5. Bölüm

Kral mı Ryker mı?

Ieo Joonx
ieojoonx

Gözlerimi tedavi odasında açmıştım. Görünürde kimse yoktu, tek hissettiğim omzumda ki ağrı ve tek duyduğum kalp atışlarımın sesiydi. Üzerimdeki ağırlık kendisini hissettirmeye devam ediyordu. En son ne olmuştu?

 

Kendi odamdaydım, Ryker'la konuşuyorduk ve...

 

Gerisi yoktu.

 

Omzuma bir şey olduğunun farkındaydım ve biliyordum ama olayı tam olarak hatırlayamıyordum. Çok hızlı geçmişti sanki.

 

Bir kapının açılma sesini duydum, kalp atışlarım dışında bir ses işitmek içimi rahatlatmıştı.

 

"Kraliçe Madeline! Uyanmışsınız."

 

Ses tanıdıktı ama şu an beynim durmuş gibiydi, hiçbir şeyi hatırlayamıyordum.

 

Başımı ağır ağır sesin geldiği yöne çevirirken koyu yeşil gözlerini kocaman açmış, sevinçle bana bakan hemşire kızı gördüm. Adı... Liviana!

 

Aklımı kaybetmemiş olmama sevindim.

 

Hemen arkasından şifacımız Reed'in sesini duyarken bilincim yavaş yavaş yerine oturuyordu.

 

"Liv, ne diyorsun? Kraliçe mi uyandı?"

 

Odaya adımını atar atmaz benimle göz göze gelmişti. Beni uyanık görünce gülümseyip yanıma doğru adımlamaya başladı.

 

"Günaydınlar kraliçem!"

 

Zorda olsa gülümsemeye çalıştım ama yüz kaslarım bile ağrıyor gibiydi.

 

Bu ağırlığı sadece ben yaşıyor olamam, hemşire ve şifacı gayet hafifmiş gibi görünüyorlardı!

 

Reed, yanıma ulaşır ulaşmaz sorularını yöneltmeye başlamıştı bile.

 

"İyi misiniz? Bir yeriniz ağrıyor mu? Büyük ihtimal ağrıyordur. Ağrı dışında hissettiğiniz bir şeyler var mı?"

 

Konuşmak istiyordum elbette ama dudaklarımı fazla kuru hissediyordum.

 

Reed ise bunu anlamış olacak ki hemşiresine bir el hareketi yapıp su getirmesini söyledi.

 

Liviana koşar adım odadan çıkarken kısa süre sonra elinde bir bardak suyla geri dönmüştü.

 

Reed, Liv'in elinden suyu alıp bana döndü. Başımı hafif kaldırıp bardağı dudaklarıma yaklaştırdı.

 

Su içemeyecek kadar midem bulanıyordu ama dudaklarımın ıslanmaları için buna ihtiyacım vardı.

 

Bir kaç yudum boğazımdan aşağı inerken gerçekten çok susadığımı fark ettim. Mide bulantısını unutmuş, yudum yudum su içiyordum. Her bi yudum boğazım ve dudaklarımdaki kuruluğa ilaç gibi geliyor, oraları yeşermiş birer bahçeye çeviriyordu adeta.

 

Bardaktaki su bitince Reed bardağı geri çekti, beni tekrar yatırırken bir soru daha yöneltti.

 

"Bir bardak daha ister misiniz?"

 

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım.

 

"Hayır, teşekkürler."

 

Liv bardağı sehpanın üzerine bırakırken Reed sorusunu tekrarladı.

 

"Ağrı dışında hissettiğiniz bir şeyler var mı?"

 

Bir kaç saniye durup bedenimdeki baskıyı hissettim, daha sonra dudaklarımı aralayıp yavaş yavaş konuşmaya başladım.

 

"Şey... Üzerimde bir ağırlık var sanki... Garip bir ağırlık, kötü bir enerji gibi... Sarayın içine girer girmez hissetmiştim."

 

Daha sonra kaşlarım çatıldı, ben ne zamandan beri burada yatıyordum?

 

Reed sorumu anlamış olacak ki cevapladı.

 

"Siz burada yatalı sadece bir gün oluyor. Dün saraya adım atar atmaz mı hissettim demiştiniz?"

 

Başımı olumlu anlamda salladım sadece.

 

Parmaklarını çenesine götürüp düşündü bir süre, kaşları çatılırken gözleri hemşiresini buldu.

 

"Dün sende böyle söylememiş miydin?"

 

Liv anında başını salladı.

 

"Evet, saraya adım atar atmaz aynen bana da bir ağırlık çöktü. Yorgunluk veya grip gibi değil, çok farklı ve garipti. Bu sabah Güney Dağı bitkilerinden içince hafifledi."

 

Onaylamamı bekler gibi bana bakındı bir süre. Başımı onaylar gibi sallarken Reed tekrar bana döndü.

 

Gözleri kısılırken dudakları aralandı.

 

"Aslında, Liv ve siz dışında bana bu şikayetle gelen kişiler oldu. Siz henüz uyanmamışken saraydan bir kaç asker yanıma geldiler, arkadaşlarınında aynı şikayete sahip olduğunu belirttiler. Bu şikayetle gelmeyen sadece Kral Ryker ve Baş Komutan Isaac ile Komutan Jack sanırım."

 

Daha sonra öylesine bir şey söylemiş gibi elini boşlukta salladı.

 

"Gerçi Komutan Jack ölse bile uğramaz buraya. Çok garip bir adam. Kralın yanında krala laf atabilecek kadar küstah. Ama kral nedense onu şu zamana kadar kovmuş değil. Yani evet, cezalandırıyor ama kesinlikle kovmuyor."

 

Komutan Jack'in o hallerine bende bir kaç kez şahit olmuştum. Ryker sadece "daha sonra görüşeceğiz" der gibi kaşlarını çatarak bakardı.

 

Söz bitiminde Reed tekrar Liviana'ya döndü.

 

"Kapının başında nöbet tutan askere söyle, krala kraliçenin uyandığını haber etsin."

 

Liv başını olumlu anlamda sallayıp kapıya doğru yürüdü. Şifacı Reed ise arkasını dönüp yan odaya, mutfak olarak kullandıkları yere doğru adımladı.

 

"Güney Dağı bitkisi iyi geliyormuş maadem, bir fincan getirelim."

 

O gözden kaybolduktan bir kaç saniye sonra Liv kapıyı kapatıp yanıma ulaştı.

 

Bir kaç adım uzağımda ki dolaba yönelip cam kapağı açtı, bir kaç içi dolu şişe ve sargı bezi çıkardıktan sonra yatağın yanında ki sandalyeye oturup omzumu gösterdi.

 

"İzin var mı?"

 

Başımı olumlu anlamda salladım.

 

"Elbette."

 

Bana giydirilen uzun, rahat kumaşın ön düğmelerini açıp omzumu nazikçe çıkardı. Ardından önceki sargı bezini açıp pansumanı yapmaya başladı.

 

Çay önceden hazır olmuş olacak ki Reed içerden elinde küçük bir tepsiyle geldi. Tepsiyi sehpanın üzerine bıraktıktan sonra biraz soğuması gerekiyor olacak ki hemen vermedi.

 

"Şimdi, sizden bu olayın nasıl olduğunu en başından bana anlatmanızı istiyorum kraliçem. Detayları atlamayalım."

 

Olayı elbette kendiside biliyordu, sadece hafızamı yoklamak için bunu istiyordu. Başımı olumlu anlamda sallayıp o anları tekrar düşünmeye başladım. Dudaklarımı aralarken kelimeler bir bir döküldü.

 

"Saraya gelmişken ki ağırlıktan bahsetmiştim, odama çıkıp duş almak istiyordum ancak epey yorgundum. Daha sonra koridordan sesler gelmeye başladı, sanırım bir kaç tane gazeteciydi -onlar içeri nasıl girmişlerdi hiçbir fikrim yoktu- daha sonra Ryker'ın, "Ryker sevsin hepinizi" diye söylendiğini, hatta neredeyse bağırdığını duydum. Bir kaç saniye sonra Ryker içeri gelmişti. Beni görünce ilk başta ufak bir şaşkınlık yaşadı ama bu şaşkınlık kısa sürdü. Üzerinde avcı kıyafetleri vardı. Kapıyı kapatıp yanıma geldi ve kaçırılan elf hakkında bir şeyler sordu bende cevapladım. Ona büyücülerin neden bahçede olduklarını soruyordum ki arkamda açık duran pencereden hızla bir şeyin geçtiğini hissetmiştim. Ryker bana seslenene kadar okun omzumu sıyırdığını hissetmemiştim. Aslında sadece sıyırığa neden bu kadar kötü oldum bilmiyorum, daha önce eğitimlerimde defalarca kez kılıç ve ok bir yerlerimi sıyırırdı ama... Sanırım o ağırlığında etkisi vardı. Daha sonra da bilincim kapandı ve buraya getirilmişim işte."

 

Başını olumlu anlamda sallayıp tepside ki çaylara döndü, o sırada Liviana pansumanı çoktan bitirmiş düğmelerimi kapatıyordu.

 

Liv'e doğru dönüp gülümsedim.

 

"Teşekkür ederim."

 

O da içtenlikle gülümseyerek bana karşılık verdi

 

"Görevimiz bu kraliçem."

 

Pansuman malzemelerini tekrar yerine yerleştirdikten sonra eskilerini çöpe atmıştı.

 

Reed elindeki bir fincan çayla bana baktı.

 

"Doğrulmayı deneyebilir misiniz?"

 

Ellerimi iki yanıma bastırıp pozisyona geçtim.

 

"Deneyebilirim sanırım..."

 

Kendimi geriye doğru ittirirken omzumda keskin bir acı hissetsemde bu neredeyse iki saniye sürmüştü.

 

Olumlu anlamda başımı sallayıp gülümsedim.

 

"Yapabiliyorum."

 

Reed, "harika" anlamında yumruğunu sıktıktan sonra elinde ki fincanı bana doğru uzattı.

 

Fincanı alıp yavaşça bir yudum aldım, boğazıma bayağı iyi gelmişti.

 

Liv'de sandalyeye oturmadan önce bir fincan almıştı, Reed üç fincan hazırlamıştı.

 

"Daha iyi misiniz kraliçem?"

 

"Evet, sayenizde."

 

"Görevimi size layık bir şekilde yerine getirmekten gurur duyarım."

 

Kısa sessizlik sonrası aklıma Ryker ve saçmasapan esprisi geldi, nur topu gibi bir büyü yemişti. Peki nasıldı şimdi? Bunu şifacıya söylemiş miydi?

 

Çayımdan bir yudum daha alırken Reed'e döndüm.

 

"Reed, Ryker'a büyü kullanmışlardı. Umarım haberin vardır. Durumu nasıl?"

 

Elindeki fincanı sehpanın üzerine bırakıp bana döndü.

 

"Haberim var. Durumu sınırda. Ama eğer yaptığım ilacı "tadı kötü" bahanesiyle içmemeye ve en ufak şeye öfkelenmeye devam ederse o sınır aşılacak gibi."

 

Kaşlarım çatılırken beynimde bir soru işareti belirdi.

 

"Ne yani, seni dinlemiyor mu?"

 

Omuz silkti.

 

"Bilirsiniz, onu en iyi siz tanıyorsunuz."

 

Hayır Ryker'ın en ufak şeye öfkelendiğini sanmıyordum.

 

"Ne demek istiyorsun?"

 

Reed dudaklarını birbirlerine bastırıp zemini izledi bir süre.

 

"Yani... Size kıyasla kralımız çok garip ve farklı birisi."

 

Ardından bana dönüp boş bir şeyden bahsediyormuşcasına elini boşlukta salladı.

 

"Arkasından konuşmanın gerekliliği yok."

 

Aklım iyice karışıyordu. Yani Ryker benim kadar iyimser olmamıştı hiçbir zaman ama onun dışında iyi huylu birisiydi.

 

Belki de sadece benim yanımda.

 

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım hızla.

 

"Hayır, hayır. Devam et lütfen. Aramızda sır kalacak"

 

Reed tereddüt etse de beni reddedemeyeceğini biliyordu.

 

"Yani... Baksanıza sizinle rahat bir şekilde sohbet edilebiliyor ama Kral Ryker mevkisi altındakilerle işi olmadıkça göz göze bile gelmeye zahmet göstermez. Sarayındaki görevlilerle olan diyaloğunu en uzun Baş Komutan Isaac ve kütüphane görevlisi elf ile sürdürmüştür."

 

Hemen arkasından Liviana devam etti.

 

"Belki de kral olduğu içindir. Erkekler ellerine en ufak güç geçince gösterisini yapmadan duramazlar."

 

Reed, Liv'e ters bir bakış atarken aklımdaki Ryker ile alakalı tüm bilgiler bir anlığına durmuştu. Bana farklı onlara farklı mı davranış sergiliyordu?

 

"Liv, bende bir erkeğim. Sarayda başarılı bir şifacı olduğum için gösteriş yapıyor muyum?"

 

Liv başını olumsuz anlamda sallarken Reed devam etti.

 

"Öyleyse genelleme yapma lütfen."

 

"Siz istisnasınız. Arada istisna olanlar çok az bu yüzden, elbette genelleme yapabilirim."

 

"Liv, sus lütfen."

 

Bir süre sessizlik oluşurken kapı birden açıldı, gözlerim zeminden kapıya doğrulurken onu gördüm.

 

"Madeline, uyanmışsın."

 

Samimi bir mutluluk gibiydi tavrı. Aslında gerçekten samimiydi ama... Bu sözlerden sonra hep bir şüpheyle yaklaşacaktım belliydi.

 

Liv ayağa kalkıp boş fincanları tepsiye koyduktan sonra mutfağa yönelmişti. O sırada Ryker yanıma geldi.

 

"İyi misin?"

 

Pekte iyi sayılmam. Ama bunu odamızda konuşacaktım.

 

"Evet."

 

Kısaca cevapladıktan sonra kısa bir sessizlik ortama hakim olmuştu.

 

Ryker ne yapacağını bilmez bir tavırla ellerini cebine attı ve Reed'e bakındı.

 

"Tam olarak ne zaman yataktan kalkar?"

 

Reed bana kısa bir an baktıktan sonra tekrar Ryker'a döndü.

 

"Bugün. Ama omzu için günde bir defa aksatmadan pansumana gelmeli."

 

Oturduğu sandalyeden ayağa kalkarken gözleri doğrudan Ryker'ı tembih eder gibiydi.

 

"Ayrıca kraliçenin omuzu iyice iyleşene kadar yatak aktivitelerine ara verseniz iyi olur."

 

Reed'in bunu doğrudan söylemesi beni afallatsa da haklı olduğuna kanaat getirdim. Üstü kapalı söylemek yerine her şeyi doğrudan söylerdi.

 

Reed yanımızdan ayrılırken Ryker'a döndüm, Reed'in arkasından bakıyordu.

 

Ona soracak belki de binlerce sorum vardı, mesela ilki neden o kadar asker benimle aynı şikayetle gelmişken kendisi gayet sağlıklıydı?

 

 

Bölüm : 29.11.2024 23:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...