Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.BÖLÜM

@iiamhatiice

"Meteorolojiye göre yarın İstanbul'da kuvvetli lodos ve yağış bekleniyor. Baca zehirlenmesine, ulaşımda aksamalara..."

Her zamanki neşeli ses tonuyla radyo programlarının aranan yüzü olan enerjik sunucunun cümlesini tamamlamasına izin vermeden radyonun kapama tuşuna basıp bütün dikkatimi önümde duran ve mahşer sırasını andıran sabah trafiğine verdim. İstanbul'da doğup büyümüş birisi olarak her ne kadar bu insan topluluğu beni şaşırtmasa da arabanın direksiyonunu bu caddeye kırarken trafiğe karışmamayı dilemiştim. Gözümü birkaç saniyeliğine yoldan çekip arabanın saatine kaydırdım.

 08.15  

Bu geç kaldığımın habercisiydi. Belki de öldüğümün. Ya da hayatımın geri kalanını erken bunamamak için çiçeklerle ilgilenerek geçirebileceğimin.

"Bir daha geç kalırsan eğer geç kalabileceğin bir işinin kalacağını sanmıyorum Derin Rüya Ünallı."

En son ki geç kalışımda aynen böyle söylemişti emniyet amiri tüyler ürpertici ses tonuyla. Sağ işaret parmağını bana doğru uzatmış tehditkar bir şekilde sallarken iğnesini batırmayı da ihmal etmemişti özellikle de adımı bastıra bastıra söylerken. Her zamanki hâli olmasa alınabilirdim belki ama o böyle biriydi. Olur olmadık yerde ve anda ortaya çıkar lafını sokar hiçbir şey olmamış gibi odasına geri dönerdi. Rencide etmek kesinlikle hobilerinin arasında ilk üçteydi. Birinci veya ikinci olmasa bile kesinlikle üçüncü sırada olduğuna emindim.

Mesleğe başlayalı bir yılı yakın olan bu sürede sayısız kez buna maruz kalmış ister istemez tecrübe hâline getirmiştim. Bugünse bu bir yılı aşmış olan süre zarfında yaşamadığım anlardan bir yenisine tanık olacaktım. Birazdan, eğer sağ salim emniyete ulaşabilirsem tabii dağılan ekibin yerine gelen yeni kişilerle tanışacaktım. Dağıldığı daha iki gün önce haber verilen ve içinde benim de olduğum ekibin yerine gelecek olan kişilerle...

Yeni insanlarla tanışmak hâli hazırda zorken bunu izin gününde yapmak daha da can sıkıcıydı. Bugün için sabahtan akşama kadar yatmak, belki her zamanki söylediğim pizzaları mükemmel olan pizzacıdan sipariş verip televizyondaki kaos içermeyen programlara göz atmak ya da annemin çiçekçisine gitmek gibi hayallerim vardı. İşte bu hayallerimin suya düşme hızı önümdeki trafiğin akışıyla ters orantılıydı.

"Öldün Derin. Bu sefer kesin bittin." Gözümün önüne ister istemez emniyette onunla karşılaşınca yaşayabileceğimiz anların görüntüsü gelip duruyordu. Başımı iki yana sallayıp onları def etmeyi denedim. O adam gerçekten tam bir travma sebebiydi.

Direksiyonu daha sıkı kavrarken emniyetten aldığım orta yaşlardaki arabanın can sıkıcı kornasına birkaç kez daha bastım. Karşılığında aldığım cevap hep aynıydı. Karşılık olarak verilen korna sesleri ve asla değişmeyen trafik düzeni. Bir de her iki dakikada bir ilerlenilen ve en fazla birkaç metre olabilecek hareketlilik. Halk otobüsüyle gidersem daha hızlı ulaşabilme ihtimali beynimin bir köşesinde sürekli olarak kendini hatırlatıyordu. Bugün değil belki ama bir gün bu durumun çürüyüp çürümeme ihtimalini yaşayarak ölçebilirdim. Ama o gün kesinlikle bugün değildi, eminim.

Dikiz aynasından arka tarafı kontrol ettiğimde yeni mesai arkadaşlarıyla tanışmak için doğru bir zaman olmadığını bir kez daha anlamam hiç de zor olmamıştı. Bu cadde emniyete giden en kısa yollardan biri olduğu için tercih önceliğimde hep üst sıralarda yer alırdı. Anlaşılan o ki sadece benim için değil birçok İstanbul halkı için de geçerliydi bu tercih.

"Tanışmak için sabahın körünü tercih etmeniz çok mustarip gerçekten." Bir yandan söylenirken bir yandan da ısrarla çok bir etkisi olacakmış gibi kornoya basmaya devam ediyordum.

"Yolu açar mısınız? Lütfen. Alooooo! Daha yirmilerinde olan bir polis memurunun sonu olmak istemezsiniz diye düşünüyorum." Sanki sesimi duyacaklarmış gibi seslenmem de içimi rahatlatmanın bir diğer yöntemiydi. Ben elimden geleni yapıyorum ama bir işe yaramıyor manasında. Ciddi anlamda da hiçbir işe yaramıyordu. Adeta çaresizliğin dile gelmiş hâlini yaşıyordum.

Gerçekten acınacak haldeydim. Emniyet amiri bu halimi görse belki beni zorbalamayı bir kenara bırakır ve biraz da olsa vicdan azabı çekerdi.

Uzun uğraşlar sonucu en fazla yirmi metre gidebilmişken trafik gerçek anlamda bir anda duruverdi ve yeniden hareket etmeyi geçtim bunu düşünmeyi bile imkansız bir hâle getirdi. Bu durum sadece benim değil birçok insanın canını sıkmış olsa gerek önümde sıra sıra dizilmiş arabaların yaklaşık on belki de on beş tanesinin şoförü inmiş ileriye doğru laf sayıştırıyordu. Bazıları arabanın içinde oturan diğer şoförlere bir şeyler bile diyordu.

Ne oluyor ki orada?

Hareketsiz geçen birkaç dakikanın ardından daha fazla dayanacak sabrı ve mental gücü kendimde bulamadığım için arabadan inip arkamdan kilitledim onu. Ne göreceğimden emin olamayarak ileri doğru yürümeye başladım. Zaten hali hazırda iki araba arası çok darken arabadan inip ileride ne olduğunu görmeye çalışan insanlar yüzünden daha da zor olmuştu bunu başarmam.

“Pardon! Geçebilir miyim?” Önümde duran orta yaşlarda olduğunu düşündüğüm adamı itmek zorunda kalırken söylemiştim bunu.

“Özür dilerim.” Bu insanlar yaradılışlarından itibaren neden hep bu kadar meraklı olmak zorundaydılar acaba? Zaten belli ki bir problem var. Eğer çözebilecek güce sahip değilseniz neden çözmek için çaba sarf edebileceklere de mâni olursunuz ki?

İnsanlara laf ede ede ilerlerken güç bela hareketliliğin olduğu alana yaklaşabilmiştim. Hâlâ tam olarak ne olduğunu anlayabilecek kadar yakın olmadığım için sadece kalabalığın çıkardığı kuru gürültüyü duyabiliyordum. Kuru gürültü biraz daha ilerlediğimde ara ara çığlıklara dönüşüyordu.

Gerçekten neler oluyor sabah sabah?

Birkaç adım daha atıp artık ilerleyemeyeceğimi fark ettiğimde parmak uçlarıma çıkıp en azından bulunduğum yerden ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bunu yapmak çok zordu. Dengede durmakla alakalı her zaman problemlerim vardı. Az da olsa sahip olduğum denge gücünden yararlanarak elimden geldiğince görüş alanıma giren topluluğu incelerken bir adam gözüme çarptı. Delirmiş gibiydi. Saçı başı dağılmış, üstü başı darmadağınıktı. Bir de yaştı. Gerçekten yadsınamayacak kadar sırılsıklamdı. Bu dağınık adamın karşısında onun tam aksi denilebilecek cinsten başka birisi daha vardı. Yaş olarak da ona göre daha küçüktü. Muhtemelen ya benle yaşıt ya da benden en fazla birkaç yaş falan büyüktü.

Daha fazla parmak uçlarımda duracak dermanı kendimde bulamayınca ayaklarımı sağlam bir şekilde yere bastım. Birkaç saniyelik molanın ardından yeniden parmak uçlarıma çıktığımda genç adamın diğerine şiddetli bir şekilde bir şeyler anlattığını fark ettim. Elini uzatmış sanki bir şeyi istiyordu. Ama neyi? Bakışlarımı genç olandan yaşlı olana doğru kaydırdığımda yaşlı olanın sol elinde bir şey fark ettim. Bir ışıltı. Elinde tuttuğun o şeyi bilinçsizce bir o yana bir bu yana sallıyordu. Çevresinde halka oluşturan herkes de bu savurma sırasında çığlıklarına hakim olamıyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışmak gerçekten çok zordu? Gözlerimi kısıp ne olduğunu anlamaya çalışırken arkadan genç bir adamın sesini işittim.

“Kendini yakacak. Az kaldı.” Sesinde çokça endişe barındırıyordu. “Nerde kaldı şu polisler?”

Kendisini mi yanacak?

O an sanki her şey bir anda yerine oturmuştu. Adamın üstünün yaş olmasının sebebi muhtemelen üstüne döktüğü yakıttı. Elinde tuttuğu ışık da çakmak. Karşısında duran genç adam da çakmağı atması için ona rica ediyordu.

 

 

Loading...
0%