Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Bölüm 1 - “Rüya”

@ikiarkadas

 

 

Düş

 

 

Bölüm 1 - “Rüya”

 

26 Nisan 1840-Londra,İngiltere

“Açılın ! Herkes açılsın ! Elim yanıyor çabuk olun açılın ! ”

Güneşin tüm yıla oranla cömert davrandığı bir bahar sabahıydı.Londra’da,şehrin merkezine uzak bir araziye kurulmuş Pierce köşkü,evin en küçük kızı Alice’in sesi ile adeta dolup taşıyordu.Elinde,taş fırından henüz çıkardığı elmalı turtayı tutan genç kız mutfaktan çıkmaya çalışırken çarpışmamak için herkesi uyarıyor,bunu yaparken de sesini kesinlikle sakınmıyordu.

Henüz uyanmış olan ev halkı onun gür sesi ile irkilmişti.Normal bir günde kahvaltı masada hazır olmadan asla odasından çıkmayan Alice’in o sabah hizmetlilerle birlikte uyanıp turta hazırlaması hepsini dumura uğratmıştı.Uykuyu belki de her şeyden çok seven kızın bu hali onları şaşkına çeviriyordu.

Bir kişi hariç.

Annesi Catherine ve babası Thomas gerçek bir şaşkınlığın içerisindeyken,salondaki kanepede oturan ablası Evangeline kardeşini bu hale getiren şeyin sebebini biliyordu.Aralarında sadece üç yaş olan iki kardeş bu evin içerisinde adeta arkadaş gibi büyümüşlerdi.Evangeline kardeşi Alice’in en büyük sırdaşı,oyun arkadaşı ve dostuydu.Birbirlerini ruhlarının derinliklerine kadar tanırken,Evangeline Alice’i bu hale düşüren hissi tasvip etmese dahi herkesten iyi biliyordu.

Genç kız kahvaltı masasının hazırlandığı salona adeta koşarak girmişken,önünde kalan annesi Catherine kıl payı önünden kaçabilmişti.Alice o sabah tıpkı bir fırtınayı andırıyordu.Turtayı kalıbıyla masaya bıraktığı an zıplayarak ellerini üflemeye başlamıştı.

“Tanrım Alice,bu halin ne ? ”

“Elim yandı anne,şuraya bakar mısın parmaklarım kıpkırmızı olmuş.”

Catherine kızının bu haline sinirli olsa da yanına varmıştı.Ellerini avucunun içine alıp baktı.Gerçekten de kızın uzun parmakları kıpkırmızı olmuştu.Derin bir yanık olmadığı için şükretti.

“Şuna bak,ellerin mahvolmuş.Söyler misin lütfen,kahvaltıya yardım etmek sana mı kaldı ? ”

“Anne bu turtayı ben yaptım.Masaya da kendim getirmek istedim ama keşke Bridget’ı dinleyip hasır bez ile tutsaymışım.”

“Yazık,yaşın ilerledikçe büyümen gerekirken sen gittikçe çocuklaşıyorsun.Bu halin,tavrın bir hanımefendiye yakışmıyor.”

“Bunda kötü ne var ? Bugünün şerefine kendi ellerimle turta yapmak istedim,bunun neresi hanımefendiliğe uymuyor ? ”

“Sorun turta değil Alice,sorun vahşi bir at gibi evin içinde bir oraya bir buraya koşturman.Sorun sesinin tonunu ayarlayamaman,sorun-“

Catherine devam edecekken Evangeline oturduğu yerden kalkıp yanlarına geçmişti.Sahiplenircesine kardeşinin koluna giren genç kız sırıtmamak için kendini zor tutuyordu.

“Sanırım Alice’in işe yarar yönlerini sıralasan listeni daha kısa tutmuş olursun anne.”

Bu sözlere kızması gereken Alice,somurtan annesine rağmen kıkırdamıştı.Omzuyla Evangeline’i usulca dürttü.

“Bunu bana daha sonra hatırlat,bugünün şerefine sana dokunmayacağım.”

“Ah canım küçük kardeşim,beni öylesine rahatlattın ki,çok korkmuştum.”

Alice başını geriye atarak tekrar kıkırdamıştı.Bununla birlikte öne düşen kızıl saçları sırtına dökülmüş,kulağı ve boynu olduğu gibi gözükmüştü.Günlerdir doğum gününde hediye edilen yakut küpelerini arayan Evangeline,o an onları kardeşinin kulağında gördüğünde olduğu yerde sıçramıştı.Alice’in kolundan yavaşça çıkan genç kızın sesi bir yılan tıslaması kadar tehdit ediciydi.

“Küçük fare,küpelerimi demek sen aldın.”

Yaptığı hatanın henüz farkına varan Alice dudağını ısırarak bir adım geriye çıkmıştı.Elini öne uzatıp üzerine gelen Evangeline’i durdurmak istedi.

“Eva,lütfen sakin ol.Bak inan açıklayabilirim.Ben bunları bugünün sonunda sana verecektim zaten.”

“Kızlar kesin şunu.”

Evangeline’in bakışları aralarına giren annelerine dönmüştü.Tek bir hamleyle kardeşinin kolunu kavrayan kız annelerini saf dışı bırakmıştı.

“Sen bu işe karışma anne,bu kardeşim ile benim aramda.Öyle değil mi Alice ? ”

Bakışları annesi ile ablası arasında gidip gelen Alice,tereddüt etse dahi anlaşma adına kabul etmekten başka şansı olmadığını görüyordu.

“E-evet anne,Eva haklı.”

“Ah peki,ne haliniz varsa görün.Sabah için yeterince kafamı şişirdiniz.”

Catherine onları tekrar süzdükten sonra salondan çıkıp hala yatak odasında hazırlanmakta olan kocasının yanına çıkmıştı.Alice’in kolunu sıkıca tutan Evangeline,anneleri merdivenlerde kaybolduktan sonra kız kardeşini hınçla kendine çekip söylenmişti.

“O küpeleri çıkartıp bana veriyorsun,hemen.”

“Evangeline lütfen.Tamam özür dilerim hata ettim ama bu küpeleri senden yüzlerce kez istedim,bir kez bile takmama izin vermedin.”

“Çünkü bunlar benim en sevdiğim küpelerim seni küçük maymun.”

“Ne tesadüf,benim de.Sen de biliyorsun ki paylaşmak dünyanın-”

Sözünü devam ettirememişti.Evangeline onu huzursuz eden fısıltısı ile konuşmasını bölmüştü.

“Bunları neden yaptığını anneme de anlatmamı ister misin ? Tüm bu koşuşturmanın,süslenmenin,yaptığın küçük hırsızlığın sebebini sevgili annemiz de bilsin ister misin ? ”

“Eva ! ”

Yanakları bir anda kıpkırmızı olan Alice,mutfaktan kavhaltıyı hazırlamak için masaya malzeme taşıyan hizmetçileri Bridget ve Nora’yı süzdü.Herhangi bir şey duymadıklarından emin olduğunda derin bir nefes almıştı.Lakin kızarmış yüzünde rahatlamaya dair herhangi bir ifade yoktu.

“Efendim kardeşim ? Ne oldu ? Yoksa bu seni rahatsız eden bir durum mu ? Hissettiklerinin uygunsuz olduğunun farkına mı vardın sonunda ? ”

“Evangeline,”

“Bak aklıma ne geldi,küpeler bugün sende kalabilir,takabilirsin.”

Hala korku içinde olan Alice ablasının bu teklifine şaşırmıştı.Sevinmek istiyordu lakin Evangeline’in belli belirsiz gülümsemesi,dudağının kıvrılması onu huzursuz etmişti.Bu ifadenin pek de olumlu bir şeye işaret etmediğini bilse dahi umutlanmıştı.Sonuçta ben onun küçük kardeşim diye geçirdi içinden,zaten bana ne kadar dayabilir ki ?

“Eva,sen ciddi misin ? Gerçekten izin veriyor musun ? ”

“Elbette benim tatlı kardeşim.Lakin küçük bir şartım var.”

Evangeline’in ciddi olduğunu gören Alice sevinmişti.Tüm dişlerini göstererek o bilindik mutlu ifadesi ile sırıtırken parmaklarının üzerinde zıplayarak ablasının elini kavramıştı.

“Ne istersen,ne istersen.”

“Pekala.”

Dudaklarında hala o belirsiz gülümseme olan Evangeline el ele tutuştuğu kardeşine doğru eğilmişti.Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı.Kardeşinin su kadar berrak mavi gözlerindeki heyecanı gördüğünde yapacağndan ötürü üzüldü genç kız.Onun bu halini seviyordu,Alice her zaman neşeli,heyecanlı bir kız olsa da,aşkın ona kattığı bu canlılığı belki de evde ondan başka hoşnut karşılayan kimse yoktu.Lakin Alice’in aksine Evangeline bu tatlı fakat gün geçtikçe tehlikeli boyuta ulaşan heyecanın ileride sorunlar açabileceğini görebiliyordu.

“Eğer kuzen Benjamin’e karşı hissetiklerinin tamamen yanlış olduğunu kabul edip bu işe bir son verirsen küpelerimi takabilirsin.Hatta tamamen senin olabilirler.”

“Eva ! ”

“Ne ? Bence gayet adil bir anlaşma.”

Gülümseyen Alice’in dudakları gerilmiş,kaşları bir ok gibi havaya kalkmıştı.Biraz önce parmakları üzerinde zıplayan kızdan ortada eser yoktu.Ablasının elini bırakıp geriye çekildi,kollarını adeta bir savaşa hazırlanırmış edasıyla göğsünde bağlamıştı.

“Evangeline,ben ona aşığım ve bu dünyadaki en saf,en kıymetli duygu.”

“Ah öyle mi ? Peki bundan sevgili kuzenimizin haberi var mı acaba ufaklık ? ”

Evangeline’in sesindeki alay öfkesini körüklemekten başka işe yaramamıştı.Dişlerini sıkıp içine derin bir nefes çekti.Dışarıdan bakıldığında zararsız gözüken bu cümlenin altındaki alayı sadece o anlayabiliyordu.Bu Evangeline’in adeta ona işkence etme yöntemiydi.Hikayenin tarihi oldukça eskiye dayanıyordu.

Alice,belki de kendini bildiği ilk andan beri kuzenleri olan,Anne halanın oğlu Benjamin’e aşıktı.Bu hissin ilk ne zaman farkına vardığını dahi hatırlamıyordu.Bildiği tek bir şey vardı,o da doğduğu andan itibaren kalbinin kuzeni Benjamin’e ait olduğuydu.Sarıdan,yıllar geçtikçe açık kahverengi ile bronz arası bir renk alan saçları,her daim uykudan yeni kalkmışçasına yumuk yumuk olan,karanlıkta en açık kahve,güneşte işe gördüğü en güzel yeşile dönen ela gözleri,bir ressam çizmişçesine dolgun ve biçimli olan dudakları,güldüğünde yüzüne yayılan tarif edemediği ifade,konuştuğunda adeta bir kadifeyi andıran sesi ve daha nicesi.Alice için bu listenin sonu yoktu.Onun için Benjamin Avery’den başkasına aşık olmak aptallıktı.

Genç kız eğer şanslıysa,ailesiyle York’ta yaşayan kuzenini senede bir kere görüyordu.Bu sürenin üç seneyi bulduğu zamanlar da olmuştu.Alice o anlarda adamın yüzünü unutacağından korkup neredeyse aklını kaybetmişti.Normalde pazar ayini için bile kiliseye zorla götürülürken,Benjamin’i görebilmek için kiliseye kaç kere gidip ağlayarak dua ettiğini unutmuştu.Genç kız,York’a gittikleri ya da kuzeninin ailesiyle Londra’ya geldiği günün akşamında diz çöküp tanrıya şükrediyordu.Benjamin ve içinde büyüttüğü bu aşk Alice için bahşedilen en büyük hediyeydi.

Fakat Alice’in böylesi büyük bir aşkla bağlı olduğu kuzeni Benjamin,onun duygularından tamamen habersizdi.İkisinin arasında her zaman ayrı bir bağ vardı.Bunu halası Anne ve kocası,diğer kuzeni Jane ve tüm aile biliyordu.Lakin bu bağ Alice için derin bir aşkken,Benjamin için içten bir kardeşlik duygusuydu.Genç adam,kuzeni Alice’i küçüklüğünden beri çok seviyordu.Onun haylaz,yerinde duramayan,neşeli havasına adeta hayrandı.Alice ile vakit geçirmeyi,sohbet etmeyi diğerlerine tercih ediyordu.

Tüm bunlar Alice’in kalbini ümitle doldursa da,Benjamin onu ufaklık diye çağırdığı an kalbinde duran her bir hayal adeta bin parçaya bölünüyordu.Adamın ona aşkla bakması,hissettiği duyguları fark etmesi için yapamayacağı hiçbir şey yoktu.Tek bir sevgi sözü için herkesi,tüm ailesini karşısına almaya hazırdı.

Durum böyle iken,hislerini hali hazırda onaylamayan ablası kuzenlerinin onu ne kadar zaman geçerse geçsin çocuk olarak görmesi ile alay ediyordu.Yılmadan,vazgeçmeden Benjamin’in onu fark edeceği günü bekleyen Alice ise her şeye rağmen bir gün aşkının karşılık bulacağına emindi.

“Bir gün beni fark edecek.Ve o gün sen tüm bu yaptıkların için utanacaksın.”

“Dikkat et de o gün ağzında dişlerin olsun.”

Hala onunla alay eden Evangeline’in gözleri kulağındaki küpelere kaymıştı.Bakışlarındaki eğlenen ifade bununla birlikte ciddileşmişti.

“Şimdi,eğer anlaşmamıza uymuyorsan küpelerimi almak zorundayım.”

“Hayır,bugün bu küpeleri takacağım.Onları kulağımdan çıkarabileceğini sanmıyorum.”

Söyledikleri ablasının kıkırdamasına yol açmıştı.Alice,kısa bir an küpeleri takmasına izin vereceğini düşündü.Bununla birlikte tıpkı Evangeline gibi o da gülümsemişti.Lakin genç kızın amacı düşündüğünden çok farklıydı.Niyetini ancak üzerine atılınca anlayabilmişti.

“Seni küçük fare,onları senden alamayacağımı sanıyorsun,ha ? ”

“Eva ! ”

Evangeline’in parmakları kulağını kavradığı an geri sıçramıştı Alice.Küpeyi kurtarmış olsa bile canı oldukça acımıştı.Adımları onu geri geri götürdü.Hala öfkesinden bir şey kaybetmemiş olan Evangeline’in saldırmaya hazır olduğunu gördüğünde ise koşarak kendini evin girişindeki hole atmıştı.

Holün ortasındaki mermer,uzun ve ince yükselen,üzerinde mor sümbüllerin olduğu sehpayı kendine siper etti.Tıpkı onun gibi koşarak salondan çıkan ablası bir an etrafına bakmış,sonrasında ise hedefine kitlenmişti.Ona doğru tekrar atıldığında sehpa etrafında hızlıca döndü Alice,bu şekilde Eva’yı karşısına almıştı.Birlikte,bu şekilde yuvarlağın etrafında birkaç tur attılar.Gittikçe öfkelenen Evangeline sehpanın üzerinden kolunu tutacakken geri çekildi.Aralarında duran sehpa artık bir engel olmaktan çıkmıştı.

Açık hedef haline geldiğini fark eden Alice ne yapacağını,nereye gideceğini bilemeden kaldı bir müddet.Ayakları geri geri giderken,dış kapının açıldığını fark etti.Bununla birlikte arkasını dönen kız,kapının önünde duran uşakları Stuart’a aldırmadan koşarak kendini verandaya atmıştı.

Fakat adama çarpması ile dengesini kaybeden Alice kendini toparlayamamış,verandanın ahşap direğine tutunmaya yeltenmişse de başaramamıştı.Bahçeye giden merdivenleri yuvarlanarak inen genç kız,bahçedeki at arabasını ise ancak yüzü toprağa çarptığı an fark etmişti.

Canı yanan Alice gözlerini kısmıştı önce.Yanlış görmekten korkuyordu.Bahçelerindeki toprak yolun ortasında duran at arabasını uzunca bir süre inceledi.Gerçek olduğuna inandığı an yavaşça doğrulup ağzına dolan toprağı tükürmüştü.Uzun parmakları ile dudaklarının kenarını silip saçlarını düzeltti.Ayağa kalktığı an ise dudaklarından istemediği bir inleme çıkmıştı.Diz kapağını incittiğini henüz o an fark etmişti.

Başka bir günde,tüm bunlar Alice’i uzun uzun somurtmasına sebep olacak şeyler olsalar da,o an hiçbiri genç kızın umrunda değildi.Gelen arabanın ona kimi getirdiğini biliyordu.Kalbi heyecan ile dolmuştu,içinde adeta sıcak bir nehir akıp gürlemeye başlamıştı.Günlerdir,saatleri sayarak,uykusuz beklediği Benjamin niyahet gelmişti.

O aksayan bacağı ile ilerlerken arabanın kapısı açılmıştı.İlk inen halası Anne olmuştu.Kadın siyahlar içerisindeydi,neredeyse sekiz ay önce ölen kocasının yasını hala tutuyordu.Onu gördüğü an duraksayan Alice,yüzünde kocaman bir gülümseme ile bağırmıştı.

“Anne Hala ! ”

Onunla birlikte inen kuzenleri Jane’e yardımcı olan Anne,sesini duyduğunda ona doğru dönmüştü.Solgun ve yorgun gözüken yüzünde tıpkı onunki gibi bir gülümseme belirmişti.Jane ise arabadan indiği an annesi Anne’in önüne geçerek kollarını açıp ona doğru koşmuştu.

“Alice ! ”

“Jane ! Tanrım sonunda buradasınız ! ”

Birbirlerine sıkı sıkıya sarılmışlardı.O kadar ki sarılırken kendi etraflarında dönmüşlerdi.Verandadan tıpkı onun gibi koşarak inen Evangeline’i görmüştü Alice.Kızgınlığı geçmiş gibiydi,küpeleri en azından şimdilik sorun etmeyeceğini umdu.

Ki öyle de olmuştu.Koşarak yanlarına gelen Evangeline,kollarını aralayıp ikisinin arasına girmişti.Üçü de birbirine sarılmışken kıkırdamaları bahçeyi dolduruyordu.

“Jane,seni o kadar çok özledik ki,öyle değil mi Eva ? ”

“Çok özledik tabi,hem de çok fazla.”

Tekrar kıkırdadıklarında,arkalarında birinin öksürerek boğazını temizlediğini duydu Alice.Bu sıçramasına yol açmıştı.Kolları o an çözüldü.Acıyan bacaklarının pelteye dönüşmemesi için dua ederek arkasını döndüğünde ise,Benjamin tam karşısında duruyordu.

“Söyle bakalım,beni ne kadar özledin ? ”

Sevinçten gözlerinin dolduğunu hissetti.Yüzündeki gülümsemenin arasından dişleri gözüküyordu,umursamadı.Bir an bile tereddüt etmeden koşup tüm gücü ile Benjamin’e sarılmıştı.Başını göğsüne yasladığı an kapanmıştı mavi gözleri,adamın kokusunu derin bir nefes ile içine soludu.Buradaydı,gelmişti.Kokusunu içinde,parmaklarını ise sırtında hissediyordu.Yaşadığı bir düş değildi,Benjamin gerçekten yanındaydı.

O sonsuza kadar öylece kalabilecekken,Benjamin’in parmakları sırtından yüzüne yükselmişti.Elini çenesine yerleştirmiş,başını doğrultan adam gözlerinin içine bakarken gülümsüyordu.Parmakları dudağının kenarını dokunup geri çekilmişti.Alice gözlerini kapatmamak için kendini zor tutuyordu.

“Toprak kalmış,sanırım hepsini tüküremedin.”

“Ah ! Şey ben-aslında ben-biliyorsun işte şey oldu-“

“Verandadan düştün,biliyorum gördüm.Her zamanki gibi muhteşem bir karşılamaydı.”

Alice’in mavi gözlerine utanç çökmüştü,bakışları yere devirmişti.Rezil olduğunu düşündü.Bunun için Evangeline’in canını okumaya karar vermişken Benjamin’in çenesindeki eli yanağını yükselmişti.Bakışlarını tekrar kaldırdığında ona doğru sokulan adam yanağını,tam da toprağa sürtüp canını yaktığı yeri öpmüştü.Dudakları tenine değdiği an midesinin gıdıklandığını hissetti Alice.Yüzüne gülümsemesi tekrar yayılmışken,Benjamin ondan uzaklaşmak yerine kolları ile tekrar sarmıştı.

“Acısı biraz olsun geçti mi ? Küçükken her düştüğünde böyle yapardık.”

“Geçti,artık hiç acımıyor.”

Sözleri Benjamin’i kıkırdatmıştı.Parmakları sırtını okşarken geri çekilip tekrar yüzünü incelemişti.Gördükleri onu şaşırtmış gibi duruyordu.

“Hiç değişmemişsin demek isterdim ama oldukça değişmişsin.”

“Bu iyi mi kötü mü ? ”

“Senin için iyi olabilir ama benim için kötü.Sanırım artık peşinden koşan birkaç oğlanı hırpalamak zorunda kalacağım.”

“O zaman seni pek de zahmete sokmayacağım,hatırı sayılır bir azınlık var.”

Erkeksi bir kahkaha atan Benjamin’in eli saçlarına yükselmişti.Adeta bir çocuk sever gibi kafasını okşayan adam,Alice’i sinirlendirmek için bu bile yeterli iken öfkeden kanını kaynatan o sihirli sözcüğü de cümlesine eklemişti.

“Ah seni o kadar çok özlemişim ki ufaklık.”

Tıpkı yıllar boyunca olduğu gibi,bu tek söz ile Alice’in kalbi adeta ortadan ikiye ayrılmışçasına acımıştı.Boğazının düğümlendiğini hissetti.Fakat o an canını yakan bu acıyı ile tanışıklığı o kadar eskiye dayanıyordu ki,saklaması artık onun için oldukça kolaydı.İçine derin bir nefes çekti,bununla birlikte yüzüne yapabildiği kadar büyük bir gülümseme koymuştu.

“Ben de seni çok özledim Benny.”

“Benjamin kenara çekil,küçük yeneğime biraz da ben sarılmak istiyorum.”

Benjamin,yüzünde Alice’in adeta kalbine batan gülümsemesi ile annesinin dediğine uyup geri çekilmişti.Halası ile birbirlerine uzun uzun sarıldılar.Bahçedeki bu karşılama seromonisine daha sonra anne ve babası da katılmıştı.Anne Avery ve çocuklarının gelişi Pierce köşküne büyük bir neşe getirmişti.

Sarılmalar,sevgi sözleri ve ayaküstü edilen sohbetlerin sonunda köşke geçmişlerdi.Stuart valizleri tek tek içeri taşırken,Evangeline ve Alice Jane’e kalacakları odayı göstermek için üst kata çıkmışlardı.Ki işin aslında Jane sadece Eva ile aynı odayı paylaşacaklardı.Anne Hala ve kuzenlerinin geleceği haberini aldıkları gibi iki kardeş aralarında bir kura çekmişleri ve paylaşılacak oda Evangeline’inki olmuştu.

Üç kız,Stuart’a hangi valizi nereye koymasını sıkı sıkıya tembih edip odaları teftiş ettikten sonra salona inmişlerdi.Girdiği an,diğerlerinin masaya geçtiğini gören Alice,adeta sekerek ilerleyip hızla Benjamin’in yanını bulmuştu.Bunu yaparken de suçlu gözlerle ablası Evangeline’i izliyordu.Ev halkından sadece o en gizli sırrına sahipti.

“Alice yüzüne ne oldu ? ”

Soru babası Thomas’tan gelmişti.Sandalyesine yerleşen Alice’in eli istemsizce yanağına kaymıştı.Küpeleri,Eva ile tartışmalarını,düşmesini tamamen unutmuştu.Hala onu aksatan bacağı bile pek umrunda sayılmazdı.

“Ah o mu babacığım,önemli değil.Sadece düştüm,bilirsin işte.”

“Biliyorum biliyorum,lakin artık sen de küçük bir sincap değil de genç bir hanımefendi olduğunu bilmelisin,öyle değil mi ? ”

“Alice sincaplık kariyerinde oldukça başarılı olduğu için bırakmaya pek de gönlü yok gibi babacığım.Zıplamak,koşturmak,başkalarının fındıklarını almak,tüm meziyetlere hakim.”

Evangeline’in iğneleyen sözleri onu tedirgin etse de,masadaki herkesi güldürmüştü.O da gülümseyerek onlara katıldı.Rahat bir nefes alıp arkasına yaslanmış,masada duran bardağına uzanıp birkaç yudum su içerken annesi huysuz sesi ile söylenmişti.

“Tanrıya şükür nişanlın burada değil,yoksa bu yüz ile adamın karşına nasıl çıkardın,nasıl açıklardın bilemiyorum.Kızımız kendinden geçmiş gibi evin içinde koşup düşüyor desek kimse inanmaz.”

Annesi nişanlın dediği an Alice öksürmeye başlamış,ağzındaki suyun bir kısmını da önünde duran boş tabağa püskürtmüştü.Hemen yanında oturan Benjamin bir an irkilse de,kıza sokulup geriye yaslamıştı,sakinleştirmek istercesine sırtını okşuyordu.Bir müddet kapıldığı öksürük krizinden kurtulamayan Alice,irileşmiş mavi gözlerini hınçla annesine çevirmişti.Bu mevzunun eninde sonunda açılacağını biliyordu kız.Lakin bu kadar çabuk olacağını tahmin etmemişti.

Biraz olsun kendine geldiğinde suya tekrar uzandı Alice.Tekrar,bu sefer kurumuş ağzını ıslamak için sakince içti.Bu kısımdan sonrasını atlatmak onun için oldukça zor olacaktı.

“Seni tebrik ederim Alice.Nişanlandığını babanın yazdığı mektuptan duydum fakat kutlamak için bizzat yüz yüze görüşmemizi bekledim.Bu müthiş bir haber,umarım çok mutlu olursun.”

Ne kadar müthiş bir haber diye geçirdi içinden Alice.Dilinden dökülen ise oldukça kısık bir ses ile teşekkür ederim Anne Hala olmuştu.Bozuntuya vermemek,içinde yükselen öfke ve hayalkırıklığını bastırmak için tüm gücünü harcıyordu.Lakin yüzündeki gülümsemenin an ve an nasıl solup gittiğinin farkındaydı.

“Söylesene Alice,nişanlın yakışıklı mı ? ”

“Benjamin ! ”

“Ne var bunda ? Seni evliliğe ikna edebildiğine göre oldukça yakışıklı olmalı.”

Alice’in yüzü bir elma gibi kıpkırmızı olmuşken,masadaki herkes onun bu utanmış haline kahkahalarla gülüyordu.Ne yapacağını bilemeden öylece kalmışken,ablası Evangeline ile göz göze gelmişlerdi.Diğer herkes durumdan eğlenirken,işin aslını bilen tek kişi olan genç kız ben sana söylemiştim dercesine gözlerine bakıyordu.

“Tamam kesin gülmeyi,güzel kızımı utandırdığınız için hepiniz kendinizden utanmalısınız.”

“Teşekkür ederim baba,keşke bu uyarıyı gülmekten nefesin kesilmeden önce yapsaydın.”

Ve kıkırdamalar devam etmişti.O andan sonra masadaki sohbet sadece Alice ve nişanlısı üzerinden yürümüştü.Yüzü asılan Alice’in kendine kızdığını zanneden Benjamin ise kendini suçlu hissetmişti.

“Alice söylediklerime aldırma lütfen.Senin için çok mutlu oldum.Sadece nişanlandığını öğrenmek benim için büyük bir sürpriz oldu.”

“Benim için de.”

Söylediği şeyi düşünmemişti,bir anda dudaklarından çıkmıştı.İnsanların ona deliymişçesine baktıklarını fark ettiğinde telaşla kendini düzeltmek zorunda hissetti.

"Yani..demek istediğim..şey benim için de çok sürpriz oldu."

"Ne senin için sürpriz oldu ? "

"Yüzbaşının ilan-ı aşkından bahsediyor olmalı.Ah Tanrım Jane,o kadar romantikti ki hayal bile edemezsin."

Benjamin'in sorusuna ne cevap vereceğini düşünemeden Evangeline araya girmişti.Kızmalı mı yoksa minnet mi duymalı,karar verememişti Alice.Genç kızın hayranlıkla gözlerini devirmesine sebep olan ilan-ı aşk Alice'in yüzüne bile yapılmamıştı.Nişanlısı Yüzbaşı Robert Doyle,hiçbir flört çabasına girmeden direk olarak gidip babası ile konuşarak evlenme izni aldıktan sonra bir mektup yazmıştı.Ve bu mektup Evangeline'in eline de geçmişti.Kendini bildiği ilk andan beri kuzeni Benjamin Avery'e aşık olan Alice için yazanlar hiçbir şey ifade etmese de kız kardeşi her bir kelime ile mest olmuştu.

“Eva bence bunu sonra üçümüz başbaşayken konuşalım.”

“Kusura bakma küçükhanım,bu müthiş ilan-ı aşkı ben de duymak istiyorum.”

Tanrıdan kendine güç vermesini dileyerek içine derin bir nefes çekti Alice.Bakışlarını yanıbaşında oturan Benjamin’e çevirdiğinde yüzüne nasıl da gülümseyerek baktığını gördü. Tanrım,benim için gerçekten mutlu diye geçirdi içinden.Tam ortasında durduğu ironi onu kahrediyordu.

“İlan-ı aşk mı dinlemek istiyorsun ? Nişanlım yüksek rütbeli bir ordu mensubu ve içimden bir ses bu nahoş sohbete biraz daha devam edersen kendini Çin’e giden savaş gemilerinin birinin güvertesinde bulabileceğini söylüyor.”

“Ah şuraya bakın,ufaklık büyümüş de beni nişanlısı ile tehdit ediyor.”

“Benjamin ! ”

Alice’in gözleri utanç ile irileşmişti,Benjamin ise oturduğu yerde kıkırdıyordu.Öfkeyle söylenmek için ağzını açtığında,annesi masada dönen sohbeti onaylamadığını belli bir homurdanma ile onu bölmüş ve halaları Anne’e dönerek yolculukları üzerine konuşmaya başlamıştı.Artık ilgi odağı o ve nişanlısı değil,Anne Hala,seyahatleri ve Londra’daki geleceği olmuştu.

Anne’in kocası Rupert Avery’in ölümü herkesi derinden sarsmıştı.Alice,cenaze için gittikleri York’ta halası Anne ve kuzenlerini nasıl perişan bir halde bırakmak zorunda kaldıklarını çok iyi hatırlıyordu.Babası dönüş yolu boyunca kardeşi ve yeğenleri için hayıflanmış,bu Londra’ya geldiklerinde de değişmemişti.Nitekim cenazeden sadece iki ay sonra ziyaret için tek başına York’a gitmiş ve dönerken kız kardeşinden acısını dilediğince yaşadıktan sonra çocukları ile yalnız kaldığı York’tan Londra’ya taşınma sözünü almıştı.En başta buna direnen Anne ise,sonunda yalnızlığa ve beraberinde getirdiği kedere daha fazla katlanamayıp çocukları ile birlikte Londra’ya taşınmayı kabul etmişti.

“Uygun bir ev bulmamız biraz zaman alabilir,sen çevrede herhangi bir şey buldun mu Thomas ? ”

Anne Hala’nın sözü biter bitmez Evangeline araya girmişti.Hem onun hem de Alice’in planları o an duyduklarından farklıydı.

“Uygun bir ev zaten var,şu an onun salonunda kahvaltı yapıyoruz.Neden bir yenisi aranacak ? ”

“Ah Eva,çok tatlısın hayatım.Lakin biz çocuklarla birlikte ayrı bir eve çıkmayı planlıyoruz.”

Tüm sohbeti uysal bir şekilde dinleyen Alice olduğu yerde huzursuzca kıpırdanmıştı.Bakışlarını hemen yanında oturan Benjamin’e çevirdi.Adam da annesine katıldığını gösteriyordu.Bu onu öfkeli bir üzüntüye sürüklemişti.

“Biz Eva ile aylardır sizin geleceğiniz günü bekliyoruz,odalarınız babam buraya taşınacağınızı söylediğiniz günden beri hazır sizi bekliyor.Ve siz biz ayrı eve çıkacağız diyorsunuz.Bu haksızlık.”

“Alice,izin verin de bunu büyükler kendi aralarında tartışsınlar.”

“Tartışılacak bir şey yok Anne.Ben kızlarıma katılıyorum.Bu ev sadece bana değil,aynı zamanda sana da ait.Biz seninle birlikte bu evde doğduk,büyüdük.Evlenip ülkenin bir ucuna gitmen hiçbir şey değiştiremez,biliyorsun.Burası hala senin evin,bizim evimiz.”

Babasının onları destekleyen sözleri Alice’in gözlerini umutla halasına dönmüştü.Hala yas içinde olan kadının yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirmişti.Bakışları önce Evangeline,sonra ise Alice ile buluşmuştu.

“Bunları konuşmak için oldukça uzun bir zamana sahibiz.İstemiyor olsanız bile bu sefer misafir değil,kalıcıyız,öyle değil mi Benjamin ? ”

Annesinin sözleri üzerine bakışlarını Alice’e çevirmişti Benjamin.Yüzünde sırıtmamak için kendini zor tutan muzip bir ifade vardı.Koluyla Alice’i dürttü.

“Benim için de bir oda hazırlamışsındır umarım.”

Senin yerin benim kalbimde yıllardır hazır diye geçirdi içinden Alice.Bu sözlerin ağzından özgürce çıkabilmesi için yapamayacağı hiçbir şey yoktu.Lakin o gün bilerek takmadığı nişan yüzüğü,adeta bir zincir gibi elini kolunu bağlıyordu.Ki nişanlanmamış olsa dahi,onu bir çocuk olarak gören kuzenine karşı beslediği bu hissin imkansızlığını kabul etmese dahi farkındaydı.

“Alice sana kendi odasını bile verebilir Benny,birkaç ay içinde boş kalacak zaten.”

“Eva ! ”

O sabah sayısız kez olduğu gibi Alice’in kızgın nidası tekrar masada yankılanmış ve bu ailedeki herkesi gülümsetmişti.Alice,ailesindeki insanların acımasız bir mizah anlayışı olduğunu düşünüyordu.

“Ah o mesele,doğru unutmuşum.Tanrım,Alice evleniyor,bu fikre alışmam oldukça zaman alacak.”

Alice benim de diye mırıldansa da masada duyan olmamıştı.O ve nişanlısı tekrar gündemleri haline gelmişlerdi.

“Evet Thomas,düğün için bir tarih belirlediniz mi ? ”

“Eğer Çin’e savaş açılmamış olsaydı Benjamin Alice’in odasına şu an bile yerleşebilirdi.Lakin nişanlısı Yüzbaşı Doyle savaş sebebiyle Çin’e gitti.Ne zaman gelir hiçbirimiz tam olarak bilmiyoruz Anne.Haliyle düğün için de kesin bir tarih yok.”

“Bu Yüzbaşı Doyle,Düşes Margaret Doyle’un torunu olan değil mi ? ”

Babası Anne Hala’yı büyük bir memnuniyet içerisinde başını sallayarak onaylamıştı.Bu ismin ne anlam ifade ettiğini Londra’da yaşayan herkes biliyordu.Hatta İngiltere’de biraz eğitimli ve hanedan soyuna ilgili olan herkes tarafından biliniyordu.Nişanlısının üç yıl önce ölen büyük annesi Margaret Doyle tahtın sahibi Hannover hanedanlığına mensuptu ve Kraliçe Victoria ile dördüncü göbekten kuzendi.

“Cahilliğimi mazur görün fakat tüm bu isimler ne anlama geliyor ? ”

Benjamin’in sorusu ile yerin dibine girmek istedi Alice.Tüm bunları konuşmak istemiyordu.Benjamin’in nişanlı olduğunu öğrenmiş olması ile yeterince büyük bir işkence iken adını bile anmak istemediği nişanlısı hakkında konuşmak onu çileden çıkarıyordu.

“Yüzbaşı popüler bir isim,babam bunu anlatmaya çalışıyor.”

“Yüzbaşının popüler olduğu bir gerçek lakin bu kadar mütevazi olmak sana hiç yakışmıyor sevgili kardeşim.Benjamin bizim küçük Alice’imiz kraliyet gelini olacak,inanabiliyor musun ? ”

Alice,Evangeline’in bilerek böylesine hevesli davrandığının farkındaydı.Elindeki çatalı öfkeyle kavramışken keyifle çay içen kardeşinin gözlerine bakıyordu.Lakin durum onu ne kadar kızdırdıysa kuzenlerini o kadar şaşırtmıştı.O ana kadar sessizce konuşmaları dinleyen Jane adeta ağzındaki suyu tıpkı onun gibi püskürtüyordu.

“Bu gerçek mi ?! Alice sana inanamıyorum ! Kraliyetten biri ile evleneceksin ve geldiğimizden beri bunu söylemedin mi ?! Size gerçekten inanamıyorum ! ”

Jane’in çıkışması,Benjamin’in afallamış bir şekilde bakakalması masadaki güldürmüştü.Alice hariç.Yılgın bir şekilde iç çeken genç kız,kendine hakim olmak adına saçları ile oynarken konuşabilmişti.

“Keşke gerçekten kraliyet gelini olsaydım Eva,sayemde sarayda soytarı olarak güzel bir kariyere sahip olabilirdin.”

Benjamin kızın söylediği üzerine kahkaha atmıştı.Başta Evangeline’in olmak üzere herkesin ona onaylamayan gözlerle baktığı fark ettiğinde ise durumu toparlama gereği hissetti.

“Ne yani ? Sen şimdi resmi bir prenses olamıyor musun ? ”

“Hayır tabi ki,bunlar sevgili kardeşimin saçmalıkları.Yüzbaşının büyük annesi Hannover hanedanına mensuptu ve kraliçe ile dördüncü göbekten kuzendi.Olan biten bu.Doyle’un hayatı boyunca kraliçeyi gördüğünü bile sanmıyorum.”

“Ah,yazık oldu desene.Olsun,dertme etme sen her zaman benim kalbimin prensesisin.”

Benjamin bu sözleri yeşil gözlerini üzerinde gezdirerek söylemişti.Alice o an tüm kızgınlıklarını,kırgınlıklarını unutmuştu.Çatalını tutan eli gevşemiş,yüzüne şapşal bir gülümseme yayılmıştı.Kendini adeta bir rüyanın içinde gibi hissediyordu.

Lakin Evangeline onu uyandırmakta ısrarcıydı.

“Alice’in böyle konuştuğuna bakmayın,düştüğü için saçmalıyor.Belki prenses olamayabilir ama nişan yüzüğündeki kadar parlak bir elmas kraliçede dahi yoktur.Bana sorarsanız Yüzbaşı Doyle boş yatırımda bulunuyor ama bilirsiniz işte,aşk bu.”

Evangeline’in sözleri ile birlikte herkesin gözü parmağına dönmüştü.Boşluğu gören annesi Catherine ise çıkışmak için bir an bil beklememişti.

“Alice,yüzüğün nerede ? ”

“Ah şey anne-şey oldu..ben dün akşam banyo yaparken çıkardım,takmayı unutmuşum.”

“O yüzüğün bir oyuncak olmadığı konusunda anlaştık sanıyordum.”

“Haklısın,benim aptallığım.”

Ne kadar her dakika birbirleri ile uğraşsalar da,Alice’in bu suçlu ve mahcup hali Evangeline’in içini burkmuştu.Kardeşini içine düştüğü saplantıdan kurtarmak için uğraşırken kırmak isteyeceği en son şeydi.Lakin kötü kız kardeş olmak pahasına da olsa,doğru olanın bu olduğuna inanıyordu.

Yine de bu kardeşini içine düştüğü durumdan kurtarmasına engel değildi.

“Baba izin verirsen biz Alice ve Jane ile çaylarımızı içmeye çardakta devam edebilir miyiz ? ”

“Çıkabilirsiniz Evangeline,siz kızlar dedikodu yapmadan oldukça uzun bir süre oturmayı başardınız.”

Alice,Jane ve Evangeline,kıkırdayarak masadan kalkmışlardı.Alice,kuzeni Benjamin’in yanından geçiyorken adam genç kızın parmak uçlarını kavrayarak durdurmuştu.

“Nişanlın ve muhteşem ilan-ı aşkı hakkında her şeyi ben de öğrenmek istiyorum ufaklık,ona göre.”

“Çin’e giden savaş gemileri Benjamin,onlara gerçekten dikkat etmelisin.”

Hışımla elini çeken Alice,hole geçen kuzeni ve kardeşine katılmıştı.Lakin onların arasında da sohbet konusu değişmiş değildi.Kol kola girmiş kıkırdayan kızlar Yüzbaşı hakkında konuşuyorlardı.

“Ah Tanrım,Jane o mektubu kesinlikle okuman gerek,hayatımda gördüğüm en romantik şeydi.”

Alice öksürerek boğazını temizledi,kollarını çekiştirerek Jane ve Evangeline’nin arasına girmişti.

“Ne mektubundan bahsediyorsunuz ? ”

“Eva nişanlının sana ilan-ı aşk ettiği mektubu anlatıyor.Ona okutmuşsun,eğer bana okutmazsan çok kırılırım haberin olsun.”

“Evangeline her zamanki gibi abartıyor Jane.Askerlik celbi bile o mektuptan daha romantik sayılır.”

“Peki o halde.Biz Eva ile çardağa geçiyoruz.Sen de odana çıkıp yüzüğünü ve mektubunu alarak yanımıza geliyorsun.Şu askerlik celbini bir de ben okumak istiyorum.”

Alice bu ısrardan bir kaçışı olmadığının farkındaydı.İçini çekip kızların kolundan çıkarak bir adım geriye çekilmişti.

“Nora’ya söyleyin benim çayıma süt yerine zehir eklesin,bu işkenceden tek kurtuluşum sanırım böyle olur.”

Kızlar çardağa geçerken Alice de odasına çıkmıştı.Yatağının yanıbaşında duran komodinin üst çekmesini açtı.Mektup orada duruyordu,yüzük de üzerindeydi.Uzanmadan önce bir müddet durup ikisine de baktı.İçinden yükselen dürtü kağıdı parçalayıp atmasını,yüzüğü de camdan dışarı fırlatmasını söylüyordu.Eğer bunun bir çözüm olacağını bilse bir an düşünmeden yapardı.Lakin içinde bulunduğu çember bu kadar kolay çıkılabilecek gibi değildi.

Yüzüğü alıp istemeyerek de olsa parmağına taktı.Etrafı küçük pırlantalarla süslenmiş dikdörtgen kesim taş üzerine vuran güneş ile parlıyordu.Eğer parmağına nişanlısı takmamış olsa,bu yüzüğü çok sevebileceğini tekrar düşünmüştü.

Mektup ile birlikte alt kata inip bahçedeki taraçaya geçti.Çayları çoktan gelmişti.Kızların yanlarına geçtiğinde içmek için onu beklediklerini gördü.Yaklaştığını fark eden Evangeline muzipçe sırıtmıştı.

“Maalesef evde zehir kalmamış kardeşim,çayların hepsi sütlü.”

“Önemli değil,seninkinden bir yudum içsem yeter.Malum dilin her yere zehir saçıyor.”

Alice oturduğu yere yerleşmeye çalışırken,çayını yudumlayan Jane sırtını dikleştirip elini ona doğru uzatmıştı.

“Konuyu değiştirmezseniz sevinirim.Şimdi,mektubu okur musun ? ”

“Okumak mı ? Bu işkenceyi benim dillendireceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun.”

Genç kız mektubu kuzeninin avucuna bırakmıştı.Ve Jane büyük bir gülümseme ile Yüzbaşı Robert Doyle’a ait aşk mektubunu okumaya koyulmuştu.

"Sevgili Alice,

Bu mektuba beni bağışlamanı dileyerek başlayacağım.Nasıl olduğunu sormak isterdim,yanında olup tüm bu olanlardan sonra nasıl hissettiğini kendi sesinden duymak güzel olurdu.Bay Princeton ile sohbetimizin ardından aldığın haberin seni şaşkına çevirdiğini tahmin ediyorum.Eğer senin için ani olan bu isteğim kalbini kırdıysa,güzel yüzünün asılmasına sebep olduysam özür dilerim.Yaptıklarımın gözünde anlaşılır bir yanı olmadığının farkındayım.Belki kaba bir adam olduğumu dahi düşünüyorsundur.Yol yordam bilmeyen kaba bir adam.Ne diyebilirim Alice ? İçimde süren muhakeme benim için asırlar kadar uzun bir zamana yayılsa da,her şeyin senin için fazla hızlı olduğunu biliyorum.

Ben kibarlık ve tatlı sözler konusunda yetenekli bir adam değilim.Hiçbir zaman olamadım ve Tanrı şahit buna ihtiyaç da duymadım.Bir kadının kalbi nasıl kazanılır bilmiyorum.Bunu öğrenmek için çabaladığımı bile söyleyemem.Sevgi üzerine söylenen sözleri ve aşk şiirlerini hep aptalca bulmuşumdur.Kadınlara dokunmak için gönüllerine girmenin gerekli olduğuna hiçbir zaman inanmadım.Dünya üzerinde uğruna savaşılacak sayısız toprak,fethedilecek sayısız ülke varken bir kadının kalbi için uğraşmak gözümde her zaman ahmakça durmuştur.

Şimdi ise,sevgili Alice,lanetlendiğimi hissediyorum.Aşk üzerine kulaklarının asla duymamasını dilediğim öyle çirkin sözler söyledim ki Tanrı beni cezalandırıyor.Seni ilk nerede gördüğümü hatırlamıyorum bile.Aynı şehrin içinde belki sayısız kez karşılaştık.Gözlerim yüzüne defalarca baktıysa bile seni göremedi.Aptallığım lütfen için beni affet.Sende bulduğum bu mükemmeliyeti ne kadar uzun zamandır aradığımı bilsen bu adamın haline acırdın.

Bu gün,seninle tanışmamız dördüncü ayını dolduruyor.Tıpkı sesin kadar sıcak bir Ağustos gecesi Grangé'da verilen davete gelmiştin.Salonda,diğer insanlarla birlikte sohbet ediyorken hava almak için bahçeye çıktığımda arabandan yeni inmiş,etrafını izliyordun.O an tek planım sarhoş olana kadar içip evime dönmekken sana neden baktığımı bile bilmiyorum.Bir aptallık ettim,gözlerimi yerden kaldırdım ve sana baktım.Saçların bir kucak dolusu alev gibiydi.Parlayan ayın altında,yüzün mermerden oyulmuş gibi duruyordu.Nutkum tutuldu.Tek düşünebildiğim ne kadar güzel olduğunken çevreyi inceleyen bakışların üzerime döndü.Sonsuzluk kadar uzun süren bir an boyunca gözlerime baktın.Maviliğinde kaybolurken kalbimin hiç olmadığı kadar hızlı attığını hissettim.Nasıl olduğunu bile anlamadan kendimi senin yanında buldum.Elini kavradım ve öptüm.Dudaklarımın teninden ayrılmamasını dilerken bana kim olduğumu sordun.Beni içine düşürdüğün heyecanla adımı bile güçlükte söyledim.Bu kadar aptal bir adam olmasaydım sana ne kadar güzel olduğunu anlatırdım.Beni arkanda bırakıp gittiğinde peşinden gelir ve tüm bir gece boyunca kulağına güzel sözler fısıldardım.

Yapamadım.Daha sonra seni gördüğüm anlarda dahi konuşmayı beceremedim.Karşına çıkıp tek bir kelime edemediğim her an kendime öyle öfkelendim ki duvarları yumruklamaktan ellerim kabuk bağladı.Saçlarını hissetmek isteyen avuçlarım birçok keresinde acizliğimin yüzünden kanla doldu.Beni karşında çaresizleştiren bu histen kaçmak için kendimle savaştım.

İşte şimdi buradayım.Karşında hiçbir zaman söyleyemediğim bu sözleri bir kağıda yazıyorum.Kendime karşı açtığım savaşı kaybettim.Fakat inan bana Alice,hayatım boyunca hiçbir savaşı kaybettiğim için bu kadar sevinmedim.Sana aşığım.Bu beni karşında bir dilsize çevirse de,bir aciz gibi hissetmeme neden olsa da sana aşığım.Elimde tuttuğum bu kağıda dokunacağını bilmek bile beni heyecanlandırıyor.Bunu sana başka nasıl anlatabilirim ?

Güzel sevgilim,beni tanımadığını biliyorum.Geleceğimiz için korktuğunun ve çekindiğinin farkındayım.Lütfen korkma.Karşında,dudaklarından dökülecek her bir sözü emir sayacak kadar acizim.Tek istediğim seni mutlu etmek.Beni sevmediğini biliyorum,en azından şimdilik durum böyle.Canımı yakmadığını söylemem fakat bu önemli değil.Ben hayatımı kalbinde yer etmek için harcamaya hazırım.Er ya da geç,beni seveceğini biliyorum.

İnan bana bu mektubu bitirirken,o günü hayal etmek bile mutlu olmama yetiyor.

Sadık sevgilin Robert Doyle."

Jane,mektubu okumayı bitirdiğinde hiçbir şey diyememişti.İçini çekip oturduğu yerde arkasına yaslandı.Yüzbaşının yazdıklarını daha önce okumuş olan Evangeline bile o an uzaklara bakıyordu.Alice nişanlısı ile hiç tanışmamış olsa kendinin de bu sözlerden etkilenebileceğini düşündü.Mektup eline ilk ulaştığında,kabul etmek istemese dahi okudukları kalbini hızlandırmıştı.Ona göre böylesi samimi bir aşk itirafı karşısında tepkisiz kalmak duygusuzluk olurdu.Bunun için kendini yadırgamamıştı.

Fakat babasının Yüzbaşı Doyle ile evlenmesine karar verdiğini söylemesiyle eline geçen bu mektubun ardından ilk buluşmaları Alice için tam bir hayal kırıklığı olmuştu.Mektubunda onunla aynı kağıda el sürmenin bile kendini heyecanlandırdığı söyleyen adam ile karşısındaki soğuk askerin birbirleri ile alakası yoktu.Ona nasıl olduğunu sorarken dahi bir subayı ile sohbet eder gibi sert ve keskin davranmıştı.Tek bir sevgi sözü etmeden birlikte oturmuşlardı ve Doyle onu üzeri açık bir at arabası ile evine götürmüştü.Felaket olarak saydığı bu buluşmanın ardından sadece üç kez görüşmüşlerdi.Her birinde ilkine göre daha fazla konuşsalar dahi ortada aşk olduğunu sanmıyordu.Nişanlandığı adamı tanımak için bile vakti olmamıştı.Londra'da bulunduğu zaman boyunca onu görmek için pek zaman ayırmayan Yüzbaşı Doyle nişanlarından bir ay sonra Çin'deki savaşa katılmak için şehri terk etmişti.Gittiği günden beri ona tek bir mektup da yollamamıştı.Aşkı tam olarak tarif edemiyordu Alice.Fakat ne olduğunu bilmese dahi Yüzbaşı Doyle'un hislerini aşk olarak görmüyordu.

Nişanlısı bir kez dahi görmemiş olan kuzeni Jane ise onunla aynı fikirde değildi.Hala okuduklarının etkisinde olan genç kız tüm bunları romantik bulmayan Alice'e kızıyordu.

"Alice sen tam bir delisin.Eğer bu şey bir askerlik celbi ise ben hemen cepheye atılmak istiyorum.”

"Abartıyorsun Jane."

"Hayır,benim hiçbir şeyi abarttığım yok.Tanrım,bu mektubu gerçekten okuduğuna emin misin ? "

Cevap vermek yerine gözlerini devirip fincanına uzandı Alice.Ne söylerse söylesin hayranlığın önüne geçemeyeceğini biliyordu.Bu serüveni daha önce ablası ile yaşamıştı.Sonuç olarak Evangeline ateşli bir Doyle destekçisi olarak yanında oturuyordu.

"Alice'e bunun için kızmamak gerek.Hata Yüzbaşı Doyle'a ait.Kardeşim gibi iflah olmaz bir delinin gerçek aşktan anlayacağını düşünmüş olmalı."

Sakin kalmak istese de kendine hakim olamamıştı Alice.Elindeki fincanı bırakıp ablasına döndü.

"Gerçek aşk mı ? Bu adam babamdan evlenebileceğimizin sözünü aldıktan sonra doğru düzgün yüzümü görmeye tenezzül etmedi Eva.Değişik bir aşk kavramı olmalı."

Duydukları Jane'i şaşırtmıştı.Çayını içerken bir öksürmeye başlayan kuzeninin aklında oluşturduğu Doyle karakterine bunları yakıştırmadığını görebiliyordu Alice.

"Nasıl yani ? Siz ikiniz bu mektuptan sonra hiç buluşmadınız mı ? "

"Buluştuk elbette,beni akşam yemeği için evine davet etti."

"O zaman neden şikayet ediyorsun ? "

"Benden çok yemeklerle ilgilendi Jane.Sanırım aşk mektubu aşçısına yollayacakken yanlışlıkla bana göndermiş olmalı."

Söyledikleri hem Angeline'i hem de Jane'i güldürmüştü.Bir anlığına,onu mengene gibi sıkan bu işkenceden kurtulduğunu düşündü,rahatladı.Fincanına uzanıp çayını içiyorken aralarında neşeli bir sessizlik oluşmuştu.Bunun bozulmamasını dilese de gerçek olmadı.Hevesli Jane onu kolayca bırakacak gibi değildi.

"Daha sonra görüştünüz mü peki ? "

"Görüştük,üç kere.Birinde o buraya geldi,diğerinde beni beş çayı için evine çağırdı.En son görüşmemizde de nehirde buluştuk."

"Ah,Thames'in kenarındaydınız demek,ne kadar romantik."

Alice sadece ağzından ıgh diye bir ses çıkarmıştı,bezginliğini en iyi bu ifade anlatıyordu.Jane ise elindeki fincanı bırakıp yaklaşarak koluna girmişti.Gözleri muzip bir ifadeyle parlıyordu.

"Alice,söylesene Yüzbaşı Doyle seni hiç öptü mü ? "

Kuzeni eğilerek sorusunu fısıldadığı an telaşla ayağa kalkmıştı Alice.Damarlarındaki kanın yüzüne hücum ettiğini hissediyordu.Ne yapacağını bilemeden olduğu yerde kaldı.

"Jane ! Tanrım ! Hayır,elbette hayır ! "

"Deli gibi bağırmayı kes Alice,herkesi buraya toplayacaksın."

"Çeneni kapa Angeline,tüm bunlar senin başının altından çıkıyor ! "

Alice,daha fazlasına katlanamayacağını biliyordu.Kardeşi Angeline'i geçip çardaktan dışarı çıktı.Verandaya giden toprak patikaya geçtiğinde yüzünün hala alev alev yandığını hissediyordu.En başında izin vermemem gerekirdi diye geçirdi içinden.

Ahşap basamakları geçip verandaya çıktığında bir çift at sesi işitti.Yavaşça arkasını dönüp baktığında bir arabanın bahçelerinin demir kapısı önünde durduğunu görmüştü.Olduğu yerde gözlerini kısıp baktığında nişanlısı Yüzbaşı Doyle'un uşağı Womack'in arabadan indiğini fark etti.Bu duraklamasına yol açtı.Adamın ne için gelmiş olabileceğini kestiremiyordu.Eliyle yanaklarını ovup verandanın hırsla çıktığı basamaklarını tek tek indi.Bahçe kapısından geçen Womack ile toprak patikanın yarısında buluşmuşlardı.

"Günaydın Bayan Princeton."

"Size de günaydın Bay Womack.Şaşkınlığımı mazur görün,sizi görmeyi beklemiyordum."

"Lütfen özrümü kabul edin.Eğer önemli bir haber getirmemiş olsam sizi rahatsız etmek istemezdim."

Womack'in önemli bir haber getirdim dediği kısa anda Alice'in zihnini sayısız düşünce doldurmuştu.Doyle'un ona mektup yolladığı,bir süre daha Çin'de kalacağını haber vermesi,kötü bir savaş yarası almış olduğu ; bunlar kafasının içinde canlandırdıklarının sadece bir kaçıydı.Ne olduğunu kestiremiyordu ve bu onu heyecanlandırmıştı.

"Bu önemli haber nedir ? "

"Bayan Princeton,Yüzbaşı Doyle'un dün gece itibari ile Londra'da olduğunu size söylemekten mutluluk duyuyorum.Kendileri şu anda evde,dinleniyor.Buraya onun davetini iletmek için geldim.Eğer sizin için de uygunsa,beş çayında sizi evinde ağırlamak istiyor."

Duyduklarına inanamadı Alice.Aklından birçok düşünce geçmişti.Bunun için kendine kızsa bile,bir an Doyle'un savaşta ölmüş olabileceğini dahi düşünmüştü.Ne kadar böyle olmasını istese dahi nişanlısının sonsuza kadar Çin'de kalmayacağını biliyordu.Yine de beş ay kadar erken bir zamanda geleceğini kestirememişti.

"Bay Womack,bu kötü bir şaka değil,değil mi ? "

"İnanın bana hanımefendi,Yüzbaşı Doyle burada ve sizi görmek için sabırsızlanıyor.Cevabınızı bir an önce ona iletmem en iyisi olur."

Nefesinin daraldığını hissetti.Gözlerini kapatıp içine derin bir nefes çektiyse de işe yaramamıştı.Tüm bunların üst üste geldiğine inanamıyordu.Sonunda yıllardır hayal ettiği şeye sahip olmuştu,Benjamin yanındaydı ve onunla birlikte kalacaktı.Bu mutluluğu bir günden daha fazla yaşamak isterdi.Doyle'un bir karabasan gibi üzerine çöktüğünü hissediyordu.

"Yüzbaşı Doyle'a davetini kabul ettiğimi söyleyin lütfen,Bay Womack."

Ve ağzından daha fazlası çıkmamıştı.İyi günler bile demeden adama arkasını döndü,toprak patikada yürümeye başladı.Kısa bir an sonra,arabanın hareketlendiğini haber veren nal seslerini işitti.Verandayı geçip evin oval holüne girdiğinde,ortada duran sümbüllerle süslenmiş devasa mermer sehpadan güç alarak elini kalbinin üzerine koymuştu.Göğsünün sıkıştığını hissediyordu.Nefes alması bir anda zorlaşmıştı.

Bahçede,Womack ile konuştuğunu gören Evangeline yanına gelen ilk kişiydi.İki büklüm olmuş kardeşine korkarak yaklaştı.Peşinden gelen Jane ise kapıda duruyordu,daha fazla ilerlemeye cesaret edememişti.

"Alice ne oluyor ? Womack kötü bir şey mi söyledi ? "

Eğik olan başını yavaşça kaldırdı Alice.Tıpkı onun gibi,Evangeline'in de kötü bir haber beklediğini görebiliyordu.Kız kardeşi ile kötü haber anlayışları arasında fark vardı.Evangeline muhtemelen adamın yaralandığını ya da en kötüsü,öldüğünü düşünüyordu.Alice için ise Doyle'un Londra'ya dönmüş olması,hem de Benjamin'in gelişi ile birlikte dönmüş olması tam bir felaketti.

Ve kendisi için felaket saydığı müjdeyi kardeşine söylerken,öfkeden sesi titriyordu.Yıllardır gerçekleşmesini beklediği rüya,ancak birkaç saat için hüküm sürmüştü

"Doyle dönmüş.Burada.Londra'da."

Yazan ; İlknur DUMAN

Loading...
0%