Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Kan bağı değildi olay, asıl gerçek kanından olmayana kardeşim diyebilmekti -8-

@idlxlluviaxx

Yiğit Tunç'un ablasız geçirdiği bir kaç günün ardından anlatımı (Öztürk kardeşlerin geldiği gün)

 

Allah siz neye onsuz yapamam o olmazsa olmaz derse sizi onsuz da yaşatabilirmiş. Ablam bunu bana daha 8 yaşımdayken öğretmişti.

 

O zaman her ne kadar anlıyorum desenlmde içten içe nasıl olucak diye de düşünüyordum. Şimdi daha iyi anlıyorum ki dua ederken daha dikkatli ,konuşurken daha dikkatli olmak gerektiğini.

 

Geçtiğimiz yıl 8. Sınıf mezuniyet partimde arkadaşlarımla otururken ablamın konusu açılmıştı. Arkadaşlarım da ablamı çok seviyor kendi ablaları gibi görünüyorlardı, her ne kadar kıskansam da bu içten içe bir gururdu.

 

Ben ablamla gurur duyuyordum.

 

Yaşadıklarına rağmen onca karışıklığa rağmen hala o güzel gülümsemesiyle bize parıl parıl bakan gözlerini gördükçe içim gidiyordu. O benim olmayan ama olan annemdi.

 

Annem yaşıyordu ama anne değildi. Bunu daha ilk okulda toplantılarıma gelen abilerim ve bana anne edasıyla bakıp sarıp sarmalayan ablamla anlamıştım.

 

Ablam, gülgüzelim, ikinci evim.

 

Bazen insanlara anlattığımda bunun abla kardeş ilişkisinden fazla olduğu konusunda geveliyordu ama hayır. Evet belki bizim aramızda abla kardeş ilişkisi yoktu çünkü biz abla kardeşden çok anne-oğul veya ikiz gibiydik. Lakin onların ima ettiği anlamda hiç bir şey yoktu. İnsanlar boş konuşmaya o kadar meyilliydi ki.

 

O mezuniyet partisinde masada onsuz asla bir gün geçiremeyeceğimi söylemiştim. Arkadaşlarımda ablan evlenirse ne olacak diye benle dalga geçmişti işin sonu benim sinirlenmem olunca konu orada kapanmıştı.

 

Ta ki bugünlere kadar.

 

Büyük lokma ye büyük söz söyleme dedikleri bu olsa gerek. Çünkü şuan ablam olmadan geçirdiğim 7. Gün bi nevi bir hafta.

 

Günler saatler su gibi akıp gidiyor gibiydi ama sanki gitmiyor gibiydide birkaç saniyenin içine sıkışmış hissettiğim çok oluyordu.

 

Geçiyordu ama geçmiyordu, yaptığım şeylerden zevk alamıyordum. Mesela mutfağa gitmek istemiyordum çünkü her gittiğimde buzdolabının üstünde ki ablamla beraber çocukken yaptığımız kuru boya resimlerini gördükçe gözlerim doluyor iştahım kapanıyor.

 

Odamda kalmakta istemiyordum çünkü bu sefer de ablamla okuduğum kitaplarım, topluca oynadığımız kutu oyunları. Ders masamın üstündeki resimlerimiz ablamın daha hastane olayı olmadan bir önceki gece benle yatmadan önce bana kızarak değiştirdiği nevresimleri gördükçe içim gidiyordu.

 

Bu bizim imtihanımızdı.

 

Ablamla her gün akşam ve sabah olarak görüntülü ve normal olarak konuşuyorduk ama yakında okulların başlamasıyla ablamla görüşmem kısıtlanacaktı.

 

(Bu arada ilk bölümde Eylül'ün okulda olma sebebi 8. Ve 12. Sınıflara bazı okullar Yaz kursu gibi normal gündelik ders gibi ders işleyip yoklama falan alırlar ya ondan olduğu için)

 

Düşününce ablamı o gün ne kadar kolay verdiğimizi düşündüm. Sırf olay çıkmasın diye hemen git dene dediğimiz o dakikalar aklıma doluşdu.

 

Acaba ablamın canı acımışmıydı?

 

Acısada fark etmezdi ki o. Çektiği acıyı acı onu yakıp kavuran kadar fark etmez en sonunda acı en son reddeye çıkınca anlardı.

 

Ablamı çok özlemiştim...

 

O güzel eşi benzeri olmayan kokusu, saçlarımla oynaması, yatmadan önce hep söylediği sakin şarkılar ve öyküler.

 

15 yaşıma girmiş olsam bile ablam bana ninni anlatsa bile kabulümdü. Ondan gelecek her şey başım gözüm üstüne olurdu.

 

Akşam abimler geldiğinde bu konuyu konuşacaktım. Hiç değilse haftanın yarısı bizde kalsaydı, beraber olsaydık. Şimdi sadece bir kaç günde sadece bir kaç saat gecirebilmiştik.

 

Velayet davasının tekrar açılmasını konuşmamız gerekiyordu.

 

Ablamın yokluğu beni etkilediği gibi abimlerinde etkilemişti, özellikle de Kunt abimi.

 

Ablamın gittiği gün hatta saatin sonunda bizimle vedalaşıp iş için yurt dışına çıkmıştı. Dün bir nedenle dönmüş sonra tekrardan gitmişti.

 

Abim ablamsız bu eve adım bile atamıyordu.

 

Kunt Abim ablamı her zaman kendi kızı gibi görürdü bunu hepimiz bilirdik. Bazen o kitaplarda ki big boyla ile masum kızı çiftleri gibi flörtleşirlerdi. Murat abimle ben de onlara bakıp gülüp dalga geçerdik.

 

Onunda evin her köşesine bakınca ablam aklına geliyordu kesin. Çünkü bu ev o eve nazaran bizim mutluluklarımızla dolu olan bir evdi, çocukluğumuz olmasada gençlik yaslarımız burada başlamış ve buradan devam edecekti.

 

Kunt abim her ne kadar yurt dışına gidip bizi bîrakmış gibi gözükse de her akşam ablamdan sonra onunla da konuşuyorduk. Oradaki durumlar buradaki olaylar ve ablam derken asla konuşmayan abimi bile bülbüle çeviricektik en sonunda.

 

Tabi en uzun konuştuğu şeyler her zaman canım ablam olan Eylül Tunç'tu.

 

Murat abim ise apayrı bir kafadaydı. İşinde daha fazla nöbete kalıyordu ama beni boşlamamak adına benle gelip geziyor, video oyunları oynuyordu. Hem kendi hemde benim kafamı boşaltmaya çalışsa da işe yaramıyordu.

 

Ablamlarla buluştuktan sonra miraç ve Kaan'la dolaşıp sohbet etmiş bir süre sonra da Miraç'ın eve gitmesiyle bizde evlere dağılmıştık. Evde yapacak bir şey bulamayınca kendimi odama atıp bir haftanın ardından ilk kez kitaplıktan bir kitap almıp okumaya niyetlenmiştim.

 

Ama yok! Kafama bir bok girmiyordu. Sayfa sayısına baktığımda ise boş boş 24 sayfa okuduğumu görünce sıkıntılı bir nefes verip kitabı okumaya başlamadan önce kaldığım yere ayracı tekrar koyup kitabı kapattım.

 

Oturduğum armut koltukta kafamı geriye yaslayıp tavana bakmaya başlamıştım.

 

Abla

 

Ablam

 

Benim ablam

 

"Çok özledim be abla..." Diye fısıldadım gözümden akan yaşla.

 

Çok özledim yarabbim, o da hayatta bende çok şükür ama lütfen sen bu imtihanı hayırla bitirmeyi nasip et. Yarabbim sen bizim içimizdeki bu hasret ateşini soğut yarabbim.

 

Dua ederken bir anda ezan programından gelen ses ile namaz vaktinin geldiğini anlayıp tebessüm ettim.

 

Şuanda ablamın sesin geldiği an odaya dalıp odaya 'ey ahali hayde namaza. Kılınan her namaz için bir öpücük artı hediye! Hadiii daha ne oturuyorsun ayol kalk' diye beni kaldırması lazımdı.

 

Banane o kadar çok benziyordu ki sanki o gün babanemin görevini o almıştı, bütün yükü. Büyüklüğü...

 

Her kıldığımız namaz vakti için bir öpücük artı kendi kafasından geçen bir hediye olurdu. Bazen bir çikolata bazen kendi yaptığı bir tatlı bazen çarsıdan aldığı küçük ama anlamlı hediyeler veya kendi yaptığı kağıttan hediyeler verirdi. Sırf bu hediyeler için oturma odasında özel olarak üç dört vitrin vardı, ablamın yaptığı o küçük hediyeler için.

 

Ayağa kalkıp abdest almaya ilerlerken bir anda telefonumun çalmasıyle hızla yatağın üstüne fırlattığım telefonu alıp arayana baktım.

 

'Gülgüzelim'

 

Gülümseyerek telefonu açıp kulağıma koyduğum an kulaklarım o güzel sesi duydu.

 

"ey ahali hayde namaza. Kılınan her namaz için bir öpücük artı hediye! Hadiii daha ne oturuyorsun ayol kalk." Az önce içimden dediklerimi aynısını diyince kahkaha attım.

 

"Kabul et ablam bunları kağıttan okuyorsun. Çünkü her zaman aynı cümleyi kurman hiç normal değil." Diyerek güldüm.

 

"Ayol ben kağıttan bakarak okuyacak kadar vizionsuz değilim tamam mı?" Diye sesini gıcık kızlar gibi yapıp konuşunca tekrardan kahkaha atmaya başladım.

 

"Ha yani kagıttan okumadığını iddia ediyorsun?"

 

"Tabikisidee."

 

"Çünkü tabletin notlar kısmından okuyorum." Dediği an ikimizde de kayışlar kopmuştu.

 

Onunla sohbet etmeyi gülmeyi o kadar özlemiştim ki, bugün Azat beyler pusat abigil olunca çok konuşamamıştık. Zaten mübarek pusat abim Murat abim arasında gidip gidip gelen ablamı en son yanına alıp bırakmayan umut abiyle yanyana gelmemiz iyice zorlaşmıştı.

 

Biraz daha ayak üstü konuşup telefonları kapattık, bende abdest alıp namazı kıldım ve dua etmeye kısmına gelince ilk dediğim ve son duam hep ablamın bizim yanımıza geri dönmesi olmuştu.

 

Belki bencillikti çünkü Miraç'ın o kızla hiç abla kardeş ilişkisi gibi bir durumu olmamış bu yüzden ablamın ona ablalık yaparsa mutlu olurdum.

 

Ama ablamdan uzak olarak olamazdı, ablam yanımda yakınımda olsun isterse bütün dünyaya ablalık yapsın. Artık kıskançlık bile yapamayacak duruma gelmiştim.

 

Namazımı bitirip odadan dışarı çıkıp yönümü ablamın odasına ilerlettim.

 

Kapısının üzerinde ki keçeden dallları çicekleri kendi yapmıştı. Renklere ve doğaya olan hayranlığını böyle gösteriyordu.

 

Sade çiçeklerle olan kapının kolunu aşağı indirip içeriye girdim.

 

Kapı açıldığı an ablamın kokusu buram buram yayılmaya başlamıştı. Gül kokusuna benzeyen ama zambak çiçeğini andıran aynı zamanda yaz meyvelerinin kokusunu andıran o koku.

 

Bembeyaz duvarlarındaki resimlerinizi bir kaçı hariç diğer bütün resimler duruyordu. Ablam buraya tekrar geleceğini bildiği için burada ki giç bir şeyine dokunmak istemememişti.

 

Bir kitaplığının yarısını oraya götürmüştü ama hala burada bir duvar boyu kitap vardı.

 

Kabul ediyorum ablam tam bir kitap kurduydu jdjfhdjfhd.

 

Kenarda duran gitara çarptı gözüm, ablam onu burada bilerek bırakmıştı.

 

Hepimize göre Eylül Tunç bu eve yani evine geri dönecekti.

 

Yatağın yanındaki komidinde ki albüm dikkatimi çekince onu elime alıp yatağa uzandım. Kokusu hala yatağında duruyordu sanki onu beklermiş gibi.

 

Albümü açıp her bir sayfaya ayrı ayrı bakıp tebessüm ettim. Bu albüm ablamın son 4yıl albümüydü. Yataktan kalkıp diğer albümlerin yanına düzgün bir şekilde son albümü de yerleştirince tekrardan yatağa yönelip yattım.

 

Ablam her anımızı çekmekten zevk alıyordu iyisiyle kötüsüyle fark etmeden. Şuana kadar toplamda 4 albümü vardı.

 

1. Oya teyzegilin ve abimgil sayesinde toplanan fotoğraflarla 1yaşından 8 yaşına kadar olan albümü

 

2. 8-12 yaş arasındaki albümü

 

3. 12-16 yaş arasındaki albümü

 

4. Ve şuan olan 20-16 yaş arasındaki albümüydü

 

Bunlara arada bakıp bakıp tipsizliklerimize güldüğünü söyleyip bebekken ki hallerime bakarak benle uğraşırdı.

 

Daha falza düşünmek istedim sadece uzun süre sonra ablamın kokusuyla uyumak istiyordum. Bu yüzden kendimi hiç diretmeden bırakıp ablamın güzel kokusuyla uykuya daldım.

 

🤍Aşk bahçem Murat Tunç'un anlatımı 🤍

 

"Aldım başıma belayı

İlk günden belli biraz, delisin

Biraz, kendine has, biraz, maceracı." Diye mırıldandım karşımdaki şehre bakarken.

 

"Aldım başıma belayı

Yüzün ellerin can yakıyor

Gamzelerin, dert oluyor, gidişin

Dert oluyor, hemen, dönmeyişin." Diye gülümseyerek devam ettim.

 

"Sesinde aşk var bir ben duyuyorum.

Kalbimde taşla yapamam biliyorum.

Sabah olunca çık gel.

Bekliyorumm." Dedim elimde yarısını bile içemediğim sigarayı çöp kutusuna atarken.

 

"Bekliyorum be güzelim, çık gel yine bana..." Gözlerimin acıdığını hissediyordum. Ağlamak istiyordum ama ağlayamıyordum.

 

Şarkıda da dediği gibi çıkıp gelsen ya güzelim, sesindeki o sevgiyi bize duyursan hiç susmasan.

 

Çok özlüyordum, belli etmemeye çalışıyordum ama elimde değildi. Her gün gözlerimi onunla onun gülüşüyle açarken 1 haftadır onun gülüşünden sesinden kokusundan huylarından uzak yaşamak olmuyordu.

 

Saçlarını örmeyi, beraber yaptığımız yemekleri, izlediğimiz binbir çeşit programı özlüyordum.

 

Ben Murat Tunç'tum, İzmirli uzman doktor Murat Tunç.

 

İnsanların gözünün önünde sert matruşka iken ailemin yanında tımarhanelik deli olan Murat.

 

Ve ben biriciğimi istiyordum.

 

Şuan hastanede olmasam veya hiç tanınmadığım bir yerde eylülle olsam eminim ki çocuk gibi tepinerek ağlardım ama malum nöbet denilen bir şey vardı.

 

Az önce yiğite, pusata ve abime bugün nöbete kalacağımı haber vermiştim. Ek olarak da pusatın arada bir yiğiti kontrol etmesini istemiş ve telefonu kapatmıştım.

 

İçimdeki hasret ateşiyle sigara içmek istemiştim ama söylediğim şarkıyla aklıma gelen güzel insanla içimde ki içme hevesi de gitmişti.

 

Gözlerimi saate çevirdiğim de saatin akşam 8 olduğunu gördüm hazır hasta yokken yatsı namazına gideyim diye mescide gidip namaz kıldıktan sonra içime gelen bunaltıyla kendimi terasa atmıştım. Artık gitmem gerekiyordu ama gitmekte istemiyordum esen soğuk hava bana iyi geliyordu.

 

"M-Murat Bey!" Arkamdan gelen kadın sesiyle o kafamı hafif arkaya doğru çevirip kadına baktım.

 

Gelen kişi Elvan hanımdı. Ben de dahil bir çok genç erkek doktoru gözüne kestiren asistan doktordu.

 

Eylül bu kadından nefret ediyordu her buraya geldiğinde kadının üzerine atlamaması için onu zor tutuyordum. Her ne kadar kadın olarak saygım da olsa gün geçtikçe hareketleri yüzünden saygımı yitirmeme neden olan kadına baktım.

 

Yine yüzündeki porselen makyajı, ve giyindiği ince kumaşlı kısa kırmızı askılı elbisesiyle nasıl hastalara koşucaktı ki?

 

Asla bir kadını yargılamayı sevmem veya dış görünüşüne karışmayı, istediğini yapsın umrumda gelmez. Lakin bu durumun sonu hem biz doktorlarda hemde hastalarda patlıyordu.

 

Bir çok göz diktiği genç doktor nişanlı veya evli, benim gibi bekar olan çok yoktu ama onun için bekar nişanlı evli önemli değildi, kaç tane nişan atılmasına sebep oldu saymayı bıraktım. O yetmezmiş gibi bir de çok kez hastalardan şikayet almış olmamıza rağmen hala işine devam ediyordu.

 

Arkasında kim varsa onu burada tutmaya devam ediyordu.

 

"Evet asistan doktor?" Diye sert halime geri döndüm.

 

Ağlamam sadece güzelime özeldi. Başkaları hak etmiyordu o yaşlarımı.

 

"Acil dolmaya başladı diğer nöbetçi doktor Aysel Hanım sizi çağırmamı istedi." Diye konuşunca tepki vermeden arkama dönüp kapıya doğru ilerledim. Arkamdan olduğu yerden bana baktığını hissettiğimde yerimde durdum.

 

Onun gelip gelmemesi umrumda değildi ama onu burada yanlız da bırakmam doğru olmazdı. Bu yüzden ona dönmeden konuştum.

 

"Asistan doktor, siz demediniz mi acil hastalarla doluyor diye. Şuan oldukça doktora ihtiyaç var." Diyerek tekrardan ellerim ceplerimdeyken ilerlemeye devam ettim.

 

Peşimden geldiğini arkamdan gelen ince topuklu sesleriyle anlayabiliyorum.

 

(Allah'ım hayır aklımdan geçenleri yazmak istemiyorum lütfen...)

 

Acile indiğimde cidden ortalığın karıştığını anladım. Aysel hanım beni gördüğü gibi yanıma gelip kolumdan tutup kenara çekiştirdi.

 

(Arkadaşlar Aysel hanım 40 yaşını geçmiş bir daktır kadınım lütfen shiplemeyin)

 

"Murat çabuk danışmaya gidip evleri buraya yakın olan doktorları çağır burası çok kalabalık ve galiba iyice kalabalıklaşacak." Diye konusmasıyla hızla dediği gibi yapıp danışmaya gidip doktorları çağırtıp acile dönüp hastalarla ilgilenmeye başladım.

 

🔥💗Kocam Kunt Tunç'un anlatımı💗🔥

 

Son imzalar da atıldığı gibi fazla oyalanmadan kendimi dışarı atmış ve cebimdeki sigaradan çıkarıp bir dal çıkarıp dudaklarımın arasına sıkıştırıp cebimde ki çakmakla yakıp dumanını dışarıya üfledim.

 

(Kocam beyfendi bak zararlı içme şu zıkkımı lütfen ama! Bu arada senin kaşına gözüne kurban olurum be adam, eve gelirken iki ekmek al djdjdjjxjdjcnd)

 

Yanımdaki haraketlilikle Ömer'in geldiğini anladım. Bana bakıp güldü.

 

"Acaba Eylül'e şu halini çekip atsam ne olur devrem?" Diye benle alay edince yaslandığım yerden kımıldamadan ona baktım.

 

"Sıkıyorsa dene, yersin götüne kurşunu." Konuşmamla gülmesi kahkahaya dönüştüğünde. Sinirle sigarayı bir kere daha içime çektim.

 

"Benden önce Eylül senin götüne dayamasın o silahı. Biliyorsun o konuda ki sinirini." Diyerek sinirimi iyice bozdu.

 

Eylül'üm, güzel kızım.

 

Sigaradan ciddi anlamda nefret ediyor ve tiksiniyordu. Bir kere sırf bunun için sınır krizi bile geçirmişti. Bu nedenle ne ben nede murat Eylül'ün yanında asla içemezdik.

 

Hoş zaten onun olduğu yerde bu zıkkımın değeri bile yok.

 

O kadar çok özlemiştim ki, dağlara taşlara anlatamayacağım kadar çoktu.

 

Kokusu, gülüşü, maviş maviş gözleri, bana yaptığı imalar, kollarımda uyuması, uzun gecenin siyahı kadar siyah olan saçları, benimle flörtleşirken muratı deli edip yiğite anne gibi yaklaşması. Hepsini özlüyordum.

 

İşlerim yüzünden bir çok kez böyle ayrı kalmıştık ama bu ayrılık apayrıydı. Her gün beni ısrarla aynı saat hatta aynı dakikada araması hoşuma gidiyordu.

 

Şuan beni aramasına tam olarak 26 dk vardı.

 

"Sence Eylül bu projeyi öğrenince ne tepki verecek?" Diye sordu yanımdaki şerefsiz.

 

Vereceği tepkiyi hayal ettiğimde yüzümde küçük bir tebessüm oluştu.

 

"Orasını bilemem ama tek bildiğim çok mutlu olacağı."

 

Evet çok mutlu olacaktı, çünkü bu proje onun çocukluk hayaliydi. Ve biz bu hayali yakında hayata geçirecektik, az önce atılan o imzalar artık kesin olarak işin başladığı anlamına geliyordu. Ve yaklaşık bir yıl sonra da bu işlere Eylül'de ortak olacaktı sadece 18 yaşına girmesini bekliyorduk.

 

Tunç Ailesi şirketinde bütün varislere hisse bırakılsa da en büyük hisse Eylül'e ve Yusuf Olgu' ya bırakılmıştı. Yusuf Olgu gelecekte o şirketin başına geçecek varis olduğu için olsa da Eylül hem babanemin hemde dedemin hemde aile üyesi hissesini alarak en büyük hissedar oluyordu.

 

Ki zaten Eylül 18 yaşına girdikten sonra bende kendi hisselerimi ona ve yiğit arasında bölerek paylaştırıp kendi şirketime fulden yönelecektim.

 

Proje şöyle ki sokakta kalan çocukların, gençlerin, yaşlıların kalabileceği bir siteydi. Tabi bu sadece bir yerde değildi. Türkiye'de yaptığımız anlaşmalara göre ülkemize 22 tane Afrika bölgesine de 47 tane sonra bir kaç ülkeyede 13er tane olarak anlaşmalar imzalanmış bütçelerin hepsini ayarlamıştık.

 

Bu sitelerin özelliği ise Eylül'ün daha çok hoşuna gidecekti.

Her sitede sayıya göre okul, ormanlar, çiçek bahçeleri, çeşitli aktiviteler, tarım yapılacak küçük bahçeler, marketler , tekstil yerleri, mağzalar, hayvan barınakları.

 

Güzelim 5 yaşında geçirdiği o iğrenç kaza nedeniyle iki yıl ayaklarını kullanamazken onunla sohbet ederken bana bu hayalinden bahsetmiş ve benden istemişti.

 

Onun her isteği benim başım gözüm üstüneydi.

 

Şimdi bu içimden dediğimi duysa bana cilveyle 'yaa abi' diyerek bana sırnaşırdı ama ondan önce proje nedeniyle kesin üstüme atlardı. Bunun hayallerini düşünürken tebessümüm gülümsemeye kardar çıkınca devremin sesiyle kendime geldim.

 

"Ulan şu kız da olmasa yüzün gülmeyecek. Öyle nemrut gibi kalacan ortada."

 

(Ula ömer sus çarpılcan)

 

"Kim istesin şu muşmula suratı? Bu gidişle sen evde kalacaksın he." Diye konuşmasıyla çok hafif güldüm.

 

(Ayol ne evde kalması kocam o benim kocam!)

 

"Sen bunu sıkıyorsa Eylül'ün karşısında söyle. Asıl o zaman yersin kurşunu götüne." Lafımla o da güldü.

 

"Neyse hadi kalk lan hayırsız, namaz kılalım." Diye yaslandığım yerden kalktım. Ellerimi ceplerine yerleştirip Ömer'e döndüm.

 

Oda bana bakıp ayağa kalktı ve arabaya koyduğum seccadeyi alıp uygun bir yerde namazımızı kıldık. En son dua ederken kalbim bir anda yanınca kaşlarım çatıldı.

 

"Bismillahirrahmanirrahim." Diyerek ellerimi yüzüme sürüp duamı bitirince hızla telefona baktım.

 

Ekrana bakınca şaşkınlık ve korku bedenimi ele geçirirken ömerin de ayağa kalkmasıyla hızla seccadeyi toparladım.

 

"Ne oluyor oğlum?"

 

"Türkiye'ye geri dönüyoruz hatta şuanda." Diye konuşup seccadeyi arabanın arkasına yerleştirdim.

 

"Ne oluyor lan bir açıklar mısın?" Sabırsız çıkan sesiyle sinirle bağırdım.

 

"Eylül araması gereken saati 18dk kaçırmış! Ve bu hiç normal değil." Eylül'ün bu konularda ki dakikliğini ömer de bildiği için hızla araba binip havaalanına doğru sürmeye başladı.

 

Nolur ben yanılıyor olayım.

 

Kalbime giren o yangın tekrar yanınca salavatlar çektim.

 

Güzelim lütfen dayan.

 

Geliyorum.

 

💗Murat aşk bahçemden devamm💗

 

Bir saatlik uğraşlarla sonunda acılı baya boşaltmıştık. Son bir kaç hasta vardı ama onlara da gelen doktorlar bakıyordu. Kalbimde bir süredir Bir ağrı bir acı vardı ama anlayamıyordum neyse diyip işime geri döndüm. Bir asistan doktorun yanıma gelmesiyle düz ifadeyle ona döndüm.

 

(Ağır abi kendileri çaktırmayın lütfen dhdhhdjddh)

 

"Hocam bir tane daha ambulans geliyormuş." Lafıyla hızla dışarı ambulansların geldiği kısma ilerledik.

 

"Bilgiler ne?" Diye sordum.

 

"Hocam 17 yaşında genç bir kız, ileri derecede sinir hastası. Sinir krizi geçirirken odasına kapanıp kapıyı kitlediği için aile üyeleri ona ulaşamamış. Kapıyı kırdıkların da ise kız yerde baygın bir şekilde yatıyormuş." Kalbimdeki acı daha da arttı.

 

"Kafayı sivri bir yere vurmuş mu? Kan falan var mıymış?"

 

"Hocam kız tesettürlü olduğu için bilmiyoruz."

 

"Peki emarı ve röntgen cihazlarını hazırlayın, ilk önce emar sonra da röntgen çekip bakalım. Sakinleştirici ve sinir ilaçları sistemde varsa onları hazırlayıp bana getirin." Acı daha çok yanmaya geçmişti ve nedensizce kaşlarımı çatıp elimi kalbime götürdüm.

 

"Murat bey iyi misiniz?" Bir doktorun sorusuyla ona kendimi düzeltip kafa sallamıştım.

 

(Daktırlık la alakalı bir şey bilmeyip daktır yazan ben)

 

Her ne kadar kalbimdeki yangın geçmese karşıdan gelen ambulansa dikkat kesilip geldiği gibi hızla arabaya yönelip kapısını açıp hastanın sedyesini aşağı indirdim ve ışıkla hastanın yüzüne döndüğümde bedenim buz kesmişti.

 

Gözlerimin bu sefer dolduğuna emindim ama ilk kez etraftakiler umrumda değildi. Ben hayatımda hiç bu kadar güçsüz hissetmemiştim.

 

"Güzelim?"

 

Karşımdaki genç kız benim biriciğimden başkası değildi.

 

Güzelim ben sana çıkıp gel demiştim ama böyle değildi...

 

"Biriciğim, güzel kardeşim. Ne oldu sana?"

 

🤍Bu bölüm için son yiğit Tunç anlatımı

 

"Abla daha hızlı nasıl sallayayım ya!" Diye isyan ettim.

 

"Onu da ben mi bilecem Melahat. Azıcık ablandan bir şeyler öğreneydin ya!" Diye bana karşılık verdi.

 

Kocaman ve yemyeşil bir çayırdaydık ve çayırın ortasında ablamın en sevdiği ağaçlardan bir olan kocaman bir söğüt ağacı vardı. Ve onun dalında olan bir salıncak...

 

Şuanda ise ablamın büyük ısrarlarıyla onu sallıyordum.

 

"Yiğit şurada çantam olacaktı onun içinden suyumu ve ilaçlarımı getirirmisin?" Diye sorunca onu sallamayı bıraktım ve ona döndüm. Tabi o hala ben bırakmış olsamda sallanmaya devam ediyordu ama neyse.

 

"İlaçların mı? Neden ki?" Diye sordum. Şuan bir kriz söz konusu olmadığı için gerek yoktu o ilaçlara.

 

Ablamın yüzüne baktığımda az önceki mutlu neşeli halinden eser olmayan mutsuz ve dolu gözlerle yere bakan ablamla karşılaşınca şaşırdım.

 

"Bilmem belki kriz geçiriyorumdur?" Diye mırıldandı bir anda. Belki duymayacağımı sanıyordu ama hayır duymuştum.

 

Onun o titrek ve yorgun sesi canımı yakarken hızla salıncağı durdurup ona sarıldım.

 

"Gül güzelim neden ağlıyorsun? Tamam getiririm ilaçlarını sen burada bekle." Diyerek sarılmayı bırakıp hızla arkama dönüp ablamın gösterdiği tarafa koşup çantasını elime alıp ablamın yanına yürümeye başladım.

 

Bir dakika biz çayırda degilmiydik?

 

Nasıl bir anda uçurum kenarına geldik ki?

 

"Yiğit baksana su çok güzell!" Ablamın neşeyle gülme sesiyle tebessüm edip ona doğru yürümeye devam ettim.

 

"Yapma abla sen o günden sonra sudan nefret eder oldun." Diye bağırdım ona. Ne kadar yürümüş olsamda yinede aramızda mesafe olduğu için beni duymayabilirdi.

 

Bir anda vücudum ürperdi ve attığım adımlar sanki bir döngü gibi olduğu yerde saymaya başladı. Koşmaya başladığımda da bir şey degişmeyince korkmaya başladım ve kafamı ablama çevirdim.

 

Uçurumun kenarında söğüt ağacının altında durmuş salıncağın rüzgarın etkisiyle hafif hafif sallanıyordu. Simsiyah saçları belinden aşağı su gibi inip rüzgarın etkisiyle sallanıyordu. Ablam ise yüzünü göremiyordum ama sesi çıkmıyordu.

 

Hiç bir şey olmazken o an bir şey oldu...

 

Arkası dönük abimler gibi 8 kişi ve miraç ablamın arkasında belirdi. Erkekleri tanıyamamıştım ama miraçı çok iyi hatırlamıştım.

 

Erkekler sırayla ablamın arkasına geçerken miraç garip bir gülümseyle bana bakıyordu.

 

"Miraç ne oluyor?" Diye sordum. Miraç bir anda kahkaha atmaya başlayınca kaşlarımı çattım.

 

Ne oluyordu bu pislik yerde!

 

"Ben mi senin ablanı sevicem? Hah, bunun sevilecek ne yanı var ki?" Laflarıyla gözlerim büyüdü. Ve bir anda kalbimde bir sızı hissettim.

 

"Ahh seni küçük Tunç... Ablan sadece Öztürk olduğu için acı çekicek. Ve siz bunu çok geç fark edeceksiniz!"

 

Lafı bittiğinde büyük bir kahkaha attı ve arkasına dönüp neşeyle bana birşeyler anlatan ablamı salıncaktan ittirip uçurumdan aşağı attı.

 

"Abla!"

 

"ABLA!"

 

"Yiğit koçum sakin ol." Pusat abinin verdiği suyu aldığım gibi komidinin üzerine koydum. Kalbimdeki ağrı hala devam ediyordu ablama kesinlikle bir şey oldumuştu.

 

Hızla yerimden kalkıp ablamın odasından çıkıp odama girdim ve üzerime montumu aldım.

 

"Yiğit ne oluyor?" Pusat abinin sesiyle ona döndüm. Kaşları çatık ve acı çeken bir hali var gibiydi.

 

Onunda mı acıyordu kalbi?

 

"Kalbin acıyor hatta yanıyor değil mi?" Diye sorduğumda ilk şaşkınlıkla baktı ardından kendini toparladı.

 

"Evet de sen bunu nereden biliyorsun?"

 

"Abi ablama bir şey oldu. Rüyamda gördüm, Öztürkler ona çok zarar verecek." Pusat abi kaşlarını iyice çatıp bana yaklaşıp omuzlarımdan tutup babacan tavırla bana baktı.

 

"Yiğit neler oluyor?"

 

"Ablamı gözümün önünde uçuruma atıp sadece Öztürk olduğu için zarar göreceğini ve asla onu sevmeyeceklerini söyledi." Bana inandımı inamadımı kestiremiyordum ama bu sefer ben onun kollarını tutup konuştum.

 

"Abi nolur gidelim, ablama bir şey oldu hissettim ben..."

 

"Tamam koçum sakin sen arabaya geç ben gidip Umut'u alıp geliyorum bir gidelim bakalım biriciğimiz nasılmış? Kötü düşünme sen." Diyerek hızla dışarıya çıktı.

 

Sinirle ve korkuyla telefonumu aldığım gibi arabaya geçip pusat abigili beklemeye başladım.

 

"Sana yemin olsun Miraç Öztürk, ablamın kılına zarar gelirse o zaman Yiğit Tunç'u sana gös

tericem."

 

DIDIF DIF DIDIF

DIDIDIF DIF DIDIF

DIDIDIII

DIDIFDIFDIFIFFF

 

✨✨✨BÖLÜM SONUUUUU✨✨✨

 

Loading...
0%