@ieojoonx
|
Kan, vahşet, ihanet, kaybetmek, kaybedilmek, kaybolmak... Hayır aptal bir cadının bunları yapmasına izin vermeyecektim. Dün gece neredeyse sadece bir saat uyuyup onda da kâbusla kalktığım düşünülürse benden o kadar kolay kolay kurtulamayacaktı, bir kere bana tehtid olarak gelmişti ve zaferle gidecekti. Tabii bu zafer onun için kayıp olacaktı. "Ryker." Kraliçemin ikaz eder sesi beni bulunduğum zamana geri çekerken karşımda, kızını verdiği günden beri bana her baktığında suratı beş karış olan adam vardı. Yemek masasında karşı karşıya oturuyorduk. Çatık kaşları ve sürekli olarak benim üzerimde olan siyah gözleri bir cevap bekler gibiydi. Ne yazık ki ben soruyu kaçırmıştım. "Kane beni pek dinlemişe benzemiyor." Bana laf atmak için zaman kolladığı anlardan sadece biri. Masanın üzerinde ki şaraptan bir yudum alıp ona döndüm. "Üzgünüm Bay Morrigan. Dün gece iyi uyuyamadım." "Ve karşımda uyumaya karar verdin?" Ani gelen cevapları beni bunaltmaktan başka bir işe yaramıyordu. Madeline eşsiz inadını bu adama borçluydu sanırım. Adam benimle tanıştığı ilk günden beri, beni sevmemek için bahane üretmeye kararlıydı. Üstelik ne yaparsam yapayım bundan asla geri durmuyor. Hayır bende melek gibi bir adamım demiyorum ama herife aşırı kıl oluyorum. "Tahta geçene kadar, ara bile verilmeyen eğitimlerden geçen bir devlet adamı olarak kırk sekiz saat uykusuz kalabilirim Bay Morrigan, sadece kafam dağınık." Gözleri düşmanca bir ifadeyle bana bakarken bardağını eline aldı. "Beynini birisi dağıtmadan önce kafanı toparlasan iyi olur Kane." Bana bakmaya devam ederek şarabından bir yudum alırken Madeline ikaz etmek ister gibi hafifçe öksürüp oturduğu sandalyede kıpırdandı. "Ryker bu aralar yoğun çalışıyor baba. Diğer krallıklardan kaçırılma olaylarına dair baskı var biliyorsun. Baş Krallık olarak bunun sorumluluğu onun üzerinde. Sadece, ikinizde yemekte tatsızlık çıkarmayın olur mu?" Bay Morrigan bir kaç saniye ikimiz arasında bakışlarını dolaştırdıktan sonra hizmetçi ve askerlere bir işaret verip çıkmalarını söyledi. Anlaşılan iyi bir azar işitecektik, yani işitecektim. Hizmetli ve askerlerin hepsi çıktıktan sonra gözlerini kızına doğrulttu. "Tat kaçırmak öyle mi? Bu heriften ala tatsızlık mı var?" O herif ben oluyordum. Bir şey demeyecektim. Madeline konuşmak için dudaklarını aralamışken babası onu susturdu. "Madeline, seni seviyorum ama Kane'yi bana savunma. Babası ittifak kurmak için seni kullandı!" "Lafınızı bölmek istemem Bay Morrigan, ama babamın hatasıyla benim alakam tam olarak nedir?" Düşmanca bakışları bana döndü. "Sende dünden hevesliydin. Babası ne ki oğlu ne olsun!" "Heves mi? Evlenmemek için son ana kadar ona yalvardım!" "Evliliğe razı olduğun bildirildi, o gün de Madeline bana yalvarmıştı! Baba- oğul taht için yapmadığınızı bırakmıyorsunuz." "Evliliğe hiçbir zaman razı olmadım..." "Kıçını devirdiğin tahtına anlat!" Susup devamını getirmezken bu herifin olduğu bir yemeğin sakin geçeceği düşüncesini koruduğum için kendimle bir kez daha alay ettim. "Babam" dediğimiz adam bile babam değildi. Dudaklarımı birbirlerine bastırıp şarabıma yönelirken Madeline'nin masa örtüsünün altında ki elinin bacağımı okşadığını hissettim. O da bunun isteğimiz dahilinde olmadığını biliyordu. Aramızda ki bağ zamanla oluşmuştu, en başından onunla isteyerek evlenmemiştim. Madeline her ne kadar inatçı olsada olgun tarafı ikimiz içinde iyileştirici gelmişti. Gerçi kanayan bir yaram vardı, kanayan bir sürü yaram vardı ama onlar geçmişte kalmıştı, o yarayı geçmişte hapsetmiş ve kendimle beraber orayı terk etmiştim. Kendi güvencem için. Kendim ve krallığım için, belki de taht için. Fark etmiyordum belki ama... Ben nefretime benziyordum. O'na benziyordum. Hatta belki de O olmuştum. Ve belki de haklıydı, O olmak en idealiydi. Yemeğin ardından Madeline babasıyla beraber gitmişti, ormanda baba- kız konuşmaları gerektiğini söylemişti. Büyük bir ihtimal konu bendim ama sorun değil, büyücülerle görüşmek için zaman bulmuştum ve geri tepemezdim. Isaac ile beraber mahzene doğru ilerlerken kapının önünde ki askerlere öncesinden buraya cadılar ve yetkilendirdiğim kişilerin dışında hiç kimsenin girmeyeceğini emretmiştim. Mahzende çürükleri eleyip kayda değer olanları çalışma odama götürecektim. Tek çaremin büyücüler olduğuna inanamıyordum. İçeri girip merdivenleri inerken içeri de en fazla ne kadar büyücü olabileceğini tahmin etmeye çalışıyordum, büyük ihtimak çok fazla. Hepsi takdirimi istiyorlardı çünkü. Ve sanırım yanılmıştım. Merdivenlerin sonunda, yüz yıllık şarap rafının hemen yanında Asker Jack ve sadece bir büyücü vardı. Sadece bir. Kaşlarım çatılmıştı, toplumda saygın birer kişi olmak isteyen tek büyücü bu ihtiyar mıydı? Cenazedeymiş gibi simsiyah giyinmişti, üzerindekiler sadece bedenine sarmış olduğu bol çarşaflar diyebilirdim. Boynunda ise mor renginde yuvarlak bir kolye taşıyordu. Aksesuarları sadece bir kolyeden ibaretti. Bir büyücü kolyeden fazlasını barındırırdı. Ne haltlar dönüyordu böyle? Yeni çıkmaya başlamış gri sakallı yüzü dudaklarındaki gülümsemeyle gerildi, turuncu-sarı karışımı olan gözleri meydan okur gibiydi. "Sizi biraz şaşkın gördüm kralım, açıklama yapayım. Ben Mavros, bir önderim. Onlar yerine ben geldim. Elemelerinizde yoldaşlarımın öldürülmelerini istemem doğrusu." Kaşlarım usulca havaya kalkarken bu herifin diğerlerinin hor görülmemesi namında tek başına gelme kararını aldığını kavrayabilmiştim. İyi de, o ölseydi büyücler daha beter olurlardı. Liderlerini riske atmak yerine bir kaç çerezi feda edebilirlerdi. "Beni göndermeyi elbette istemediler, hür irademle geldim. Dilerseniz benim yerime kendi sorununuza deyinelim." Bu zayıf ihtiyar bilmiş gibi konuşuyor. Eğer bir halt çıkaramazsa ona kendi dönemine layık bir ölüm şekli bulacaktım. Eski dönem infazları ona çok layık bir ölüm şekli olurdu. Çenemi dikleştirip, yarı alaylı tavırla bakınıp dudaklarımı araladım. "Eğer elime kayda değer bir şey vermezsen seni kazığa oturtturacağım ihtiyar. Kendi dönemine de uygun, yabancılık çekmezsin." "Henüz olayın ne olduğunu söylemiş değilsiniz. Ayrıca, modern yolları tercih ederim." Başımı alaylı bir şekilde olumlu anlamda salladım. "Tamam, sana daha modern bir ölüm şekli buluruz... Zehirlemek gibi?" Meydan okur gözleri gardını indirmezken elimi kaldırıp merdivenleri işaret ettim. "Odama geçelim Önder Mavros." Bir şey söylemeyip Asker Jack'in yol göstericiliğiyle mahzenden ayrılmıştı. Uzaklaştıklarından emin olup merdivenlerin başında duran Isaac'a döndüm. Kulağına doğru eğilip kararlı bir ses tonuyla, "Kazığa oturtturulacak." Dedim. Hemen ardından hızlı adımlarla merdivenlere yönelip mahzeni terk ettim. Modern yollarmış, kıçından sallama bilgilerle bana yanlış yapacaksın ve ben seni insaflı yollarla öldüreceğim? Bilmiş ihtiyarlar beni deli ediyorlar. Bu adamın büyücü olmama ihtimaline karşı içimde bir şüphe duyduğum yalan sayılmazdı. Bu yüzden çalışma odama bilerek yürüterek getirilmesini emretmiştim. Bir büyücü ne kadar ihtiyar olursa olsun; fazla yürüdüğünde yorulmaz, koştuğunda nefes nefese kalmaz ve uzun yollar onlarda çokta bir şey ifade etmezdi. Birnevi disiplinli askerler gibi. Ve Mavros bu testi geçmişti. On kat, yirmi salon yürümesine rağmen hiçbir şey olmamış gibi gayet rahat görünüyordu. Veya bu bilmiş çok iyi oyuncuydu. Bana göre hava her türlü hoştu, en ufak yanlışında kıçını kurtarmak onun kendi düşüneceği işti. Çalışma odama adımını atar atmaz ilk göz attığı şey elbette cam kapağı kapalı dolabın içinde ki kitaplardı. Bir insanın ortalama kişiliğini okuduğu kitaplardan çıkartabilirdiniz ve o da bunu biliyordu. Bir devlet adamının ideallerine ters düşmek iki taraf içinde kâbustur. Bu yüzden, elbette kitapları değiştirmiştim. Ama bu ihtiyar pek etkilenmiş görünmüyordu. Kitapların hemen ardından duvarlara belli aralıklarla asılı tablolara bakındı, bir insanın ruhunu tanımak için seçtiği sanata ve o sanatın barındırdığı içeriklere bakmalıydınız ama çalışma odamda "sanat" olarak adlandırabileceğim bir tablo yoktu. Hepsi benim ve kraliçemin tablolarından ibaretti. Kişiliğimi sadece benimle konuşarak çözebilirdi, ben izin verirsem. "Siyasetçilerin en büyük korkuları, kendi iç dünyaları olurmuş. Onu saklayacağım diye rolden role bürünür, kimi zaman katliamlar yaratır." Odanın orta yerinde dikilip ağır ağır bana doğru döndü. "Sanırım siz bu korkunun en büyüğünü yaşıyorsunuz ve benim bu odada olmamın sebebi tam olarak bu." Herifin aklı küçümsenecek değil. Sanırım kazığa oturtma işi yalan olacaktı. Başımı ağır ağır aşağı yukarı salladıktan sonra Isaac'a yanıma gelmesi için işaret verdim. "Neymiş o korkum? Eğer kasabalarda belli bir kesimin inandığı o falcılar gibi daha derinlere inersen ödülünde arttırma yapabilirim." Isaac omuzumdan başlayıp ayak bileklerime doğru uzanan siyah pelerini çıkartırken ihtiyar bana tam dönüp cevap verdi. "Falcılara inananlar hakkında 'belli bir kesim' dediniz. Raflığınızdaki kitaplarlar, o kesimin içinde sizinde olduğunu söylüyor ancak... Sözleriniz ve gözleriniz tam tersi." Kaşlarım usulca havaya kalkarken ihtiyarın gözleri Isaac'ın ellerinde ki siyah pelerinime kaydı. "Yas mı tutuyorsunuz?" Kaşlarım alaylı bir ifadeyle çatılırken dudağımın kenarı hafif kıvrıldı. "Krallar sadece yas dönemlerinde siyah pelerin giymezler Mavros." "Ama siyahın zifirisi sadece yas dönemleri için kullanılır." Yaşının aksine gayet canlı görünen gözleri usulca bana döndü. "Resmi olarak böyle. Keyfiyen taktıysanız bilemem ama o ton genelde bir keyiften daha fazlası içindir." Herif resmen boş yapıyor. Küçümser bakışlarım üzerindeyken pekte rahatsız olmuşa benzemiyordu. "İstersen krallığıda senin üzerine yapalım ihtiyar? Ne giyinmemiz gerektiğini bile bizden daha iyi biliyorsun malum." Mavros gülümseyip gözlerini bir siyah pelerinime bir bana gezdirip durdu. En son turuncu-sarı karışımı olan gözleri bende durdu. "Teklifiniz için sağolun ancak krallık istemiyorum Sayın Ryker, krallığımda huzur istiyorum. Pelerinler keyfiyen takılacak şeyler değildir, o zifiri pelerini Elflerimizin yasına takıyorsunuz ancak yas tek başına yetmiyor bazen." Bir pelerinden Elfleri nasıl çıkarmış olabilir? Bu herif dahi bir aptal. Söz bitiminde mavi gözlerimle Isaac dışındaki askerlere uyarı verip odadan çıkmalarını işaret ettim. Isaac dışındaki beş asker odayı terk ederken arkamızdan kapı kapandı ve büyük sırrım, kapılarını bir büyücüye açmaya hazırdı. Elimle ortadaki çalışma masasını gösterdim. "Ayakta konuşmayalım." Sadece başıyla bir onaylama hareketi yaptı ve masanın önündeki iki tekli koltuktan birisine oturdu. Bende masanın arkasında ki, bir tahtı andıran koltuğuma oturup ellerimi masanın üzerinde birleştirdim. "Evet Mavros, beni biraz daha şaşırt." Mavros gözlerini benim gözlerime dikerek iddalıca baktı bir süre, daha sonra usulca araladı dudaklarını. "Yanlış Elf'i kaçırdınız." Sadece gözlerime bakarak bunu nasıl yapabiliyordu? Büyücüler zihin okuyamazlardı. Bu ihtiyarda çok daha farklı şeyler vardı. Bir dehadan çok mucizevi biri gibi. Ancak o, bu sırrımın verdiği zehri çekebilecek miydi? Kim olduğumu artık biliyordu, beni ifşa mı edecekti yoksa gerçekten ittifak mı olacaktı? Hâlâ bir büyücünün eline kaldığıma inanamıyordum. |
0% |