Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Cevaplanmayanların Süikasti

@ieojoonx

"Doğayı ve yeşilleri hep çok sevmiştin, bütün anıların yeşilde senin. Çocukken sarayın bahçesinden bir an olsun ayrılmazdın, odanı sadece uyumak için kullanırdın resmen. Şimdi peki? Ağaçlar sana huzursuzluk veriyor belli. O herif hayatına girdiğinden beri seni neşeli eden şeylerde yok oldu bir bir. Bana neden onu savunuyorsun kızım? Kendine olan düşmanlığın niye?"

 

Derin bir nefes verip oturduğum çimenlerin üzerinden bana meraklı ve biraz kırgın bakan babama döndüm. Ryker'dan hep nefret etmişti ve evliliğimizi asla onaylamamıştı. Aslında bakarsak, buna mecburdu ama inadından ve gururundan hiçbir zaman ödün vermemişti babam. Bu yüzden altı yıl önceki olayı hâlâ hazmedemiyordu.

 

Aslında altı yıl önceki bana sorulsa, en çok ben istemedim o birlikteliği. Annemin dahil, halkımızın katliamına göz yumanların krallığına kraliçe olmayı asla istemiyordum ama her şeyden önce geride kalanlar vardı. Zorluk içinde yaşayan bir halk, çaresiz bir kral ve bütün bu olanların farkındalığında olan, henüz yirmisine yeni basmış Madeline. Ben krallığım ve babam için kendimden vazgeçmiştim.

 

Altı yıl öncesine geri dönsek, yine aynı şeyi yapardım.

 

Peki Ryker'ı neden savunuyordum? Hayatımızı düşman krallığın ellerine mahkûm bırakan krallığın velihatına neden destek çıkıyordum?

 

Bunu bilmiyorum açıkcası.

 

Ryker hiçbir zaman bana, krallığıma veya inatçı babama düşmanlığı olan biri gibi gözükmemişti. Belki de her şey, buraya prenses olarak geldiğim o ilk günlerde duyduğum bir kaç cümleden ibaretti sadece.

 

"Ryker benim velihatım. Onu ben seçtim ve ben yönetiyorum. İtiraz ederek sadece kendi sonunu getirir, bana hava her türlü hoş."

 

Bunları bizzat eski kral Valarr söylemişti. Kime söylediğini bilmiyorum, sadece duymuştum. Odamın hemen yanı onun çalışma odasıydı zaten, yani Ryker'ın şu an ki çalışma odası.

 

Valarr kendisinin küçük bir modelini mi yaratmaya çalışıyordu bilmiyorum ama Ryker'ın asla onun gibi birisi olmayacağına çok emindim.

 

Dayanağı olmayan bir güvendi belki ama, kötülük geleceğine inandıklarım listesinde son kişi bile olmazdı belki. Uzun lafın kısası, Ryker'a güveniyordum.

 

Babamın gece misali simsiyah gözleri, benim annemden aldığım mavi gözlerime dikilmiş bir cevap bekliyordu.

 

Dudaklarımı ağır ağır aralarken neler söyleyeceğim hakkında bir kaç saniye kafamda hesaplamalar yaptım.

 

"Orman ve yeşili hâlâ seviyorum baba. Sadece... İnsanlar büyüdükçe değişirler. Altı yaşındaki Madeline ile yirmi altı yaşındaki Madeline arasında çok büyük farklar var. Ayrıca bana huzursuzluk veren ağaçlar değil, tavrın. Ne zaman kötü bir şey olsa ilk Ryker'a saldırırsın sen biliyorum. Ona belli etmedin ama farkındayım, olmuş bir şeyler. Ivor'un güneyi Mordino'da neler oluyor?"

 

Mordino Krallığı prenses olarak dünyaya geldiğim ilk yuvamdı. Orası benim krallığımdı.

 

Babam ilk başta gözlerini benden alıp karşımızda, arada küçük dalgalar yaratan sakin denize bakındı. Sarayın aşağısında Ivor Krallığının sakin denizi yer almıştı.

 

Ve büyük ihtimal babam bu denizi uzun bir süre seyredecekti çünkü arkamızdaki Ivor askerleriyle pek rahat konuşacağını sanmıyordum.

 

Arkamı dönüp asker Jack'e bir bakış attım, her zaman diğer askerlerden daha anlayışlı olmuştu. Saniyesinde onaylar bir baş hareketi yapıp tek kelime etmeden diğer dört askerle birlikte geri çekilmişlerdi.

 

Onlar gidince tekrar babama döndüm, cümleye nereden başlayacağını kestiremiyor gibiydi.

 

Bir kaç saniyenin ardından derin bir nefes alıp dudaklarını araladı usulca.

 

"Dün gece, kasabanın merkezinden bir elf kaçırılmış."

 

Duyduklarımla olduğum yere sabitlenmiştim adeta. Elf, bizim kraliyetimizin merkez kasabasından bir elf... Bizim halkımızdan, bizim milletimizden. Yıllardır bize hiç bulaşmamış bu olay nasıl oldu da bir anda meydana gelmişti?

 

Sözler kulaklarımda tekrar ve tekrar canlanıyodu, canım yanıyordu, babamın durumunu düşünemiyordum bile. O elf büyük bir ihtimal şu an ya ölüydü ya da onu ve türüne göz dikmiş dengesizin eline köle olmuştur. İki ihtimalde korkunçtu. Halk kesinlikle ayaklanmıştır.

 

Demek bu yüzden sabah Ryker'a elflerin konusunu açmıştı... ona elbette doğrudan söyleyemezdi.

 

"Kasaba Başı Aidan'ın kızı Leora görmüş. Daha doğrusu hissetmiş. O kız bir kahin olarak doğdu biliyorsun. Elfin aynı zamanda yarı cadı olduğunu ve şu an ölü olduğunu biliyoruz sadece."

 

Bir an duraksayıp parmağında oynadığı yüzüğüne odaklandı.

 

"Ama bütün bunları yapanı o bile bilmiyor. Piç herif kendisine koruma büyüsü yaptırmış. Yani, kimse olayın içinde olmadan bilemez."

 

Bir duraksama daha.

 

Konunun "halkına sahip çıkamayışına" geleceğini elbette biliyordum ama yanılıyordu, o gördüğüm ve görebileceğim en iyi liderdi. Baş krallık değildi belki ama kraliyetler arasında en memnun halka sahipti. Onun bir hükümdarlığı yerine, ona hayran binlerce kişi vardı. Halkı vardı. Bu Elf olayı halkı yerinden oynatacak olsa da Kralları Morrigan'ın arkasında duracaklardı. Buna tüm benliğimle emindim.

 

Elimi omzuna atıp gülümsemeye çalıştım.

 

"Baba, tek değilsin. Mordino halkı en az senin olduğu kadar benimde halkım. Benim kanımdan olan halkımın herhangi bir bireyine zarar verenin saltanarını yıkarım."

 

Laf olsun diye veya babama moral olsun diye söylemiyordum bunları, ben Ivor'un sadece resmiyette kraliçesiydim. Milletim, halkım hep Mordino'dur ve öyle kalacak.

 

Babam yüzünü kaldırdığında kederli ifadesi silinir gibi olmuştu belli etmesede ufak bir gurur sezmiştim.

 

"Kâhinin bulamadığını bizlerin bulacağını sanmıyorum, ama sana inanıyorum kızım. Kendi halkından vazgeçirilirken bile sen hep bizimleydin ve öyle kaldın. Başka bir krallığın erken yaşta kraliçesi olmak öyle kolayca taşınılacak bir yük değildir. Sen annenden sonra gelen iyikimsin. İyikim ve her şeyim."

 

Gülümsemem sırıtışa dönerken duygusal ortamdan haz etmiyormuşcasına ekledi;

 

"Ama Ryker'la yanyana olmana gönlüm hiç razı değil. Ivor seni harcıyor."

 

"Baba!"

 

Sadece bu kısa gülüşmeler bile ailemin benim yerimde olan değerlerinin büyüklüğünü gösteriyordu.

 

İstersem evrenin diğer ucunda olayım, ailem ve halkım her daim önceliğim.

 

Kendime verdiğim sözümdür bu.

 

(...)

 

Saraya geri döndüğümde Ryker ortalıklarda yoktu. Büyük ihtimal av yapası tutmuştur diye düşünüp odama çıkmıştım, banyo yapacaktım lakin üzerimde bir ağırlık vardı sanki. Kendimi bile zor taşıyor gibiydim.

 

Gripken gelen ağırlıklara benzemiyordu bu, sanki zamanı da yavaşlatıyor gibiydi. Saraya adımımı atar atmaz hissetmiştim bunu. Kötü bir ruh anında bedenimi ele geçirmiş gibi...

 

Sanırım banyodan önce şifacıya görünmeliydim.

 

Görünmeliydim tabii de şifacı neredeydi en ufak bir fikrim dahi yoktu.

 

"Kral Ryker..."

 

"Ryker sevsin hepinizi!"

 

Koridordan gelen seslerle gözlerim kapıya dönerken içimdeki ağırlık kendisini biraz olsun unutturmuş gibiydi.

 

O ikinci cümle kesinlikle Ryker'a aitti, ancak ilk çıkan sesi tanımıyordum.

 

Kapı aniden açıldığında Ryker'la göz göze geldik, bir an duraksama yaşasada hızını kesmeden arkasından kapıyı kapatıp yanıma geldi.

 

Muhtemelen soru soruyor gibi bakan mavi gözlerim bu soruyu dudaklarıma devretti.

 

"N'oluyor Ryker?"

 

Omuz silkti.

 

"Hiç. Kasabadan bir kaç büyücü kapıya dayanmış durumda gazetecilerde fırsatı kaçırmıyor."

 

Daha sonra yanımızdaki taş duvara parmaklarıyla "tıktık" sesi çıkardı.

 

"Neyseki duvarlar iyi, ses içeri geçmiyor."

 

"Sesin içeriye geçmemesinin sebebi odamızın arka bahçeye dönük olması ve yirminci katta yerleşmiş bulunması olmasın?"

 

Bir an durup düşünüyormuş gibi gözleri boşluğu izledi. Kısa bir süre sonra, benimkiler gibi mavi gözleri bana dönüş yaptı.

 

"Yani, olabilir."

 

Ardından yatağa oturup yanındaki boş yeri işaret etti.

 

"Otur kraliçem, biliyorum aklında çok fazla soru var ama benim cevaplayacak mecalim yok. Bu yüzden ben sana soracağım."

 

Ne yani büyücülerin neden sarayın kapısın dayandıklarını bana anlatacak mecali yok muydu? Ben gittikten sonra av dışında ne yapmıştıki?

 

Ağır adımlarla yanına ilerleyip, gösterdiği yere oturdum. Hemen ardından bakışlarımı ona yöneltip ilk sorumu yönelttim.

 

"Sen, ben gittikten sonra av yapmadın mı? Av kıyafetlerin üzerinde. 'Mecalinin kalmaması' sadece bu sebepten mi?"

 

"Madeline, av yapmış olsaydım elim boş gelir miydim? Büyücüler resmen atların önünü kestiler! Nur topu gibi bir büyü yedim ve gerçekten mecalim yok, bu yüzden ben sana soracağım."

 

Nur topu gibi bir büyü mü yemişti? Ryker en ciddi anları bile mizaha dökme işini abartıyor gibiydi. Büyüler hastalıklar gibi değildir, bir ömür süründürebilirler. Ve Ryker efendi bunu bildiğin savuşturuyordu!

 

"Büyülendin mi? Ryker bana bundan daha önemli başka ne söyleyebilirsinki!"

 

"Sadece beni dinle! Mordino da dün gece saatlerinde bir elfin kaçırıldığını duydum, üzerimde olan baskılar artıyor. Senden sadece o elf hakkında bildiklerini bana söylemeni istiyorum, babanın sana bu konudan bahsettiğine eminim."

 

Sanırım büyücülerin peşine takılma olayının bu sebepten olduğunu düşünüyordu ama bildiğim üzere hiçbir elf yarı büyücü olamazdı. Tabii yine büyücülerin ataları olan cadılar elf soyunda da barınabiliyordu ama zamanında neredeyse hepsi öldürülmüştü. Neredeyse.

 

Yani bizim kasabamızda yarı cadı bir elf mi yaşıyordu? Babam bunu söylerken gerçekten hiç dikkat etmemiştim o an. Ayrıca, Kasaba Başı'nın kızı bundan hiç bahsetmemişti. Öncesinde kasabamızda bir yarı cadı elfin varlığını sürdürdüğünü.

 

Sadece zamanı gelmemişti tabii. Kahinler olacakları bilir ve zamanı geldiğinde iletirlerdi.

 

Ama bende bundan başka bir şey yoktu, elfin yarı cadı olmasından başka hiçbir şey yoktu.

 

Dudaklarımı aralayacakken hemen yanındaki açık pencereden içeri hızla giren bir şeyin sesi ilişti kulaklarıma. O şeyin yanımdan geçip gitmesiyle Ryker'ın beni pencereden uzaklaştırıp kendisine çekmesi bir olmuştu. Çok hızlıydı, neydi o?

 

"Madeline! İyi misin?"

 

Gözlerimi aralarken karşı duvara bir okun sabitlenmiş olduğunu fark ettim. Beynimi bir şok dalgası ele geçirdi, az önce bana beceriksizce bir süikast mı düzenlenmişti?

 

"Ryker, ok..."

 

"Baskıdan kastım buydu, canın çok acıyor mu? Isaac!"

 

Canım acıyor mu? Bir anda kolumdaki keskin acıyı hissettim, o ana kadar hiçbir şey hissetmiyordum oysa.

 

"Lanet olası sefiller..."

 

Ryker'ın fısıltılı sesi kulağıma ilişirken kaşlarımı çattım, sefilden kastı halk mıydı? Buna itiraz etmekten yanaydım ama dudaklarımı aralayacak gücü kendimde bulamadım.

 

Zaten ağırlaşmış hissediyorken üstüne bu yaralanma olayı beni tamamen kapatmış gibiydi, gözlerimi güçlükle açık tutuyordum.

 

Ryker mavi harelerini koluma doğrultmuşken içeri aceleyle Isaac girdi, tam Ryker'a doğru konuşacakken kolumla göz göze gelince o da ufak bir şok dalgalanması yaşadı.

 

O kadar kötü müydü?

 

"Isaac, çabuk şifacıyı getir. Ayrıca karımı yaralama cürretini gösteren piç herifi de bulun, bizzat benim karşıma çıkacak!"

 

"Emredersiniz efendim!"

 

Isaac şokunu atlatamadan odadan çıkarken diğer bir kaç askeri de peşinde sürükledi.

 

Gözlerim gittikçe ağırlaşıyordu ve ben kapanmamaları için inanılmaz mücadele ediyordum, vücudum tamamen kendisini kapatmak istiyor gibiydi. Kalbim bile buna uyum sağlayarak daha yavaş atıyordu, atış seslerini duyabiliyordum.

 

"Kraliçem, dayan. Sakın kapatma gözlerini."

 

Ryker'ın yumuşak sesi kulaklarıma uğuldayarak geliyordu, dayanılacak gibi bir hâlim yoktu.

 

Dudaklarımı aralayıp ona cevap vermek istedim ama yapamadım, vücudum öyle çok ağırlaşmıştı ki dudaklarımı bile kıpırdatamıyordum.

 

Bugün saraya ayak bastığımdan beri bir ağırlık vardı zaten, ama Ryker bu ağırlığı fark etmiş miydi? Gayet sağlıklı görünüyordu. Eğer ölmezsem uyanır uyanmaz bunu ona soracaktım.

 

Gözlerim yavaş yavaş kapanırken geri de sadece içeri telaşla gelen askerler ve şifacıların sesleri kalmıştı.

 

 

Loading...
0%