@idlxlluviaxx
|
-Eylüy 4 yaşındayken-
"İçtima bitmiştir!" Diyerek bağıran Tuğgeneral Alpaslan Tunç bütün tim çardaklara geçip soluklanmaya başlamıştı.
Onlara bakarak iç çeken Alpaslan ise derin düşüncelere dalmıştı.
Hem vatanı hemde ailesini nasıl koruyacaktı?
Güzeller güzeli eşi Talia Melike, biricik kızı Ahsen Tomris -her ne kadar damadını kabullenmek istemesede kızını tek emanet edebileceği kişi olan damadı- torunları ve biricik çiçeği...
Her gün buraya gelip canını vatanına feda ederken aynı zamanda kendisine bir şey olursa arkasındaki ailesinin yıkılmasından korkuyordu.
En büyük yıkımı zaten yakın bir geçmişte yaşamıştı.
İlk göz ağrısı olan oğlunun ihanetini...
Oğlu Taner Tunç, babasının fikirlerine görüşlerini sevmeyip saygı duymadığı gibi vatana karşı bir nefreti vardı. Her ne kadar şu anlık bir şey yapmasa da bu yapmayacağı anlamına gelmiyor diyip her türlü onu gözetliyordu.
Kendisi oğlunun haline yanarken bir gün oğlunun kendisini görevdeyken deşifre etmesi üzerine az kalsın şehit oluyordu.
Şehit olma ihtimali onu üzmüyordu hatta mutlu bile ediyordu lakin bunun kendi oğlunun ellerinden olma ihtimali onu çok sarsmıştı.
Oysa o hem oğluna hemde kızına her zaman vatanı milleti en güzel şekilde anlatmış ve vatana millete hayırlı insanlar olarak yetiştirmişti.
Oğlunun bu yaptığından sonra o görevde ağır yaralanmış ve yaşam tehlikesi ile ailesini harap etmişti.
O iyileşme sürecinde hem kendisinin hemde oğlunun eşine yaptığı ihaneti düşüne düşüne kendini yıpratan güzeller güzeli eşini yanlız bırakmak istememisti. Veya biricik kızı ve torunlarını...
Ama o süreçte onların yanında olamamıştı...
İhaneti bir tek kendisi ve eşi bilirken bir kişinin daha duymasıyla bu iş devlet meselesine girerdi.
Alpaslan her ne kadar kabul etmese de oğlu sadece kendisine değil vatana da ihanet etmişti.
Yaraları daha yeni yeni toparlanırken evde durmaktan bunaldığı için yine kendini karargaha atmıştı. Eşi her ne kadar bunu sevmesede ramazan ramazan Alpaslan Karakurtun nazı hiç çekilmiyordu.
Aslında daha doğrusu evde oturdukça olayları kafasına takıp kendi kafasına göre hareket edip kendine zarar verecek diye korkuyordu. Bu yüzden onu karargaha göndermek onun için en mantıklısıydı.
53 yaşına basmış olsada hala gücü kuvveti yerindeydi. O yaştaki herkes çökmeye başlarken vatanına ve eşine olan aşkı ve ailesine olan sevgisiyle hiç yaşlanmıyor gibiydi.
Tuğgeneral Alpaslan Tunç hala ayakta dikilip timine bakarken uzaktan gelen güzel ve narin bir sesle kendine gelip gülümsedi.
Geldi çiçeği.
Eylül'ü...
Asenası...
"Dedem adam! Dedem adam! Kahramanım! Neydesin kimlerlesin!" Diyerek girişteki askerleri atlatarak kendisine koşarak gelen torununa baktı Alpaslan.
Üzerindeki beyaz tüllü elbisesi ve arkadan koşarken sağa sola sallanan simsiyah saçlarındaki kurdalesiyle kendisine koşan torununa gülümsedi.

(Elbise ve tokası)
Minik ayakları ve bacaklarıyla en sonunda dedesine ulaşan minik Eylül kendisini yerde kolları sarılmak için açık olan dedesinin kollarına atladı.
"Havaya niye çıkmıyoz dedem adam? Дали сте исплашени? (Yoksa korkuyor musun?)" Diye soran minik eylülle Alpaslan kıkırdayıp çiçeği ile ayağa kalktı.
Son dediğini anlamamıştı Alpaslan çünkü Makedonyaca bilmiyordu. Lakin daha 4 yaşındaki çiçeği türkçeden fazla Makedonyaca konuşuyordu.
Bu onun canını sıksa da biricik eşi için bir şey demiyordu.
Evet çiçeğini bir dilden kıskanıyordu.
Niye ilk türkçe konuşmak varken o dili konuşur ki diyerek homurdanıyordu ama eşi ise bu durumdan çok mutluydu. Kendisi Makedonyalı olunca ve türkiyede yaşayınca kendi kültüründen dilinden uzak hissediyordu.
Kızı veya diğerleri Makedonyaca öğrenmek istememişlerdi bu yüzden bu konuda hep yanlız kalıp dilimi unutucam diye korkuyordu.
Tabi bu biricik torununa kadar...
Biricik torunu bir gün babanesinin konuştuğu farklı kelimeleri merak etmiş ve babanesinden bu dili öğrenmek istediğini söylemişti.
O gün onun için dünyalar onun oldu. Çünkü artık dilini kültürünü unutmayacak hatta biricik torunuyla aralarında gizli bir anlaşma olacaktı.
Ondan sonrası çok kolay oldu çünkü Talia Melike Tunç torunu ilk doğduğu günden beri onunla genellikle kendi dilinde konuşuyordu.
Bebekken bile kendi aralarında bir bağ kurmuştu.
Alpaslan kendi kendine homurdanırken arkasındaki timinden kıkırdamalar gelince ikili o tarafa döndü.
"Hayırdır koçum gülünecek bir şey mi var?" Diye sordu düz sesle. Sert konuşamıyordu çünkü yanında şuan çiçeği vardı.
"Yok komutanım estağfurullah." Diyerek hep bir ağızdan söyledikleri cümle ile onlara göz devirdi Alpaslan.
Salak sanıyorlardı kendisini her halde. Kimin yaptığını biliyordu zaten.
Gözleri timinden başka bir tarafta gezinirken çiçeğine el sallayan Deli fişek ve ona karşılık olarak cilveyle ona el sallayıp gülen çiçeğinden habesizdi.
"Deli fişek yarın 1 saat erken içtima yapacaksın!" Diye konuştuğunda deli fişek küçük kıza gülümserken yutkundu.
"Emredersiniz komutanım!" Diyerek zar zor cezasını kabul etti.
"Dedem adam, bak bugün bayram. Bırak da rahat rahat uyusun çocik." Diyerek minik ellerini dedesinin yanaklarına koyup ikisinden de öptü.
Timdekiler alttan alttan gülerken Tuğgeneral Alpaslan Tunç karşısındaki çiçeğine hayranlıkla bakıyordu.
"İyi bakalım uyusun." Diye konuşunca Eylül mutlulukla aşık olduğu asker adama bakıp Kunt abisinden gördüğü göz kırpma hareketini yaptı -her ne kadar olmasa da tatlı gözüküyordu- karşılığında deli fişekten de öpücük alınca utanarak kafasını dedesinin boynuna soktu.
Eylül'ün o hareketiyle timdeki bir kaç kişi sesli gülerken Alpaslan kaşlarını çatmış.
Biricik çiçeği askerine cilvemi yapıyordu?!
"Deli fişek! Bayramdan bir sonraki gün yapılacak içtimayı 2 kere tekrar edip. Bayram bitene kadar bayram yemeklerine ve temizliğe yardım edeceksin." Diye konuşup çiçeğinin saçlarından öpüp odasına doğru ilerledi.
Alpaslan ve miniği olan kurnaz şirin Eylül Tunç olay yerinden uzaklaştığında herkesten gür bir kahkaha koparken deli fişek yutkunarak tebessüm etti.
"Şimdi sıçtın koçum!" Diyerek gülerken dizlerine vuruyordu Hörgüç Üsteğmen.
"Alpaslan Tunç'un kıskançlığından haberin yokmuş gibi torunuyla niye vakit geçiriyon."
"Ama çok tatlı." Diyerek güldü arkadaşlarına deli fişek.
Yalan yok çok tatlıydı küçük Eylül. Karargahtaki herkes o geldiğinde hayranca onu izlerdi.
Tabi o tatlılığın altında yatan yaramazlıkları da vardı. Mesela geldiğinde bazen timde ki bir iki kişiyi gözüne kestirir onları dedesinin izniyle oyun arkadaşı olarak kullanırdı.
Ne vardı sadece evcilik oynayan kızlar gibi olsa?
Eylül Tunç aklından öyle oyunlar kuruyordu ki bazen onun yüzünden ceza alıyorlardı. Saklambaç oynarken yasaklı bölgelere giriyordu, ağaçlara veya bahçe deki tankların üzerine çıkıyordu. Parkur alanındaki engellerden tutup sallanıyor ve düşüp üzerini kirletiyordu, etrafta koşup ebelemece oynuyordu. Bazen ise kendi yaptıkları içtimaya katılıp içtimayı oyun gibi kullanıyordu.
Bunların hepsini oyun adı altında yapıyordu. Oysa onun oyunu diğerlerine işkenceydi. Bazen sırf Alpaslan Tuğgeneralin içtima için Eylül'ün getirdiğini düşünüyorlardı.
"Tatlılığına laf yok zaten, dünya güzeli resmen maşallah." Diye konuştu suskun.
"Lakin farkındaysan o tuğgeneralin biricik tek kız torunu. O diğer torunlarına benzemez yani. Yanına yaklaştığın her an sana içtima veya temizlik olarak geri döner." Diye lafının devamını getirdi Çelik.
Bunu en iyi bilenlerden biri de oydu. Bir keresinde minik Eylül kendisiyle oyun oynadı diye onun yanağından ve burnundan öpüp kucağından bir süre inmemişti. Tabi bunu gören o zamanın albayı şimdinin ise Tuğgenerali olan Alpaslan Tunç'un hiçte hoşuna gitmemişti.
O gün saatlerce yaptığı içtimayı asla unutmuyordu.
"Ama kabul edin değer." Diye baktı kan kardeşlerine deli fişek.
"Küçük bir kızın bir tebessümüne bir gülüşüne her şey değer." Diye mırıldandı.
Değerdi.
Çocuklar için her şey değerdi.
💗
"Jarnana, jarnane, jarnana moj të keqëne Jarnana, jarnane, jarnana moj të keqëne."
Bıkkınlık ve gülerek baktı şarkı söyleyerek dans eden kız kardeşine Olgu.
"Yine mi janna jannane." Diye sordu Murat. Kız kardeşinin sesinden şarkı dinlemeye bayılıyordu ama minik kardeşi son 3 gündür bu şarkıyı söyleyip söyleyip duruyordu ve bu artık bir çoğunu bunaltmıştı.
"O me dorënde tënde moj balluk e prërë O me dorënde tënde moj balluk e prërë!" Diyerek kendi etrafında dönerek elindeki tarağı ile dans eden Eylül.
"Halam artık otursan mı? Bak başın dönecek." Diyerek konuştu Ahsen.
"Güzelim bari bayramda başka bir şey söylesen?" Diye homurdandı Alpaslan.
Eylül hiç birini takmadan hala dans ederek elindeki tarakla şarkı söylüyordu, birazdan babanesi gelip saçlarını örececekti.
"ѓулпарем(gülparem)" diyerek odaya giren evin annesi olan Talia Melike Tunç ile Eylül anında durup babanesinin elinden tuttuğu gibi onunla beraber dönmeye başladı.
"Hadi şarkı söyleyelim голема мајка!(Büyük anne!)" Diyerek gülerek şarkıda kaldığı yerden devam etti.
"Jarnana, jarnane, jarnana moj të keqëne Jarnana, jarnane, jarnana moj të keqëne." Diye söylerken Talia Melike hanım içi gider gibi baktı çiçeğine. Sonra kendisininde söylemesini beklediğini görünce gülümseyerek ona eşlik etti.
"O me dorënde tënde moj balluk e prërë Dora mu ndodh zënë trendafil me ere? Me se tu ndodh zënë moj balluk e prërë? Me unazëne tënde, trendafil me ere"
O gün Eylül ve Talia Melike Tunç beraber o güzel sesleriyle şarkılar söylediler. Ve odadaki evin babası Alpaslan Tunç kolunun altındaki kızının başından öperken hayranca izliyordu ikiliyi.
Kendisi gibi kenarda oturup ikiliyi hayranca dinleyen torunlarından haberi yoktu ama onlarda en az dedeleri kadar hayran olmuşlardı.
Konuralp kuzenini ve babanesini izlerken, Oğuz Konuralp abisinin omzuna yaslanmış bir şekilde şarkıyı dinlerken kitap okuyordu. Olgu kız kardeşinin sesiyle mıyışmış babanesi de ona katılınca yorgunlukla kanapede otururken uyuya kalmıştı.
(Oğuz sen=ben...)
Kunt ise Olgu abisinin yanında oturup elini yanağının altına koyarak kardeşinin ve babanesinin güzel seslerinin ahengini dinliyordu.
Ortamdan en çok soyutlanan kişiler ise kesinlikle Murat Tunç ve Kaan Tokmaktı. Eniştesinin kucağında oturup kardeşiyle yaşadığı anıları eniştesine fısıldayarak aktaran Murat'ı eniştesinden başka kimse duymuyordu.
"Sonra ittirdim bende çocuğu. Dedim ne diyorsun sen benim kardeşime!" Fısıldarken Kaan eniştesi kaşlarını çattı.
"Sonra ne oldu oğlum, çatlatmasana!" Diyerek homurdandı.
"Yok neymiş gelecekte evlenecekmiş eylülle! Papucumun insancığı. Evlenmez benim kardeşim! Beni bırkamaz." Diyerek eniştesinin yakalarını tuttu güçsüzce.
"Evlenmez dimi enişte?" Diye sordu dolu gözlerle.
Kaan iç çekerek ilk kucağında ki Murat'a baktı sonrada karşısında kaynanası ile dans ederek şarkı söyleyen minik Eylüle.
Bu güzellik ve tatlılık ile zor diye geçirdi içinden, hiç kızı olmamıştı ama Eylül'e her baktığında babacan bir hale geliyordu. Yalan yok kendi kızı gibi seviyordu miniği.
Diyemedi evlenmez diye çünkü bu acıyı daha geçen yıllarda kendi yaşamıştı.
Gözünün önünde büyüttüğü kız kardeşini bir herifin teki alıp başka şehire gitmişti...
"Enişte!" Kızgın çıkan sesiyle ona seslenen Murat ile kendine gelip gülümsedi Kaan.
Sıçrın sıva Kaan efendi.
Murat ani bir hareketle kalktı ve odadan çıkıp bir yere gitti. Onun gitmesiyle gözlerini oğullarına çevirip tebessüm etti. Ardından babasıyla sohbet eden eşine bakıp tebessümü büyüdü.
"Bana asık oldun dimi kaancim." Diye yanına oturan miniğe döndü Kaan.
Saçlarını iki yandan balıksırtı ördürmüş maviş gözlerle kendisine gülümseyerek bakıyordu.
Ona gülümseyip elleriyle onu kucağına aldı ve saçlarından öptü.
"Ne güzel olmuşsun kız cimcime." Diyerek güldü miniğe.
Eylül Tunç ise istediği cevabı alamayınca örgülü saçlarını savurarak kafasını başka tarafa çevirdi.
Bu onun deyimiyle; Küstüm senle konuşma benle kalbimi kırdın pişmiş kelle demekti.
Kaan ne yapıp Eylül'ü küstürdüğünü merak etsede sormaya korkuyordu.
"Saçın çok güzel olmuş cimcime." Eniştesinin dediği laflarla 'sen ciddimisin?' bakışları attı Eylül.
"Hala sen enistemi boşasana." Diye kollarını çiçek yaptı.
"Niye sen mi evleneceksin?" Diye güldü Ahsen Tomris.
Yiğeni kocasına hayrandı ve bundan asla şikayetçi değildi.
"Hayır, çok saf bir kocamız var lütfen onu boşa." Diyerek eniştesinin kucağından kalkıp koltuğun kenarındaki battaniyesini alıp kanepede uyuklayan olgu abisinin üzerine örttü.
Ardından Kunt abisinin yanına gidip kafasını kucağına koyup yattı. Bayramlaşmaya daha olduğu için birazcık abisinin dizlerinde dinlense sorun olmazdı.
Şaşkınlıkla kendisine bakan eniştesini umursamadan herkese sırtını dönüp abisinin dizlerinde saçlarında gezinen parmaklarla huzurla uykuya daldı.
"Bu kızın aşk hayatına hayranım!" Kocasına trip atarken herkesle iletişimini kesip uyuyan yiğenine baktı Ahsen Tomris.
"Hatırlatma bugün de karargah da askerime cilve yaptı resmen!" Diye homurdandı Alpaslan.
Hala deli fişeğe sinirliydi.
"Hangisine?" Diye sordu bozulmuş sesle Kaan.
"Ne oldu paşam aldatıldın mı sen?" Diye eşiyle uğraştı Ahsen Tomris.
Acayip eğleniyordu bu durumdan.
"Ne aldatılması ya? Yok öyle bir şey, yapmaz Eylül." Diye kafasını kapıya çevirdi.
Murat neredeydi kendisini birtek adam akıllı o anlıyordu bu konuda.
"Nasıl bir hismiş hergele? Kızının gözünün önünde baskasını sevmesi falan?" Diye sordu gülerek Alpaslan.
"Alpaslan!" Diye kızdı Melike hanım.
"Ne var güzelim? Ben hala hatırlıyorum tarihi, yıllar geçer belki bu hergele bile unutur o tarihi ama ben unutmam." Diyerek homurdandı.
Bugün ne çok homurdandınız ama Alparslan beyim...
"Bizim evlilik yıldönümümüzü sorsam hatırlamazsın Alp!" Diye eşinin kolunun altından çıktı Melike hanım.
"19.05.1976 güzelim oldumu? Şimdi çıktığın yere gel bakalım." Diyerek kolunu kaldırıp eşini beklemişti.
Melike ise hala unutmamasına karşı içten bir tebessüm edip kedi gibi eşinin kolunun altına girip sarıldı.
Bir tarafında biricik kızı bir tarafında eşiyle odadaki kocaman ailesiyle çok mutluydu Alpaslan Tunç.
"Bu kadar benzeyemezsiniz babane!" Diyerek konuştu Konuralp.
Herkes anlamazca ona bakınca gülerek Eylüle baktı.
"Eylül de böyle soruları çok sorar, aldığı cevaplarda mutlu olunca sırnaşır, utanınca sarılıp yüzünü gizler." Diye konuşunca tebessüm ettiler.
Herkes biliyordu ki Eylül Tunç fiziken olmasada huy olarak tıpatıp babanesine benziyordu.
Büyükler bu duruma her ne kadar gülselerde kaşlarını çatan Kunt kardeşinin uyanmamasına dikkat ederek yanındaki yastığı alıp Konuralp'e attı.
"Sen nereden biliyon bunları!" Diye kızdı.
"Abovv ortalık karıştı." Diye mırıldandı babasının göğüsünde yatan Ahsen.
Babası da onun dediğiyle kıkırdayıp annesinin ve kendisinin başını öptü.
Konuralp ve Kunt atışırken, Yusuf Olgu kanapede kız kardeşinin kokusunun olduğu battaniye ile iyice uykuya geçerken onunla aynı durumda olan eylül ise onca sese rağmen hala uyanmamıştı. Oğuz ise okuduğu kitabın son sayfalarına yaklaşmış heyecanla kitabın son sayfasının gelmesini bekliyodu.
"Eylül!" Diye bağırarak giren muratla herkes susup ona döndü. O ise eylülün yanına gidip onun başından öperek uyandırmaya çalıştı
"Eylül, Eylül uyann." Diyerek öpüyordu.
"Oğlum ne oluyor?"
"Murat?"
"Murat napıyon la?"
"Ya abi bir dur. Eylül güzel kardeşim hadi uyan." Diyerek son kez saçını öptü ve o an istediğine ulaştı.
Gözlerini ovalayarak toparlanan eylülle heyecanla elindeki defter kalemle onu bekliyordu Murat
"Abi?" Diye sordu Eylül uykulu sesiyle.
"Abim." Diye karşılık verip yanaklarından öpmüştü.
"Ne oluyor?" Diye sordu bu sefer merakla.
"Anlaşma yapıyoruz." Diyince Eylül dahil herkes kaşlarını çattı.
"Ne anlaşması?" Diye sordu ayağa kalkarken.
"Bak şimdi sen buraya imza atıcaksın ve sonra 30 yıl evlenmeyi bırak sevgilin dahi olmayacak." Diyince Eylül kaşlarını çatarak abisine bakarken büyükler -en çok da Ahsen Tomris - gülmemek için büyük çaba harcıyorlardı.
Herkes Eylül'ün ne yapacağını beklerken eylül abisinin arkasına geçip boyunun yettiği kadarıyla ensesine vurdu.
Kendini tutamayan Ahsen Tomris gülerken diğerleri de ona katılmıştı.
Ani gelen darbe ile sendelenen Murat ne olduğunu anlamadan bu sefer kendisine sarılan kardeşiyle hiç bir şey anlamıyordu.
"Seni çok seviyorum abişim ama kocama dokundurtmam." Diyerek yanağını öpüp abisinin elindeki kağıdı eline alıp inceledi. Okuma yazması yoktu ama burada 30 yıl evlenemeyeceği yazıyordu.
"Mantıklıymış aslında." Diye konuştu Kunt. Onu duyan halası iyice gülmeye başlamıştı.
Yiğeninin başı bu kadar kıskanç erkekle beladaydı.
"Cidden biz niye düşünemedik bunu?" Diye sordu eşine Alpaslan. Babasının lafıyla babasına bakıp gülmesini zarzor durdurdu.
Yanağından öperek kocasının yanına geçti bu sefer. Onun bu haline Alpaslan Tunç göz devirerek başka tarafa bakarken Kaan huzurla eşinin yanağından öpüp çocuklarını izlemeye başladı.
Eylül yerde oturup abisinin anlaşmasını kabul etmediğini göstermek amacıyla Makedonyaca hayır kabul etmiyorum abiş ben ve kocişim çok mutluyuz yazıp ona uzattı.
Sonuçta abisi o dili bilmiyordu.
Babaneside kendisini satmazdı.
Sonra abisini orada şaşkın şaşkın bırakıp koltukta dedesinin yanına gidip ona sarıldı sıkıca.
"Çok şükür hala! Senin kocan var gidip ona sarılsana ne diye benim kocama sarılıyorsun?" Diye homurdandığında büyükler şoka girdi.
Eylülü kesinlikle dizilerden uzak tutmalılardı çünkü bu koca sevdası hiç normal değildi.
Alpaslan gülerek çiçeğinin anlından ve boynundan öpüp ona gülümseyerek baktı.
"Dedem adam." Diye konuştu cilve yaparak.
Onun bu haline gülerek tekrardan öptü Alpaslan.
"Efendim güzelim, biriciğim?" Diyes sordu.
"Bizim sınıfta Tuncay vardı. Onu bana isteyelim mi?" Diye sordu nazlı nazlı.
Gülen adam tekrardan somurtunca Eylül dedesinin boynuna sarıldı.
"Noğluğurr dede! Noğlurrr bak etme eyleme. Sevenleri ayırma!" Diyerek gözlerini doldurunca Alparslan ne yapacağını bilemeden torununa sarılmıştı.
"Enişte sana dediğim çocuk bu işte!" Diyen muratla Kaan kaşlarını çattı.
"Biz bir gidelim bakalım kimmiş bu Tuncay." Diyerek konuştu.
"Dede Kunt abiye bir şey dermisin ya? Sırf geçen Eylül'ü öptüm diye vuruyo bana!" Diye seslenen Konuralp ile olaylar iyice gariplesmeye başladı.
Ve o an başka bir odadan bebek ağlama sesi geldi.
Yiğit Tunç'un
Herkes yutkunarak Eylüle dönerken Eylül sakince dedesinin boynundan ayrılıp sakince yere indi.
"Bırakında takas edip geleyim işte şu bokluyu!" Diyerek kapıya yürürken Kunt abisi hızla onu tutup sıkıca sarıldı. O sırada da halası hızla kalıp yiğite bakmaya gitti.
Lakin bir türlü susmayan yiğitle abisi Olgu uyanınca iyice dellenen Eylül abisinin kolları arasında bağırdı.
"Kuyruğuna basmıyorlar yiğit! Senin yüzünden Olgu abim uyandı mutlumusun! " Diyerke kızdı ona lakin Eylül'ün lafıyla sanki daha fazla ağlayan yiğit birini istiyordu.
Ablasını...
Eylül de bunu hissetmiş gibi gibi abisinin kollarından sakince çıkmış ve yiğitin olduğu odaya ilerlemişti.
Kucağında yiğitle bir sağa bir sola giden halasına bakmadan koltuğa oturup yiğiti istedi.
"Hala yiğitimi versene."
Ahsen Tomris ilk önce emin olamasada sonra yavaşça yiğiti Eylül'ün kucağına koydu ve arkasına dönüp kapıya baktı.
Bütün herkes tetikte olarak Eylüle bakıyordu.
O an bir şey oldu ve Eylül kardeşinin yanağını öpmesiyle yiğit yavaşça susup ablasını izlemeye başladı.
Bunu gören Eylül tebessüm etti.
Hep böyle olurdu herkesi korkutur yiğitle uğraşır sonradan onu bağrına basardı.
"Benim güzel kardeşim, niye bu kadar ağlıyorsun? Sana yazık. Valla değmez başkaları için ağlamana. Bak ben ağlıyormuyum? Hayır. Neden çünkü akıllıyımda ondan." Dedi bilmiş bilmiş.
Herkes karşılarındaki ikiliye bakarak tebessüm edip kenara geçip oturdu. Ahsen Tomris ise evdeki minik kamerayı alıp bu anı kaydetmeye başladı.
"Ama sende benim kardeşim olduğuna göre boş yere ağlamazsın. Yemek yemek istediğinde ağlama mesela kalk yemeğini ye, ablanı örnek al azıcık. Ondan sonra her akşam gecenin bir vakti perilerle rüyamda oyunlar oynarken de ağlama çünkü bir daha periler gelmiyor. Tabi eğer bir yerin acıyorsa ağla tamam mı ben hemen gelirim yanına."
Yiğit ise boncuk boncuk gözlerle ablasını izliyordu. Hiç çıtı çıkmadan, uykusu vardı ama ablasına bakmaktan da uyuyamıyordu.
Eylül bunu fark etmiş gibi yanaklarından öptü.
"Uykun mu geldi senin. Ninimi söyleyim?" Diye sordu yiğite.
Ona cevap veremeyeceğini bilmesine rağmen soruyordu ama istediğinide biliyordu.
Geçenlerde duyduğu ninniyi hatırlamaya calıştı. Çamlıbelden falan diyordu ninnide. Bir anda hatırlamasıyla hanım hanım öksürüp sesini ayarladı.
"Çamlıbel'den çıktım yayan Dayan ey dizlerim dayan Kardaş atlı bacı yayan."
"Nenni nenni, nenni nenni Nenni nenni, nenni bebek oy Nenni nenni, nenni nenni Nenni nenni, nenni bebek oy"
"Bebeğimin beşiği çamdan Yuvarlandı düştü damdan Bey babası gelir şamdan"
"Nenni nenni, nenni nenni Nenni nenni, nenni bebek oy Nenni nenni, nenni nenni Nenni nenni, nenni bebek oy"
"Bebeğimin beşiği bakır Yerinden kalkmıyor ağır Ben sallarım takır takır"
"Nenni nenni, nenni nenni Nenni nenni, nenni bebek oy Nenni nenni, nenni nenni Nenni nenni, nenni bebek oy" diye son verdi.
Gözleri dolmuştu nedensizce dolmuş gözlerle uykuya dalan kardeşine bakarken tebessüm etti.
"Annem ve babam adına senden çok özür dilerim kardeşim."
Bu cümle odadaya bomba etkisi bırakırken babanesi Talia Melike,halası Ahsen Tomris ile dedesi Alpaslanın içi gitti.
Oğullarının, abilerinin böyle bir kötülüğü hepsinden önce şuncacık çocuğa yapmaları yakıyordu canlarını...
🎉
"Bayram vakti! Bayram vakti! " Diyerek bağırarak içeriye girdi Eylül.
Sabahtan beri en çok beklediği şey olacaktı.
Bayramlaşma, dolmalar, şekerler, paracıklar ve bayram ziyaretleri...
Sabırsızlıkla bekliyordu.
"Sakin ol güzelim." Diyerek miniği tuttu Olgu. Eylül kendisini tutan abisine pis pis baktı.
"Ben zaten sakinim bikerem. Siz çok telaş yapıyorsunuz." Diyerek örgüsünü açıp lülelüle olan saçlarını savurarak yürüdü eylül
Onun bu haline herkes gülerken herkes bayramlaşmış, bayram kahvaltısı yapılmış dolmalar yenmiş ve paracıklar toplanmış. Şimdi ise bu şeker ailemiz bayramlaşmaya çıkacakmış.
Onlar çıksın bayramlaşmaya biz gelelim bir başkasına.
Tunç ailesi yıllardır zaten bir arada mutluydu, onlar sadece Eylül'ün gitme olayı onları huzursuz yapmıştı.
Lakin Öztürk ailesinde işler daha farklıydı. Tunç ailesinde eğlenceler kahkahalar doluşurken Öztürk ailesinde suskunluk hakimdi.
Hadi birde gidip oraya bakalım...
Kahvaltılıkları masaya koyup masanın son haline tebessüm ederek baktı Leyla hanım.
Belki bu sefer güzel geçer diye geçirdi içinden bir ümit. Derin nefes alarak adınlarını oğlu Miraç'ın odasına çevirdi.
Kapıdan girip beşiğinde rahat rahat uyuyan oğlunu öpüp kokladı sıkıca sardı.
Kaçıncı çocuğu olursa olsun her türlü çocuğunu çok seviyordu. Bazen o kadar çok onlara ilgi gösteriyordu ki eşi huysuzlanıp onunla uğraşıyordu.
Ama ne yapabilirdi ki? Evlattı bu, öyle tatlı öyle narin mir nimetti ki onsuz yaşanmaz canı yansa dayanılmazdı.
Leyla hanım bunları düşünürken bir anda içeriden bağrışların gelmesiyle huzurlu gülümsemesi kederli bir gülümsemeye döndü ve derin nefes alarak son kez oğlunu öperek odadan çıkıp sesin geldiği yöne doğru ilerledi.
Adımları yavaşlarken gözlerini karşısında bağıran küçük kızı ile bakıcısının mahçup halini görmesiyle dudağını kemirerek yaklaştı onlara.
11 çocuğu olsa bile hiç birine bir bakıcı tutmayı hiç düşünmemişti evet belki zorlanıyordu ama çocuklarıyla ilgilenmeye bayılıyordu.
En çokta kızına vakit ayırmak istiyordu, onunla süslenip püslenmeyi gezmeyi sohbet etmeyi çok istiyordu lakin minik kızı 4 yaşına girdikten sonra inatla bakıcı istemiş ve her ne kadar inkar etsede eşini ikna edip kendisine bakıcı tutturmuştu.
Bakıcının omzuna elini koyup destek veren bir tebessüm ederek bakıcısı balcaya sordu.
"Ne oluyor balca?"
"Bir şey yok hanımım." Diye konuştu çekingen bir tavırla balca.
"Nasıl biy şey yok! İstemiyoğum bu elbiseleri hepsi çoğk köyü!" Diyerek bağırdı belinay.
"Ama küçük hanım-" diye balca titreyerek konuşurken Belinay iyice dellendi.
"Aması yoğk! İs te mi yoğ rum! Bu kaday" diyerek sırtını dönüp odasına girip kapıyı yüzlerine kapatmıştı.
Kederli bakışları kızının odasından balcaya dönerken omzunu destek verircesine sıkıp gülümsedi.
"Boş ver sen onu şu aralar hep huysuz. Sen yavaştan çıkabilirsin, bayram bayram senide uğraştırıyoruz." Diyerke mahçupca konuştu Leyla hanım
"Yok hanımım ne kusuru, bu benim işim." Diyerek derin nefes aldı balca.
İşini çok seviyordu ama küçük belinayı sevemiyordu...
O küçücük boyu ve aklıyla kendisine nasıl ithamlarda bulunuyordu hala şaşıyordu.
Zorunlu olmasa direkt bu işten çıkardı zaten kendisini isteyen başka ebeveynler de vardı lakin Belinay ısrarla balcayı istediği için evin babası biricik kızının istediği bakıcı olsun diye normalde alacağı paranın 4 katını ona veriyordu.
Ailesi için katlanıyordu sadece.
Balca ile Leyla hanım konuşa konuşa vedalaşıp balcanın kendi evine gitmesiyle ayrıldılar. Leyla hanım tekrardan eve geldiğinde yine bir bağırışın koptuğunu ama bu sefer oğullarından birinin ağlama sesi gelmesiyle o tarafa doğru koştu.
Gördükleri ise yüreğini ağzına getirecek cinsdendi.
Belinay elindeki kırmızı renkli kuruboya kalemi ikizi akının koluna geçirmiş ve ikizinin çığlık seslerini umursamadan arkasında ki kendisine ait olamayan ikizinin dolabındaki elbiselere gülerek bakıyordu.
"Oğlum!" Diyerke koştu Leyla hanım akının yanına.
Elini kalemin olduğu yere koyarken eli titredi, ne yapacağını bilemedi. Sakın olması lazımdı ama olamıyordu, hayatında ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyordu.
Telaşla oğlunun çığlık ata ata ağlayan gözlerine bakarken arkasından gelen benzer sesle başını ümitle o tarafa çevirdi.
"Akın?"
"Kardeşim?"
15 yaşındaki Tugay ve Tarık ikizler kardeşlerinin susmayan çığlığını duymuş ve koşarak onun yanına gelmişlerdi.
En fazla yine Belinay onun oyuncaklarını parçalamış, onu dittirmiş diye düşünürlerken koluna saplı olan kırmızı kuruboyayı beklemedikleri aşikardı.
"Tarık Tugay çabuk babanızı arayın! Hemen gelsin, çabuk!" Diye bağırmasıyla tugay ve tarık koşarak annesinin telefonunu almış ve babasını aramışlardı.
İş yerinde küçük bir aksaklık çıktığı için onu halletmeye giden ve o sırada eve dönen Azat bey ise eşinin aramasıyla gülümseyerek telefonu açmıştı.
"Güzelim bir şey mi istiyorsunuz?" Diye sordu.
""Baba""
(Aynı anda konuşma maksadı)
Azat bey en büyük oğullarının telaşlı sesini duymasıyla kaslarını çatarak arbayı hızlandırdı.
"Tugay? Tarık? Ne oluyor oğullarım, anneniz nerede?" Diye sordu.
Tugay ve Tarık birbirlerine baktı, bu durumda ne diyeceklerini bilemazken babaları telefondan onlara sesleniyordu. En sonunda soğukkanlılığını koruyabilen tarık ikizinin elinden telefonu alıp babasına yanıt verdi.
"Baba akın kolundan yaralandı, nasıl oldu bilmiyoruz. Annem çok telaşlı ve akının kolundan kan geliyor." Diye konusmasıyla babası onlara sakin olmasını söyleyerek telefonu kapattı.
Ondan sonraki olaylar ise çok aşikardı...
Evin babası Azat bey geldiği gibi bütün aile hastaneye gitmişti, Leyla hanım ve evdeki bütün görevliler sorguya alınmış, ifadelerini verip çıkmışlardı.
Dışarıdan her ne kadar garip bir olay gibi görünse de çok acı verici bir olaydı.
En çokta akın için.
Çünkü akın koluna saplanan o kalem yüzünden kolunu ömrü boyunca tam olarak kullanamayacak ve onun izini hep tasıyacaktı lakin onu en çok yaralayan ise hayalindeki meslek olan polisliği fark etmeden elinden kayıp gitmesiydi.
Şimdi bayram bayram kötü anıyla bitirmek güzle olmaz biz şimdi yine bir tunç ailesine dönelim.
Tunç ailemiz en son bayramlaşmaya çıkmışlardı değilmi? Büyük ihtimalle şuan Alpaslan beyin kan kardeşi olan Orkun Aktaş'ın evinde olmaları lazımdı.
Gidip aktaş evine bir göz atalım.....
"Ya gitsene sen, istemiyorum seni anla." Diyerek kaçan oğlanın peşinden koştu Eylül.
"Yav ne olacak bi kerem yanağınından öpsem! He? Noğluğurrr!" Diyerek gözlerini doldurup ağlamaya hazırlandı.
Şuan hayırın h sini bile dese hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlardı.
Dolmuş olan cam gibi berrak olan maviş gözlerle kendisine bakan beyazlar içindeki minik kıza baktı Uraz Aslan Aktaş. Dedeleri sayesinde bebeklikten berliği tanışıyorlardı daha doğrusu uraz tanıyordu çünkü Eylül daha doğduğunda Uraz zaten 4 yaşındaydı.
Şuan ise 8 yaşında olan tatlı ve bir o kadar beyfendi bir çocuktu babası onu en güzel şekilde eğitmiş annesi ise ona en güzel ahlakı göstermişti.
E haliyle çevredeki bir çok hanım teyzenin maşallah diyip arkasından tükürdüğü bir çocuktu.
"Noğluğurrr Asyan! Bir kere öpem, bicik valla bak." Diyerek tekrardan peşinden koşunca Uraz kurtuluşu olmadığını anlayıp koşarken bir anda yerinde durdu.
Onun durmasıyla Eylül hazırlıksız olduğu için koşarken uraza çarpıp yere götünün üzerine düştü. Uraz karşısında yerde tatlı tatlı oturup ağlamamak için dudaklarını büzen minik kıza bakarak iç çekti.
Fenasın başa belasın be Eylül Tunç:)
Bir dizini kırarak küçük kıza eğildiğinde ona heyecanla bakan maviş gözleri görmesiyle gülümseyip gamzesini küçük Eylüle hediye etti.
Eylül ise karşısında ki Aslan'ın gamzelerini görmesiyle bütün acılarını unutup gamzelerine bakarken kıkırdayıp minik parmaklarını gamzelerine koyup yanağındaki çukurlara dokundu.
Uraz Aslan ise aniden gelen temas ile titresede minik kızı geri çevirmedi. Zaten geri cevirse abisine ve büyük kuzenine söyleyip boşuna basına dert almak istemiyordu.
Eylül'ün kıskanç tunç ve bulut erkeklerinden haberi vardı aslanın, kendisi yeri gelir ki Murat dan yeri gelir ki Kunt tarafından az kovalanmamıştı.
Ama o bir şey yapmıyordu ki! Aksine o Eylülden kaçıyordu ama minik Eylül onu hep kovalayıp köşeye kıstırıp ne yapıp edip ya yanağından öpüyor yada onun vicdanıyla oynayıp kendisiyle oynatıyordu.
O an Uraz Aslan kendisinden beklemediği bir şey yaparak kendisine tatlı tatlı gülen minik Eylül'ün yanağına ve anlına minik masum bir öpücük kondurdu.
Asla anlamıyordu annesinin Eylül geldiğinde neden öpmeye doyamadığını, babasının heleki dedesinin öpmek için can attığını anlamıyordu. Taki şimdiye kadar.
Öptüğü pamuk gibi yumuşak olan teni saçlarından yayılan ballı süt kokusu ve teninden gelen o tatlılık hissi ile öptükçe öpesi gelinecek bir tipti.
Fark ettiği şeyle bir anda kendisine gelerek hızla eylülden uzaklaşıp odadan yanakları kızarık bir şekilde kaçtı.
O an fark etti ki eğer bir gün Eylül tekrardan onu öpmek isterse kendisi de onu öpmek isteyecekti.
__________
"Gülgüzeli gel bakalım kucağıma." Diyerek çağırdı kucağına Eylül'ü Orkun Aktaş.
Eylül ise dedesinin en yakın arkadaşına koşarak sarılmış ve kendisini kucağına alıp saçlarıyla oynamasına izin vermişti.
"Daha daha nasılsın Oykun Amca?" Diye konuştu.
Orkun ise kucağındaki miniğe gülümseyerek yanağından öptü.
"İyiyim gül güzeli sen nasılsın? Bu mendebur deden üzmüyor seni dimi? Üzüyorsa söyle alıyım ben onun bır boyunun ölçüsünü." Diye gülümserken odaya giren Alpaslan Tunç ile gülüşü büyümüştü.
Alpaslan sakin sakin odaya girerken Orkunun lafıyla ve biriciğinin onun kucağında olduğunu görmesiyle kaslarını çatarak ilk torunu kunt'a döndü.
"Hayırsız torun! Ben kucağıma aldığımda burnumdan getiryorsun. Onun benden ne farkı var?" Diyerke kızıp sonradan hızla Orkunun kucağından biriciğini alıp Orkunun yanına oturdu.
Eylül ise dedesinin kendisini almasından memnun olarak dedesinin göğüsüne sırnaşarak Orkun amcasına baktı alttan.
Ona göz kırpan yeşilliklerle kıkırdadı.
"Lan it herif! Nasıl Gözümün önünde sen benim çiçeğime göz kırparsın?" Diyerek kızarak ensesine vurdu Alpaslan.
"Napsaydım devrem arkandanmı yapsaydım? Hı, dimi cimcime?" Diyerek eylüle öpücük attınca Eylül gülerek kafasını dedesinin göğüsüne gömdü.
Bu muhabbet böyle ilerlerken odaya giren Uraz Aslan ile eylül dedesinin kucağından kalmış ve sallana sallana urazın yanına gitmişti.
Kalkan Eylül ile bütün herkes minik kıza bakarken halası Ahsen ve urazın annesi olacak şeyleri hissetmiş gibi birbirlerine bakıp güldüler.
Olayı hala anlamaya çalışan tunç erkekleri ve bilmem kaçıncı kocası olan eniştesi ise merakla Eylülü izlerken Eylül bir anda urazın yanağından öpüp elinden tuttu.
"Hıh bak öptüm işte! Şimdi oyun oynayacağız itiyaz yok!" Diyerek herkesi geride bırakarak urazı peşinden sürükleyerek çocuk odasına koşturan Eylül ile herkes şaşkındı.
Buna Uraz Aslan da dahil ( ꈍᴗꈍ)
Odadan el ele ayrılan minikleron peşinden ilk kalkan tabiki de Kunt Tunç olmuştu.
"Eylül! Gel ben senle oynarım, bırak o beceriksizi!" Diyerek peşlerinden sırayla koşan tunç erkekleri ile en son ayağa kalkan oğuz ile Ahsen Tomrisi kahkahalara boğmuştu.
"Eylül kurbanın olam istersen ayakkabın bile olurum ama o çocuğu bırak!" Demesinin ardından bir tokat sesiyle Eylülün kızgın sesi yankılandı.
"Benim kocama mı aşıksın lağn sen!?" Ahsen ve urazın annesi sesli sesli gülerken Orkun kan kardeşine ve onun damadına gülerek bakıyordu.
Alpaslan tunç ve Kaan tokmak ise az önce kapıdan el ele çıkan miniklerin ardından kaşları çatık bir şekilde bakıyorlardı.
Kendine ilk gelen ise Kaan olarak hızla yerinden kalkıp peşlerinden gidecekken urazın babası olan dostu Vural Aktaş tarafından tutulup dışarıya götürüldü.
Vural saatlerce hatta yıllarca bunun şakasını geçecekken aynı şey Orkun Aktaş ve Alpaslan Tunç arasında da geçerli olacaktı.
"Lan Orkun! Lan Orkun! Senin ağzına tüküreyim ben!" Diyerek kızarak yerinden fırladı Alpaslan.
Vaktinde bir görevdeyken şehit düsme olasılıkları varken Orkun Aktaş yol arkadaşıyla uğraşırken almıştı sözünü.
"Bir gün senin kızını alacağım gelinim yapacağım göreceksin." Diye.
"Bok bulursun Devrem!" Diyerek Alpaslan son noktayı koysada en sonunda gülerek arkadasının gecveze çenesini kabullenerek geçiştirmişti.
Tabiki de ne Alpaslan ne de Orkun bunu ciddi anlamda söylemislerdi ama bu gidişle bu olay gerçek bir aşk hikayesine dönüşecek gibi gözüküyordu.
Aşk gerçek hayata tasınır ise Alpaslanın fikri ve tavrı az önce dediğinden de belli olmuştu ama neysem...
BÖLÜM SONUUUUUU
İYİ BAYRAMLAR DİLİYORUM VE SİZE BUGÜN OLAN TALİHSİZLİGİMİ ANLATMAK İSTİYORUM.
Ula benim tansiyon manyadı bugün bir indi bayılacaktım zor durdum anamgil ilimon içirdi bu seferde kan şekerim düştü yine başım dönmeye başladı. En son dünürlerde kafamı kanapeye yaslanıştım ondan sonrası yok bende.
Sonra yasadığım en büyük şoka gelecek olursak eğer
Yengemin komşusu benim eski orta okuldan 5. Sınıf matematik öğretmenim çıktı! İşin en şok edicisi ise kadın hem beni hem abimleri hemde yengemi okutmuş.
Buna normal diyebilirsiniz ama abimlerle benim aramda küçük abimle 7 büyük abimle 9 yaş farkı var siz düşünün.
Buna rağmen şaşırmazsanız bile beni lütfen bozmayınız ben bu saskınlığımla çok mutluyum valla.
Kadını en son 5yıl önce görmüştüm hiç de degişmemiş mübarek.
Neysem bu bölüm hem tatlı hem acı hemde benim dertlerimle geçen bir bayram şekeri olsun diyorum ve bayramınızı tekrardan kutluyorummmm✨🤍🎉💗🎀
|
0% |