@ieojoonx
|
Gece yarıları tüm karanlığımdır, benliğim ve amaçlarım. Günlerden pazartesi, pazartesi gecesi. Saat iki buçuk ve ben her pazartesi gecesi olduğu gibi ayaktayım. Gücüme güç katmak, istediğimi elde etmek ve fazlanın da fazlasına sahip olabilmek için.
Kraliçenin uyuyup uyumadığını kontrol etmek istediğimden son bir kez bakıp odayı terk etmiştim, tabii uyuduğundan ne kadar emindim orası tartışılırdı. O, korktuğum tek kişiydi. Bütün düzenimi ve saltanatımı yıkabilecek tek kişi. Hem sevgi hem de nefretimi kazanan yegane kişi.
Mahzenin altında ki gizli tünel ve odalardan haberdar olmaması için elimden geleni yapsamda bir gün gerçekleşeceğini biliyordum, Elfler ve karanlığımdan elbette haberdar olacaktı. Ancak şu an değil.
Henüz değil.
İki yanımda koruma amaçlı (veya sadece gösteriş) benimle beraber ilerleyen askerler vardı. Sırada ki kurbanıma doğru ilerlerken içimde ki zevk hissi bir an önce tatmin olmayı bekliyordu. Acımasızca veya adaletsizce gelebilir ancak ben buydum, konu kendimse eğer hiçbir şey tanımazdım. Hayır, bu özelliğimden hiçbir zaman nefret etmedim.
Sonunda tünelin sonunda ki kapıya vardığımızda sağımda ki asker öne çıkıp demir kapıyı iki eliyle güçlükle araladı, gözüme ilk çarpan şey sandalyede bağlı bir şekilde oturan kızın boğazına yapışan Asker Isaac'ın elleriydi.
Benden habersiz ne yapıyordu bu dengesiz herif?
Kaşlarım anında çatılırken yükselen öfkem sesime yansıyıp tüm odayı doldurdu.
"Çekil kenara ahmak herif!"
Isaac ani bir panikle sesin geldiği yöne, bana doğru dönerken aceleyle kızdan ayrıldı. Benim avıma benden önce zarar vermeye nasıl cürret edebilirdi?
Öfkeli gözlerimin hedefi onu gösterirken Isaac bana bakmıyor, korku ve panik dolu gözlerle zemini izliyordu. Bu sessizliği seviyordum, küçük sıçanlar benim olduğum yerde nefes almadan dururlardı. Otoritemin sessizliği. Tatmin edici.
Koyu mavi harelerim ondan ayrılıp sandalyeye bağlı, bana her an bir öfke patlaması yaşayacakmış gibi bakan kıza döndü. Bu korkusuz duruşu karşısında etkilenmiş, kaşlarım havaya dikilmişti. Meydan okumaları severdim, tabii kazandığım takdirde. Ve bu küçük fahişenin benim karşımda hiçbir şansı yoktu.
Zavallı bir Elf'ti o sadece, bana muhtaç sefil bir Elf.
Bir kaç adımla yanına ulaşırken öfke saçan siyah gözlerini bir an olsun üzerimden çekmemişti. Gücüm karşısında da bu zavallı özgüveniyle dimdik durabilecek miydi acaba? Kral Ryker'ın karşısında nasıl bir tavır takınacağını öğrenmeliydi.
Dudaklarım tehtidkâr bir gülümsemeyle taçlanırken küçük Elf'i baştan aşağı süzdüm küçümseyici bakışlarla. Sivri kulakları, kıvrımlı bedeni, belirgin göğüs çizgileri... Her ne kadar zavallı olsalarda bu varlıklar gerçekten günaha çekerdi.
Gözlerim tekrar siyah harelerine kitlenirken gülümseyen dudaklarımı araladım usulca.
"Merhaba Nera."
Ardından emin olmak ister gibi gözlerimi kısıp soru soran gözlerle baktım zavallı bedenine.
"Adın Nera'ydı, değil mi?"
Kız, ateşli öfke kalkanını bir an olsun indirmiyor ve bana itaat etmeyeceğini belli eder bir ifadeyle, özgüvenini yıkmıyordu.
Tiksinti içerisinde araladı dudaklarını.
"Kaybolan Elflerin sebebi karşımda duran bu sikik herif mi?"
Bu dik başlı tavrı hoşuma gitmedi değil.
Ancak bana "sikik" demesi kabul edilir değildi.
Dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı usulca. Bakalım bedeni uyuşuklaşırken de böyle dik durabilecek miydi?
"Yavrum, bu "sikik herif" soyunuzu kurutuyor."
Bir sırıtış sergilerken yanımda ki askere elimi uzattım. Gözlerim hala küçük Elf'in üzerindeyken Asker Isaac'a doğru konuştum.
"𝑀𝑜𝑖'yi getirin."
Gözlerinin içine bakarken devam ettim.
"Dozun seviyesi dört olsun."
Arkadan bir askerin ani hareketle bana doğru döndüğünü hissettim.
"Efendim, bu doz çok yüksek."
Bana karşı mı çıkıyordu o göt herif?
Benim sayemde karnı doyuyordu, aptal sefilin bana yönelik itaatsizliği kabul edilemez.
Öfkeli gözlerim hiddetle ona doğru dönerken itirazı gerçekleştiren askerin Jack olduğunu fark etmiştim. Şaşırılır değil. Her daim çok bilmiş gibi dolanırdı rezil herif.
Onu neden hâlâ kovmuş değildim anlamıyorum.
Korktuğunu belli eder bir ifade yoktu yüzünde, oldukça normal bakıyordu.
Küçümseyici bakışlarım üzerinde gezerken dudaklarımı araladım usulca.
"Dozun yüksek olduğunu bende biliyorum seni zavallı herif."
Koyu sarı gözlerine kitlenirken duvara yapışık olan ahşap dolapları işaret ettim.
"Gidip bana 𝑀𝑜𝑖'yi şırıngayla beraber getir."
İkiletmedi ancak razı olmadığı belli bir tavrı vardı.
İlaçla beraber şırıngayı getirip bana uzatırken küçük Elf'in öfkeli sesi geldi kulaklarıma.
"Kendinize denk birilerini bulsanıza! Gücünüz anca bizlere yeter..."
𝑀𝑜𝑖 ve şırıngayı elime alırken alaycı bir tavırla ona doğru döndüm, alt tabaka zavallı gibi gezer ama asla öyle olduğunu kabul etmezdi. Ne tuhaf kişilerdi bunlar?
İlacın kapağını açıp şırıngayı içine daldırırken zavallı Elf'e doğru konuştum.
"Kendimize denk birini henüz biz de bulamadık yavrum. Maalesef."
Bana tiksinti içinde bakmaya devam etmesi çabucak alevlenen öfkeme yardımcı olmuyordu. Kendisini ne zannediyordu bu? En fazla on altı yaşındaydı, en az on dört yaş büyüktüm ondan. Güç ve otorite sahibi olan bendim, şu an da o küçük siyah gözlerinin dört bir yanını korkunun sarması gerekiyordu.
Ama korku yerine öfke vardı, derin bir öfke.
Ne yazik ki benim öfkemle çatışamazdı.
Doz istediğim seviyeye gelince iğnenin ucunu ilaçtan uzaklaştırdım. İlacı İsaac'a teslim ederken elimde iğne, dik gözlerle Elf'e doğru yaklaştım.
"İğneden korkmazsın, değil mi?"
Meydan okur gibi kısıldı gözleri.
"Korkuyorum desem ne olacak?"
Omuz silktim.
"Sana bu iğneyi yine de vuracağım."
Bir şey demeyip susarken bana öfkesini akıtmaya devam ediyordu gözleri, ancak ben bu dik başlı kızı hemen halletmek yerine, onunla biraz atışmak istiyordum.
Zavallı ve cevapsız hallerini görmek istiyordum.
Üzerine hafifçe eğilip çekinmeden bedenini ağır ağır, edepsiz bir tavırla süzdüm.
"Böyle hatunların kaderlerine hemen razı gelmeleri kötü olur."
Siyah harelerine geri dönerken gülümsedim.
"Kardeşin var mı?"
Gözlerinde ki öfke pırıltısı anında alevlendi. Kaşları çatılmış, yüzü gerilmişti. Ailesi onun için önemliydi değil mi? Her Elf'te olan o gereksiz özellik.
Dudakları aralandı, bana canavarmışım gibi bakıyordu.
"Piç herif! Aileme dokunma sakın, seni mahvederim!"
Dudaklarımdan bir kahkaha dökülürken kızın üstünden doğrulup iğneyi Isaac'a verdim. Kollarım göğüsümde birleşirken alaylı gözlerle baktım ona.
"Mahveder misin? Üzgünüm ama siz doğduğunuz andan intibaren benim malım sayılıyorsunuz güzelim. Bana karşı hiç şansın yok, üstelik zavallı bir kız çocuğuyken."
Üzerine eğilirken alaylı ifademin yerini ciddiyet almıştı.
"Ben sizin tanrınızım."
Hiç etkilenmemiş gibi kısık gözlerle baktı simsiyah gözleri.
"En son kim böyle demişti biliyor musun?"
Gülümsedim.
"Tarihin kıçı boklu şahıslarını mı anıyoruz? Ben onlardan daha fazlasıyım."
"Doğru, kıçın onlara kıyasla daha çok bok barındırıyor."
Tüm neşeli ifadelerim anında silinmişti. Karşımda çok bilmiş gibi bakan zavallı bunu söylemeye gerçekten cürret mi etmişti?
Fazla oyalandım.
Doğrulup Isaac'tan iğneyi aldım ve kaba bir tavırla kolunu sıkıca tuttum.
"Tanrına dua et aptal şey seni. Ona seni yanına almasını dile, tabii gerçekten varsa."
İğneyi koluna yaklaştırdığım esnada gözlerini gözlerime dikerek zaferli bir edayla gülümsedi.
"Ona senin için dua edeceğim."
Kaşlarım çatılmışken nasıl olduğunu anlayamadığım bir hızla kafasını çevirip koparmıştı.
Kendi kendisine bunu yapmıştı.
Sadece başını hızlı bir şekilde çevirerek başını vücudundan ayırmıştı.
Gözlerim şok içinde yerde ki kafasını izlerken askerlerden birinin telaşlı sesi ulaştı kulağıma.
"Efendim gitmemiz gerek, o normal bir Elf değil. Burada bulunduğumuz sürece enerjisi sizi kötü yönde etkileyecek."
Kısa bir süre çatık kaşlarla kanlı beden ve vücudundan ayrılmış kafayı inceledikten sonra onaylama namında bir baş hareketi yaptım.
"Gidelim."
Korkmuş falan değildim, o aptal Elf gerçekten güçlü olmalıydı ki henüz yeni ölmüş olmasına rağmen yaydığı enerji organlarımda bir rahatsızlığa sebep oluyordu. Oksijen gittikçe zayıflıyor, gözlerim ağrıyordu. Kalp atışlarım kulağımda atıyordu adeta.
Diğer askerlere doğru dönerken baş parmağım tehtidkâr bir edayla kalktı, mavi gözlerim üzerlerinde gezinirken sert bir ses tonuyla devam ettim.
"Bu olay kraliçenin kulağına giderse hepinizi birden yakarım."
Jack'e doğru kısa bir bakıştan sonra Isaac'a işaret verip bu kan kokulu yerden bir an önce uzaklaşmak için hızlı adımlar sergiledim.
Ne demek normal bir Elf değildi? Şu ana kadar ki yüz Elf hiçbir sorun çıkartmamışken yüz birincinin esrarengiz bir şekilde özel güçleri falan mı çıkmıştı ortaya?
Siktiğimin soyu hakkında hiç kimse bir şey bilmediği için bu çok ani olmuştu!
Koridora ulaşır ulaşmaz Isaac'ın korku ve şaşkın yüzüne doğru aceleci bir tavırla konuşmaya başlamıştım.
"Büyücülerin hepsini tam şu an sarayımda istiyorum, istediklerimi yaptıkları takdirde onlara arka çıkacağımı söyle."
Büyücüler halk arasında pek saygı görmezlerdi, arkalarında bir devlet gücü olmadığından kaynaklı olabilirdi tabii. Hiç kimse, arkasında önemli bir güç olmayan kişilere inanmaz. Bizim kafayı ritüellerle bozmuş büyücülerde elbette benden destek bekledikleri için anında köpeğim olmaya hazırlardı.
Ve ne yazık ki bu uçuklara inanmaktan başka çarem yoktu, sarayımın kimsenin bilmediği gizli katında ki tehlikeli bir Elf her şeyi mahvedemezdi.
İçimden bir ses o Elf'i hemen ortadan kaldırmam gerektiğini söylüyordu, yoksa enerjisi tüm saraya yayılabilirdi.
İntiharından sonra ölü bedeni kötü enerji yayan bir çok canlı tanıdığım için bunun bir tehtid yarattığını elbette biliyordum, ancak Elfler bu kategoriye girmiyordu. Kocaman bir kütüphanem vardı ve Elfler hakkında ki bu bilgi hiçbir kitapta yoktu.
Kafası yere düştüğü an kalbimde ki ağırlığı hissetmiştim, enerjisi kesinlikle yabana atılmayacak türdendi ve çok hızlı yayıldığı aşikardı.
Sonunda mahzene çıktığımızda aklıma Winter gelmişti. Sanırım o afet sevdiğim tek Elf'ti.
Kütüphane de görevliydi, ben tahta çıktığım zaman saraya yeni gelmişti sanırım. İlk başlarda sadece aradığım kitabı bulmamda yardımcı olsa da zamanla yakıcı ateşine karşı koyamamıştım.
Ona ihtiyacım vardı.
(...)
Kütüphane en üst kattaydı, bütün bir katı sadece kitaba ayırmaya karar kılmıştım. Sonuçta bir hükümdarın bilgi kapasitesi herkesinden farklı olmalıydı değil mi?
Ancak bugün bilgi edinmek için gelmemiştim, bu beyin biraz rahatlamak istiyordu. Kütüphane görevlisi kızın kucağında hiç bir şey düşünmeden sadece yatmak istiyordu. Göğüsünün üzerine yatmak ve saçlarımı okşayan parmak uçlarının enerjisini tüm bedenimde hissetmek, tek istediğim buydu.
Sürpriz bir şekilde onu üçüncü rafın kitaplarıyla oyalanırken bulmuştum. Adım seslerim ona yaklaşırken başını ani bir hareketle bana çevirmişti. Şaşkın ifadesi beni görünce fırtına sonrası durgun deniz gibi tatlı tatlı bakıyordu.
Kütüphanede sadece o ve ben vardık. Görevli cinlerin gelmesine henüz bir saat vardı yani yalnızdık. Yalnızlığın en iyi hissettireni.
Aramızda sadece bir adım kalacak şekilde durup beni görünce parıldıyan mavi gözlerini izledim. Benimle aynı göz rengine sahipti ve bana ait olan şeylerle ortak özelliğimin bulunmasını seviyordum.
Kraliçe Madeline de Kütüphane Görevlisi Winter da mavi gözlüydü. İkisi de paha piçilemez anlarımın en süsleyenleriydi.
"Ne hoş sürpriz kralım."
Madeline'nin olgun sesinin aksine çıkan cıvıl ve cilveli sesi beni olduğum yerden bambaşka bir yere taşıyordu.
Bu iki zıt kadın, benim için çok şey ifade ediyorlardı.
İçten bir gülümsemeyle yanaşıp kollarımı beline doladım. Bu hareketimi sevdiğini biliyordum.
"Görevli Winter? Şu anda yatağında, için de kral Ryker Kane'nin de bulunduğu tatlı rüyalar görmen gerekmiyor muydu?"
Flört eder bir edayla sırıttı.
"Kral Ryker Kane'yi tam şu an da kanlı canlı karşımda buluyorum, bu daha ilgi çekici değil mi?"
Bir elim belinde yerini alırken diğer elim ense kısmında ki turuncu saç tutamlarına doğru süzüldü yavaşça.
"İlgini ne hoş şeyler çekiyor öyle..."
Ensesinden baskı yapıp bir açlıkla dudaklarına yumulurken hissettiklerimin tarifi yoktu. Kısa ama tutkulu bir öpücük sonrası yüzümü avucunun içine hapsedip cilveli tavrıyla bir soru yöneltti.
"Sizi odama davet ediyorum. Kabul mü?"
Gülümsemem sırıtışa dönerken yanıtı verdim.
"Bu teklifi bekliyordum."
Bir kaç dakika sonra raflıkların arkasında ki küçük odasındaydık. Kelimenin tam anlamıyla her yeri bembeyaz olan bir oda. Tatlı Elf'im beyaz rengini çok seviyordu.
Onun göğüsleri üzerine başımı yaslamış, yatağında uzanıyordum. Kahverengi-koyu kızıl saçlarımda parmak uçlarını gezindirirken diğer eli göğüs bölgemin üzerindeydi. Saçımla oynamayı çok severdi.
"Winter, evli bir erkeğim biliyorsun. Saçımı fazla dağıtma."
İkaz eder gibi tatlı bir tonla çıkan sesim karşısında beklemediğim bir şekilde saç tutamlarımın arasındaki parmaklarını gezindirmeyi bıraktı. Kaşlarım çatılırken parmaklarının uzaklaştığını hissettim, hayır bunu kastetmemiştim.
"Oynamaya devam etmeni emrediyorum."
"Evlisin?"
Kaşlarım daha çok çatılırken göğüsümün üzerinde ki elini sahiplenir gibi, canını acıtmayacak şekilde sıktım.
"Neyi değiştirir? Seninde nişanlın var."
"Aynı şey değil."
"Ne demek aynı şey değil?"
Aniden, kafama dank eden hatırayla sıcak kucağından ayrıldım. Çatık kaşlarım ona yönelmişken mavi, parlak gözleri biraz şaşkın gibiydi.
"O piçi öptüğünü gördüm. Resmen dudak dudağa..."
Sabır dilenir gibi gözlerim kapanırken hızlı nefeslerim arasında mavilerimi araladım. Kaşlarının çatıldığını görmüştüm.
Sakin tutmaya çalıştığım bir ses tonuyla ona, günler ve gecelerdir içimi yiyip bitiren sorumu yönelttim.
"Onunla aranda bilmediğim bir bağ mı var?"
Kısa sessizliğin ardından çatık olan kaşları düz bir hâl alırken öfkesinden kaynaklı olarak çıkan yüksek sesi odanın dört bir yanını sarmıştı.
"Siktir be! Sen Madeline'yi yatağa atarken neden sorun yok? Sırf sarayda görevli diye zorla evlendirildiğim adamın beni öptüğünü görünce yargı dağıtma hakkına sahipsin öyle mi? İstediğin buysa cevabını da vereyim Kane, sen bencilsin!"
Kaşlarım sahte bir şaşkınlıkla havaya kalkarken Küçük Elfim'in çok çabuk öfkelendiğini unutmuştum. Tıpkı benim gibi. Madeline de çok çabuk öfkelenirdi aslında.
Bir özellik daha.
"Sanki beni beğendiğinde bekarmışım gibi! Beni böyle kabullendin, ama ben sana o adamla olmaması gerektiğini söylemiştim!"
"Elimde olan bir şey olmadığını sende biliyorsun!"
"Tamam!"
Konuyu kapatmak ister gibi kapıyı işaret ederek öfkesiyle yargı dağıtmak isteyen sesimi dizginledim. Sakince dudaklarımı araladım.
"Görevli cinler gelmeden sorunumu halletmem gerekiyor. Biliyorum yersizce konuyu açtım ama beni bilmiyormuş gibi konuşma."
Gözlerim çatık kaşlarıyla tripli ifadesini izlerken ellerini sarıp gülümsedim.
"Nişanlının işini seninle kavga ederek çözmeyeceğim yavrum. Ama bana o herifle kalacağınız evin yerini söylesen fena olmazdı..."
"Ryker!"
"Tamam, söylemesende olur."
Bir elimi sıcacık yanağına doğru götürdüm. Ne zaman öfkelense Küçük Elfim'in yanakları sıcacık olurdu. Benim ellerim ise buz gibi. (Madeline de öfkesini istediği zaman belli etmeyi tercih ederdi, bunu otoriteli sesiyle yapardı.)
"Buraya geliş amacımın cevabını alıp gideceğim. Benden sonra da raflıklarına geri dönüp uykusuz kalma."
Kaşları sonunda düz bir hâl alırken soru soran gözlerle bakındı.
"Sorun nedir?"
Ellerimi kendime çekip arkama yaslandım, sırtımı dikleştirip tekrar meraklı gözlerine döndüm.
"Sen güçlü bir Elfsin, diğerlerinden çok daha farklısın biliyorsun. Elfler fiziksel manada güçlü varlıklardır ancak bu özellik topluluğun yüzde kırkını kapsıyor ve sende bu yüzde kırkın içindesin."
Kısa bir an gözlerimi kaçırıp o anı hatırlamaya çalışmıştım.
"Kısaca, o yüzde kırk kesim daha neleri barındırıyor? Enerjileri hangi boyutta?"
Winter kollarını göğüs altında birleştirip kıvrımlı dudaklarını araladı.
"Seni bir şey mi korkutuyor, yine başına hangi belayı aldın?"
Elfleri bildiği için çekinmeden olayı anlatabilirdim.
"Bir Elf, kafasını kendi kendine kopardı. İntihar etti yani. Kafası yere düşer düşmez enerjisini hissetmiştim. Çok tehlikeli gibiydi... Yani, yüzde kırkın seviyesi bu kadar güçlü olabilir mi?"
Gözlerini kısıp bir kaç saniye boşluğu izledi. Bir şeyler hatırlamaya çalışıyor gibiydi. Sonunda bana doğru döndüğünde durum çokta umutlu değil gibiydi.
"Ryker... Öldükten sonra güçlü enerjiler yayan canlılar sınırlı ve bu sınırın içerisinde Elfler yok. Sadece cadılar ve iblisler bunu yapabilir, o da kendi istekleri varsa. Ölümün getirdiği güçlü enerjilerin yegane sebebi intikamdır. Sen onun bir Elf olduğuna emin misin?"
"Elbette eminim! Güzel yüzü, kıvrımlı bedeni, çilleri, hafif sivri kulağı, pürüzsüz ve kusursuz cildi... Bir Elf'in barındıracağı bütün özelliklere sahipti."
Winter'ın kaşları çatıldı kısa bir an.
"Sen onu neden bu kadar detaylıca inceledin?"
"Konumuz bu değil! İtibarım ve tahtım tehlike altında."
"İtibar ve tahtını bir cadı veya iblisi kaçırmadan önce düşünecektin Ryker."
"Bana sonucu açıklasana sen."
Kısa bir an duraksayıp aklına gelen şeyle yatağın üzerinden indi. Kendi odasında bulunan küçük, ahşap rafın en üstünde ki yeşil ciltli kalın kitabı eline alıp kısa sürede yanıma ulaştı.
Hiçbir şey söylemeden sadece aradığı sayfayı bulmaya çalıştı bir süre. Sonunda beş yüz elli yedinci sayfaya geldiğinde durup parmaklarını cümlelerin üzerinde gezindirmeye başladı. En alt satıra gelince durup bana gösterdi.
"Sadece iblisler bir başka bedeni işgal edebilirler. Ruhlarını o ölü bedene yerleştirip tehlikeli sebebiyetler verebilirler. Ancak içinde oldukları bedeni öldürmeleri büyük risk yaratır. Çünkü o ölü beden tekrar dirilir, tekrar dirilen beden de yarı cadı bir melez ise her şeyi yapabilir."
Çatılmış kaşlarımla ona dönerken bana ilk defa ciddi gözlerle bakıyordu.
"Bundan yedi yüz sene öncesi yarı cadı melezler toplumda uğursuzluk olarak görüldüğü için doğan her yarı cadı melez öldürülüp bir şekilde soyları kurutulmuştu. Ancak Elfler sonradan keşfedilenler oldukları için onlardan doğan yarı cadı melezler bir şekilde hayatta kalabildiler sanırım, hatta belki çoğu kişi melez olduğunu fark etmedi bile."
Kitabın kapağını kapatıp ellerini beline yerleştirdi.
"Çok değil, on yıl kadar önce o melezler tekrar öldürülmeye başlanmıştı. Tahminimce intihar eden Elf bir iblis ruhuyla anlaşma yaparak bu zamana kadar yaşamını sürdürebildi."
"Ve o iblisle olan anlaşmasını bu gece bitirip başımıza bela olacak?"
Teorimin doğruluğu maalesef yüzde yetmişin üstüydü. Başını olumlu anlamda sallayıp kitabı kenara çekti ve karşımda oturdu. Gözlerinde endişe var gibiydi.
"Ryker, kraliçenin haberi yoksa bile öğrenecek. Bir an önce..."
"Çaresine bakacağım!"
Yataktan inip hızlı adımlarla kapıya ulaşmak için hareketlenirken öfkeli çıkan sesi beni durdurmuştu.
"Henüz çaresini anlayamadan yok olacaksın Ryker Kane!"
Hayır bir Cadı Elf tarafından yok edilmeyecektim. Kraliçemin kulağına gitmeden bu işi halledecek ve içinde Cadılık olan en ufak şeyi dahi yok edecektim.
Ben yok olmam, yok ederim.
Karşımda ki kapıya bakarken ona cevap vermek için araladım dudaklarımı.
"Uyu, sevgili Elf'im."
Tek bir şey söylemesine olanak sağlamadan bir an önce odayı terk etmiştim.
Odama doğru yol alırken içimde ki karamsar düşünceleri susturup askerlere büyücülerin sabah kimsenin haberi olmayacağı şekilde mahzene getirmelerini emretmiştim, tabii ek olarak ben, büyücüler ve görevlendirdiğim askerler dışında kimse mahzene girmeyecekti.
O uçuklar çare bulamazlarsa yok edilecekler listeme memnuniyetle girerlerdi.
Küçük koridora geldiğimde bir kaç adım sonrası önünde iki muhafız duran yatak odamızı görmüştüm. Umarım kraliçe hala uyuyordur.
Sakin adımlarla kapıya yönelirken muhafızlar kısa bir baş selamı verdiler.
Tam kapıyı açmak için hareketleneceğim esnada aklıma gelen ihtimalle durup muhafızlara döndüm.
"Koridorun başına gidin. Orada yapın nöbetinizi." Asker selamı verip kapıdan ayrılırlarken bende kapıyı aralayıp karanlık odanın içine göz attım. Pencereden yansıyan ayın ışığı kraliçemin hâlâ rüyalar aleminde olduğunu gösteriyordu.
|
0% |