Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.BÖLÜM: YABANCI

@iiamhatiice

 

Namlunun ucunda ben arkasında o. Vadide daha da güçlü esen rüzgar... Emrimde her an ateş etmek için hazır bekleyen bir düzine asker... Askerlerin tuttuğu silahların ucunda hedef olan yabancı ve birçok insan... Silahın sesinden korkup kendin, korumak adına yere atan birkaç insan... Kimi başını iki kolunun arasına alıp kendini korumaya çalışıyor, kimi ise bir başkasını korumak için onu kollarının arasına alıyor. O ise dimdik ayakta.

Yabancı...

Ona verdiğim isim buydu. Çünkü gerçekten birinden veya bir yerden kaçan biriyse bu bölgeyi asla yörüngesine katmazdı. Buraları tanımadığı aşikardı.

Artık aramızda mesafe yok denecek kadar azdı. Ben tel örgünün hemen arkasındaydım o da benim birkaç metre ilerimde. Olur da beni vurmak gibi bir düşünceye kapılırsa ıskalamak gibi bir hataya düşmezdi.

“Beni vuramayacağını ikimiz de çok iyi biliyoruz,” dedim gözlerinin içine bakarken.

Sarı saçları esen rüzgara göre şekil alıyordu. Mavi gözleri ise ay ışığında parıl parıl parlıyordu. Yüzündeyse çokça yara izi vardı. Görmezden gelinemeyecek kadar çok yara izi.

“Vursan bile asla sağ çıkamazsın.”

Arkamı döndüğümde İbrahim’le göz göze geldim. “O asla ıskalamaz çünkü.”

Elimi ileriye doğru uzatıp ona kullanması için son bir şans tanıdım. “Silahını bana ver ve teslim ol.”

Ona verebileceğim ikinci bir şans kalmıyordu artık. Yaşamak için beni dinlemek zorundaydı. Zamanı azalıyordu. Askerler gelecek emir için beni beklemek zorundalardı ama İbrahim’i eğer o bir şeyi yapmaya karar verdiyse kimse durduramazdı.

Görünmez bir saat sanki başının üzerinde adeta geriye doğru sayıyordu. Tik tak... Tik tak...

Zamanın dolmak üzere yabancı.

Aramızdaki sessizlik o kadar can sıkıcıydı ki kuvvetli esen rüzgar dahi ağlayan çocukların sesini bastırmaya yetmiyordu. Elim hâlâ havadaydı. İndirdiğim anda İbrahim’in az önce havaya sıktığı kurşunlara benzer başka bir kurşun saniyeler içinde vücudunun herhangi bir yerine girebilirdi.

Ay ışığının altında silahın kabzasını sıkmaktan artık sapsarı kesilmiş elini gevşettiğini fark ettim. Teslim olmaya artık çok yakındı.

“Çocukları düşün.”

Bakışlarını yerde yatan artık ağlamaktan derbeder olmuş çocuklara kaydırdı. Geldikleri andan itibaren bunu ilk defa yapmıştı. Takındığı ve bir saniye olsun indirmediği gardını artık tamamen bırakmıştı.

“Silahını ver hadi.”

Bakışlarını yeniden bana çevirdiğinde gözlerinin içinde geçirdiğimiz dakikaların aksine bambaşka bir duyguyu yansıtıyordu.

Acı. 

Aslında bunu gözleriyle hissettirmese bile anlamam en fazla birkaç saniyemi alırdı. Yüzü gözü yara içindeydi. Üstü başıysa çamur. Silahını tuttuğu sağ eli bir bez parçasıyla sarılıydı. Keza yanında taşıdığı insanlar da en az onun kadar kötü hâldelerdi. Bazılarınınkini sadece kötüyle nitelendirmek hafif kalırdı.

Gözlerini kapatıp silahını yavaşça aşağı indirdi. Derin bir nefes alıp verdikten sonra gözlerini araladı. Son bir kez silaha baktıktan sonra onu bana doğru fırlattı. Kontrollü bir şekilde yaptığı için silah tam ayağımın ucuna düştü.

İbrahim hızlıca askerlere topluluğu kontrollü bir şekilde içeri almaları için emir verdi. Sesindeki kinayeyi ve problemi onun istediği şekilde çözmeye yanaşmadığımdan ötürü barındırdığı siniri hissetmemek imkansızdı. Onun gibi tez canlı birini zapt etmek ve durumu olabildiğince lehimizde yönetmek her zaman zor olmuştu.

Hepsi teker teker içeri alınırken bir yandan da üzerleri aranıyordu. Bu hak ilk önce çocuklara tanınmıştı. Ondan sonra kadınlar ve en sonda da erkekler içeri girecekti.

Çocukların sayısı yanlış saymadıysam eğer yaklaşık olarak 8 taneydi. Küçük büyük fark etmeksizin erkeklerin fazla olduğu bir çocuk grubuydu. Bu kadar çocuk nereye gidiyordu böyle? Ya da nereden geliyordu? Çocuk kaçakçılığı? Aklıma gelen ilk ihtimalin bu olması canımı sıkmıştı.

Bu aralar ilçe karakoluna bildirilen kayıp çocuk sayısında gözle görülür derecede bir artış vardı. Bunu oraya en son ki gidişimde yakın olduğum bir devremden duymuştum. Üzerinde ne kadar çalışılsa da asla bir sonuca ulaşılamamıştı. Gerçekten olabilir miydi böyle bir şey? Sıradaki içeri girmeyi bekleyen diğer insanlara baktığımda az da olsa bu ihtimali kafamdan atabildim. Çocuk kaçakçılığı yapılsa bu yöntem mi seçilirdi? Gecenin bir yarısı ve yürüyerek... Üstelik askeriyenin olduğu bir yerde onları rahatça fark edebilme ihtimalimiz varken.

Hem de diğer insanların hiç de kaçak çaya benzer bir halleri yoktu. Ya da garip bir oyunun içerisindeyiz ve bu da onun bir parçası.

Alnımı sıkıntıyla sıvazlarken İbrahim'in karakoldan çıkıp bana doğru yaklaştığını gördüm. Yanımızdan ayrılıp içeri gittiğini fark etmemiştim bile. Muhtemelen olayı sıcağı sıcağına üsttekilere aktarmıştı. Düzeni reddeden birisi için çok hızlı bir şekilde eyleme dönüşen bir davranış göstergesi.

Aramızdaki mesafeyi iyice azaldığında yüzündeki hala geçmeye sinir ifadesi daha da belli etmişti kendini. Birkaç adım daha atıp yanımda durdu. Kendimi açıklamak gibi bir çabaya girmedim. Gerçi böyle bir isteği varmış gibi de durmuyordu. Aramızda esen ve fiziki olmayan soğuk rüzgarları koruyup o da aynısını yaptı. Konuşmadan öylece durdu. Şu an aksini de istemiyordum zaten.

Çocuklar ardından da kadınlar sorunsuz bir şekilde içeri girdiler. Sıra erkeklerdeydi. Birkaç tanesinin üzerinde mermi dolu silah ve kesici alet çıkması dışında şimdilik ciddi bir problem yoktu. Silahlı olmalarına bunu bize karşı kullanabilme şansları olmasına rağmen siper alıp namluyu doğrultan tek kişi yabancı olmuştu.

Yabancı? Kadınları içeriğe alırken o da girmiş miydi? Hayır. Gözümden kaçmış olması imkânsız çünkü sadece 3 tane kadın vardı. Onunla 4 oluyordu. İçeriye girseydi kesin görürdüm bu yüzden. Bahçeye baktığımda onun dışındaki 3 kadın da buradaydı.

Neredesin yabancı?

İçeriye doğru ilerleyen sıraya göz gezdirip sıranın sonuna geldiğimde fark edebildim onu. En arkadaydı. Kadınlarla birlikte içeri alınmaması dışında bir problem daha vardı. Garip yürüyordu. Sanki o değil de başka birisi yürümesi için yönlendiriyordu onu. Sağa sola yalpalıyordu. Duruyordu. Sonra birkaç adım daha atıyordu. Bilinçli olarak sırayla birlikte ilerliyor olmuş gibi bir hali yoktu. Sırada bile değildi.

Önündeki ile arasındaki mesafe iyice açılmıştı. Artık yürümek yerine öylece duruyordu.

Ne yapmaya çalışıyorsun?

Sağ elini yavaşça kaldırıp sol omzunun arkasına uzandı. Omzuna dokunduğu an yüzüne büyük bir acı yayıldı. Bunu ta burdan bile fark edebilmiştim. Birkaç saniye sonra elini çekip avucunun içine baktı. Ne gördüğünden emin değildim ama bunun hoşuna gitmeyen bir şey olduğuna yemin edebilirdim.

Ona doğru yaklaştığımda geldiğimi fark edip bakışlarını bana doğru çevirdi. Yüzündeki acı silinip gitmişti. Sanki bana değil de bir boşluğa bakıyor gibiydi. Az önce yaptığı her şey gibi bu da bilinçsizce yapılıyora benziyordu.

Dengesini kaybedip birkaç adım geriye yalpaladı. Kollarını kaldırıp tutunacak bir yer aradı ama bulamadı. Bilinci artık tamamen kapanmıştı. Yere düşüp başını çarpmaya birkaç saniye kala yakalayabildim onu.

Yüzü kar gibi bembeyazdı. Aramızda mesafe varken bunu fark edemesem de şu an çok netti.

Nabzını kontrol etmek için sağa 2 parmağımı boynundaki damarın üzerine koyduğumda güç de olsa birkaç saniye sonra attığını hissedebilirim. Atıyordu ama olması gerekenden daha yavaş. Hatta çok yavaş. Olabildiğince hızlı müdahale edilmesi gerekiyordu.

Onu kaldırmak için elimi omzuna götürdüğümde bir şey hissettim. Bir ıslaklık. Bu az önce dokunduğu omzuydu. Başına dikkatlice dizme yerleştirdiğimde avucumun içine bulaşan şeye baktım. Ay ışığında fark edilmesi güç olsa da ne olduğunu anlamam zor olmamıştı.

Kan. 

Loading...
0%