Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@hyrnssk

Louis'in ağzından

Gemiye adım atar atmaz direk Peter'i tutan adamın omzunu kılıcımla deldim. Tina'yı tutan adama yönelecekken arkamdan heybetli biri benim elimdeki kılıcı almaya çalışarak sağ elimi tuttu. Sol elimle ona vuracaktım ama o elimi de tuttu. Ben yerimde hareket edemezken az önce omzunu yaraladığım adam karşıma gelip elimdeki kılıcı aldı.

Arkamdaki kişi bu sefer omzumda duran yayımı ve belimde ki sadağımı aldı. Beni arkadan tutan kişiye şuan büyük bir nefret duyuyordum. Hem şuan ona karşı gelemiyordum hem de elimdeki bütün silahlarımı aldı. Elinden kaçmaya çalıştığımda beni daha sıkı tuttu. "Şunları alın silah odasına götürün!"

"Tamam, kaptan!" Gelen başka bir korsan bu Kaptan denen heriften benim silahlarımı alıp gitmeye başladığında ona doğru koşmaya başladım. "Bırak, benim silahlarımı!" bir adım bile atamamıştım arkamdaki kişi yüzünden. Kaptan beni ileri doğru sürükleyerek götürdü. Direğe yaklaşınca beni arkaya çevirdiğinde onun yüzünü gördüm. Beni yere doğru ittirdiğinde yere düşmüş, sırtım direğe çarpmıştı. Korsanlardan iki kişi hemen beni Peter ve Tina gibi bağlamışlardı.

Başımı yukarı kaldırıp Kaptan'a nefretle bakarken aynı zamanda nasıl biri diye onu süzüyordum. Kumral saçlı, mavi gözlü ve heybetli görünüyordu. Anladığım kadarıyla boyu benden daha uzundu.

Bir dizinin üstüne çökerek benimle aynı boy hizasına geldi. Bana dikkatlice baktığında mavi gözleri aklıma Lucy'yi getiriyordu. Ben kahverengi gözlere sahipken Lucy benim aksime mavi, mavi harelerinin arasında yeşil gözlere sahipti ve bu Kaptan'a bakarken aklıma direk Lucy geliyordu nedense.

Umarım korsanlar ona zarar vermemiştir ve hala hayattadır.

"Çok cesursun çocuk ama fazla cesaret, esaret demektir. Şuan cesaretinin esaretine neden olduğu gibi."

"Cesaret senin tabirinde her ne ise umurumda değil ama benim kaçmama yardım olacağı kesin."

"Hazırcevabız bakıyorum." Gülümseyerek söylemesine ayrı bir gıcık oldum. "Şimdi bana cevap ver velet. Ada da yaşayan geri kalan insanlar nerede? Burada sadece erkekler yaşıyor olamaz değil mi?"

Peter mırıldanmaya başladı. "Yanımızda, Tina'yı yanımızda görüyor ve sadece erkekler mi yaşıyor diyor. Sanırsın Tina kız değil, erkek." Bu durumda bile beni güldürmeyi başarmıştı. Peter'e cevap verdim. "Çok doğru söylüyorsun kardeşim." Kaptan'a döndüm. "Yerlerini bilseydim eğer sana söyleyeceğimi mi sanıyorsun?"

"Evet söylemezsin bundan eminim ama yine de sordum." Göz devirdim. Ben asla cevabını bildiğim bir şeyi sormazdım. Başka bir şey demeyeceğimi anladığı için hemen ayağa kalktı. Tina'ya baktı. Sonra arkasına döndü. Korsanlara hitap etti. "Bunları kurtarmak için birileri gelecektir, dikkatli olun!" Kaptan güvertede ileriye doğru gitti. Yerdeki bir kapağı açıp aşağı indi. Bizim gemilerde de böyle kapaklar vardı. Açınca merdivenden aşağı inip alt güvertelere iniyorduk.

"Biz nasıl kurtulacağız?" diyen Peter'e baktım. Tam olarak sağımda duruyordu. Yanında da Tina vardı. Peter'in yüzüne dikkatle baktım. Kafasından kan falan yoktu. Olsa dahi bu turuncu kızıl kafasından pek anlayabileceğimi sanmıyorum.

"Lucy, Jack ve David bizi kurtarmaya gelecektir. O zamana kadar kendimiz kurtulmaya çalışalım." Ellerim iki yandan bu direğe bağlıydı. Bileğimi birbirine sürtmeye başladım.

"Louis ne yapıyorsun?" Ellerimiz birbirine bitişik olduğu için hissetmiş olmalıydı. Cevap verdim. "Bileğimi birbirine sürtüyorum ki ipler gevşesin."

"He, anladım. Ben de yapayım mı?"

"Yap tabii ki. Benim iplerden kurtulduğumu görseler hemen bana sardırırlar ve ne yazık ki o durumda sizi kurtarmak hiç aklıma gelmez." Bana öyle bir bakmıştı ki bu haldeyken gülmem gelmişti. Aklıma Tina gelmişti. Durumu en son çok kötüydü. "Peter, Tina'nın durumu nasıl? Ne oldu ona?"

"Korsanlar ona çok fazla vurmuş. Durumu da pek iyi görünmüyor. Gözlerini bile açamıyor."

"Anladım. Peki başından hala kan akıyor mu?"

"Hayır, durdu."

"İşte bu iyi haber." Başka bir yarası varsa yardımcı olamayacağım bu halimle. Bileklerimi birbirine sürtmeye devam ettim ama ne kadar sıkı bağladıysa o korsan bir türlü gevşememişti bu ipler. Bu yetmezmiş gibi bileklerim baya ağrımaya başlamıştı. O ipler kesin bileğimi morartmıştı. Bundan eminim.

Etrafı incelemeye başladım. Hava kararmış olsa da ay etrafı yeterince aydınlatıyordu. Tam karşımda geminin dümeni vardı ve iki salak korsan dümeni boşu boşuna çevirip birbirlerine bakıp gülüyordu. Bu gemi çapayı atıp yere yeterince tutunmuş olmasaydı bu ikisi yüzünden gemi büyük bir kayaya çarpıp ya batar ya da devrilebilirdi. Bundan eminim çünkü bu ikisinde bunu yapacak potansiyel var.

O iki korsana iyice baktım. Bu ikisi diğer korsanlara göre sıskaydı. Aslında niye diğer korsanları araya katıyorum ki? Bunlar direk sıska. Bizim aramızda en zayıfımız Peter ve Jenny, ama bu iki korsan onlardan da kısa. Soldakinin saçı koyu kumral, sağdakinin ise saçı açık kahverengiydi. Yani saç rengi ikisinin birbirine yakındı. Bir de soldaki korsanın boyu daha uzun ama ben ayakta olsaydım eğer ikisinden de boyum uzundu.

"Ne yapıyorsunuz siz!"

"Arkadaşlarımızı geri alıyoruz! Var mı diyeceğin?" David önündeki adama tekmeyi atıp direk güverteye geldi. Arkadan Jack'te onun vurduğu adamı denize attı. Sonunda kurtuluyoruz!

__________

Ben bir vakit önce kurtulacağız mı demiştim? O lafı geri alıyorum. Çünkü şuan Jack benim solumda ve onun yanında ki David de bizim gibi iplerle direğe bağlıydı!

"Ne alaka şimdi erken konuşmamak?" diyen Jack ile içimden konuşmadığımı anlamış oldum.

Ona bakıp dudağımı büzdüm. "Sizin geldiğinizi görünce sonunda kurtulduk demiştim de işte kurtulamadık. Ondan diyordum."

"He, anladım. Luther amca doğru konuşmuş." Kafamı salladım. Jack yine bana baktı. "Şimdi biz Lucy'nin bizi kurtarmasını mı bekliyoruz?"

"Evet," diyerek onayladım onu. Ama ikizimin bizi kurtarabileceğini sanmıyorum. Bu gemide bulunan korsanlar ada da bize saldıranlar gibi değildi, daha akıllı ve daha güçlüydü. Tabii bunda Kaptan'ın bu gemide olması ve onu koruma gayesinin payı büyüktü. Şimdiden bunlara esir olacağıma emindim. Şuan tek amacım ellerimde ki iplerden kurtulmak ve arkadaşlarımın da benim gibi yapıp iplerinden kurtulması ardından da hemen gemiden denizin soğuk sularına atlamaktı.

"Lucy geliyor!" Peter'ın heyecanlı sesiyle sağıma baktım. Gerçekten Lucy geliyordu ama gelmemeliydi. O da bizim halimize düşecekti. Bir dakika! O ağlıyor muydu? Yoksa ağabeyime bir şey mi oldu?

Lucy güverteye geldiği an direk bir korsanı öldürmüştü. Diğer korsanın da boynuna kılıcı geçirmişti. Sonra bizim tarafımıza döndüğünde hepimizin de yakalanıp bağlanmamıza şaşırmıştı. Yüzünü acıyla buruşturduğunu gördüğümde yanında bir korsan vardı ve o korsan kardeşimin koluna kılıcıyla delmişti.

Şimdi bağlı olmasaydım o kişiyi yaşatmazdım.

Korsanlar onu sıkıştırdığında küreklerin olduğu yerdeydi ve eğer biraz daha gitse korsanlar onu denize atabilirdi, bizim onlara yaptığımız gibi... Nitekim dediğim doğru çıkmış, korsanlar onu itip denize düşmesine sebep olmuşlardı. Bir yandan seviniyordum, en azından bizim gibi esir olmayacak ve annem ile babamın yanına gidip mutlu bir hayat sürecekti ama bir yandan da içimde endişe vardı, ya hazırlıksız yakalandığı için nefesini tam tutamayıp boğulursa?

Kafamı sağa çevirdiğimde amacım Peter ile konuşmaktı ama Kaptan'ı gördüm. Elinde küçük bir sandık vardı ve az önce Lucy'nin düştüğü yere bakıp kaşlarını çatmıştı. Elindeki sandığı yere bırakıp hemen güverteden denize atlamasıyla şok oldum. Bir Peter'e bir de Jack'e baktım. Onlarda şaşkın bir şekilde bana baktılar.

"Bu neden atladı şimdi?"

"Herhalde beş esir ona az geldi, sayıyı altıya çıkarmaya çalışıyor." Diyerek Peter'e cevap verdi Jack.

"Neden zahmete girsin bunun için?" diye David de konuşmaya katıldı.

"Sen ne diyorsun?" dedi Peter bana.

Benim içimde huzursuzluk vardı. "O denizi net görüyordu. Bence Lucy boğuluyordu..." Her ne kadar kabul etmek istemesem de yüreğim bunu diyordu.

Korsanlar da bizim gibi Kaptan'ın davranışını sorguluyordu. Dümeni boşa çeviren o iki zekası geri olanlar konuşmaya başladı.

"Kaptan niye atladı?"

"Ben nereden bileyim!"

"Bir şeyi de bil artık!"

"Sen niye bilmiyorsun? Bana laf edene bak!"

"Sen bilmezken ben nasıl bileyim?"

"Peki, sen bilmezken asıl ben nasıl bileyim?"

"Kapayın çenenizi!" diyerek koyu kahverengi saçlı, yine saçlarıyla aynı ton göz rengine sahip uzun boylu bir korsan onları susturmuştu. Konuşmasıyla hemen susmaları onun eğer aralarında rütbe gibi bir şey varsa onun üstün olduğunu gösteriyordu.

"Henry! Bunu buldum!"

"Ne buldun?" Kahverengi saçlı korsan cevap verdiğinde ismini öğrenmiş oldum.

"Jenny!" Jack'in sinirle bağırmasıyla kafamı çevirdim ve Jenny'yi gördüm. Korsan bunu buldum derken Jenny'den bahsediyormuş. Küçüğe baktığımda ağlıyordu. Kaşlarımı çattım. Neden ağlıyordu bu şimdi? Ona iyice baktığımda üzerinde kan yoktu, yarası yoktu anlaşılan. O zaman bu korsan ona kötü davranmış olmalıydı.

"Diğerlerinin yanına koy onu." Henry'nin konuşmasıyla Jenny'yi Tina'nın yanına bıraktı. Sonra da bizim gibi ellerini bağladı. küçük yürürken sağ bacağının üstüne basamıyordu. Galiba ayağını burkmuştu.

"Kaptan'ı gördüm. Bakın, orada!" Diğer korsanlarda küreklerin olduğu yere toplanmıştı. Benim de görmem gerekiyordu.

Ama ben burada bağlıydım!

Korsanların uzun bir halatı atmasıyla bir süre sonra Kaptan'ın başını gördüm. Bir süre daha geçmesiyle kucağında baygın bir şekilde olan kardeşimi gördüm. Güverteye adım atar atmaz Lucy yere bıraktı. Umarım gözümün önünde düşündüğümü yapmazdı. Eliyle kalbine masaj yapmasıyla aklımdaki olmamıştı, çok şükür.

Ağzından yuttuğu suyu çıkarmasıyla hem ben hem de Kaptan rahatlamıştı. Yani hayırdır sana ne oluyor kardeş?

"O iyi mi?" Tina buraya geldiğimden beri ilk defa konuşmuştu.

Kaptan ona cevap verdi. "Şuan iyi görünüyor." Demesiyle Lucy'nin kafasını kaldırıp kaçmaya çalışması bir oldu. Ada'ya bakıp sonra bayılmıştı. Anlam veremediğim için sağa döndüm. Bir dakika, ne! Başımı sola çevirdim, sonra yine adaya baktım. Aslında adanın olması gereken yere baktım desem daha doğru olur çünkü ada yerinde yoktu! Onun yerine etrafı kaplayan ve yavaşça büyüyüp daha da yayılmaya başlayan bir sis bulutu vardı.

"Ben hayal mi görüyorum yoksa ada gerçekten yerinde değil mi?"

"Değil!" Arkadaşlarım aynandan bağırarak kulağımı bir süre sağır ettiler. Neyse konumuz şuan sağır olmam değil, adanın yerinde olmamasıydı. Tekrar oraya baktım. Ada yok onun yerine deniz vardı ve sis denizin bir karış üstünde başlıyordu. Tuhaftı! Gerçekten tuhaf!

"Bu kızın yarası var?"

Kaptanın sesini duymamla başımı adadan çevirdim. Lucy'ye baktım. Zaten onun korsanı yaralamıştı sol kolunu! "Niye şaşırdın? Zaten adamlarından biri yaptı!"

Tek kaşını kaldırıp bana baktı. "Vursalar bile bu kadar derin olmaz. Üstelik kolunda bez var. Demek ki önceden yaralanmış."

"Önceden yaralanmış?"

"Niye şaşırdın?" Ona söylediğim cümleyi bana alaylı bir şekilde söylemesine sinir oldum. "Kardeşin değil mi? Bilmen gerekiyordu." Göz devirip kaşlarımı çattım. Sağıma soluma döndüm. "Ne zaman yaralandı?" Aralarından biri mutlaka biliyor olmalıydı. Zaten konuştuktan sonra cevap hemen Jack'ten geldi. "Adadayken bir korsan yaralamıştı onu."

"Korsan ne durumda? Yaşamıyor değil mi?"

"Yaşamıyor, merak etme. Sinirlenince adamı iki üç kere deldi. Tekrar delecekti zor durdurdum."

Yüzümde gururlu bir ifade belirdi. Benim canım sinirli kardeşim, çok iyi yapmış.

Kaptan ise sol kaşını kaldırmış Jack'in dediği lafa tepki göstermişti. Ne sandın kız diye bunları yapamayacak mı? Alâsını yapar.

Kaptan Lucy'yi kucaklayıp bizim yanımıza getirdi. Bana baktı. "Bu kadar kıskanç olma." Lucy'yi kucaklar kucaklamaz ona kaşlarımı çatıp ters ters baktığım için dedi herhâlde. "Sanane! Kardeşim değil mi? İstediğim gibi kıskanırım. Çok dokunma kıza, hemen benim yanıma bırak onu!" Cevap vermeyip sadece güldü. Lucy'yi bıraktığı yer bana uzaktı, Jack'e yakındı ve David'e.

Kaptan arkasına dönüp emir verdi. "Şu sandığı getirin!" Yere bıraktığı sandığı işaret etti. Hemen aralarından bir tanesi getirdi. Şimdi ben bunları ayırt edememeye başladım yüzlerini. Bana göre hepsi birbirine benziyordu.

Sandığı eline alınca yere çöküp açtı. Kafama sola ona doğru uzattım bu iplerden dolayı ne kadar uzatabilirsem. Göremeyince de Jack'e sordum. "Ne var içinde?" Jack yerine Kaptan cevap verdi. "Sizin yaralarınıza bakacağım için merhem, ilaç ve bez var yarayı sarmak için. Bu kadar şüpheci olma."

"Bizi esir alanlara karşı olmayacağım," sol kaşımı kaldırdım. Keşke Lucy gibi sağı da tek başına kaldırabilsem.

Yüzünde evet diye bir ifade belirince göz devirdim. "Tanrım, hep beni bulur zaten!" diye söylendim sesli bir şekilde.

Kaptan ise söylenmeme aldırmadan sandıktan bir bez aldı. "Bunu ıslatın, bana getirin!" Hemen aralarından biri aldı bezi. "Tamam, Kaptan!" Bezi alan kişi bir süre sonra geri geldi ve bezi hemen Kaptan'a uzattı. Bezi alır almaz hemen önceden sıyırdığı Lucy'nin kolunu temizlemeye başladı. Sonra bir şeyler daha yaptı. Tam olarak görmediğim için ne yaptığını bilmiyorum!

Ayağa kalktığında hemen önümden geçip Tina'nın yanına geldi. Gözleri Jenny'ye kaydığında etrafına baktı. "Bu kızı ne zaman getirdiniz?"

Jenny'yi getiren korsan konuştu. "Sen güverteye gelmeden hemen biraz önce Kaptan." Kaptan başını salladı. "Bu bezi ıslat getir." Kaptan'ın elindeki bezi alıp hemen gitti.

Kaptan elindeki sandıkla yere eğilecekken bizim adanın olması gereken yere baktı. Gözlerinde hayret gördüm. Hemen emir verdi. "Hemen küreklere asılın!" Hızlıca dümenin yanına gittiğinde ben de burada ki herkeste endişesini anlamamıştık. Kafamı çevirdiğimde sis bulutu rengini siyahın en koyu tonuna bırakmış, etrafı göstermiyordu ve gemiye kadar gelmişti.

Korsanlarda benim gördüğümü görmüş olacaklar ki hemen küreklere koşmuş ve hızlıca kürekleri çevirmeye başlamışlardı.

Kafamı çevirdim. Artık korkudan ne kadar hızlı davrandılarsa sis bulutu yoktu.

Kaptan dümenin başından ayrılıp Tina'nın yanına geldi. Yere eğilip sandığı açtı. "Sıra senin yaralarını sarmakta."

__________

Lucy'nin anlatımıyla

Başım çok ağrıyor. En son denizin içinde boğuluyordum. Şimdi ise neredeyim? Gözlerimi biraz araladım. Korsanların gemisindeyim ve her yerim sıkıca bağlanmış. Karşımda iki korsan vardı, galiba boyu uzun, kumral saçlı olan Kaptan oluyor. Yanındaki ile konuşuyor. Biraz kulak kabarttım.

"Benim adamların resmen tamamını bu küçük veletler mi yaraladı? Siz bide bunlardan daha büyük olacaksınız!" Dedi kaptan.

Ne oldu paşam? Zoruna mı gitti?

"Kaptan çocuklarda sağlam çıktı ama görüyorsun. Hepsini alt ettik. Bu arada Kaptan biz neden bu çocukları esir aldık ki? O adada kimsecikler yoktu. Ailelerinden parada alamayız. Bu sana biraz tuhaf gelmiyor mu?"

"Onları tutma amacım farklı. Seni budala! Sana söyleneni yap yeter. Şimdi işinin başına dön!" Dedi kaptan.

Sesleri azar azar da olsa anladım. Gözlerimi biraz daha da araladım. Bizimkiler yanımda duruyordu. Benim uyandığımı görünce hemen bana doğru döndüler

"Lucy, kardeşim benim. Uyandın iyi misin?" Dedi Louis endişeyle.

"Umarım iyisindir. Senin denize düştüğünü görünce çok endişelendik. Şu kaptan suya girip seni kurtardı" dedi Tina. Yaralıydı ama şuan iyi görünüyordu. Kafasında sargı vardı.

Acaba kim sardı?

Şaşkınlıkla onlara baktım. "Louis, sağ ol ben iyiyim, merak etmeyin. Ama nasıl olur da kaptan beni kurtarır. Sonuçta adamları beni resmen öldürecekti. Suya düştüğümde birinin arkamdan geldiğini anımsıyorum. Ama o olacağını tahmin etmemiştim. Çok tuhaf," dedim ve bir şey daha hatırlayarak “Abimi gördünüz mü?" dedim. Umarım ölmemiştir ama hali gözümün önüne gelince yaşadığına ihtimal vermiyordum.

"Hayır Lucy. Ben abim için kapağı açıp çıktım ama abimi göremedim. Bizi yakalayıp bu güverteye tıktıktan sonra bir sis başladı. Bi' on beş dakika kadar. Ondan sonra tuhaf ki şehir de kimsecikler yoktu. Yaralananlar ve ölenlerde dahil. Aslında direk ada komple yoktu! Nasıl olduğuna anlam veremedik," dedi Louis.

Ada komple yok muydu? Şakacı kardeşim benim. Öyle bir şey olabilir mi? Sana inanacağımı düşünemezsin.

"Benim abimin cesedi de yoktu" dedi hüzünle Jenny, ağlıyordu. Bir dakika Jenny'nin burada ne işi var? Biz ona o evden dışarı adım atma demiştik.

Ben hemen konuşarak "Ama ben abimi gördüm. Bana gidip seni kurtarmamı söyledi. Nasıl hiç kimse yoktu adada?" dedim. Ağabeyimin öldüğünü söyleyemedim...

"Kimseler yoktu ama bir dakika sen ne dedin! Abimi gördün mü? Bana hemen detayları anlatıyorsun Lucy" dedi Louis sesini kısarak ve biraz heyecanla. Keşke heyecanlanmasaydın. Söyleyeceklerim senin mutlu olabileceğin bir şey değil.

Bende kısık sesle "Gemiye doğru gelmeden önce biri benim ayağımı tuttu. Bir baktım ki bu abim bana ' sen git Louis'i kurtar. Ben de yaralarımı halledip yanına geleceğim' dedi. Sonrada güverteye geldim. Ondan sonra bana olanları biliyorsunuz ama ben size neler olduğunu bilmiyorum bana anlatın" dedim.

David de hemen " senin yanından gittikten sonra direk güverteye geldik. Bize doğru gelen korsanlarla kapışıyorduk ve sonu hüsranla bitti. Bizi de bağladılar. Zaten sen geldin. Senin denize düştüğünü görünce senin için içimizde bir endişe vardı. Bir süre sonra kaptan güverteye geldi ve denize atladı."

Peter araya girerek "Ondan sonra biz kaptanı biraz uzakta kafasını sudan çıkardığını gördük ve sende onun yanındaydın, baygındın. Biz çok endişelendik. Sonra senin kalbine masaj yaptı. Bir süre sonra suyu ağzından çıkardın. O zaman rahatladık. Senin iyi olduğunu düşünüp buraya bağladı. Arada bir buraya gelip seni kontrol etti" dedi Peter.

"Ama gerçekten seni neden kurtardı. Onu bende anlamadım. Jenny'nin ayağına da baktı ve bir bez sardı. Benimle de ilgilendi. Sen uyanmadan az önce tayfadan biriyle konuşurken duyduğumuza göre bizi burada tutmasının fidye ile alakası yok, başka bir nedeni var ama o ne bilmiyoruz" dedi Tina

"Duydum onun tayfadakine ne dediğini. O sırada uyanıktım" dedim ve Jenny'ye döndüm "Senin ayağın nasıl Jenny. Çok ağrımıyordur umarım ve sen nasıl korsanlara yakalandın! Biz sana oradan ayrılma dedik!" dedim.

"Siz eğer yanına korsan gelirse uzaklaş ta demiştiniz. Evde ayak sesleri duyunca uzaklaşmaya başladım ama korsan beni görüp yakaladı ve buraya getirdi. Ayağımı da burkmuştum. Hala ağrıyor biraz" dedi başını yere eğerek. Sonra kafasını kaldırıp bana baktı. "Sen iyi misin?"

"İyiyim, merak etme sadece başım ağrıyor. Su yuttuğum için ciğerlerimde biraz ağrıyor ama çok değil" dedim ve Kaptan bu tarafa gelmeye başladı.

"Demek uyandın küçük hanım" dedi kaptan. Hem ben o kadar da küçük değilim. Elbet bir gün bu küçük hanımın neler yapacağını bilmiyor. Konuşmasına devam etti "Uyandığına göre şimdi hepinizle biraz konuşalım" dedi ve tayfadakilerden iki kişiye haber verdi. Onlar ve yanında iki kişi de geldi.

"Evet, ufaklıklar. Size gelenleri tanıtayım. Şu iki orta boylu adamı görüyor musunuz..."

"Kör değilim, elbette görüyorum" dedim bir hışımla.

Kaptan bana ters ters baktı ve "Hemen sinirlenme ufaklık. Neyse o adamlar diğer yardımcı kaptanlar" dedi ve daha iriyarı olanı işaret ederek " o ikinci kaptan" bu sefer daha sıska olanı işaret ederek " buda üçüncü kaptan. Diğer ikisi zaten tayfalardan" dedi. Çok da umurumda sanki sonra tekrar konuşmasına devam etti "Şimdi sizinle doğru düzgün konuşalım. Siz benim sorduğum sorulara cevap verin sadece. Sonra sizi bir ada ya bırakırız..."

"Nedense benim bildiğim korsanlar hiç sözünde durmazlar. Neden size güveneyim" dedim.

"İlk olarak sizin başınız kim? Kim size emir veriyor?" Diye sordu kaptan.

Birden bizimkilere baktım. Hepsi bana bakıyorlardı. Ben grubun lideri falan değilim. Zaten grupta bir liderde yoktu. Hani tamam, belki gruba sürekli emir veriyor gibi oluyor ama abi! Niye bana bakıyorsunuz. Kaptan bana baktıklarını gördüğünde hemen bana döndü.

"Demek bu asi kız sizin lideriz, öyle mi? Saçın uzun olmazsa senin kız olduğunu hiç anlamam" dedi.

Hemen üzerime baktım. Louis'in kıyafeti hala üzerimdeydi. Kaptanın az önceki lafına sinirlenip "Benim kız olup olmamam seni ilgilendirmez tamam mı? Üzerimde ne olduğu da seni ilgilendirmez. Ben hiç senin ve yanındakilerinin pis koktuğunu, bu kıyafetlerle sizin birbirinize nasıl katlandığınızı hiç söylüyor muyum?" Dedim.

"Emin ol, söylemiş kadar oldun." dedi Jack kulağıma fısıldayarak. Hemen sağımda duruyordu. Daha yeni fark ettim. Kaptan2a ve yanındakilere baktım. Yanındaki dört kişi baya sinirlenmişti ama Kaptan aksine sinirlenmemiş hatta gülümsüyordu. Bana biraz sinir bozucu geldi. Kaptan bana bakıp konuşmaya başladı.

"Seninle iyi anlaşacağız galiba ufaklık. Seni temenni ederim ki beni bu tür laflarla sinir edemezsin" dedi ve sonra aklına bir şey gelmiş gibi tekrar bana bakıp konuşmaya başladı "Sana adını sormayı unuttum ufaklık. Hadi söyle bakalım adın ne senin?"

"Bana kendi adını söyle ki bende sana söyleyeyim" dedim hemen.

"William. Ben kendi adımı söyledim, şimdi sen söyle" dedi Kaptan William.

"Lily," dedim. Neden bilmiyorum ama gerçek adımı kullanmak istemedim. O yüzden annemin adını söyledim.

"Lily... Hım... Kısa ve hoş bir isim. Neyse ben diğer sorularımı sorayım. Sizin bu ada nereye kayboldu? Bunu bana açıklayabilir misin?" Dedi

"Ben nereden bilebilirim ki? O sırada denizde boğulmakla uğraşıyordum" dedim hemen.

"Olabilir. Ama daha önce size bunun hakkında bir şey demiş olabilirler," dedi

"Bir, neden bize söylesinler. İki, bize söyleseler bunu neden size söyleyelim." dedim hızlı bir şekilde.

"Yani şuan tek anladığım senin hiçbir şeyden haberin olmadığı. Ama neyse fark etmez. Bir süre daha bizim misafirimiz olacaksınız. O zaman istediğimiz kadar konuşuruz. Şimdi sizlere bu misafirlik boyunca ne olacağına gelelim. Yok endişelenmeyin size zarar vermeyeceğim..."

Sözü yarım kaldı. Çünkü ben onun sözünü kestim "Zararda veremezsin. Sonuçta bizden bir çıkarın var. Doğru değil mi?" dedim. Bana döndü "Akıllı kız. Beni dinlemişsin," ve başka hiçbir şey demeden yanındakilerle beraber geminin ön tarafına gittiler.

__________

Yaşarken hayat bize farklı yönleri, farklı acıları gösterir.

Bir gün mutluyken diğer gün ise ölmek isteyecek kadar mutsuz ve hayattan bıkmış oluyoruz.

Bazen de çok mutlu olursak hayatın bizi kötü bir musibet le cezalandıracağını, mutlu olmamızı engelleyeceğini de düşünüyoruz.

Bazen de en sevdiklerimizden vuruyor... Onların yokluğuyla sınıyor...

Annem, babam ve başka yakınlarım hep bunları derdi ama ben asla kafaya takmaz, öyle bir şey olmayacağını söylerdim. Korsanlar bizim adaya adım atmasalar hep öyle demeye de devam edecektim...

İlk önce ağabeyim yerine koyduğum, en az öz ağabeyim kadar sevdiğim James ağabeyin ölümünü gördüm. Ondan sonra kendi ağabeyimi...

Jack'in ve Jenny'nin, anne ve babasının öldüğünü gördüğümüzde babamın onlara açıklamakta neden zorlandığını o yaşımda iken anlayamamıştım. Şuan daha iyi anlıyorum...

Ölen kişiyi gerçekten çok seviyorsan ve birde öldüğünü görmüşsen kalbinizde büyük bir ağrı oluyor. Hani kolunuz yavaş ama derin kesilir ya öyle bir acı. En kötüsü de şu; siz kolunuzu iyileştirebilirsiniz ama görmediğiniz bir yeri, kalbinizi, iyileştiremezsin. Ona dokunamazsınız. O da kanar durur, acıtır, can yakar, nefes almaya çalıştığınızda bir yumru oturur, nefes alamazsınız. Bir de birileri hep öleni size hatırlatır ya... Bunları tekrar tekrar yaşarsınız... Tekrar tekrar hissedersiniz...

Sanki kendinizi öldürdüğünüzde bu acı geçecek diyorsunuz. Jenny'yi anlıyorum. Ama bir de arkanızda kalacak kişiler olunca bu düşünceyi gerçekleştiremiyorsunuz. Ve yaranız hep kanamaya devam ediyor...

"Lucy," dedi kısık ama bir o kadar da sinirli bir tonla Louis. "Hala ağabeyim hakkında konuşmadın! Onu görmüştün!"

Louis'ten gözlerimi çekip yanımdakine baktım. Jack ile göz göze geldim. Anladı, beni anlamıştı ve gözleri dolmuştu. Başını yana çevirdi, yüzünü görmeyeyim diye. Tekrar bana baktığında yüzünde buruk bir ifade belirdi. Gözleriyle hemen yanındaki Louis' i gösterdi. Bana fısıldadı. "Söyle, kurtul. Söyle ki sana tekrar tekrar sorup yaranı kanatmasın."

Başımı salladım ama hala konuşmadım Louis'le. Kendimi biraz toparladığımda Louis'e baktım. Merakla hâlâ bana bakıyor, ne diyeceğimi bekliyordu.

"Ben ağabeyimi k-kanlar içinde ye-yerde gördüm. Acı içinde kıvranırken bana sizi kurtarmamı söyledi. Ondan sonra da sustu ve hi-hiç konuşmadı. Ga-galiba öldü... Kalp atışları gi-gittikçe azal-azalıyordu..." Gözlerim dolmuştu ama yine de ağlamadım, bizi esir edenlerin yanındayken.

Louis böyle bir şey dememi beklemiyordu. Önceden hem merakla hem de mutlu bakan yüzü düşmüştü. Dizlerini kendine doğru çekip başını dizine koydu. Yüzünü saklıyordu...

"Louis... Louis..."

"Bırak acısını yaşasın," dedi David hemen solumdan.

Jack onayladı onu. "Doğru. Biliyorsun ki üzülse de belli etmemeye çalışır bizden uzaklaşırdı. Ama şuan bu şekilde bağlıyken bunu yapamıyor. Bırak kendini rahatlatsın bu şekilde."

Doğru söylüyorlardı. Rahat bırakmalıydım. Nasıl kimse benimle konuşmasın, acımı kanatıp durmasın istiyorsam; şuan Louis'te bunu istiyordu. Ama bize doğru yaklaşan korsanla bunun ikimiz içinde pek mümkün olmadığını anlamış oldum.

"Kalkın sizi küçük hergeleler! Elimdeki sabun ve bezlerle güverteyi temizleyin!"

"Elbette, büyük hergele. Hemen yaparız zaten," dedim alay ederek ve nefretle bakarak. Biraz sinirlendi ama bir şey demeden elindekileri yere bırakıp gitti.

"Bence Luc yani Lily. Bunlarla bu şekilde konuşmaya devam edersen seni en sonunda denize atacaklar," dedi David.

"Ne yapabilirim ki benimle düzgün konuşsunlar. Hem onlardan nefret ediyorum. Kibar konuşacak değilim." Sonra sesimi biraz alçalttım. "Hemen yanıma toplanın. Önemli bir şey diyeceğim. Daha yeni aklıma geldi," dedim. Jack iyice bana yanaştı. Louis'te kafasını dizlerinden ayırıp Jack'e yaklaştı. Ona baktım. Beyaz teni ağlamaktan pembeleşmiş, gözleri kan çanağına dönmüştü bu kısa sürede. Onu ilk defa ağlarken görüyordum. Yüreğim sızladı.

Tina ve Jenny de Louis'e doğru yaklaştığında konuşacaktım ki duyduğum ayak sesleriyle sıralanan ağzımı kapadım. Biraz yukarı baktım. Kaptan ve birkaç korsan, bizimkilere ne diyeceğimi merak ettikleri için bize doğru yaklaşmışlardı ama onlar buradayken konuşamam. Bizimkilere baktım. "Onlar buradayken konuşamam. Sadece biz varken onlar yokken konuşabilirim."

Kaptan konuşmayacağımı duyup anladığı için sanki buraya ne diyeceğimi dinlemeye hiç gelmemiş gibi emir veriyordu. "Hadi, güverte temizlenecek!" Göz devirdim. Beni görünce taklit edip o da göz devirmişti.

"Bu ne biçim bir Kaptan? Resmen çocukla çocuk oluyor?"

"Boş ver. Kafası farklı çalışıyor belli," dedi David. Yüzümde küçük bir tebessüm oldu dediğiyle ama yanımıza gelen üç korsanla hemen yüzümdeki tebessümü sildim. Onlar gelince mecburen ayağa kalktık sabun ve bezleri alarak. Ben, David, Jack ve Pet yerleri siliyorduk. Elim ve ayağım bağlıyken bir de üstüne kolum yaralıyken bunu yapıyorum ya, aman ne hoş!

"Sen," dedi ikinci kaptan. "Bak, önümdeki masayı sil!" Etrafa baktım. Bana mı diyordu bu şimdi? "Sana diyorum sarı fare!" Bana diyormuş. Bir dakika, o bana fare mi dedi!

"Fare senin..." David'in ağzıma ellerini koyup susturmasıyla cümlem yarıda kalmıştı. David kulağıma fısıldadı. "Yalvarırım sus, lütfen. Bak seni denize atarlarsa ayrılırsın bizden. Bunun olmasını ikimiz de istemeyiz. Biraz sabret, kaçana kadar sabret..." Siyahı andıran gözlerine baktım. Başımı salladım. İkinci kaptana baktım ve onun işaret ettiği yere yani masaya. Yemek dışında başka bir şey yoktu, temizdi.

"Ama orası kirli değil ki," dememle masaya yemekten bazılarını dökmüştü. Çok sinir oldum ama gidip masayı temizlemeye başladım. Masayı temizledikten sonra hemen adamın üzerini silmeye başladım ve çenesini tutup ağzına elimdeki sabunu koymaya çalıştım. Bunu yapmaya çalışırken beni hemen itti. Arkaya doğru birkaç adım attım. "Sen ne yapıyorsun!" diye bağırmaya başladı.

"Bana güvertedeki pislikleri temizlememi söylediler. Bende bunu yapıyorum." Onun yanındakiler bu lafıma baya gülmeye başladılar. Tabii bu ikinci kaptan çok sinirlenmişti. Hatta o kadar sinirlenmişti ki üzerime doğru yürümeye başladı. Ben de hemen oradaki tabureden birini aldım ve ona vuracaktım ki biri bağırdı. Kafamı çevirdim ve bağıranın Kaptan olduğunu gördüm. "Ne yapıyorsunuz siz! Hemen herkes yerlerine geçsin!"

İkinci kaptan hemen konuştu. "Kaptan bu kız artık fazla olmaya başladı..." diyordu ki ben araya girdim.

"O zaman beni esir olarak almayacaktınız. Madem benden bu kadar kurtulmak istiyorsun en yakın ada da beni ve arkadaşlarımı bırakırsın anladın mı!" en sonunda dayanamayıp bağırdım.

"Bu kadar yeter Philip sen işinin başına dön," dedi Kaptan ve Philip çekip gitti. Giderken bana korkutucu bir şekilde baktı. Ben de umursamadan David ve Jack'in yanına gidiyordum ki Kaptan bana seslendi. "Sen Lily misin nesin. Bunlarla bu şekilde uğraşma yoksa seni öldürürler. Şuan sadece ben izin vermiyorum diye sana ve arkadaşlarına bir şey yapmıyorlar ama dikkat et her an bu durum değişebilir."

Tekrar David ve Jack'in yanına gidecekken bu sefer bir korsan beni durdurdu. "Yeter artık ne! Ne istiyorsun? Ne diyeceksin?" dedim sinirle. Arkama döndüm ve bana seslenen korsana baktım. Kahverengi saçları ve kahverengi gözleri vardı. Bana bakınca diğer korsanlar gibi nefretle bakmıyordu ama sınır bozucu bir şekilde sırıtıyordu. "Sen Philip'le didişine kadar arkadaşların yerleri silmeyi bitirdiler. Sen hemen bir alt güverteyi temizleyeceksin. Sonra bir arkadaşını yardım etmesi için yanına yollarım" Ona da göz devirdim.

İşaret ettiği yere baktım. Dümenin arkasında bir tane kapak vardı. Yavaş adımlarla oraya gittim. Eski iki tahtayı iki yana açtığımda merdivenleri gördüm. Kırmızı turuncu renklerde bir ışık vardı. Demek ki ya gaz lambası ya da meşale vardı aşağılarda. Yine yavaş adımlarla aşağı indim. Bu işi yapmak istemediğimi bu şekilde belli ettiğimi düşünüyorum.

Aşağı indiğimde gördüklerimle kaşlarımı çattım. Yan yana bir sürü kafes vardı. Biraz daha ilerledim ve kaç tane kafes olduğunu saymaya başladım. Sağda altı, solda altı, toplam on iki kafes vardı ve kafesler bir insanın girebileceği boyuttaydı. Bir an babamın dediği bir şey aklıma geldi.

“Korsanlar aldığı esirleri; krallıkta esir, mahkum, suçlu ve köleleri denizde yanlarında taşırken alt güvertelerin birinde büyük kafeslerin içine koyar. Kafeslerin bulunduğu güverte en tozlu, en kirli ve bulaşıcı hastalıkların olduğu bir yerdir. Bu yüzden korsanlar ya da krallığın askerleri burada çok bulunmamaya çalışır. Oranın temizlenmesi gerektiğinde ya esirlere ya mahkumlara ya da kölelere bu işi yaptırırlar.”

Ve ben şuan babamın bana anlattıklarını yaşıyorum!

Babam demişken onu çok özledim...

Acaba şuan ne yapıyordur? Beni kurtarmak için elinden geleni yapıyor mu? Yapıyordur, sonuçta ben onun biricik kızıyım. Ya ağabeyimi gördüğünde nasıl tepki vermişti? Ağlamış mıydı? Yoksa dik durmaya çalışıp annemi mi teselli etmişti?

Kafamı bu düşüncelerden uzaklaştırdım ve kafeslere bezi tuttum. Sonra aklıma bir şey geldi.

Ben neden burayı temizliyorum ki? Temizleyeceğime ellerimde ki halatlardan kurtulmak için bir şey bulmalıyım. Evet, biliyorum çok zekiyim.

Kendimi övmeyi bir yana bırakıp kafeslerin kapağını açıp içlerine bakmaya başladım. Ama şans yüzüme gülmüyor ki bir bıçak, keskin bir şey bulayım. Ümidim azalırken yine pes etmedim. Sağdaki en son kafese geldim. İçine girdim. Yerdeki tahtaların birinde küçük bir oyuk vardı. Kıyafetimle işaret parmağımı sarmalayıp yere eğildim ve parmağımı oyuğun içine koydum. Parmağımı hafif kaldırınca tahtada beraberinde kalkıyordu. Tahtayı çıkardığımda içinde küçük, ucu sipsivri bir hançer vardı. Elime aldım ve tahtaya çizik attım. Eski olmasına rağmen iyi kesiyordu.

Ayak sesleri duymaya başladım. Yukardaki korsan arkadaşlarımdan birini gönderecekti. İlk başta onlar diye düşündüm ama ayak sesleri hiçbir arkadaşıma benzemiyordu. O yüzden bulduğum hançerin ucuna korsanların verdiği bezi koyup ceketimin içine koydum.

Merdivenlere doğru baktığımda hep ikinci kaptanın yanında duran açık kahverengi saçlı olan miço olduğunu gördüm. Beni görünce arkasına döndü. "Bak, burada." dedi kısık sesle.

Bunu dedikten sonra arkasından Philip geldi. Biraz dehşete düşmüştüm açıkçası. Yüzü çok gaddarca bakıyordu. Bir de üstelik yukarda ona dediğim laflar vardı. Beni kesin öldürecekti. Yoksa bu şekilde gizlice gelmesinin başka bir açıklaması olamaz.

Beni görünce hemen yanıma gelip beni yakamdan tuttuğu gibi havaya kaldırdı. Bana bakıp gaddarca konuşmaya başladı. "Seni küçük sarı fare! Şimdi sana bana hakaret edilmemesi gerektiğini öğreteceğim." Yüzüme sert bir tokat atmasıyla yere savruldum. Sinirinden bir de hem ayağıma hem de karnıma tekme atmaya başladı. En sonunda yere eğilip benimle aynı hizaya geldi. Arkama doğru bakıp konuştu. "Elinle ağzını kapat şunun! Sesi çıkmasın!"

Yanında gelmiş olan miço hemen benim ağzımı kapadı. Philip'e baktığımda elinde bıçak olduğunu gördüm. Bir eliyle sol kolumdaki yaraya baskı uyguluyordu. Acıdan sesim çıkacakken ağzımdaki elden dolayı pek ses gelmedi. Bıçak tutan eliyle sağ ayağımı tuttu ve bıçakla derince kesmeye başladı. Acıdan dolayı hem gözyaşı döküyordum hem de bağırıyordum ama pek sesim çıkmıyordu.

Louis'in bana yastığı fırlatıp merdivenlerden kaçması, merdivenlerden onu takip edince az kalsın düşecek olmam aklıma geldi. Ağabeyim tutmuştu beni ve uyarmıştı. "Dikkatli ol. Bu sinirin başına iş açar benden demesi."

Evet, ağabey. Sinirim başıma bir iş açtı en sonunda. Sen zaten bunu şuan görüyorsundur..

 

 

Loading...
0%