ben yaranı temizleyecek bir şey bulayım." Jack'e tamam dedim. O da dolap ve raflar boş olmasına rağmen belki arka kısımlarında bir şey vardır diye bakıyordu. Doğru düzgün bir şey bulamayınca sedyenin üzerinde duran bezi aldı. Jenny'yi yanına çağırdı. "Bu bezi al. Şurada kapının hemen yanında musluk bezi iyice ıslat. Sonra bezi sık. İçinde su kalmasın." Jenny onun dediğini yerine getirmek için musluğun oraya gitti. Jack ise hala bir şeyler arıyordu. En sonunda yere eğildi. Kırılmamış olan ilaç ve merhemlere bakıyordu. Kahverengi saçları yere değecekken konuştum. "Çok yere eğilme."

Bana baktı. "Neden?"

"Çünkü saçların yere dökülmüş şeylere değiyor. Daha ne için kullanıldıklarını da bilmiyoruz. Sonra saçına bir şeyler olur."

Bana tamam dedikten sonra başını yerden biraz çekmişti ve kalan işine devam etti. En sonunda elinde cam bir şişeyle yanıma geldi. Sedyedeyken bir iki adım kenara çekildim. Yanıma oturdu. Jenny de o sırada elinde bezle karşımıza gelmişti. Bezi Jack'e verdi. Jack bana baktı. "Kolunu sıvayabilir misin? Yaraya iyice bakmam lazım."

"Tamam." Bahar aylarında olduğumuz için üzerimdeki giysi inceydi. O yüzden yaraya değmeden kolumu sıvamıştım.

"Sen arkana dön Jenny." Jack'in uyarısıyla Jenny hemen arkasına döndü. Şimdi yarayı tam olarak görse fenalaşabilirdi. Kandan midesi bulanırdı. Buna rağmen neden buraya savaşın ortasına geldi hala anlamış değilim.

Jack elindeki ıslak bezle ilk önce yarayı silmeye başladı. Dişimi sıktım. Acıdan bağırmak istemiyorum. Yarayı iyice sildikten sonra yarama baktım. O kadar da derin görünmüyordu.

"Derin değil. Merhemi sürüp yarayı saracağım," dedi Jack. Sedyeye koyduğu cam şişeyi aldı ve kapağını açtı. Parmağını içeri koyarak biraz merhem aldı. Yavaş yavaş yarama sürdü. Bu işi bitirince de karşıdaki sedyenin yanında ki dolaba ilerledi. İçinden beyaz bir bez çıkarıp tekrar yanıma geldi. Dikkatlice yarayı sardıktan sonra kıyafetimin kol kısmını indirdi. Kapının yanında ki musluğa doğru ilerledi ve suyla elini yıkadı. Havlu falan olmadığı için elini üzerindeki kıyafetlerle kuruttu.

"Artık bizimkilerin nerede olduğunu bulma vakti," dedim ve ayağa kalktım. "İkiniz de beni takip edin. Siz bu eve önceden girip gezmediğiniz için yolu bilmiyorsunuz." Kapıya doğru ilerleyip kapıdan çıktım. Sola döndüm. Biraz ilerledikten sonra eve ilk girdiğimiz zaman karşılaştığımız koridora gelmiş olduk.

Karanlıktan dolayı bir elimle duvarın nerede olduğunu anlamaya çalıştım. Anladığımda da koridordan dümdüz ilerledim. Sağa döndüm. Burada tek bir kapı vardı.

"Biz neden buraya geldik te bu eve girdiğimiz kapıdan çıkmadık?" dedi Jack. Jenny ise hala suskundu.

"Çünkü önümüzdeki odada ki pencere tam denize bakıyor. Korsanlar ve bizimkiler orada mı net bir şekilde görürüz." Odanın kapısını açtım. Direk karşı tarafa baktım. Burada sadece bir pencere vardı. Ama pencere çok büyüktü. Tavanın biraz aşağısından başlayıp zeminin biraz yukarısında bitiyordu. Bir iki adım atarak odanın içine girdim. Hemen dosdoğru ilerleyerek pencerenin önüne geldim. Perdeyi biraz araladığım da korku bütün benliğimi ele geçiriyordu resmen.

Korsanlardan iki kişi Tina'yı zorla bir yere götürüyordu. Kızın kafasında kan vardı ve çok bitkin görünüyordu. Normalde olsa o iki korsanı öldüremese de yaralayabilecekken şimdi sadece o ikisi tarafından sürükleniyordu ve hiçbir şekilde karşı çıkamıyordu.

Tina'nın karşı tarafında da Peter vardı. Tina'ya doğru ilerledi ama arkasından bir korsan onun kafasına kılıcın sapıyla vurdu. Peter'in biraz sendelediğini görünce hemen Peter'in elindeki kılıcı alıp yere attı. Peter'in iki kolunu da tersten tuttu. Onu sürüklemeye başladı. "Bırak beni! Arkadaşlarım geldiğinde seni bu yaptığına pişman edecekler' Onlara yalvaracak hale geleceksin!"

Her ne kadar biraz uzakta da olsa arada pencere de olsa Peter'ın dediklerini kısık olarak da duymuştum. Yanıma kadar gelmiş olan Jack'e baktım. O da gözleriyle beni onayladı. İlk önce Jenny'ye baktı. "Biz her ne yapacak olursak yapalım bize ne olacaksa olsun ama sakın buradan bir yere gitme ve yanımıza asla gelme. Sadece kendi canını kurtarmaya bak." Sonra tekrar bana baktı. Başımı salladım. O direk kılıcıyla pencereye vurdu. Cam kırılınca ikimiz de pencereden çıkıp koştuk. Ben hemen yakınımızda olan Peter'a doğru koştum. Cam sesinden dolayı arkasına dönmüş olan korsanın boynuna doğru kılıçla vurdum. Adam direk boynumu tuttu. Ve elindeki kılıçla bana vurmaya çalıştı. Sert bir şekilde onun kılıcına vurduğumda onun elinde artık bir kılıç yoktu.

Karnına doğru kılıcımı geçirdim. "Bu arkadaşıma vurduğun için." Kılıcı içinde döndürdüm. Çığlık attı. "Bu da buraya gelip bizi rahatsız ve mutsuz ettiğiniz için." Kılıcı çıkardım. Adam yere yığıldı.

Peter koşarak gelip bana sarıldı. Sarılmayı bitirince ona baktım. Bir yerinde yara ya da kan izi falan görünmüyordu. "İyi misin? Sana zarar verdiler mi?" Başını iki yana salladı. "Bir şeyim yok. Tanrıya şükür ki geldin," dedi dolu gözleriyle ve tekrar bana sarıldı.

Etrafa baktım. Jack, Tina'yı götürmeye çalışan korsanlardan biriyle savaşıyordu. Diğer kalan korsan ise Tina'yı sürüklemeye devam ediyordu.

Tina kafasını arkaya çevirdiğinde yüzünü gördüm. Yanağında büyük bir kızarıklık vardı. Alnı kanıyordu. Gözleri... Çok yorgun bakıyordu. Hayattan bıkmış, ölmek ister gibi... Ama beni gördüğünde gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Ama onun gözlerindeki yorgunluk, bıkkınlık hala yerini koruyordu.

Ona doğru koştum. Onu tutan adamın arkası dönüktü. Kafasına kılıcı geçirip çıkardım. Adamın kafasından çeşme gibi akan kanlar direk yüzüme geliyordu. Adamı ittim. Onu itmemle adamla birlikte Tina da yere düştü. Tina'nın kolundan tuttum ve onu kaldırdım. Adamın o pis kanı onun da yüzüne gelmişti. Hemen adamdan biraz uzaklaştık. Kafasından hala kan geliyordu.

Etrafa baktım. David ya da Louis hala ortalıklarda görünmüyordu. Gözlerimi Tina'nın üzerine diktim. "Yaran nerede var?"

"Kılıçla aldığım bir yara yok. Sadece beni dövdüler."

"Sadece dövdüler öyle mi? Şuan ayakta bile duramıyorsun! Ne halde olduğunun farkında mısın?"

"Kılıçla direk öldüreceklerdi ama onlara göre biraz genç bir adam vardı. O buralarda olduğu için kılıçla beni yaralayıp öldürmediler."

Ona başka sorular soracaktım ama Tina çok yorgundu, o yüzden sormadım. Peter'a baktım. "Gel yardım et. Tina'yı şuraya koyalım." Peter yanıma gelip o da benim gibi Tina'nın bir kolundan tuttu. Biraz önce penceresini kırdığımız evin duvarına Tina'yı koyduk. "İkiniz de burada durun. Sen de onu koru Peter." Başını salladı.

Arkama döndüm Jack o adamı haklamıştı. "Biz diğerlerine bakalım." Jack başını salladı. Gitmeden önce arkamızdakileri korsanlar fark etmesin diye duvarın bitişiğinde duran yeşilliklerin arasına gidip durmalarını söyledim.

Jack'le beraber biraz daha ilerledik sola doğru. Louis orada bir iki korsanla beraber mücadele ediyordu. Sarı saçlarında kan vardı. Umarım onun kendi kanı değildir.

Hemen ona doğru koştum. Jack'te başka bir korsana doğru gitti. Louis'i arkadan boğmaya çalışan korsanın beline kılıcımı geçirdim. Çıkardığımda bu sefer boynuna da aynı şeyi yaptım.

İki korsandan birinden kurtulunca Louis daha rahat korsanla mücadele etmeye başladı. O da kılıcını benim gibi adamın boynuna vurdu. Adam yere yığılınca kendisine kim yardım etti diye arkasında baktığında beni gördü. Kocaman gülümsedi. "Canım kardeşim!" diyerek bana sarıldı ve etrafında döndürdü. Yere bıraktığında saçlarına dokundum. "Yaran var mı? Burada niye kan var?"

"Benim kanım değil merak etme." Sonra kaşlarını çattı. "Senin burada ne işin var? Ben babama o kadar arkadaşlarım ve kardeşim sana emanet dedim. Nasıl emanetlere sahip çıkmaz!"

"Sakin ol! Bir de babama laf etme! Gitmeyeyim diye o kadar uğraştı adam. Hem sen buradayken benim aşağıda kalacağımı mı zannettin! Öleceksek beraber ölürüz, yaşayacaksak beraber yaşarız! Bunu unutma!" Etrafıma baktım. Birkaç korsanın bizim gemilerden biriyle hareket ettiğini gördüm. "Onlar ne yapıyor?"

İkizim de oraya baktığında gözlerini büyüttü. "Yardım çağırıyorlar! Zaten böyle bir şey yapacaklarını duymuştum."

Etrafa baktım. Louis'e ilerde bir tane evin duvarında olan meşaleyi işaret ettim. Hemen meşalenin yanına gitti. Omzuna asmış olduğu yayı çıkardı. Bağırdım. "Kırmızı!" Hemen meşaleyi aldı, kendi okların dan birinin ucunu yaktı ve yayına koyup gerdi. Gemiye doğru attı. Geminin direğine değen okla direk yanmaya başladı. Gemi zaten tümü tahtadan yapıldığı için yangın hızla büyüdü. İçindeki korsanlar çığlık atıp direk denize atladılar.

Ben ve Louis bize doğru gelen korsanlarla iki yana ayrıldık. O arkamdan ona doğru gelen korsanlara doğru ilerledi. Ben de onun gibi yapıp bana doğru gelen korsanlara doğru ilerledim. İlerlemeden önce de yerdeki korsanın kılıcını almayı unutmadım. İki elimde de kılıç vardı. Sol kolumla vururken biraz zorlanacaktım ama idare etmeliyim.

En önde gelen adamın kılıcı sol elimle durdururken sağ elimdeki kılıçla midesini birkaç kere deldim. Tam adam yere düşmüşken arkasından gelen korsan direk kafama doğru kılıçla vurmaya çalıştı. Sağ elimde ki kılıçla kafamı kurtarırken karnına tekme attım. Geriye doğru bir iki adım attığında hemen boynuna kılıcı vurdum.

"Bırakın bizi! Bırak!" Bu Peter'ın sesiydi. Ona baktığımda Tina ile birlikte onu kurukafa bayrağı olan geminin güvertesine götürmüş, ikisini halatla bağlamaya çalışıyorlardı. Oraya doğru gidecekken Louis seslendi. "Ben gideceğim oraya! Arkanda bir sürü korsan var! Sen onlarla ilgilen!" Ona kafa sallayıp arkama döndüm. Gerçekten arkamda çok korsan vardı. Peki ben bunlarla tek başıma nasıl haklayacağım?

"Biz geldik!" Gelen David ve Jack'le içim rahatladı. Tek kişi olup bir sürü kişiyle savaşacağıma yanımda iki kişiyle olup bir sürü kişiyle savaşmak daha iyiydi.

Üçümüz beraber o korsanların bazılarını öldürmüş bazılarını yaralamıştık. Geriye dönüp bir kılıç darbesiyle onların öleceğinden emin olurduk ama zaten kan kaybediyorlardı, öleceklerdi bir süre sonra. Boşuna tekrar onlarla uğraşıp zaman kaybetmeye gerek yoktu.

"David senin yaraların var mı?"

"Hayır, öyle önemli bir yaram yok. Sadece birkaç morluk var." Kahverenginin en koyu tonu olan gözleriyle etrafına baktı. En son gözleri gemide durdu. "Biz hemen gidip onlara yardım edeceğiz. Baktık tek başımıza halledemiyoruz sen yanımıza gelirsin."

"Tamam."

Onlar gittikten sonra etrafa baktım. Görünürde korsan yoktu. Varsa bile karanlıktan dolayı fark etmiyordum. Yerdeki yaralıları ya ölenleri ters çevirip yüzlerine bakmaya başladım. Her ne kadar savaşmakla uğraşsamda ağabeyim hala aklımdaydı. Yerdekilerin yüzüne korkuyla bakıyordum. Umarım James ağabey gibi o da bizi bırakmazdı.

Ayak bileğimde bir el hissedince az kalsın çığlık atacaktım, neyse ki kendimi durdurdum. Elimdeki kılıcı arkama dönüp bana dokunan kişiye doğrulttum.

Sarı biraz uzun saçlar, kahverengi gözler... Bu benim ağabeyimdi! Kılıcı onun üzerinden çektim. Hemen yere eğildim. Beyaz gömleği kan doluydu. Bana bir şey diyecekken ağzından yere kan damlıyordu. Korkuyla elimi kalbime koydum.

O da bırakacaktı beni, aynı James ağabey gibi...

"Ağabey!" Elimle yüzüne dokundum. Gözlerinin üzerine düşen saçları elimle kenara çektim. Alnında büyük bir yara vardı. Çok fazla kan geliyordu. Gömleğimin kolundan bir parça kopardım. Başındaki kanın durması için yaranın üzerine koydum. Gömleğim hemen kan olmuştu. Gözlerimden yaş akmaya başladı. "Sen de bırakma beni ağabey." Eliyle onun yarasını durmaya çalışan ellerimi tuttu. Elleri titriyordu. O yüzden tutuşu sık değildi. Ağzını açtı. Tekrar kan geldi. "Beni bırak... Bu yaptığın işe yaramaz... Sadece başımdan k-kan gelmiyor… Sen Louis'i... Diğerlerini kurtar…"

"Ama ağabey," ağlarken zor konuşuyordum. Yutkunamıyordum şuan. "Ben seni nasıl bırakırım?"

"Git... Tanrı beni yaşatırsa sizin yanınızda olacağım. Yok... Ölürsem ise… Bir gün kavuşacağız.. Her iki ihtimal de de sen arkadaşlarını… Ve Louis'i koruyamazsan hakkım sana helal değil. Git onları koru… Onları..."

Başı yere düştü. Cümlesini devam ettiremedi. "Ağabeyim!" Başımı onun kalbine koydum. Çok yavaş atıyordu, zaman gittikçe de daha da yavaşlıyordu. Ölecekti... Gözlerimde ki yaşlar artmaya başladı. Artık onun için yapabileceğim bir şey yoktu. Gözlerimde ki yaşları sildim. Onun son dediklerini yerine getirecektim. Ayağa kalktım. Yere koyduğum kılıçları aldım.

Koştum. Gözlerimde ki yaşları ne kadar silsem de tekrar akıyordu.

Limana yaklaştığımda hemen korsanların gemisinin ana güvertesine atladım. Güverteye bastığımda biraz sendelesem de kendimi doğrulttum. Bana doğru gelen ilk korsanla hemen kılıçları daha sıkı tuttum. Yere eğilip korsanın dizine kılıçla vurdum. Ondan sonra karnına ve midesine. Ağabeyim... Ona yapılanları bunlara yapacaktım. Öfkem, ağabeyimin halini hatırladıkça daha da körükleniyordu.

İlk korsan yere düştüğünde arkasındakinin hemen boynuna vurdum. Geri kalan korsanların biraz uzakta olduğunu fark edince halatla bağlı olanlara baktım. Bir dakika ne? Louis, Jack ve David de Tina ve Peter gibi bağlıydı. Ben onlara şaşırırken sol kolumda ağrı hissettim. Hangi korsan vurduysa yaramın olduğu yere vurmuştu. Geriye doğru dönüp ona baktığımda arkamdan biri bana vurmuştu. Geriye doğru adım attığımda sırtım küreklere değmişti. Bu demek oluyor ki bira daha geri gitsem denize düşme ihtimalim vardı.

Korsanlar da bunu fark etmiş olacak ki bütün yanımı sarıp bana doğru gelmeye başladılar. Aralarından biri kılıcını bana doğrulttuğunda karşılık veriyordum ki iki yanımda olan iki korsan beni itti. Gemiden o kadar hızlı düştüm ki nefes alacak vaktim olmamıştı. Suya düştüğümde her yanımda deniz baskı uyguluyordu. Açık olan gözlerime değen suyla gözlerim çok ağrımaya başladı. Nefes alamadım için zorlanıyordum. En sonunda ağzıma su dolmuştu. Yavaş yavaş gözlerim kapanırken denize birinin atladığını hissettim.

Ama Louis ve arkadaşlarım bağlıydı. O zaman bu kişi kimdi?

 

 

Loading...
0%