Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2.BÖLÜM

@iiamhatiice

 

Gerçekten artık cenabet bir insan olduğumu düşünmeme ramak kalmıştı. Sabah evden sadece ve sadece yeni ekip arkadaşlarımla tanışmak için çıkmıştım. Şimdiyse bir grup insan oturmuş koca trafiğin ortasında kendini yakmak isteyen bir adamı kararından vazgeçirip yolumuza devam etmemize izin vermesi için ikna çabaları içine giriyorduk. O kadar semt, her semtin ayrı ayrı mahallesi, o ayrı ayrı mahallelerin bir sürü sokağı olmasına rağmen benim karşıma çıkmasının başka bir açıklaması yoktu çünkü.

Derin bir nefes verip kendimi kalabalığın içine attım. Bir yandan adamı ürkütmeden ona yaklaşmayı amaçlarken bir yandan da arka cebimden polis kimliğimin olduğu cüzdanımı çıkarmaya çalıştım.

Hadi Derin. Yapabilirsin.

Adama olabildiğince yaklaştığımda o da çoktan beni görmüştü. Elinde duran çakmağı sanki bana ulaşabilecekmiş gibi ileriye doğru savururken eş zamanlı olarak avazı çıktığınca bağırdı. Tabii etraftaki meraklı insanlar da eş zamanlı olarak ona korku çığlıklarıyla eşlik ediyordu.

“Yaklaşma!”

“Tamam,” dedim iki elimi havaya kaldırarak onu daha fazla ürkütmemek için. “Tamam. Sakin ol ama.”

Elimde duran kimliğimi görebilmesi için ona doğru dönderdim. Adamın bakışları hâlâ benim üzerimdeydi. Eli titriyordu. Olası bir istenmeyen kazaya sebep olması çok düşük bir ihtimal değildi. O ihtimal de beni yeterince korkutmaya yetiyordu şu an.

“Bak,” dedim elimde duran kimliği daha iyi görebilmesi için ona doğru ittirirken. “Polisim ben. Adım Derin.”

Ona doğru bir adım attığımda beklemeden yeniden bağırdı. “Yaklaşma dedim.”

“Tamam yaklaşmıyorum ama sana yardımcı olabilirim. Sorunun neyse çözebiliriz.”

Adama kısa bir kahkaha attı. Acı dolu bu kahkaha insanın içini ürperten cinstendi.

“Ona da dedim.” Muhtemelen diğer tarafta duran genç adamı kastediyordu. “Siz bana yardım edemezsiniz.” Yardım edemeyeceğimiz konusundaki kararı çok netti.

Adam sert ve kendinden emin bir yüz ifadesi takınırken birden çatık kaşları düştü, öfkeyle adeta ateş saçan gözleri söndü ve ağlamaya başladı. Hıçkıra hıçkıra ağlayışı içimi acıtmıştı. Belki başı belki sonu olan ellili yaşlarında bir adam durmuş canı çıkarcasına ağlıyordu. Aklı dengesi yerinde olmadığı çok belliydi. Ağlamasını dizginleyip ellerini dizlerine koyarak kendince nefesini kontrol etmeye çalıştı. Ama bunda pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Nefesini dizginlemeye çalışırken hâlâ bir yandan da kesik kesik ağlama sesleri geliyordu. Anlık iniş çıkışları karar vermesinde geri dönülmez sonuçlara sebebiyet verebilirdi. Ağlarken aniden durup birden elinde tuttuğu çakmakla kendisini koca bir alev topuna çevirebilirdi.

Elleri dizinin üzerindeyken çakmak yanar bir vaziyette hâlâ elinde duruyordu. Pantolonuna bu kadar yakınken olası bir el titremesi sonucu alev alması en fazla üç saniyesini alırdı.

Derin bir nefes verdim. Kararından döndürebilmek için onu ciddi olduğuma inandırmam gerekiyordu. Bu yüzden olabildiğince samimi bir şekilde yaklaşmaya çalıştım ona. “Bak. Sorun ne bilmiyorum ama bu çözüm değil.”

Kafasını eğdiği yerden kaldırdığında göz göze geldik. Kıpkırmızıydı. Çakmağı tutmadığı elinin tersiyle burnunu ucunu sildi. “Sana göre konuşmak çok kolay.” Başını iki yana sallayıp gözünden akan tek damla yaşı adeta kimseye göstermemek istercesine çabucak sildi. “Siz hiçbir şey yapamazsınız.” Derin bir iç çekti yeniden. “Basın gidin yolunuza.”

Kendini gerçekten yakmak isteseydi muhtemelen bekleyip bu kadar heyecan yaratmazdı. Ya da bu kadar insanın içinde gerçekleştirmezdi bunu. Planlı bir eylem olduğu açıktı. Yanında düzenli olarak yakıcı madde bulundurma gibi bir alışkanlığı yoksa tabii. İçinde bulunduğu durumun onda yarattığı enkazı artık her kimeyse göstermenin en doğru yöntemi buydu belki de. Sağlıklı düşünme evresini geçeli çok olmuştu. Verdiği kararlar bunun çok uzağındaydı.

"Bunu bilemezsin. Belki de senin çözümün bizdedir."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ya da söylediklerimin onu ikna etmek için yeterli olup olmadığını da. Dışardan bakan birisi belki de saçmaladığımı düşünüyor bile olabilirdi. Anlık olarak aklıma gelip kendimce en doğru olduğunu düşündüğüm kelimeleri birleştirerek onu ikna etmeye çalışmaktan başka yapabilecek bir şeyim yoktu. İtfaiye gelene kadar oyalayabilirsem eğer onu gerçekten kurtarabilirdim.

“Yak o zaman!” Ortam bir anda buz kesti. Sesin geldiği yöne döndüğümde başından beri burada olan az önceye kadar onu ikna etme çabası içindeki genç adamla göz göze geldik. Az önceye nispeten artık daha rahat bir tavırdaydı. Kollarını göğsünde birleştirmiş küçümser bir bakışla adamı inceliyordu. “Kendini yaktığında ailen dışında herhangi birisinin senin adına ağıtlar yakacağını mı sanıyorsun?”

Ne saçmalıyor bu?

Gözlerimle adeta ne yaptığını sanıyorsun dercesine onun gözlerine dikmişken o umursamayıp devam etti. “En fazla birkaç haber kanalının alt yazısında üç-beş saniye yer alırsın. O an izleyen insanlar vahvahlansa da kanalı değiştirdiği an tarihe gömülüp gideceksin.”

Bakışlarımı genç adamdan çekip diğerine kaydırdığımda artık daha fazla titreyen elleri ve şiddetlene göz yaşları az önce duyduklarının onu ikna etmekten ziyade tetiklediğinin göstergesiydi. Beklemeden geç adamın yanına gidip kolundan tutarak olabildiğince ondan uzaklaştırmaya çalıştım.

“Memur Hanım ne yaptığınızı sorabilir miyim?”

Alandan yeterince uzaklaştığımızdan emin oluncaya kadar ne bu sorusuna cevap verdim ne de tuttuğum kolunu çekiştirmeyi bıraktım. Birkaç meraklı insanın daha arasından geçtikten sonra yaprakları dökülmeye başlamış meyve ağaçlarının yamuk yumuk oluşturduğu gölge alana geçtiğimizde kolunu bırakıp tam karşısına geçtim.

“Asıl ben sana ne yaptığını sorabilir miyim?”

“Adamı ikna etmeye çalışıyordum?” dedi yaptığı şeyi normalleştirerek.

“Kendini yakması için mi?”

Tam ağzını açmış karşılık verecekken onu durdurdum. “Bak o adam senin yüzünden kendisini yakabilirdi. Poliscilik oynamayı bırak ve vatandaşlık görevini yerine getir.”

Omzumu silktim. “Ne bileyim? Git diğerlerine adamı izlemede eşlik et ya da telefonuna çek. Sonra belki onu sosyal medyaya yüklersin. Bilmiyorum. Yap işte bir şeyler ama polisin işine karışma!”

Onu orada bırakıp adamın yanına gidecekken dönüp son bir uyarıda bulundum. “Eğer o alana yaklaşırsan polise itaatsizlikten hakkında işlem başlatırım.”

Söylediklerimden sonra hiçbir karşılık vermeyip onun yerine bulunduğu kaldırımın duvarı oturup eliyle alaycı bir tavırda ileriyi gösterdi. Adamın olduğu kalabalık alanı yani. Ona bu tavrından ötürü bir karşılık vermek yerine kalabalığın olduğu alana dönmek için harekete geçtim. Zira birkaç saniyede bir yükselen çığlık sesleri adamın hareketlerini az da olsa tahmin etmemi sağlıyordu.

Alan iyice daralmıştı. Bu yüzden adam kendini güvende hissetmiyor olabilirdi. İnsanların arasından zor da olsa geçip onunla karşı karşıya geldim.

“Eğer bana ne oldu...” Cümlemi bitirmeye kalmadan bir ses ortamdaki bütün o diğer sesleri bastırıp karşımda duran adamın bütün vücudunu beyazlara boyadı. Ortamdaki herkes en az onun kadar şaşırmıştı. Ben de dahil olmak üzere. Az önce hep bir ağızdan konuşan insanlar şaşkınlığın da etkisi donup kalmışlardı. Üzerine bocalanan yangın tüpü yüzünden yere kapaklanan adama yeni bir fırsat oluşturmadan yanına düşen çakmağı ayağımla uzaklaştırıp arkamı yani onca köpüğün geldiği yere döndüm.

“Sen,” dedim. “Sana oradan ayrılma demiştim.”

Az önce elinde tuttuğu kırmızı yangın tüpünü kucaklamış sırıtarak bana bakıyordu. Sağ eliyle tüpe iki kere vurup başıyla da göstermeyi eksik etmedi. “Nasıl plan?”

Tam ağzımdan uygunsuz bir kelime çıkacakken onu geri tıkıp daha iki dakika önce ona aynısını yapmamışım gibi yeniden kolunda tutup iteklemeye çalıştım. Az öncekine göre daha serttim ama.

“Memur Hanım ama canım acıyor.”

“Elinde tuttuğun yangın tüpüyle kafanı da kırabilirdim. İyi yanından bak bence.”

Tam başka bir şey söyleyecekken yeniden susturdum onu. “Az önce polise itaatsizlikten işlem başlatabileceğimi söylemiştim ya vazgeçtim. Hem itaatsizlikten hem de bir vatandaşın hayatını tehlikeye atmaktan hakkında işlem başlatacağım.”

“Yangın tüpüyle mi,” diye sordu elindeki tüpü kaldırıp bana göstermeye çalışırken. Hâlâ benimle dalga geçme peşindeydi ama ben bu yaptığı pişkinliğin sonucunu ona acı bir şekilde göstereceğim.

Arabama ulaştığımızda çoktan polisler, ambulans ve itfaiye erleri olay yerine gelmişlerdi. Hem uzak olduğu hem de insanlar hâlâ olayın seyir zevkini yaşamak istediklerinden ötürü yolu açmadıklarından pek bir şey göremesem de adamı ambulansa almışlar gibi görünüyordu.

Arabamın kapısını açarken “Karakola gidiyoruz Bay Superman,” dedim havada hayali bir tırnak işareti yaparken supermani vurgulamak için. “Arabaya bin.”

Yangın tüpünü bir eliyle tutarken diğer eliyle önce ensesini kaşıyıp daha sonra ileriyi gösterdi. “Önce arabamı mı kenara çeksem acaba? Malum yolun ortasında. Ceza yemeye giderken başka bir cezaya da sebebiyet vermeyelim.”

Başımla onayladıktan sonra işaret parmağımı ona doğru uzatıp tehditkâr bir tavırla salladım. “Kaçmayı aklından bile geçirme!”

O gidip gelene kadar ben çoktan arabayı çalıştırmıştım. Önümdeki araba yoğunluğu da azalınca doğal olarak arkamda sıraya dizilen arabaların korna seslerine de maruz kalmıştım.

Arabaya bindikten sonra birkaç saniyelik anlamsız bakışmadan sonra karakola gitmek için harekete geçtik. Gözümü arabanın saatine kaydırdığımda başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki.

09:00  

Derin bu sefer kesin bittin.

Arabayı olabildiğince hızlı sürerken yandan göz ucuyla yanımda oturan ve arabaya bindikten sonra tek bir kelime dahi etmeyen “Bay Superman”e baktım. Dışarıda akan trafiği izlerken eliyle gelişigüzel bir şekilde ritim tutuyordu. O an sanki yüzü garip bir şekilde tanıdık geldi. Sanki daha önce bir yerlerde karşılaşmışız gibi.

Boğazımı temizleyip merakımı gidermek adına olabilecek en mantıklı soruyu sordum. “Gazeteci misin?”

“Hayır,” dedi çok net bir ifadeyle. “Neden sordunuz?”

“Hiç,” dedim kendi kendime. “Yüzün bir yerlerden tanıdık geliyor da.”

Hiçbir karşılık vermedi. Ben de üstelemedim. Karakola geldiğimizde saat çoktan 9:30 olmuştu. Bundan sonraki kısımda artık dua etmekten başka bir seçeneğim kalmıyordu.

Karakoldan içeri girdiğimizde genç adamı az önce olay yerine gelen polis memurlarından birine yönlendirdim. “Benim çok önemli bir işim var,” dedim alelacele asansörün aşağı tuşuna basarken. “Bundan sonra seninle o ilgilenecek.”

Asansör sanki bugün acelem olduğunu hissetmiş de onun için daha yavaş geliyormuş gibiydi. Birkaç kere daha sanki çok bir işe yarayacakmış gibi aşağı tuşuna bastım. Nihayet geldiğinde beklemeden kendim içeri atıp diğerlerinin de binmesini bekledim. Bizim büro üçüncü kattaydı. O yüzden beklemeden tuşlardan üzerinde üç yazana bastım. Asansör ilk kata geldiğinde açıldı. İçeri birkaç kişi daha binerken ona karşılık olarak birkaç kişi de indi. Aynı hareketlilik asansör ikinci kata geldiğinde de yaşandı. İçimden dualar ederken sonunda bizim kata gelmiştik.

“Pardon,” dedim önümde duran memurları itmek zorunda kaldığımda. “Geçmem gerek.”

Asansörden indikten sonra koşar adım toplantı odasının önünde geldiğimde tanıdık bir yüz gözüme çarptı.

“Ne işin var senin burada?”

Alaycı bir tavırda gülümserken cebinde duran elini çıkartıp kol saatine iki kez dokundu. “Birini bekliyorum da.”

Aklımı karıştırmıştı. “Senin aşağıda olman gerek. Hem sen benden nasıl daha önce çıktın?”

Bacaklarına iki kez vurup “Kas gücü,” dedi.

“Şu alaycı tavrını bir kenara bırakamaz mısın?” dedim onunla aramızdaki mesafeyi azaltırken. “Kimi bekliyorsun?”

“Yaklaşık olarak,” diye söze başladı kolundaki saate yeniden bakarken. “Beş dakika önce yeni ekip arkadaşlarımdan birini buraya gelmesi için asansöre bindirdim de. Onu bekliyorum?”

“Ne?”

Omzunu silkti. “Gelir herhalde birazdan.”

Bizim toplantı yapacağımız odanın önündeydik ve bildiğim kadarıyla yakın zamanda bizimki dışında dağılan başka bir ekip olmamıştı.

Aman Allah’ım...

Loading...
0%